bannerbanner
Entelektüelin kutsal kitabı – modern kültür
Entelektüelin kutsal kitabı – modern kültür

Полная версия

Entelektüelin kutsal kitabı – modern kültür

Язык: tr
Год издания: 2023
Добавлена:
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
6 из 10

Pek çok başkan Hoover’ı işten çıkarmayı düşünse de, bir suç savaşçısı olarak sahip olduğu popülarite ve kamusal yaşamdaki neredeyse her bilinen kişi için tuttuğu kalın dosyalar onu Washington’da daimi biri hale getirdi.

Özel hayatı tam bir bilmeceydi. Görünüşte kendisini tamamen işine verdiği duygusu uyanıyordu. Hiçbir zaman evlenmedi. Eşcinsel olduğu yönünde söylentiler dolaşıyordu.

Hoover’ın ölümünün ardından yapılan reformlarla dinleme cihazlarının kullanımına kısıtlama getirildi. Geleceğin müdürlerine on yıl görev kısıtlaması getirildi. Böylece başka hiç kimsenin Hoover gibi beklenmedik bir güce ulaşması istenmiyordu.

Ek Bilgiler

1- Washington DC’deki FBI karargahı ölümünün ardından “Hoover” adını aldı.

2- 1950 yılında, FBI’ın en çok aranan on kişi listesini yapmak Hoover’ın fikriydi.

3- Hoover’ın döneminde FBI, Kaliforniya’dan genç bir hukuk mezununun başvuru formunu geri çevirmişti: Richard M. Nixon (1913–1994).

Robert Frost

Robert Frost (1874–1963), 20. yüzyıl Amerika’sında yazılmış mektupların kıdemli devlet adamıydı. Öte yandan o, hem eleştirmenlerin hem de sıradan okuyucunun saygı duyduğu ulus çapında tanınmış bir şairdi. Sık sık alıntı yapılan biri olarak Frost, Amerikan yazın geleneğindeki en çok yanlış anlaşılan şairlerden biri olmanın karmaşık ayrıcalığından ötürü hoşnuttu. Okuyucular Frost’un çalışmalarını genellikle kırsal yaşamın kendine özgü bir anlatımı olarak yorumladılar. Gerçekte ise şiirleri, karanlık ve ironik bir mizahla hatta kötümserlikle yüklüydü.



Kaliforniya’da doğan Frost, New England’da yetişti. Bu bölgeyle çok güçlü bağları vardı. Şiir kariyeri yapmak üzere Dartmouth’tan ayrıldıktan sonra, uzun yıllar hayal kırıklığına uğramış biri olarak dolaştı durdu. Şiirler yazsa da bunları yayınlatamadığından emeğinin mali karşılığını alması bir türlü mümkün olamıyordu.

Sonunda Frost 1912 yılında ABD’den ayrıldı. Çalışmalarının Londra’da daha fazla ilgi görebileceğini ummuştu. Frost’un umutları boşa çıkmadı ve ilk kez 1913 yılında tam bir şiir derlemesi Birleşik Krallık’ta yayınlandı. Amerikalı şair Amy Lowell (1874–1925), Frost’un şiirlerini beğeniyordu. Bunları Amerika’ya getirdi ve bıkıp usanmadan Frost’u insanlara anlattı. Büyük ölçüde Lowell’ın çabalarının bir sonucu olarak, Frost’un çalışmaları çok satanların arasına girdi. Oldukça hızlı bir biçimde ünlü birisi haline gelmişti.

Frost’un şiirleri 19. yy New England’ının romantik geleneğinden ayrılıyordu. Doğayı yücelten betimlemelerden vazgeçerek, karanlık ve sorunlu doğa manzaralarına yöneldi. Dilinin basitliği ve kullandığı doğal imgeler, şiirlerinin karmaşıklığını örtüyordu. Eserleri basmakalıp yorumları geçersiz kılan, karmaşık çalışmalardı.

Frost’un insanların bariyerler inşa etmeye olan eğilimini anlatan “Mending Wall” şiiri, yaşam tercihlerinin gelişigüzelliği üzerine genellikle yanlış anlaşılan bir düşünce olan “The Road Not Taken”, dünyanın sonuna ilişkin arsızca bir anlatı olan “Fire and Ice”, doğa ve medeniyet arasındaki sınırlarla ilgili karanlık şiiri “Stopping by Woods on a Snowy Evening” en ünlü şiirleri arasında yer almaktadır.

