
Полная версия
Entelektüelin kutsal kitabı – modern kültür
1920’lerin altın çağı 1929 yılında Büyük Buhran ile son bulunca, flapperların pahalı ve hedonist yaşamının da modası geçmiş oldu.
Ek Bilgiler1- Flapper dönemde makyaj yapmak, özellikle de dudak boyamak popüler hale geldi. I. Dünya Savaşı yıllarında bu alışkanlığa ABD’de hemen hiç rastlanmazdı.
2- Fitzgerald, 1920 yılında “Flappers and Philosophers” isimli kısa öykülerden oluşan bir derleme yayınladı.
3- “Bernice Bobs Her Hair”, Fitzgerald’ın kız kardeşine yazdığı ve erkeklere daha çekici bir kadın olarak görünmek için neler yapması gerektiğini ayrıntılarıyla anlatan bir mektup üzerine temellendirilmiştir.
Joe Louis
En önemli ağır sıklet boks şampiyonlarından olan Joe Louis (1914–1981), yaklaşık on iki yıl boyunca unvanını korumuştur. Tacını elde tutarak, 25 müsabakadan zaferle çıkmıştır. Bununla birlikte daha ziyade Adolf Hitler tarafından Nazi üstünlüğünün bir simgesi olarak sunulan Max Schmeling (1905–2005) karşısında 1938 yılındaki zaferi ile anımsanmaktadır. Bir Afro-Amerikalının bir Alman karşısındaki galibiyeti onu 20. yüzyılın en büyük siyahi halk kahramanlarından biri haline getirmiştir.
Louis, bir kölenin torunu olarak Alabama’da doğmuştu. 1934 yılında profesyonel olduktan sonra ağır sıklet ringlerinde terör estirdi. Çıktığı ilk 27 müsabakayı kazanmış ve bunların 23’ünde rakibini nakavt etmişti. Pek çokları onu yenilmez olarak görüyordu. Buna rağmen 19 Haziran 1936 tarihinde Yankee Stadyumu’ndaki Schmeling’le olan ilk karşılaşmasında hayal kırıklığı yaşadı.
Louis hızla toparlandı ve 22 Temmuz 1937’de şampiyon James J. Braddock’ı (1905–1974) nakavt ederek unvanını geri kazandı.
Ne var ki Louis tatmin olmamıştı. Schmeling’i yenene dek kendisini gerçek şampiyon kabul etmeyecekti. Bu şansı 22 Haziran 1938 tarihinde bir defa daha Yankee Stadyumu’nda yakaladı. Bu kez 124 saniye içerisinde Schmeling’i nakavt etmişti. Louis’in zaferi Amerikan kültüründe silinmez bir iz bıraktı. Siyahlar ve beyazlar için bir kahraman haline gelmişti.
Louis, 1949 yılında boksu bırakana kadar şampiyonluğunu korudu. Ne var ki ekonomik problemler nedeniyle 1950 yılında yeniden ringlere dönmek zorunda kaldı. Ezzard Charles’la (1921–1975) olan maçını kaybetti. 1951 yılında Rocky Marciano (1923–1969) karşısında yenilene dek dokuz müsabaka daha yaptı. Profesyonel kariyeri boyunca “Brown Bomber” (Esmer Bombacı) lakaplı Joe Louis; 54’ü nakavt olmak üzere 68 galibiyet, 3 mağlubiyetlik bir rekora sahip olmuştu.
Hayatının geri kalan kısmında Louis kokain alışkanlığı ve paranoya ile mücadele etti. Nihayetinde Las Vegas’ta gazinoda çalışmak zorunda kaldı. Ömrünün sonlarına doğru II. Dünya Savaşı’nda sağ olarak kurtulan Schmeling’le dost oldu. Altmış altı yaşında kalp krizinden öldü.
Ek Bilgiler1- Louis’in ağır sıklet şampiyonluğu dönemindeki rakipleri, “Ayın Alığı” olarak adlandırılıyorlardı. Zira onun karşısında hiçbir şansları yoktu.
