bannerbanner
İnsanı Tanıma Sanatı
İnsanı Tanıma Sanatı

Полная версия

İnsanı Tanıma Sanatı

Язык: tr
Год издания: 2024
Добавлена:
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
4 из 5

B. Hafıza

Ruhun gelişimi, algının gerçekleri temeline kurulan aktivite gereksinimiyle yakından ilişkilidir. Ruh ise doğal olarak insan organizmasının hareketliliğiyle ilişkili olup aktiviteleri bu hareketliliğin hedefi ve amacıyla belirlenir. İnsanın, içinde yaşadığı dünyaya yönelik uyarıcılarını ve ilişkilerini edinip düzenlemesi gerekir. Bununla beraber, bir uyum organı olarak ruhunun savunmasında önemli bir rol oynayan ve ayrıca, varlığını sürdürmesinde etkin olan tüm bu yetileri geliştirmesi gerekir.

Artık hayatın sorunlarına karşı ruhun bireysel tepkisinin ruhun yapılandırmasında izler bıraktığı açıkça anlaşılmaktadır. Hafıza ve değerlendirmenin işlevlerine uyum zorunluluğu yön vermektedir. Hafıza olmadan geleceğe dair herhangi bir önlem almak imkânsız olurdu. Bütün hatıraların kendi içinde bilinçdışı bir hedefleri olduğu sonucuna varabiliriz. Hatırlar rastlantısal olgular değildir. Aksine, açıkça bir cesaretlendirme ya da uyarı niteliği taşırlar. Önemsiz ya da anlamsız hiçbir hatıra yoktur. Kişi bir anıyı ancak onun hangi amaca ya da hedefe hizmet ettiğini belirlediğinde değerlendirebilir. Kişinin neden bazı şeyleri hatırlayıp diğerlerini unuttuğunu bilmek önemli değildir. Hatırası belirli bir ruhsal eğilim için önemli olan olayları hatırlarız çünkü bu hatıralar önemli bir temel hareketi kolaylaştırır. Benzer biçimde bir planın yerine getirilmesinden bizi uzaklaştırdığı için diğer tüm olayları unuturuz. Böylece, hatıranın amaca bağlı uyum görevine tabi olduğunu görürüz. Ayrıca, her bir hatıra bütün olarak kişiliğin yönlendirilmesine neden olan hedef düşüncenin kontrolü altına girer. Hatıraların çoğunlukla tek taraflı bir önyargıyla doldurulduğu çocukluk döneminde sıkça olduğu gibi, kalıcı bir hatıra her ne kadar yanlış bir hatıra da olsa bilinç alanından dışarı aktarılabilir. Ayrıca, kalıcı bir hatıra arzulanan hedefe ulaşmak için gerekliyse bir tutum, duygusal bir eda ve hatta felsefi bir bakış açısı olarak belirebilir.

C. Hayal Gücü

Bireyin eşsiz varlığı, onun fantezisinin ve hayal gücünün ürünlerinden başka hiçbir yerde daha net bir biçimde kendisini göstermez. Hayal gücüyle kastettiğimiz şey, ortaya çıkmasına neden olan nesnenin var olmadığı durumda o nesneye dair algının yeniden üretilmesidir. Diğer bir deyişle, hayal gücü yeniden üretilmiş algıdır. Yani ruhun yaratıcı yetisinin başka bir kanıtıdır. Hayal gücünün üretimi, sadece bir algının (kendi içinde, ruhun yaratıcı gücünün bir ürünüdür) tekrarı olmayıp aksine, algı temeline dayanan tamamen yeni ve eşsiz bir üründür. Tıpkı algının fiziksel duyular temeli üzerine yaratılmış olması gibi.

Bu bağlamda, odaklanma keskinliği bakımından alışılmış hayal gücünün çok ötesine ulaşan fanteziler vardır. Böylesi imgelemlerin ana hatları o kadar keskin bir biçimde belirlenir ki hayali ürünlerin değerine sahip olmaz. Aksine, sanki mevcut olmayan uyarıcı nesne gerçekten varmış gibi bireyin davranışını etkilerler. Fanteziler gerçekten var olan bir uyarıcının sonucuymuş gibi olduğunda artık sanrılardan (halüsinasyon) bahsediyoruz demektir. Sanrıların belirdiği durumlar asla fantastik hayallere neden olanlardan farklı değildir. Her sanrı ruhun sanatsal bir yaratımıdır ve onu kuran bireyin amaç ve hedeflerine göre biçimlenip kümelenir. Bunu bir örnekle açıklığa kavuşturalım.