Ek Bilgiler

1- Frost çalışmalarıyla dört kez Pulitzer Ödülü kazanmıştır. Bu, Amerika tarihindeki diğer şairlerin ulaşamadığı bir başarıdır.

2- 1961 yılında Başkan John F. Kennedy’nin (1917–1963) göreve başlama töreni için “Dedication” isimli bir şiir yazmıştır. Ne var ki seksen altı yaşına gelmiş olması nedeniyle zayıflayan görme gücü ve kış güneşi, notlarını okumasını güçleştirmiştir. Bu nedenle son dakikada eski bir şiiri olan “The Gift Outright”ı ezberden okumuştur.

3- Frost, zaman içerisinde kendini kanıtlamış şiir biçimlerini ve kafiye şemalarını çağdaş tekniklere tercih etmeye başladı. Serbest nazım için, “ağ olmadan tenis oynamak gibi” diyecektir.

Aaron Copland

Klasik müzik kimi zaman, toplumun üst tabakası tarafından toplumun üst tabakası için üretilmiş elit bir sanat formu olarak değerlendirilmiştir. Buna rağmen besteciler sıklıkla popüler sanat geleneklerinden de ilham almışlardır. Bu eğilimin en güzel örneklerinden biri de Amerikan bestecisi Aaron Copland’dir (1900–1990). Özgün bir Amerikan klasik müzik tarzı geliştirmeye çalışmış ve bunu Amerika’ya has popüler bir müzik türünü temel almıştır: Caz



Brooklyn’de doğan Copland genç bir delikanlıyken piyano dersleri almaya başlamış, klasik müziğin ve besteciliğin temellerini öğrenmiştir. Liseyi bitirdikten sonra bestecilik üzerine çalışmak için Paris’e gitmiştir. Burada avangard modern müziğin zirve ismi olarak kabul görmüş ve sanatını caz üzerine temellendirmiştir.

Müzik tarihçileri Copland’in kariyerini iki döneme ayırmaktadırlar. Bunlardan ilki ağırbaşlı dönemidir. Bu dönemde caz etkisi ve modernizme eğilimi çok daha belirgindir. Bu dönemde hazırladığı belli başlı eserleri arasında Symphony for Organ and Orchestra (1924), Music for the Theater (1925) ve Dance Symphony (1925) yer almaktadır.

Kariyerinin sonraki dönemlerinde Copland’in popülist eğilimleri daha çok ön plana çıkmaya başlamıştır. Bölgesel dönem olarak adlandırılan bu aşamada ilhamını genellikle Amerikan halk geleneklerinden almıştır. Ünlü kanun kaçağını anlatan öyküyü temel aldığı Billy the Kid (1938) isimli bale eseri ve büyük Amerikan başkanını anlattığı Lincoln Portrait (1942) gibi.

Copland, kariyeri boyunca avangard ürünler vermeye devam etse de çalışmalarını giderek popüler temalı eserler üzerine yoğunlaştırmıştır. Of Mice and Men (1939) ve Our Town (1940) gibi film müzikleri yapmıştır. En ünlü şarkılarından olan yurtseverlik temalı Fanfare for the Common Man, 1943 yılında icra edilmiş ve en iyi bilinen, aynı zamanda en sık icra edilen eseri olarak kalmıştır.

Ek Bilgiler

1- Copland, New York Filarmoni Orkestrası şefi Leonard Bernstein’ın (1918–1990) yakın bir dostuydu. Copland’in eserlerini en iyi Bernstein’ın yönettiği düşünülüyordu.

2- 1930’larda Komünist Parti’yi savunduğu için uzun yıllar ve özellikle de 1950’lerin komünizm korkusu döneminde parti üyesi olmakla itham edilmiştir.

3- Genç bir delikanlıyken Copland’in piyano öğretmeni Rubin Goldmark’tı (1872–1936). Goldmark aynı zamanda George Gershwin’e (1898–1937) de dersler vermişti.

Marx Kardeşler

Marx Kardeşler, sinema tarihinin en ünlü komedyen ailelerinden biriydi. 1929–1949 yılları arasında birlikte çektikleri on üç film sinema tarihinin en unutulmaz espri ve diyaloglarından bazılarını içermektedir.



Marx Kardeşler, komedi filmleri ile ilgilenen herkes için tanıdık hale gelmişlerdir:

-Asıl adı Julius Henry (1890–1977) olan Groucho, aceleci, bıyıklı, laf cambazı ve gözlüklüdür.