2- 1942 yılından 1945’e kadar Louis, ABD Ordusu için çalıştı. Para kazanmak ve askerlere moral vermek için doksan altı gösteri maçı yaptı.
3- Asıl adı Joseph Louis Barrow’du. Joe Louis adıyla maçlara katılmasının nedeni boksa başladığını annesinden gizlemek istemesiydi.
Looney Tunes
1929 yılında Walt Disney Stüdyoları, Mickey Mouse’a eşlik etmeleri için bir dizi kısa animasyon hazırlamaya başladı. Silly Symphonies olarak adlandırılan seri çok sevilmişti. Bu serinin en iyi kısa animasyon dalında verilen ilk altı Oscar Ödülü’nü kazandı. Ayrıca bu seri, rakip bir stüdyoya ilham verdi: Warner Bros. Onlarda müzikli iki animasyon serisi hazırladılar: Merrie Melodies ve Looney Tunes.

Warner pek çok popüler şarkının yayın hakkına sahip olduğundan çok geniş bir müzik arşivini kullanma imkanı vardı. Merrie Melodies’ten farklı olarak Looney Tunes kısa sürede Walt Disney’in daha önce yarattıkları gibi popüler animasyon karakterleri üretmeyi başardı. Bunların arasında Bugs Bunny, Daffy Duck, Porky Pig, Sylvester, Tweety ve Foghorn Leghorn tiplemeleri bulunuyordu.
Looney Tunes uzun metrajlı film olarak gösterilmeden önce ve daha sonrasında 1969’a kadar sinemalarda gösterildi. Kimi bölümler ırkçı önyargılar içerdiğinden günümüzde nadiren yayınlanmaktadır. Özellikle II. Dünya Savaşı dönemindeki Japonlarla ilgili animasyonlar ciddi tartışmalara konu olmaktadır. Ancak Looney Tunes arşivinin büyük bir kısmı geniş bir biçimde dağıtılmıştır. 1960’lardan itibaren Warner Bros programı televizyona uyarlamıştır. 1948’den önce çekilen serilerin hepsi siyah beyaz olduğundan, The Bugs Bunny/Road Runner Hour ve The Bugs Bunny & Tweety Show gibi TV programlarında yayınlanan bölümlerin hepsi Warner Bros’un 1948 yılında serileri renkli hale getirmesinden sonra çizilmişlerdir.
Ek Bilgiler1- Mel Blanc, çeşitli Looney Tunes karakterlerinin yanında Taş Devri’ndeki Barney’i de seslendirmiştir.
2- Looney Tunes karakterleri sıklıkla uzun metrajlı filmlerde de yer almışlardır. Bunların arasında 2003 tarihli “Looney Tunes: Back in Action” isimli yarı animasyon film de vardır.
3- Disney’in Donald Duck karakteri ilk olarak 1934’te “Silly Syphonies”in “The Wise Little Hen” isimli bölümünde yer almıştır.
Anne Frank
Holokost’un içinden yükselen hiçbir ses Anne Frank’ın sesi kadar dünyada yankılanmamıştır. O, Nazilerin Hollanda’yı işgali sırasında ailesi ve dört arkadaşı ile birlikte saklanmak zorunda kalan bir Yahudi kızıydı. Babasının şirketine ait bir binanın gizli bölmelerinde sekiz kişi birlikte hayatta kalmaya çalıştılar. Temmuz 1942 yılından bir ihanet sonucu yakalandıkları 1944 Ağustos’una kadar burada saklanacaklardı.

Saklandıkları iki yıl içerisinde Anne (1929–1945) ölümünden iki yıl sonra yayınlanacak olan bir günlük tutmuştu. Bu günlük, günümüzde altmış yedi dile çevrilmiştir. Günlüğün Amerikan versiyonu Anne Frank: The Diary of a Young Girl olarak isimlendirilmiştir.