Zeki ve genç bir hanım ebeveynlerinin tavsiyelerine karşı gelerek bir evlilik gerçekleştirmiş. Ebeveynleri onun bu uygunsuz evliliğine o kadar çok kızmışlar ki onunla tüm ilişkilerini koparmışlar. Zamanla genç hanım ebeveynlerinin kendisine önceden de iyi davranmadıklarına kanaat getirmiş. Halbuki uzlaşmaya yönelik birçok girişim her iki tarafın gururu ve dik kafalılığı yüzünden başarısız olmuş. Onurlu ve varlıklı bir aileden gelen bu genç hanım, evliliğinin sonucu olarak yoksulluğa düşmüş. Yine de dışarıdan bakıldığında, evlilikle ilgili ilişkilerinde hiçbir mutsuzluk işareti gözlemlenememiş. Şayet hayatında çok tuhaf bir olgu ortaya çıkmamış olsaydı hayata çok iyi uyum sağladığı kolaylıkla düşünülebilirdi.

Bir kız, babasının en sevdiği çocuk olarak yetiştirilmiş. İlişkileri öyle yakınmış ki yaşadıkları kırılma daha dikkate değer bir hal almış. Ancak, evlilik durumu babasının ona çok kötü davranmasına neden olmuş ve ilişkilerindeki kopukluk derinleşmiş. Hatta kızın çocuğu doğduğunda bile ebeveynleri kızlarını ziyaret etmek ya da çocuğu görmek istememişler. Ebeveynlerinin acımasız tavrı genç hanıma daha çok dokunmuş çünkü ebeveynlerinin ona gayet düşünceli davranılabileceği bir durumda böyle acımasız bir tavırla karşılaşmış olmak onu çok etkilemiş ve hırslandırmış.

Bu genç hanımın ruh halinin tamamen hırsının egemenliği altına girdiğini unutmamalıyız. Ebeveynleriyle arasının bozulmasının onu bu kadar derinden etkilemesinin nedenlerini anlamamızı sağlayan işte bu karakter özelliğidir. Annesi her ne kadar ona zorbalık yapmış olsa da birçok güzel niteliğe sahip olan katı ve erdemli bir kadınmış. En azından dış görünümler söz konusu olduğunda gerçekten kendi rütbesinden vazgeçmeden kocasına nasıl boyun eğdireceğini biliyormuş. Aslında, kesin bir gururla, kendisine boyun eğilmesi için dikkatleri üzerine çekiyormuş ve bunu bir onur farz ediyormuş. Şimdi bu ailede, babasına çeken ve ailenin isminin gelecekteki varisi sayılan bir oğulun olduğunu düşünelim. Bir şekilde, erkek evladın genç kızımızdan daha değerli görüldüğü gerçeği kızın hırsını kamçılamaktan başka bir işe yaramamış. Tüm hayatı boyunca görece korunaklı bir ortamda eğitilmiş bu kızın evliliğinde tecrübe etmekte olduğu zorluklar ve yoksulluk, artık ebeveynlerinden gördüğü kötü davranışları sürekli ve her geçen gün şiddetlenen bir öfkeyle düşünmesine neden olmuş.

Kız bir gece uykuya dalmadan önce bir kapı açılmış ve Meryem Ana yatağına gelip ona “Seni çok sevdiğim için aralık ayının ortasında öleceğini söylemeliyim. Hazırlıksız yakalanmasını istemiyorum,” demiş.