–Asıl adı Leonard (1887–1961) olan Chico ise piyano çalan İtalyan aksanlı bir serseridir.

–Asıl adı Adolph (1888–1964) olan Harpo ise arp çalan sessiz bir palyaçodur.

Asıl adı Herbert (1901–1979) olan dördüncü kardeş Zeppo, sıradan bir adamı canlandırarak sadece kardeşlerin yaptığı beş filmde rol almıştır.

Marx Kardeşler, göçmen Sam ve Minnie’nin çocukları olarak New York City’de doğdular. Annelerinin teşvikiyle kardeşler, komedyen amcaları Al Shean’in ardından şov dünyasına girdiler.

Kariyerleri vodvil sahnesinde başladı. Daha sonra Broadway’e gittiler. 1929 yılında çok popüler olan Broadway gösterilerinin film versiyonu The Cocoanuts gösterildi. Animal Crackers (1930), Monkey Business (1931), Horse Feathers (1932) ve Duck Soup’un (1933) içinde yer aldığı başarılı filmleri kaotik abartılı komedi, güldürü ve müzikal performanslardan oluşuyordu.

Groucho makyaj bıyığı, kalkık kaşları, özlü ve vurucu şakaları ile grubun temel taşıydı. Diğer karakterler ve hikaye onun etrafından dönerdi. Hareketleri filmin bir parçası olmakla birlikte, her şakasından sonra bilinçli biçimde göz kırparak seyirci ile direkt iletişim kurardı. Robert Ebert şöyle der: “Groucho’nun diyaloglarının üzerinde konuşmak onları alıntılamadan imkansız, Groucho’nun esprileri kendisine has anlatma şekline dayandığı için onu alıntılamaya çalışmak ise faydasızdır…”

Siyaset, savaş ve hükümetle ilgili bir taşlama olan Duck Soup kardeşlerin en başarılı filmi olarak kabul görmüştür. Gişede başarısız olsa da, faşist lider Mussolini’yi filmin İtalya’da yasaklanmasına neden olacak denli ürkütmeyi başarmıştır.

Marx kardeşler arasında bağımsız bir kariyer yapan sadece Groucho olmuştur. 1947’den 1961 yılına kadar başarılı bir radyo ve TV yarışma programı olan You Bet Your Life’ı sunmuştur.

Ek Bilgiler

1- Bir diğer kardeş olan Milton ya da Gummo (1892–1977) diğer dört kardeşiyle birlikte sahneye çıksa da filmlerde rol almamıştır. Kariyerinin büyük bölümünde aktör ve yazarlar için yetenek ajanlığı yapmıştır.

2- Groucho daha sonra ayrılmaz bir parçası haline gelecek olan ünlü makyaj bıyığını ilk kez 1924 yapımı bir sahne prodüksiyonu olan “I’ll Say She Is” için kullanmıştır. Sahneye geç kaldığından tam bir bıyık yapmaya zamanı olmamıştır.

3- Kardeşlerin birlikte çektiği son filmleri olan “Love Happy”de (1949) yirmi üç yaşında olan Marilyn Monroe’ya da rol verilmiştir.

Cephanelik Sergisi

Cephanelik Sergisi, 1913 yılında bir ay süresince New York City’deki askeri kışlada açılan çığır açıcı bir sanat sergisidir. Sergide Marcel Duchamp (1887–1968) gibi modern Avrupa sanatçılarının eserleri Amerikalı sanatseverlerin huzuruna ilk kez çıkarılmış ve ilk defa modern sanat Amerikan kültürüne tanıtılmıştır.



Üç yüzden fazla sanatçının yer aldığı sergide Wassily Kandinsky (1866–1944) ve Pablo Picasso (1881–1973) gibi Avrupalıların yanı sıra Mary Cassatt (1845–1926) ve George Bellows (1882–1925) gibi Amerikalı sanatçılara da yer verilmiştir. Kübizm, fütürizm, postempresyonizm ve diğer avangard sanat tarzlarını temsil eden ressam ve heykeltıraşlar sergiye dahil edilmiş ve ilk kez Amerikalı sanatseverlerin ilgisine sunulmuştur.

Sergi New York City’de 69. Alay Cephaneliği binasında 17 Şubat 1913 tarihinde açılmıştır. Serginin açık kaldığı bir aylık süre içerisinde Başkan Theodore Roosevelt (1858–1919) dahil olmak üzere binlerce Amerikalı sergiyi gezmiştir.