Bergen-Bersen toplama kampında ölümünden yaklaşık bir yıl kadar önce şöyle yazmıştır: “Çevremdeki henüz beni tanımayan insanlara faydalı olmak, onları mutlu etmek istiyorum. Öldükten sonra bile yaşamaya devam etmek istiyorum.”
Frank ailesi, 1933 yılında Almanya’dan kaçarak Hollanda’ya gelmişlerdi. 1940 yılına kadar Amsterdam’da güven içerisinde yaşadılar. Daha sonra Nazi işgali ile birlikte Yahudi karşıtı yasalar uygulanmaya başladı.
Sürgünden korkan Frank ailesi; baba Otto (1889–1980), anne Edith (1900–1945) ve kızları Margot (1926–1945) ile Anne, saklanmaya başladılar. Otto’nun dört çalışanından giysi, gıda ve erzak alıyorlardı. Bu arada onlar da binanın alt katlarında çalışmayı sürdürüyorlardı.
Gizli bölmede saklanan grup keşfedilince toplu halde Almanya’daki toplama kamplarına gönderildiler. Edith, Margot ve Anne kamplarda öldü.
Frank ailesinden geriye sadece Otto kalmıştı. Otto’nun iki eski çalışanı Miep Gies (1909–2010) ve Bep Voskuijl (1919–1983), mucizevi bir biçimde Anne’nin günlüğünü buldular. Otto Amsterdam’a dönünce günlüğü ona verdiler.
Otto kimi çekincelerine rağmen günlüğü yayınlamaya karar verdi. Günlük ilk olarak 1947 yılında Felemenkçe basıldı. Roger Rosenblatt 1999 yılında Time’a şöyle yazmıştı: “Kitabın alevlendirdiği tutkular herkesin Anne Frank’i sahiplendiğini ortaya koyuyor. O Holokost’un, Judaizmin, genç kızlığın ve iyiliğin içinden yükseldi ve modern dünyanın totemik bir sembolü oldu. Bireyin ahlaki benliği yıkım makinesi tarafından kuşatılmışken yaşamak, insan türünün geleceği için umutlanmak ve sorular sormakta ısrar etmişti.”
Ek Bilgiler1- Günlük, Frances Goodrich (1890–1984) ve Albert Hackett (1900–1995) tarafından çok başarılı bir biçimde sahnelendi. İlk gösterim 1955 yılında Broadway’de yapıldı ve drama dalında Pulitzer Ödülü kazandı. 1959 yılında bir Hollywood filmi haline getirildi.
2- Mayıs 1960’ta Amsterdam’daki 263 Prinsengracht adresinde saklandıkları yer müze haline getirilerek Anne Frank Evi açıldı.
3- Anne ve Margot, Mart 1945 tarihinde Bergen-Bersen’de tifüs geçirerek öldüler. Üç hafta sonra kamp İngilizler tarafından kurtarıldı.
T. S. Eliot
Anglo-Amerikan şair ve eleştirmen T. S. Eliot (1888–1965), şiirleriyle olduğu kadar çok sayıdaki önemli oyunu ve deneme yazıları ile de tanınmaktadır. The Waste Land gibi yapıtlarındaki sürreal ve sıklıkla rahatsız edici temalar modernist şiirin tipik özelliklerini içeriyor, I. Dünya Savaşı sonrası Avrupa’yı kuşatan keder ve karmaşayı yansıtıyordu.

St. Louis’de doğan Eliot, Harvard’a gitti. Bir yıl kadar Paris’te okuduktan sonra 1914’te kalıcı olarak İngiltere’ye gitmeye karar verdi. Bu sıralar I. Dünya Savaşı patlak vermişti. Savaşın Avrupa’da yol açtığı yıkım çok büyüktü: Yaşananlar sırasında yok yere 10 milyon insan hayatını kaybetti. Savaşın anlamsızlığı Eliot ve çağdaşlarının Avrupa medeniyetinin geleceğini ve yaşama imkanını sorgulamalarına yol açtı.
