bannerbanner
Üç Silahşörler
Üç Silahşörler

Полная версия

Üç Silahşörler

Язык: tr
Год издания: 2023
Добавлена:
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
4 из 10

Bu arada muhafızlardan biri, “Aman aman… Sizin gibi ketum biri Madame de Bois-Tracy ile arasını iyi tuttuğunu inkâr mı edecek yani? Hem de bu asil hanım mendillerinden birini size verdiği hâlde.”

Aramis, Dartanyan’a ölümcül bir düşman kazandığını ilan eden bir bakış fırlattı. Sonra da yumuşak tavrına tekrar bürünerek. “Yanılıyorsunuz beyler.” dedi. “Bu mendil bana ait değil. Bu beyefendinin mendili sizden birine değil de bana vermesine anlam veremiyorum doğrusu. Bu söylediklerime delil olarak cebimdeki mendilimi göstereceğim.”

Aramis dediğini yaptı ve mendilini çıkardı. O zamanlar pek popüler olan patiskadan yapılma mendil diğeri gibi çok şıktı. Fakat bu mendilde işlemeler ya da armalar yoktu. Üzerinde sadece sahibinin kim olduğuna işaret eden bir işleme vardı.

Dartanyan bu kez aceleci davranmadı ve hatasını anladı. Ne var ki Aramis’in arkadaşları pek ikna olmamışlardı. İçlerinden biri sahte bir ciddiyetle şöyle dedi, “Eğer dediğiniz gibiyse Sevgili Aramis, onu kendim alacağım. Çünkü pekâlâ biliyorsunuz ki Bois-Tracy yakın bir dostumdur. Karısına ait bir eşyaya ödül muamelesi yapılmasına müsaade edemem.”

“Bu talebini hoş bir şekilde dile getirmedin.” diye cevap verdi Aramis. “Sözlerinde haklı olduğunu kabul etsem de az önce söylediğim sebepten dolayı dediğini yapmayacağım.”

Dartanyan ürkerek şunları söyleme riskine girdi: “Mendilin Mösyö Aramis’in cebinden düştüğünü görmedi. Ayağını üzerine basmıştı. Bu sebepten mendilin ona ait olduğunu zannettim.”

“Ve yanılıyorsunuz Sayın Beyefendi.” diye soğukça cevap veren Aramis, bu kurtarma teşebbüsüne kayıtsız kalmıştı.

Daha sonra Bois-Tracy’nin arkadaşı olduğunu iddia eden muhafıza döndü ve şöyle dedi:

“Ayrıca ben de Bois-Tracy’nin en az sizin olduğunuz kadar arkadaşıyım. Bu mendilin benim cebimden düştüğünü varsayabilirsiniz.”

“Hayır, şerefim üzerine hayır!” diye haykırdı saray muhafızı.

“Sen şerefin üzerine yemin etmek üzeresin. Ben de sözümü söyledim. Bu durumda ikimizden birinin yalan söylediği aşikar. En iyisi ikimiz de bir parçasını alalım.”

“Mendilin mi?”

“Evet.”

“Son derece adil.” dedi diğer iki muhafız. “Kral Süleyman’ın adaleti. Aramis, gerçekten de bilgelikle dolusun!”

Genç adamlar kahkahalar patlattılar. Tahmin edilebileceği gibi olayın devamı gelmedi. Bir müddet sonra sohbet sona erince üç muhafız ve silahşorler içtenlikle el sıkışıp yollarına gittiler.

“Şimdi sıra bu cesur adamla aramı düzeltmeye geldi.” dedi Dartanyan kendi kendine. Sohbetin son kısmı boyunca kenarda beklemişti. İşte bu iyi hislerle kendisine aldırmadan yanından ayrılan Aramis’in yanını gitti. “Beyefendi” dedi. “Umarım beni affedersiniz.”

“Ah beyefendi!” diye sözünü kesti Aramis. “Bu olayda nazik bir beyefendinin davranması gerektiği gibi davranmadığınızı söylememe müsaade edin.”

“Ne diyorsunuz beyefendi. Ne sanıyorsunuz?” diye haykırdı Dartanyan.