Tepkiler çok çeşitlidir. Düşman olanlar da hayran kalanlar da vardır. Duchamp’ın üst üste eklenmiş imajlardan oluşan hareketli bir figür olan kübist çalışması Nude Descending a Staircase pek çok eleştirmen tarafından alaycılıkla karşılanmıştır. Hayranları ise Duchamp’ın resimde hareketi göstermek için yeni bir teknik kullanmasını takdirle karşılamışlardır. Aralarında Roosevelt’in de olduğu eleştirmenlerse açık bir biçimde ondan nefret etmişlerdir.

Hayranlarının gözünde sergi son derece önemli bir etkinliktir. Amerikan sanatı üzerinde, çok geçmeden derin bir etki bırakmıştır. Sokak ve fabrika manzaralarını gerçek yaşama yakın bir biçimde betimleyen Amerikan sosyal gerçekçiliği, Cephanelik Sergisi’ndeki çizimlerin etkisiyle daha soyut bir sanat anlayışına doğru ilerlemiştir.

New York’ta tamamlanmasının ardından sergi Chicago’ya gitmiştir. Orada da aynı ölçüde, hayranlık ve şaşkınlık uyandırmış, ama aynı zamanda ilham kaynağı olmuştur.

Ek Bilgiler

1- “Nude Descending a Staircase” günümüzde Philadelphia Sanat Müzesi’nde sergilenmektedir.

2- Duchamp başarılı bir sanatçı olsa da 1920’lerde profesyonel bir satranç oyuncusu olmak üzere resmi bırakmıştır.

3- New York City’de 1999’dan beri her yıl yeni bir Cephanelik Sergisi açılmaktadır.

Babe Didrikson

Pek çokları “Babe” lakaplı Mildred Didrikson’u (1911–1956) 20. yüzyılın en iyi kadın atleti olarak görmektedir. Küstah ve ukala bir Teksaslı olarak, atletizm ve golf alanındaki başarıları ile tanınmaktadır. 1949 tarihinde kurulan Kadınlar Profesyonel Golf Birliği’nin (LPGA) kurucularından biri olan Didrikson’un yarattığı etki halen hissedilmektedir.



Norveç göçmeni bir ailenin çocuğu olan Didrikson ilk olarak beyzbol ve softball alanındaki yetenekleri ile kendini gösterdi. Lisedeyken basketbol oynamıştı.

1932 Amator Atletizm Birliği Şampiyonası’nda (AAU) beş müsabaka kazanarak ve bir yarışta da birinciliği başka bir atletle paylaşarak dünya atletizm yıldızlarından biri olmuştur. Bu süre içerisinde üç dünya rekoru kırmıştı. AAU takım yarışmasını, işvereni olan “Employers Casualty Insurance Company of Dallas” adına tek başına kazandı. İkinci sırada İlinois Üniversitesi’nden yirmi iki üyeli bir takım vardı.

Los Angeles Olimpiyatları’nda beş müsabakada yarışabilecek durumda olmasına rağmen, kadınların sadece üç müsabakada yer almasına izin veriliyordu. Olimpiyatlarda ilk kez düzenlenen kadınlar cirit atma yarışında altın madalya kazandı. 80 metre engellide de kendi rekorunu kırarak madalya aldı. Yüksek atlamada gümüş madalya kazandı (Aslında altın madalya almaya hak kazanmış olmasına rağmen karmaşık teknik kurallar nedeniyle gümüş madalya aldı).

Didrikson daha sonra golf sporuyla ilgilenmeye başladı. Kazandığı “dünyanın en iyi golf oyuncusu” unvanını sonraki yirmi yıl boyunca koruyacaktı. Golf kariyeri boyunca Associated Press tarafından beş kez ülkenin en iyi atleti olarak gösterildi (1945, 1946, 1947, 1950 ve 1954; atletizm dalında ilk ödülünü 1931 yılında almıştı).

On büyük turnuva başarısından sonuncusu, kolon kanseri teşhisi konulduktan ve bu hastalık nedeniyle bir ameliyat geçirdikten bir yıl sonra, 1954 yılındaki US Open turnuvasında geldi. İki yıl sonra kırk beş yaşındayken nükseden kanser nedeniyle hayatını kaybetti.