Eliot’un en önemli eserlerinden olan “The Love Song of J. Alfred Prufrock” (1915) döneminin en çok okunan şiirlerindendi. Şüphelerle boğuşan ve felçli bir adamın monologu olan şiir -“Şeftali yemeğe cesaret edebilir miyim?” cümlesi ile ünlenmiştir- okuyucuların zihnini bulandıran ve kendisine hayran bırakan muğlak bir bilinç akışı portresi çizmektedir.
Eliot’un başyapıtı olan The Waste Land (1922), Batı’nın ve Eliot’un kendisinin savaş sonrasındaki ruhsal durumunu yansıtan uzun ve kinayeli bir şiirdir. Savaştan sonra Avrupa’ya çöken çoraklık hissiyle ilgili kafa karıştıran betimlemelerini yaratabilmek için antik ve Ortaçağ kaynaklarından ilham almıştır. Eliot’un unutulmaz cümlelerinden biri ile biten “The Hollow Men” (1925) şiiri de The Waste Land’in kötümser duyarlılıklarını tekrarlar: “Dünyanın sonu gelecek / Bir patlamayla değil ama, fısıltıyla.”
Ek Bilgiler1- Sonraki yıllarda Eliot ünlü bir oyun yazarı oldu. 12. yy Canterbury piskoposu Thomas à Becket hakkında “Murder in the Cathedral” (1935) isimli bir oyun yazdı. “The Cocktail Party” (1950) ise sorunlar yaşayan evli bir çifti anlatıyordu.
2- Eliot’un çalışmalarının hepsi karmaşık değildi. Andrew Lloyd Webber (1948–) Eliot’un çocuk şiirleri derlemesi olan “Old Possum’s Book of Practical Cats”i (1939) “Cats” adıyla bir müzikal haline getirdi.
3- “Apocalypse Now” (1979) filminde Marlon Brando (1924–2004) tarafından canlandırılan karakter “The Hollow Men”den bir bölüm okur. Başucundaki sehpada Eliot’un çok sevdiği iki kitap durmaktadır: Sir James Frazer’ın (1854–1941)”The Golden Bough”u ve Jesse L. Weston’un (1850–1928) “From Ritual to Romance”ı.
4- Eliot Harvard’daki doktora tezini 1916 yılında tamamlar ama sözlü sunumda başarısız olur. Doktor unvanını hiçbir zaman alamayacaktır.
Billie Holiday
Asıl adı Eleanora Fagan (1915–1959) olan Billie Holiday, Philadelphia’da doğdu. Bekar bir genç annenin çocuğuydu. Marryland, Baltimore’da yoksulluk içerisinde büyüdü. Burada son derece travmatik bir çocukluk geçirdi. On bir yaşında tecavüze uğramıştı. Aynı yılın sonlarına doğru bir Katolik Reform Okulu’na gönderildi. Henüz genç bir kızken Harlem’de bir genelevde çalışmaya başladı. Holiday, Lady Sings the Blues adındaki otobiyografisinde yazdığına göre fahişelik yaptığı için yakalanmış ve başka bir iş bulmak zorunda kalmıştı.

Söylendiğine göre bir gün Harlem’de dansçı olarak çalışmak için bir meyhaneye gitmişti. Kendisine dansçı aramadıklarını ama bir şarkıcıya ihtiyaçlarının olduğunu söylediler. Umutsuz bir biçimde elinden geleni yapan Holiday’in şarkısı dinleyicileri gözyaşlarına boğdu. İşi almış ve sonunda New York City’deki çeşitli kulüplerde şarkı söylemeye başlamıştı. 1933 yılında CBS yapımcısı ve yetenek avcısı John Hammond (1910–1987) tarafından keşfedildi. Onunla bir albüm yapmak için sözleşme imzaladı.