“Aptal olmadığınızı sanıyorum beyefendi. Bunu da pekâlâ biliyorsunuz. Her ne kadar Gaskonya’dan da gelmiş olsanız insanların mendillere sebepsiz yere basmayacağını bilirsiniz. Lanet olsun! Paris patiskalarla mı kaplı sanki?”

“Beni utandırmaya çalışarak yanlış yapıyorsunuz beyefendi.” dedi Dartanyan. Doğuştan gelen kavgacı ruhu, barışçıl olma kararını bastırıyordu. “Gaskonyalı olduğum doğrudur. Mademki bunu biliyorsunuz Gascon insanının çok sabırlı olmadığını size söylememe gerek de yok. Aptalca davrandıkları için dahi olsa özür dilediklerinde yapabileceklerinin en iyisini yapmış olduklarından emindirler.”

“Beyefendi size konuyla ilgili söylediklerimin amacı kavga başlatmak değil. Şükürler olsun ki ben bir haydut değilim ve sadece geçici bir süre için silahşorlük yapıyorum. Sadece mecbur olduğum zamanlarda kavga ederim ve bundan nefret ederim. Fakat bu kez durum ciddi. Sizin yüzünüzden bir hanımefendinin itibarı zedelendi.”

“Bizim yüzümüzden demek istiyorsunuz!” diye haykırdı Dartanyan.

“Neden bu şekilde mendili vermek istediniz acaba?”

“Neden tuhaf bir şekilde mendili düşürdünüz?”

“Dediğim gibi beyefendi, tekrar ediyorum, mendil benim cebimden düşmedi.”

“İşte şimdi iki kez yalan söylemiş oldunuz. Mendilin düştüğünü gördüm.”

“Demek bu ses tonuyla konuşacaksınız Gasconlu Efendi. Pekâlâ, size nasıl davranacağınızı öğreteceğim.”

“Ben de sizi ayine yollayacağım Papaz Efendi. İsterseniz kılıcınızı çekin şimdi.”

“Hayır, müsaade ederseniz değerli dostum. En azından burada olmaz. De Arguillon Oteli’nin karşısında olduğumuzu görmüyor musunuz? Burası Kardinal’in yaratıklarıyla doludur. Sizi, kellemi almak üzere onun yollamadığından nasıl emin olabilirim? Kelleme özel bir bağlılığım vardır. Omuzlarımın üzerine pek yakışıyor. Sizi öldürmek isterim, buna emin olun. Ama bunu sessiz ve rahat bir şekilde uzak bir yerde yapmak isterim. Ölümünüzle kimseye övünemeyeceğiniz bir yerde yani.”

“Peki ama çok da emin olmayın beyefendi. Size ait olan ya da olmayan mendili alın. Belki de ihtiyacınız olur.”

“Beyefendi Gaskonlu mu?” diye sordu Aramis.

“Evet, beyefendi ihtiyatlı davranıp randevu vermeyecek mi?”

“İhtiyat, beyefendi, silahşorlerin işine yaramayacak bir erdemdir. Bir din adamı için gerekli olduğunun farkındayım. Ben de geçici bir silahşor olduğumdan ihtiyatlı davranmanın önemine inanırım. Saat ikide Mösyö de Treville’in otelinde sizi bekleme şerefine erişmiş olacağım. Orada size yeri ve zamanı gösteririm.”

İki genç adam eğilerek selam verdiler. Aramis Lüksemburg’a çıkan caddeye yürüdü. Randevu saati yaklaştığı için Carmes-Deschaux Caddesi’ne doğru ilerledi. Kendi kendine, “Kesinlikle geri çekilemem. Ama en azından öldürülsem bile bir silahşor tarafından öldürülmüş olacağım.”

5

Kral’ın Silahşorleri ile Kardinal’in Muhafızları

Paris’te hiç kimseyi tanımayan Dartanyan doğruca Athos ile olan randevusunun yolunu tuttu. Rakibinin seçeceği şahitlerle yetinmeye karar vermişti. Ayrıca asıl niyeti zayıflığını belli etmeden silahşorden uygun bir şekilde özür dilemekti. Böylesi bir düellonun olası sonuçlarından çekiniyordu. Eğer ki genç ve güçlü bir adam yaralı ve zayıf bir rakiple kavga eder ve yenilirse hasmının zaferini ikiye katlar, galip gelirse kalleşlik ve yüreksizlikle suçlanırdı.