Ek Bilgiler

1- Didrikson “Babe” lakabının kendisine beyzbol oynarken topu oyun alanının dışına gönderme biçimi Babe Ruth’u (1895–1948) çağrıştırdığı için verildiğini söylemişti.

2- Associated Press, ESPN ve Sports Illustrated tarafından 20. yüzyılın en iyi kadın atleti olarak adlandırılmıştı.

3- Patty Berg (1918–2006) ve Fred Corcoran (1905–1977) ile birlikte LPGA’yı kurdu.

4- Profesyonel güreşçi George Zaharias (1908–1984) ile 1938 yılında evlendi. Evlendikten sonra Babe Didrikson Zaharias adını alsa da genellikle Babe Didrikson olarak hatırlandı.

Mickey Mouse

Mickey Mouse karakteri, 18 Kasım 1928 tarihinde kısa çizgi film Steamboat Willie New York City Koloni Tiyatrosu’nda gösterildiği anda “dünyaya gelmiş” oldu. Animasyon dünyasının ünlü faresi daha önce Plane Crazy ve Gallopin’ Gaucho isimli iki çizgi filmde boy göstermiş olmasına rağmen asıl popülerliğine Walt Disney’in ilk sesli senkronize filmi Steamboat Willie ile kavuştu. Çok tutulan film, Mickey’i popüler kültürün yıldızlarından biri haline getirdi.



Walt Disney’in (1901–1966) Mickey Mouse’u bir tren yolculuğu sırasında keşfettiği söylenmektedir. O sıralar Disney, daha önce yarattığı “Tavşan Oswald” karakterinin telif haklarını kaybetmenin getirdiği sıkıntı ile boğuşmaktadır. Mortimer Mouse adında yeni bir karakterin hayalini kurar. Eşi Lillian (1900–1997), Mortimer adını sevmez ve kulağa daha hoş gelen “Mickey” ismini önerir.

Her zaman hareketli ve neşeli olan Mickey Mouse’un orijinal tiplemesi günümüzün aile dostu kemirgenine göre biraz daha haşarıdır. Daha sonra stüdyo Steamboat Willie’nin otuz saniyelik bir bölümünü Mickey’in şiddet içeren davranışları nedeniyle çıkarmak zorunda kalacaktır. Mickey Steamboat Willie’den sonra da 1940 tarihli Fantasia gibi çeşitli yapımlarda star olarak boy göstermiştir.

Walt Disney Corporation’un logosu haline gelince Mickey’in sinema kariyeri geri plana itilir. Mickey Mouse, Club TV programının başlaması ve Disneyland eğlence merkezinin açılışı ile 1955 yılında yeniden ön plana çıkacaktır. Mickey zamanla saatlerde, beslenme çantalarında, tişörtlerde ve Disney’in eğlence merkezi ile ilgili her yerde boy göstermeye başlar.

Amerikan tipi aile eğlence kültürü ile özdeşleşen Mickey, kimi eleştirmenlere göre Amerika’nın kültürel ve ticari emperyalizmini simgelemektedir. Bu eleştiriler bir yana, Mickey Mouse dünya genelinde en çok bilinen figürlerden biri haline gelmiştir.

Ek Bilgiler

1- On beşinci doğum gününde Mickey, Hollywood Onur Yolu’nda yıldızı bulunan ilk animasyon karakter olmuştur.

2- Walt Disney, Mickey Mouse’un orijinal seslendirmesini yapan kişidir. Stüdyonun işleri çok fazla artana dek Disney, Mickey Mouse’u seslendirmeye devam etmiştir.

3- 2007 yılında Hamas tarafından işletilen bir TV kanalı, Mickey Mouse’a çok benzeyen Farfour adında bir karaktere yer verir. Farfour’un tartışmalı anti-Amerikan ve anti-İsrail vaazının yarattığı tartışmaların ardından Filistinli terörist grup onun yerine bir yaban arısı kullanmaya başlamıştır.

Winston Churchill

Winston Churchill (1874–1965) kararlı liderliği ile II. Dünya Savaşı’nın en karanlık günlerinde ülkesi Büyük Britanya’yı koruyabilmiş ve 20. yüzyılın en önemli kişiliklerinden biri haline gelmiştir. Churchill uslanmaz bir romantik ve kararlı bir milliyetçiydi. Tüm bunlardan öte demokrasinin ahlaki üstünlüğünün yılmaz bir savunucusuydu.