Holiday plak kariyerine dönemin büyük gruplarıyla başladı. Bunlar arasında Benny Goodman (1909–1986), Count Basie (1904–1984) ve Artie Shaw (1910–2004) tarafından yönetilen gruplar bulunuyordu. Holiday’in kayıtlarında iç burkan etkileyici bir ses performansı vardı. Şarkı söyleme tarzı tamamıyla kendine özgüydü. En ünlü şarkılarından biri olan, bir linç olayını anlatan “Strange Fruit” kariyerinin henüz başlarındayken ortaya çıkmıştı. Yurttaşlık Hakları Hareketi’nin ivme kazanmasından önce ortaya çıktığı düşünülürse cüretkarlığının boyutları daha iyi anlaşılabilecektir.
Ne yazık ki Holiday hareketin olumlu sonuç verdiğini görebilecek kadar uzun süre yaşamadı. Hayatının büyük bölümünde eroin ve alkol bağımlılığı ile boğuşan Holiday, 1959 yılında sirozdan öldü.
Ek Bilgiler1- “Lady Sings the Blues” isimli yapımda Holiday, Supremes’in solisti Diana Ross (1944–) tarafından canlandırılmıştı.
2- 1930’larda Artie Shaw (1910–2004) tarafından yönetilen orkestraya katılan Holiday, tamamı beyazlardan oluşan bir orkestraya katılan ilk siyahi kadın oldu.
3- 1988 yılında İrlandalı rock grubu U2, Holiday’e adanan bir şarkı yaptı: “Angel of Harlem”.
Fred Astaire ve Ginger Rogers
Dansçı çift Fred Astaire ve Ginger Rogers, Büyük Buhran dönemindeki Hollywood’un büyüleyici ve entelektüel atmosferini belirlemiştir. 1933–1939 yılları arasında dokuz müzikal yapan çift, dünya çapında Fred ve Ginger olarak tanınmıştı. Film tarihçisi David Thomson’un dediği gibi onlar, “kasabalı adam ve komşu kız”ın alışılmadık örneğiydiler.

Astaire (1899–1987) ve kız kardeşi Adele, 1930’ların başında Hollywood’a gelmeden önce hayranlık uyandıran dansçılardı. Astaire, 1933 yılında ilk filmini yaptı. Aynı sene içerisinde daha sonra Rogers’la birlikte yaptığı Flying Down to Rio filmi gösterilmeye başlandı. Arkaya taranmış saçları ve ütülü giysileri Büyük Buhran dönemi izleyicisine son derece çekici gelen şık bir imaj yaratmıştı.
Rogers (1911–1995) ilk filmi 1929’da gösterilmeden önce vodvillerde ve Broadway’de çalışmıştı. Astaire ile birlikte çalışmadan önce yirmi beş filmde oynamıştı. Ne var ki kariyeri onunla birlikte çalışmaya başladıkları dönemde yükselişe geçti. Teknik ustalıkları, neşeleri ve bilge halleri ile seyircileri büyülüyorlardı.
Başarıları kısmen Astaire’in dans numaralarının mümkün olduğunca az müdahale edilerek çekilmesindeki ısrarı ve bedenlerinin tamamını çerçevenin içerisinde tutabilmelerinden kaynaklanıyordu. Astaire koreograf Hermes Pan ile birlikte çalışmıştı. Dans başarıları sayesinde filmlerinin genellikle zayıf olan öyküleri çok da göze çarpmıyordu.
Çiftin en iyi filmi Top Hat (1935) olarak kabul edilmektedir. Film 1930’larda RKO stüdyolarının en çok kazandıran yapımı olmuştur (3 milyon dolar kadar). Bir diğer önemli çalışmaları ise Swing Time’dır (1936).