Okuyucu Dartanyan’ın sıradan bir adam olmadığını anlamıştır. Bir yandan ölümün kaçınılmaz olduğunu kendine tekrar ederken diğer yandan ölüme sessizce gitmeme kararı almıştı. Ondan daha az cesur ve ihtiyatlı birinin yapacağının aksine. Kavga edeceği adamların karakterleri üzerinde düşünmeye başladığında durumunu daha net bir şekilde idrak etti. Samimi bir şekilde özür dileyerek soylu ve ağırbaşlı karakterine hayran kaldığı Athos’un dostluğunu kazanacaktı. Kayışının hikâyesinden bahsederek Porthos’u korkutabileceğini düşünüyordu. Eğer ki öldürülmezse Porthos’u küçük düşürmekle tehdit edecekti. Kurnaz Aramis’e gelince, ondan pek korkmuyordu. Olur da oraya kadar gelebilirse onunla başa çıkabileceğine inanıyordu.

Bunlara ilaveten Dartanyan, babasının kalbine ektiği çok sayıda nasihatten kaynaklanan yenilmez kararlara sahipti. Babası, “Kral, Kardinal ve Mösyö de Treville dışında kimseye dayanma.” demişti. Böylece buluşma noktasına yürümekten ziyade uçar vaziyette gitti.

Kaybedecek zamanı olmayan düellocuların uğrak mekânı olan bu yer, etrafı çorak arazilerle kaplı penceresiz bir binanın önüydü.

Dartanyan manastırın önündeki alana ulaştığında Athos kendisini yaklaşık beş dakika boyunca beklemekteydi. Saat on ikiyi vuruyordu. Silahşor kimsenin itiraz edemeyeceği kadar dakikti.

Her ne kadar Mösyö de Treville’in doktoru tarafından yeniden pansuman yapılmış olsa da yarasından dolayı hâlâ acı çeken Athos elinde şapkasıyla bir taşın üzerine oturmuş bekliyordu.

“Beyefendi!” dedi Athos. “Tanık olarak çağırdığım iki arkadaşım henüz gelmedi. Bu duruma şaşırıyorum. Çünkü böyle yapmazlardı.”

“Benim de şahitim yok beyefendi.” dedi Dartanyan. “Çünkü Paris’e daha dün geldim ve babamın beni kendisine tavsiye ettiği Mösyö de Treville dışında kimseyi tanımıyorum. Kendisi babamın arkadaşlarından biridir.”

Bir müddet düşünen Athos sordu: “Mösyö de Treville dışında kimseyi tanımıyor musun?”

“Hayır beyefendi, sadece onu tanıyorum.”

“O zaman…” diye devam eden Athos kendi kendine konuşurcasına, “Eğer seni öldürürsem çocuk katili derler bana.”

“Ne alakası var?” diye cevap veren Dartanyan saygıyla eğildi. “Size acı çektiren bir yaranız olduğu hâlde kılıç çekme onurunu verdiniz ne de olsa.”

“Hem de ne acı… Gerçekten de çok fena canımı acıttınız, bunu söyleyebilirim. Ama sol elimle savaşacağım. Zaman zaman yaptığım bir şey bu. Size iyilik yaptığım yanılgısına kapılmayın sakın. İki elimi de çok iyi kullanırım. Üstelik bu durum sizin için bir dezavantaj olacak. Solak bir adam, hazırlıklı olmayan biri için beladır. Sizi bu durumdan daha önce haberdar etmediğime pişmanım.”

Yeniden saygıyla selam veren Dartanyan, “Gerçekten de minnettar olduğum bir nezaketiniz var beyefendi.”

“Sizi anlamıyorum.” dedi Athos her zamanki centilmen tavrıyla, “Hadi başka bir şeyden bahsedelim eğer isterseniz. Lanet olsun.

Nasıl da yaktınız canımı. Omzum yanıyor!”

Dartanyan ürkek bir şekilde, “Eğer müsaade ederseniz.” dedi.

“Ne vardı beyefendi?”