Zengin bir ailede doğmuş olmasına rağmen, Churchill’in askeri ve politik bir lider olarak başarısı her zaman garanti görülmüyordu. Parlamentoya 1900’lerde yirmi altı yaşındayken girdi. 1911 yılında Deniz Bakanı oldu. Ne var ki I. Dünya Savaşı’nda, 1915’te Gelibolu’da yaşanan feci İngiliz yenilgisinin ardından Churchill eleştirildi ve istifa etmeye zorlandı.

Kısa sürede kariyerine geri döndü ve hazine şansölyesi olarak çalışmaya başladı (1924-1929). Bu, maliye bakanlığına benzeyen bir görevdi. Ne var ki İngiltere’yi altın standardına döndürme kararı tam bir felakete neden oldu. 1930’larda politik açıdan ciddi hiçbir etkisi yoktu. Kendisini yazmaya verdi. Alman silahlanmasının, Adolf Hitler (1889–1945) ve Nazi rejiminin yükselişinin sıkı bir muhalifi oldu.

Başbakan Neville Chamberlain’in (1869–1940) uzlaşmacı politikalarına muhalefet ediyordu. Chamberlain 1940 yılında çekilince Churchill onun halefi oldu. Fransa’nın 1940 yılı Haziran’ında işgal edilmesinin ardından sıra İngiltere’ye gelmiş gibi gözüküyordu. 1066’dan beri ilk kez İngiltere böyle bir tehlikeyle karşı karşıyaydı. Churchill ilk sınavını verecekti.

Almanya İngiltere’yi işgal etmedi. Churchill halkını faşizmin barbarlığı ve tiranlığına karşı mücadele etmeye ikna etti. İngiltere, Almanya ve İtalya karşısında bir dizi askeri başarı kazandı. Sovyetler Birliği ve ABD’nin müttefiklerin safında savaşa katılmasından önce İngiltere bu şekilde Mihver Devletleri’nin yayılmasını engellemiş oluyordu.

Müttefik zaferinin ardından Churchill modern zamanların en büyük liderlerinden biri olarak görüldü. Batı tarihinde efsanevi bir figür olarak yerini almıştı. Bir dönem daha (1951–1955) başbakanlık yaptıktan sonra bozulan sağlığıyla uğraşmak zorunda kaldı. Doksan yaşında öldü.

Ek Bilgiler

1- Genellikle II. Dünya Savaşı sırasında büyük üçlünün -Churchill, Franklin D. Roosevelt (1882–1945) ve Joseph Stalin (1879–1953)– bir arada kalması noktasında Churchill’in rolüne dikkat çekilir. Tahran, Yalta ve Potsdam’daki toplantıları düzenleme fikri ondan çıkmıştır.

2- Churchill 1946 yılında Doğu ve Batı Avrupa arasındaki sembolik sınırı tanımlamak için “Demir Perde” deyimini kullanmıştır. Bu sınır daha genel olarak demokrasi ve komünist blok arasındadır.

3- Devlet adamlığının yanı sıra Churchill önemli bir yazardı. “II. DÜnya Savaşı” adlı altı ciltlik eser onun elinden çıkmıştır. 1953 yılında bu eseri ile Nobel Edebiyat Ödülü kazanmıştır.

4- 2002 yılında yapılan BBC anketinde Churchill tüm zamanların en büyük İngiliz’i seçilmiştir. ABD’de de saygı görmektedir. John F. Kennedy (1917–1963), annesi Amerikalı olan Churchill’e 1963 yılında onur vatandaşlığı vermiştir.

Modernizm

Edebiyatta modernizm hareketi hem ABD hem de Avrupa’da, 1900’lerden 1940’lara kadar yaygınlaşmıştır. Önde gelen ve aralarında James Joyce (1882–1941), Virginia Woolf (1882–1941), Gertrude Stein (1874–1946), William Faulkner (1897–1962) ve T. S. Eliot (1888–1965) gibi isimlerin olduğu modernistler, gerçekliği betimlemek ve gerçekliğe beklenmedik yollarla ulaşmak için radikal teknikler kullandılar.

Modernizm pek çok Batılı yazarın 19. yüzyılın ikinci yarısında benimsediği bir yaklaşım olan realizme karşı bir tepkiydi. Realistler toplumu ve insanları mümkün olduğunca ayrıntılı ve gerçeğe uygun bir biçimde betimlemeye çalıştılar. 20. yüzyılın başlarında yeni teoriler ve bilimsel keşifler realistlerin meseleye yaklaşımının geçerliliğinin sorgulanmasına neden oldu. Albert Einstein (1879–1955) ve Sigmund Freud (1856–1939) gibi düşünürler zaman, uzay, dil ve hatta insan aklı gibi alışılmış kavramların aslında son derece anlaşılmaz ve karmaşık olduğunu ortaya koyuyordu.