İkili 1939 yılında ayrıldıktan sonra Astaire başka partnerlerle çalışmışsa da eski sihri bir daha yakalayamamıştır. Rogers çeşitli komedi ve dramalarda rol almış ve Kitty Foyle’daki (1940) rolüyle en iyi kadın oyuncu dalında Oscar’ı almıştır.
Astaire’in On the Beach (1959) ve The Towering Inferno’da (1974); Rogers’ınsa Monkey Business (1952) ve Kitty Foyle’da ayrı ayrı yıldızları parlamıştı. Bütün bireysel başarılarına rağmen yıldızlardan biri olmayınca diğerinin ışığı eksik kalıyordu.
Ek Bilgiler1- Astaire’ın asıl adı Frederic Austerlitz Jr’dır. Rogers’ın asıl adı Virginia Katherine McMath’tır.
2- Astaire’in diğer dans partnerleri Rita Hayworth, Eleanor Powell, Paulette Goddard, Joan Leslie ve Lucille Bremer’dir.
3- Rogers, Fred Astaire’e 1950 yılında Oscar Onur Ödülü’nü bizzat vermiştir.
Emperyalizm
İngiliz İmparatorluğu, gücünün doruğunda olduğu 1921 yılında dünya nüfusunun dörtte birinden fazlasına sahipti. Bir ucu Hong Kong’da bir ucu Bermuda’daydı. Diğer büyük Avrupa güçleri, Fransa, İspanya, Portekiz, Hollanda, Afrika ve Asya’da önemli toprak parçalarını kontrol ediyorlardı. Yeni bir emperyalist olan ABD bile Porto Riko ve Filipinler’i egemenliği altına almıştı.
Emperyalizm hem bir politik sistem hem de bir ideolojiydi. Savunucularına göre medeniyeti dünyanın dört bir tarafına yayabilmek için yabancı ülke topraklarında kanlı savaşlara girmek meşruydu. Şair Rudyard Kipling (1865–1936) bunlara “barış uğruna verilen yabani savaşlar” adını vermişti.
İspanya ve Portekiz, imparatorluklarını 15. yüzyılda kurmuşlardı. Ancak emperyalist yayılma esas olarak 1800’lerde hız kazandı. Ulaşımın hızlanması ve kıtadaki görece barış ortamı Avrupalıların kendi topraklarının dışındaki yerlere ilgi duymasına imkan sağladı. Nispeten küçük güçler bile büyük imparatorluklar kurdular. 1885 yılında Belçika, kendisinden sekiz kat büyük bir ülke olan Kongo’yu işgal etti. Avrupalı imparatorluklar I. Dünya Savaşı’ndaki çöküşün ardından Osmanlı İmparatorluğu’ndan kalan yerleri ele geçirerek daha da büyüdüler.
Avrupa ülkeleri için imparatorluk her şeyden önce ekonomik bir amaçtı. Yönetici uluslar altın, demir, bakır, fildişi, kauçuk ve diğer hammadde kaynakları için Kongo ya da Güney Afrika gibi ülkeleri yağmaladılar. Avrupa ve ABD’nin ekonomisine kaynaklık eden tek taraflı ekonomik ilişkilerin sömürge ekonomileri üzerinde son derece kötü bir etkisi oldu.
İyi ve kötü yönleriyle emperyalizm, Batı medeniyetinin hukuki, eğitim ve ekonomik sisteminin dünya genelinde yaygınlaşmasını getirdi. Örneğin, Hindistan gibi kimi eski sömürgeler, İngiltere’nin eğitim modelini daha sonra da kullanmaya devam ettiler.
Ne var ki emperyalist sistem kısa ömürlü oldu. II. Dünya Savaşı emperyalist güçlerin hazinelerini boşaltmıştı. Sonraları imparatorlukların maliyeti ve büyüyen direniş hareketleri sömürgelerden vazgeçilmesine neden oldu. Hindistan 1947 yılında bağımsız oldu. Belçika 1960’ta Kongo’ya bağımsızlığını teslim etmek zorunda kaldı.