“Yaralara mucizevi bir şekilde etki eden bir merhem var elimde. Bu merhemi bana annem verdi. Kendi üzerimde de tecrübe ettim.”

“Evet?”

“Bu merhemin sizi üç günden kısa bir süre içinde iyileştireceğine eminim. Üç günün sonunda iyileşmiş olacaksınız. Sizinle bu süre sonunda karşılaşmak benim için müthiş bir onur olacak.”

Dartanyan’ın nezaketine eşlik eden bir sadelikle dile getirdiği bu sözler cesaretinden şüphe ettirmiyordu.

“Gerçekten beyefendi…” dedi Athos. “Bu beni memnun eden bir teklif. Kabul edeceğimden değil ama. Beyefendilere yakışır cinsten… Şarlman zamanının şövalyeleri de bu şekilde davranırdı. Ne var ki bu büyük imparatorun zamanında yaşamıyoruz. Kardinal’in zamanında yaşıyoruz. Üç gün sonra her ne kadar saklasak da düellomuz bilinecek ve engellenecek. Sanırım arkadaşlarım gelmeyecekler.”

“Eğer aceleniz varsa beyefendi…” dedi Dartanyan düelloyu erteleme teklifini yaparken kullandığı sade üslupla, “Ve beni derhâl öldürmek isterseniz kendinizi sıkıntıya sokmamanızı rica ederim.”

“İşte beni memnun eden bir başka söz!” diye bağırdı Athos, Dartanyan’a kibar bir baş selamı verirken. “Bu sözler yüreksiz bir adamdan gelmiş olamaz. Beyefendi, ben sizin gibi adamları severim. Olur da birbirimizi öldürmezsek sizin muhabbetinizden büyük zevk alacağım. Beyefendileri bekleyelim eğer isterseniz. Benim bolca vaktim var. Hem böylesi daha doğru. İşte biri geldi.”

Caddenin başında görünen kişi devasa Porthos’tu.

“Ne?” diye bağırdı Dartanyan. “İlk tanığın Porthos mu?”

“Evet, sakıncası mı var?”

“Kesinlikle yok.”

“İşte bu da ikincisi.”

Athos’un işaret ettiği yere bakan Dartanyan, Aramis’i gördü.

Bir öncekinden daha büyük bir hayreti ifade eden bir tonla, “Ne!” diye bağırdı. “İkinci tanığın Bay Aramis mi?”

“Aynen. Bizim birbirimizin yanından hiç ayrılmadığımızı hem sarayda hem de şehirde ayrılmaz üçlü Athos, Porthos, Aramis diye tanındığımızı bilmiyor musun? Belki de Dax ya da Paulu olduğunuz için…”

“Tarbes’ten.” dedi Dartanyan.

Bu ufak bilgiye sahip olmaman olası.” dedi Athos.

“Öyle düşünüyorum ki size uygun bir isim bulmuşlar. Olur da maceram duyulacak olursa birliğinizin zıtlıklar üzerine inşa edilmediği de kanıtlanmış olur.”

Bu arada yanlarına yaklaşan Porthos, Athos’a el salladı. Dartanyan’ı fark ettiğinde ise çok şaşırmıştı.

Porthos, kayışını değiştirmiş, pelerinini çıkarmıştı.

“Aman, aman.” dedi. “Bu ne demek oluyor?”

“Bu benim savaşacağım beyefendi.” dedi Athos eliyle Dartanyan’a işaret edip arkadaşına selam verirken.

“Bu benim de savaşacağım kişi.” dedi Porthos.

“Ama saat birden önce değil.” diye cevap verdi Dartanyan.

“Ben de bu beyefendi ile savaşacağım.” dedi yanlarına gelen Aramis.

“Ama saat ikiden önce değil.” dedi Dartanyan aynı sakinlikle.

“Peki neden savaşıyorsunuz Athos?” diye sordu Aramis.

“İşin aslı ben de pek bilmiyorum. Omzumu incitti. Peki, sen Port-hos?”

“İşin aslı, savaşacağım için savaşacağım.” dedi kızararak.

Keskin gözleri hiçbir şeyi kaçırmayan Athos, cevap veren genç Gaskonlunun yüzündeki belli belirsiz gülümsemeyi fark etti.

“Giyimle ilgili ufak bir tartışmamız oldu.”