Bu yeni düşüncelerin ışığında modernist yazarlar, gerçekliği ve nesnel doğrunun mutlak anlamda var olup olmadığını sorgulamaya başladılar. Realistlerin dünyayı birebir betimleme takıntılarını beyhude bir uğraş olarak değerlendiriyorlardı. Bunun yerine gerçeği ve doğruyu açıklamak için yeni yollar bulmaya gayret gösterdiler.

Sonuç olarak modernist akım deneysel çalışmalarla doluydu. Yapı, dil, anlatım biçimi, kronoloji gibi edebiyatın önceden dil uzatılmamış temel unsurlarıyla ilgili deneysel araştırmalara girişildi. Karakterin iç dünyasının daha bütünlüklü bir biçimde yansıtılabilmesi için Joyce, Woolf ve diğerleri bilinç akışı anlatımını geliştirdiler. Nesnel gerçeğe ulaşabilmek için her çalışmada birden fazla anlatıcıya yer verdiler. Böylece farklı öznel anlatımlar karşılaştırılabilir bir hale geliyordu. Birleşme ve ayrılık noktaları çok daha görünür oluyordu. Geçmişin, bugünün ve geleceğin birbirleriyle bağlantılı olduğunun altını çizmek için kronolojik söylemi bir kenara bırakarak, zamanda geriye ve ileriye giden dağınık bir anlatım biçimi geliştirdiler.

Ek Bilgiler

1- Edebiyatta modernizm, zirve noktasına 1920’lerde ulaşacaktı. Kimi zaman bu aşamaya yüksek modernist dönem adı verilmektedir.

2- Modernist şairler katı vezin kurallarını gevşettiler. 1800’lerde bunlar şiire hükmediyordu. Daha serbest ama yine de karmaşık olan serbest nazımı kullanmaya başladılar.

3- Modernizm edebiyata özgü değildi. Müzik ve görsel sanatlar alanında da etkileri oldu. Örneğin, Pablo Picasso (1881–1973) ve diğer kübistler modernist akımın bir parçasıydı.

Carter Ailesi

Appalachian kırsalından bir ailenin çeşitli üyelerindan oluşan, gospel ve bluegrass tarzında eserler veren “Carter Ailesi” adındaki müzik grubu, country müziğin popüler unsurlarından biriydi. Bu grup Country’nin bağımsız bir Amerikan müzik akımı olarak ortaya çıkmasına önemli katkılarda bulundu. Ülkenin country müzik yapan ilk ailesi olan Carter’lar “Poor Orphan Child” (1927), “Wildwood Flower” (1928) ve geleneksel “Will the Circle Be Unbroken” gibi klasiklere imza atmışlardı.



Virginia, Poor Valley’den gelen Carter’lar kilisede ilahiler ve evde köylü müzikleri söyleyerek yetiştiler. Müziklerinde ilahilerin karmaşık düzenlemeleri ve ses harmonileri ile geleneksel Appalachian müziğinin ritimlerine rastlanabiliyordu. Carter Ailesi’nin çekirdeğini oluşturan A. P. Carter (1891–1960); eşi, Sara (1898–1979) ve gelini Maybelle (1909–1978) kendi düşünce ve üzüntülerini yansıtan hikayelerle 1927’de radyoya çıktılar.

Büyük Buhran atmosferinde onların şarkıları büyük ilgi çekiyordu. Özellikle ekonomik şartlar nedeniyle kır müzikleri…

Boşanma, yeniden evlenme ve çocukların katılımı nedeniyle Carter Ailesi’nin mevcudu zamanla yenilendi. Orijinal grup Maybelle’nin kızları ile büyüdü: Anita (1933–1999), June (1929–2003) ve Helen (1927–1998). June Carter 1968 yılında kanun kaçağı country yıldızı Johnny Cash (1932–2003) ile evlendi. Bu evlilik pek çoklarınca country ile rock and roll arasında bir birleşme olarak değerlendirilmişti. June, kızı Carlene Carter’ı 1970’lerde sahneye çıkararak aile geleneğini devam ettirmiş oldu.

На страницу:
6 из 10