Ek Bilgiler1- İmparatorluklardan geriye birkaç küçük toprak parçası kalmıştı. İngiltere, Turks ve Caicos Adaları üzerinde halen hakimiyete sahiptir. Fransız Gine’sinde Fransa egemenliği sürmektedir.
2-1902 tarihli Joseph Conrad romanı “Heart of Darkness” Belçika Kralı II. Leopold’un (1835–1909) vahşi yöntemlerini anlatır. Bu yöntemler Kongo’yu kontrol etmek ve kimi reformları teşvik etmekte kullanılmıştı.
3- Osmanlı İmparatorluğu’nu bölen Sykes-Picot Antlaşması Fransa ve İngiltere arasında gizlice 1916 yılında imzalanmıştır.
Joe DiMaggio
“Joltin’ Joe” ve “Yankee Clipper” lakaplı Joe DiMaggio (1914–1999), beyzbol sahalarının gördüğü en zarif ve başarılı oyunculardandı. Saha dışında son derece içine kapanık ve yer yer soğuk biriydi. Spot ışıklarından kaçması onu Amerikan popüler kültürünün efsanevi figürlerinden biri haline getirdi. Şarkılarda, filmlerde ve romanlarda ölümsüzleşti.

Pek çokları DiMaggio’yu beyzbol tarihinin en iyi oyuncularından biri olarak görür. 0,325 vuruş ortalaması yapmış, 361 kez topu oyun alanının dışına yollamış, yalnızca 369 kez rakip takımın atıcısı tarafından oyun dışı kalmıştır. Kusursuz bir orta saha oyuncusu ve uzman bir kale koşucusudur. 3 kez Amerikan Ligi’nin en değerli oyuncusu olmuş (1939-1941-1947), 1941 yılında 56 oyunda hitting streak yapmıştır. Bu halen Amerikan spor tarihinin ikonik rekorları arasında yer almaktadır.
Yankees, DiMaggio’nun ilk dört sezonunda Dünya Serisi şampiyonluğu kazanmış ve 1951 yılında kariyerinin son bulmasından önce 5 kez daha şampiyon olmuştur. 1955 yılında Beyzbol Onur Listesi’ne seçilmiş ve 1969 yılında spor yazarları paneli onu “Beyzbolun Yaşayan En İyi Oyuncusu” ilan etmiştir.
Kariyerinin son bulmasından sonra istemese de ilgi odağı olmaya devam etmiştir. Zira 1954 yılında Marilyn Monroe (1926–1962) ile “Yüzyılın Evliliği”ni yapmıştır. Bu ilişki Amerika’nın önde gelen spor kahramanı ile Hollywood’un seksi yıldızının birlikteliği olarak görülmüş ve ilişkilerine ulusça büyük ilgi gösterilmiştir. Evlilik dokuz ayda bitmiş olsa da Monroe ve DiMaggio’nun romantik ilişkileri Monroe’nun 1962 yılındaki ölümüne kadar sürmüştür.
Sonraki yıllarında kamuoyunun karşısına her çıktığında DiMaggio klasını ve bilge imajını koruyacak şekilde şık giyinmiştir. Mr. Coffee ve New York Bowery Savings Bankası için sözcü olduktan sonra da popülerliğini sürdürmüştür. Öldüğü sırada seksen dört yaşındadır.
Ek Bilgiler1- Kardeşleri Vince (1912–1986) ve Dom (1917–2009) birinci ligde oynamışlardır.
2- Kendi döneminin pek çok diğer oyuncusu gibi o da üç yılını askerlikte geçirmiştir (1943-1945). Askerliğin ardından 1946’da Yankees’e geri döner.
3- Monroe’nun ölümünden sonra DiMaggio cenaze törenini düzenlemiş ve yirmi yıl boyunca haftada üç kez mezarına altı kırmızı gül göndermiştir.