“Peki, sen Aramis?” dedi Athos.

“Ah, bizimki teolojik bir anlaşmazlıktı.” diye cevap verdi Aramis, Dartanyan’a düellolarının sebebini gizli tutması için işaret ederken.

Athos, Dartanyan’ın yüzünde yeni bir gülümseme fark etmişti.

“Öyle mi?” dedi.

“Evet, St. Augustine’e ait bir pasajla alakalı bir anlaşmazlığımız oldu.” dedi Gasconlu.

“Bu kesinlikle zeki bir delikanlı.” diye mırıldandı Athos.

“Ve şimdi madem toplandığınıza göre beyler…” dedi Dartanyan. “Sizden özür dilememe müsaade edin.”

Özür lafı üzerine Athos’un kaşları çatıldı, Porthos’un yüzünde kibirli bir gülümseme belirdi, Aramis olumsuz bir ifade takındı.

“Beni anlamıyorsunuz beyler.” dedi Dartanyan başını kaldırırken. “Beni affetmenizi söylüyorum. Çünkü üçünüze birden borcumu ödemem mümkün gözükmüyor. Eğer Mösyö Athos beni öldürürse bu alacağınızın değerini düşürecektir Mösyö Porthos. Size ise hiçbir şey kalmayacak Mösyö Aramis. İşte bu sebepten beyler, beni affedin. Ama sadece bu sebepten. Gardınızı alın!”

Dartanyan, bu sözler üzerine cesurca kılıcını çekti.

O sırada kan beynine sıçradığından krallığın bütün silahşorlerine de aynı şekilde kılıç çekebilirdi.

Saat on iki çeyrekti. Güneş tepede olduğundan bulundukları nokta sıcaktan kavruluyordu.

“Hava çok sıcak.” dedi kılıcını çeken Athos. “Ama ceketimi çıkaramam. Çünkü olur da kanarsam beyefendiyi kendisinin sebep olmadığı bir yaraya ait kanla rahatsız etmek istemem.”

“Bu doğru beyefendi.” diye cevap verdi Dartanyan. “İster ben sebep olayım ister başkası sebep olmuş olsun, sizin gibi yürekli bir beyefendinin kanını görmek beni rahatsız eder emin olun.”

“Hadi, hadi! Bu kadar iltifat yeter!” diye haykırdı Porthos. “Unutma, hepimiz sıramızı bekliyoruz.”

“Böyle uygunsuz durumlara eğilimi olan sensin, kendi adına konuş.” diye araya girdi Aramis. “Ben bu ikisinin söylediklerinin saygın beyefendilerin söyleyeceği türden şeyler olduğunu düşünüyorum.”

“Ne zaman isterseniz beyefendi.” dedi Athos gardını alırken.

“Emirlerinizi bekliyorum.” dedi Dartanyan kılıcını kaldırdığıda.

İki savaşçı kılıçlarını henüz kaldırmıştı ki Mösyö de Jussac komutasında bulunan Kardinal hazretlerinin adamları, manastırın köşesinden çıkageldi.

“Kardinal’in adamları!” diye haykırdı Aramis ve Porthos aynı anda. “Kılıçlarınızı saklayın beyler, kılıçlarınızı saklayın!”

Ne var ki çok geçti. İki savaşçının konumu niyetlerinin ne olduğunu çok net bir şekilde ortaya koyuyordu.”

“Hey!” diye bağıran Jussac onlara doğru yaklaşırken adamlarına işaret ederek.

“Hey silahşorler! Demek savaşıyorsunuz ha? Peki ya talimatlar ne olacak?” dedi.

“Çok cömertsiniz muhafız beyler.” dedi Athos kin dolu bir tavırla. Çünkü Jussac bir önceki gün yaşanılan çatışmaya dâhil olanlardan biriydi. “Eğer biz sizi kavga ederken görseydik emin olun hiçbir müdahalede bulunmazdık. Bizi rahat bırakın da herhangi bir masraf olmadan eğlenin azıcık.”

“Beyler!” dedi Jussac. “Bu söylediğiniz şeyin mümkün olmadığını esefle bildiririm. Vazife her şeyden öncedir. Kılıcınızı kınına sokun ve bizi takip edin.”