Üç Ahbap Çavuş
Maskaralıkları yaklaşık kırk yıl boyunca izleyiciyi güldüren Üç Ahbap Çavuş, ilk filmlerini 1930 yılında çektiler. Soup of Nuts filminde üç beceriksiz itfaiyeciyi canlandırıyorlardı. 1934 yılında Columbia onlarla yirmi dakikalık özel serilerini yapmak için sözleşme imzalayana kadar küçük rollerde oynamaya devam ettiler.

Larry (Louis Fienberg, 1902–1975), Moe (Moses Horwitz, 1897–1975) ve Curly (Jerome Horwitz, 1903–1952) oyunculuk kariyerlerine vodvilde başladılar. Moe ve Curly Brooklyn’deki bir Yahudi mahallesinde büyüyen iki kardeşti.
Beyazperdedeki Üç Ahbap Çavuş serisinin her bölümü basit bir senaryo, kaba şakalar ve grubun suratsız lideri Moe’yu hedef alan iğneleyici espriler etrafında gelişiyordu. İnce espriler ve ağır bir dil kullanmıyorlardı. Öte yandan Hollywood’un ilk Nazi Almanya’sı taşlamalarından birini yapmışlardı: You Nazty Spy (1940).
Üçlü, Curly’nin felç geçirdiği 1947 yılına kadar birlikte çalışır. Bunun üzerine Horwitz kardeşlerden bir diğeri olan Shemp (Samuel Horwitz, 1895–1955) onun yerini alacaktır. Sekiz yıl sonra Shemp’in ölümü üzerine Joe Besser (1907–1988) rolü üstlenir. Besser 1958’de emekliye ayrılınca, Larry’nin felç geçirdiği ve grubun dağıldığı 1970 yılına kadar Curly Joe (Joseph Wardell, 1909–1993) üçüncü kafadarı canlandırır.
Kısa filmlerine ek olarak pek çok uzun metrajlı filmde rol almışlardır. Bunlar arasında, Snow White and the Three Stooges (1961), The Three Stooges Meet Hercules (1962) ve The Three Stooges in Orbit (1962) gibi filmler bulunmaktadır. Aynı zamanda 1963 tarihli bir komedi klasiği olan It’s a Mad, Mad, Mad, Mad World’de küçük bir rol alırlar.
Ek Bilgiler1- Moe’nun karısı Helen ünlü sihirbaz Harry Houdini’nin (1874–1926) kuzeniydi.
2- Kafadarlar ayrı ayrı kariyer yapma girişimlerinde bulunsalar da genelde başarısız oldular. Örneğin, Moe 1973 yapımı “Doctor Death, Seeker of Souls” isimli filmde rol almıştır.
3- Larry kafadarlara katılmadan önce hafif sıklet boksördü.
4- Kafadarlara katılmadan önce Shemp, “Mississippi Gambler” (1942) filminde bir taksiciyi canlandırmıştı. İronik bir biçimde Shemp bir taksinin arka koltuğunda kalp krizi geçirerek ölmüştür.
Robert Oppenheimer
Atom bombasının babası olarak bilinen J. Robert Oppenheimer (1904–1967), ilk nükleer silahın geliştirilip, 1945 yılında başarılı biçimde test edildiği Manhattan Projesi’ni yönetmiştir. Dönemin önde gelen Amerikan teorik fizikçilerinden biri olan Oppenheimer, teorik fizikçilerin karşı karşıya kaldığı ahlaki çelişkilerin en somut örneklerinden birisini yaşamıştır.
Oppenheimer, Harvard ve Cambridge’te öğrenim gördü. Doktorasını Almanya’da tamamladı. Caltech’te ve Berkeley Kaliforniya Üniversitesi’nde profesör oldu. Almanya’nın atom bombası geliştirdiği yönündeki raporlar üzerine Franklin D. Roosevelt (1882–1945) 1941 yılında Manhattan Projesi’ni başlattı. Oppenheimer bir yıl sonra projenin başına getirildi.