“Beyefendi!” dedi Aramis Jussac’ı taklit ederek. “Eğer bize bağlı olsaydı nazik davetinizi kabul etmek bize müthiş zevk verirdi. Ne var ki bu dediğiniz imkânsız. Mösyö de Treville bunu yasakladı. Hadi yolunuza gidin. En iyisi bu.”

Bu alaya öfkelenen Jussac, “O zaman zor kullanmak zorunda kalacağız demektir. Eğer itaat etmezseniz yani.” dedi.

Athos, sessizce şöyle dedi: “Onlar beş kişi, biz ise üç kişiyiz. Tekrar dayak yiyeceğiz. Muhtemelen anında öleceğim ben. Komutanın karşısına bir kez daha yenilmiş bir adam olarak çıkamam çünkü.”

Athos, Porthos ve Aramis derhâl birbirlerine yaklaştılar. Bu arada Jussac da adamlarını topluyordu.

Dartanyan, bu kısa süre içinde tarafını seçti. Bu bir adamın hayatının akışına karar veren durumlardan biriydi. Kral ya da Kardinal arasında seçim yapmalıydı. Yapacağı seçime de uymak zorundaydı. Kavga etmek yasalara karşı gelmek anlamına geliyordu. Bu da kellesinin tehlikeye girmesi, Kral’dan bile daha güçlü bir yöneticinin düşmanlığını kazanmak demekti. Bütün bunları hesaba katan delikanlı bir saniye dahi tereddüt etmeden Athos ve arkadaşlarına dönerek, “Beyler!” dedi. “Sözlerinizi düzeltmeme izin verin lütfen. Üç kişiyiz dediniz ama bence dört kişiyiz.”

“Ama sen bizden biri değilsin.” dedi Porthos.

“Evet.” dedi Dartanyan. “Üniformam yok ama ruhum var. Bende bir silahşor yüreği var. Bu da beyefendi beni harekete geçiriyor.”

“Geri çekil genç adam.” dedi Jussac, Dartanyan’ın ne yaptığını tahmin ederek. “Geri çekilebilirsin, bunu kabul ediyoruz. Kurtar kendini ve derhâl kaybol.”

Dartanyan kıpırdamadı.

“Kesinlikle cesur bir adamsın.” dedi Athos delikanlının elini sıkarken.

“Hadi, hadi, seç tarafını!” diye cevap verdi Jussac.

Porthos, Aramis’e: “Pekâlâ, bir şey yapmalıyız.” dedi.

“Beyefendi çok cesur.” dedi Athos.

Dartanyan’ın ne kadar genç olduğunu düşünen üçlü, tecrübesizliğinden korktu.

“Biri yaralı üç kişiye ilaveten bir çocuk.” dedi Athos. “Yine de dört kişi olduğumuz söylenecek.”

“Evet ama çekilirsek…” dedi Porthos.

“Evet bu zor.” diye cevap verdi Athos.

Onların kararsızlığını fark eden Dartanyan,

“Beni deneyin beyler.” dedi. “Şerefim üzerine yemin ederim ki mağlup olursak buradan canlı ayrılmayacağım.”

“Senin adın ne cesur dostum?” dedi Athos.

“Dartanyan, beyefendi.”

“Peki o zaman Athos, Porthos, Aramis ve Dartanyan ileri!” diye bağırdı Athos.

“Hadi beyler, verdiniz mi kararınızı?” diye bağırdı Jussac üçüncü kez.

“Evet, verdik.” dedi Athos.

“Nedir peki kararınız?”

“Sizinle savaşmanın onuruna erişmek üzereyiz.” diye cevap veren Aramis bir eliyle şapkasını kaldırırken diğer eliyle kılıcını çekti.

“Ah, demek direneceksiniz öyle mi?” diye bağırdı Jussac.

“Kahretsin! Bu sizi şaşırtıyor mu?”

Böylece dokuz savaşçı birbirine hücum etti.

Athos, Kardinal’in gözdelerinden birini kestirdi gözüne. Port-hos, Bicarat’la karşı karşıya geldi. Aramis’e iki savaşçı düşmüştü. Dartanyan’da Jussac’a doğru hamle yaptı.

Genç Gaskonlunun kalbi küt küt atıyordu; ama korkudan değil. Şükürler olsun ki içinde zerre kadar korku yoktu. İçindeki tutkudan dolayı heyecanlıydı. Rakibinin etrafında on kez dönüp, gardını ve pozisyonunu yirmi kez değiştirerek öfkeli bir kaplan gibi savaşıyordu. İyi bir kılıç ustası olan Jussac, tecrübesine rağmen; kendisine her taraftan aynı anda saldıran, üst derisine pek düşkün, enerjik ve çevik rakibine karşı bütün yeteneklerini ortaya koymak zorunda kalmıştı.

Bu mücadele nihayet Jussac’ın sabrını taşırmıştı. Çocuk olduğunu düşündüğü biri tarafından kontrol altına alınıyor olmak sinirlenmesine sebep oldu ve hatalar yapmaya başladı. Pratiği iyi olmasa da teorik bilgisi gelişkin Dartanyan daha çevik dövüşmeye başladı. Bu durumu sona erdirmek isteyen Jussac’ın ileri fırlayarak yaptığı hamleyi delikanlı savuşturdu. Kendini kurtaran Jussac doğrulmaya çalışırken Dartanyan’ın darbesiyle yere yığıldı.

Bunun üzerine Dartanyan, düşüş alanına gergin bakışlar attı hızlıca.

Rakiplerinden birini öldürmüş olan Aramis, diğeri tarafından sıkıştırılmaktaydı. Yine de iyi bir durumdaydı ve kendini savunabiliyordu.

Bicarat ve Porthos ise karşılıklı darbeler almışlardı. Porthos kolundan, Bicarat ise kalçasından yara almıştı. Fakat ikisinin de yarası ciddi değildi. Bu ikisi şevkle savaşıyordu.

Cahusac tarafından yaralanan Athos’un rengi daha da solmuştu. Yine de geri adım atmıyordu. Kılıcını tuttuğu elini değiştirmişti ve sol eliyle dövüşüyordu.

O zamanın Düello kurallarına göre Dartanyan istediği kişiye yardım etme serbestliğine sahipti. Hangi arkadaşının daha çok yardıma ihtiyacı olduğunu anlamaya çalışırken Athos’un bir bakışını yakaladı. Bu bakışlarda bir anlam vardı. Athos yardım isteyeceğine ölmeyi tercih ederdi. Fakat hâlâ bakışlarında yardım ister gibi bir hâl vardı. Bunu anlayan Dartanyan bir anda Cahusac’ın yanına vardı ve

“Sizi öldüreceğim mösyö muhafız!” dedi.

Cahusac döndüğünde sadece cesaretiyle ayakta durabilen Athos diz çöktü.

“Kahretsin!” diye bağırdı Dartanyan’a, “Onu öldürmeyin genç adam, sizden rica ediyorum. İyileştiğimde onunla görmem gereken bir hesabım var. Sadece kılıcını elinden alın. Bu yeterli. Aferin!”

Dartanyan kılıcı on on beş metre kadar uzağa fırlatmıştı. Dartanyan da Cahusac da kılıcı ele geçirmek için fırladı. Fakat hızlı davranan Dartanyan kılıcın üzerine ayağını bastı. Cahusac, Aramis’in öldürdüğü arkadaşının yanına gidip kılıcını aldı ve Dartanyan’ın yanına koştu. Fakat bu sırada nefesini toplayan Athos ile karşılaştı. Dartanyan’ın düşmanını öldürmesinden endişe ettiğinden kavgaya devam etmek istedi.

Bunu anlayan Dartanyan, Athos’a saygısızlık etmek istemediğinden geri çekildi. Cahusac, birkaç dakika sonra boğazına kılıç geçirilmiş vaziyette yere yığıldı.

Bu sırada Aramis, ucunu yere düşmüş rakibinin göğsüne doğrulttuğu kılıcıyla adamı merhamet dilemesi için zorluyordu.

Geriye sadece Porthos ve Bicarat kalmıştı. Porthos, rakibine saatin kaç olduğunu soruyor, Navarre birliğinde görev alan kardeşini tebrik ediyordu. İstediği kadar şaka yapsa da eline bir şey geçmiyordu. Bicarat yere devrilip ölmeyen demir adamlardan biriydi.

Yine de artık bitirmek gerekiyordu. Bekçiler yaralı, sağlam, Kralcı ya da Kardinalci demeden dövüşçüleri toplamaya gelebilirdi. Bicarat’ın etrafını saran silahşorler onu teslim olmaya zorlasa da kalçasından yaralı adam direnmeye devam ediyordu. Fakat dirseği üzerinde kalkan Jussac teslim olması için bağırdı. Bicarat da Dartanyan gibi bir Gasconluydu ve duymazdan geldi. Bir yandan gülüyor diğer yandan darbeleri savuşturmaktan fırsat bulduğunda kılıcıyla yeri işaret ederek İncil’den bir parça okuyordu, “Bicarat işte burada tek başına ölecek.” diyordu.

“Onlar dört kişi. Bırak artık. Emrediyorum!”

“Aa, eğer emrediyorsanız o zaman başka.” dedi Bicarat. “Komutanım olduğunuzdan size uymak benim vazifem.” Geriye doğru fırladı ve teslim etmek zorunda kalacağı kılıcını dizleri üzerinde kırıp parçalarını savuşturdu. Sonra da kollarını kavuşturup ıslık çalmaya başladı.

Düşmanda bile olsa cesarete her zaman saygı duyulurdu. Silahşorler Bicarat’ı kılıçlarıyla selamladılar. Sonra da kılıçlarını kınına soktular. Dartanyan da aynısını yaptı. Daha sonra da Bicarat’ın yardımıyla yaralıları kenara taşıdılar. Adamlardan biri ölmüştü. Manastır çanını çalıp rakiplerinin kılıçlarını aldıktan sonra keyifle Treville’in oteline yöneldiler.

Kol kola yürüdükleri yolu boylu boyunca kaplıyorlardı. Karşılaştıkları her silahşor onlara katılınca geçit törenine benzer bir görüntü çıktı ortaya. Dartanyan’ın kalbi çoşku doluydu. Athos ve Porthos’un arasında yürüyüp sevgiyle sarılıyordu onlara.

“Eğer hâlâ bir silahşor olamadıysam, en azından çıraklığı geçtim değil mi?” diyordu yeni dostlarına Treville’in evinden içeri girdikleri sırada.

6

Majesteleri Kral 13. Louis

Bu olay çok konuşuldu. Silahşorlerini açıktan azarlayan Treville, gizliden tebrik etti. Durumu Kral’a derhâl bildirmek için acele etse de çok geçti. Kral, Kardinal ile görüşmekteydi. Bu yüzden Treville’i kabul edemeyeceğini söylediler. Treville, Kral’a akşamki oyunda katıldı. Hırslı olduğundan oyunu kazanıyordu ve keyfi yerindeydi. Treville’i uzaktan gördüğünde,

“Buraya gelin Sayın Komutan.” dedi. “Gelin de size bir kükreyeyim. Kardinal hazretlerinin silahşorlerinizi yeniden şikâyet ettiğini biliyor musunuz? O kadar ki kendisinin bu gece için keyfi kaçmış. Sizin bu silahşorler şeytan yahu. Asmak lazım bunları.”

Durumu tek bakışta anlayan Treville,

“Hayır efendim. Tam tersine onlar pek iyi huyludur. Koyun misali uysaldırlar. Ben onlara kefilim. Kılıçlarını majesterlerine hizmet etmek dışında bir amaç için çekmezler. Ama eğer Kardinal Bey’in adamları sürekli onlara sataşırsa ne yapabilirler ki? Zavallı adamlar kendilerini savunmak zorunda kalıyorlar.”

Mösyö de Treville’e bakın hele.” dedi Kral. “Duyan da azizlerden falan söz ettiğini sanır. İşin aslı Sevgili Komutan, memuriyetinizi elinizden alıp Matmazel de Chemerault’a veresim var. Kendisine bir manastır vaat etmiştim. Sakın söylediğiniz her şeye inanacağımı sanmayın. Bana Adil Louis derler ve bunu göreceksiniz.”

“Adaletinize güvendiğim için sessizce bekleyeceğim majesteleri.”

На страницу:
4 из 10