Genç hanım bu hayaletten korkmamış ancak kocasını uyandırıp her şeyi anlatmış. Ertesi gün doktora gidip olanlardan bahsetmiş. Bunun bir sanrı olduğu cevabını almış. Genç hanım her şeyi oldukça net bir biçimde görüp işittiğini iddia etmiş. İlk bakışta bu imkânsız gibi görünmektedir. Ancak bildiklerimizin en önemli kısmını uyguladığımızda bunu pekâlâ anlayabiliriz. Durum şöyle: Çok hırslı ve incelemelerimizin gösterdiğine göre etrafındaki herkesin üzerinde egemenlik kurmak isteyen genç bir hanım ebeveynleriyle ilişkisini koparır ve kendisini yoksulluk içinde bulur. İçinde yaşadığı fiziksel çevredeki her şeyi ele geçirme çabasında olan bir insanın Tanrı’ya yaklaşması ve onunla sohbet etmesi oldukça anlaşılabilir bir durumdur. Şayet Meryem Ana (ibadette olduğu gibi) sadece hayali bir figür olarak kalsaydı hiç kimse bu olayda kayda değer bir şey bulamazdı. Ancak bu genç hanımın daha güçlü iddialara ihtiyacı vardı.

Bu olgu ruhun ne gibi hileler üretebilme kapasitesinde olduğunu anladığımızda tüm gizemini yitirmektedir. Rüya gören her insan benzer bir durumda değil midir? Aslında tek fark şu: Bu genç hanımın uyanık iken rüya görebilmesidir. Şunu da eklememiz gerekir: Depresyon hissi, hırsını daha büyük bir stres altına itmiştir. Artık gerçekte başka bir annenin ve genel algıya göre bütün anneler içinde en büyük annenin (Meryem Ana) ona geldiğinin farkına varıyoruz. Bu iki annenin birbirlerine karşı belirli bir zıtlık içinde bulunması gerekmektedir. Tanrı’nın Annesi görünmüştür çünkü kendi annesi gelmemiştir. Buradaki görüntü, kendi annesine ve annesinin kendi çocuğuna olan yetersiz sevgisine karşı bir suçlamadır.

Genç hanım ebeveynlerinin haksız olduğunu kanıtlamanın yollarını bulmaya çalışmaktadır. Aralık ayının ortası da önemsiz bir tarih değildir. Yılın bu zamanı insanların daha derinden olan ilişkileri üzerinde daha dikkatli düşünme eğiliminde oldukları, çoğu insanın birbirine daha samimi bir şekilde yaklaştıkları, birbirlerine hediyeler verdikleri bir dönemdir. Yine bu dönemde uzlaşma olasılığı o kadar yaklaşır ki bu özel zamanın genç hanımın kendisini içinde bulduğu kararsızlıkla daha da yakın bir ilişki içinde olmasını anlayabiliriz.

Bu sanrıdaki tek tuhaflık, Tanrı’nın Annesi’nin dostça yaklaşımının yanında, genç hanımın yaklaşan ölümüne dair üzücü haberlerin eşlik etmesidir. Kocasına bu hayali neredeyse mutlu bir ses tonuyla anlatmış olması da önemsiz sayılmaz. Bu kehanet çabucak küçük aile çemberinin ötesine yayılmış ve ertesi gün doktorun haberi olmuştur. Buradan, annesinin gerçekten onu ziyaret ettiğini çıkarmak hiç de zor değildir.

Birkaç gün sonra Meryem Ana ikinci kez ortaya çıkmış ve aynı sözleri söylemiş. Genç hanıma kendi annesiyle görüşmesinin nasıl sonuçlandığı sorulduğunda, annesinin haksız davrandığını kabul edemediği cevabını vermiş. Dolayısıyla, eski temanın yeniden ortaya çıktığını görüyoruz. Annesine hükmetme arzusu henüz giderilmemiştir.

Bu sefer, ebeveynlerin, kızlarının hayatında gerçekte ne olduğunu anlamaları sağlanmaya çalışılmış ve sonuç olarak genç hanım ile babası arasında memnun edici bir görüşme sağlanmış. Dokunaklı bir sahne yaşanmış fakat genç hanım hâlâ memnun değilmiş. Çünkü babasının davranışında yapmacık bir şeyler olduğunu söylemiş. Babasının kendisinin çok uzun süre beklettiğinden yakınmış. Zafer anında bile kendisi dışında herkesin haksız olduğu ve kendisinin de mükemmel bir galibiyetin ışığında göründüğü eğiliminden kurtulamamış.

Önceki bahsettiklerimizden, sanrıların ruhsal gerginliğin zirveye çıktığı zamanlarda ve kişinin hedefine ulaşmasının imkânsız olmasından korktuğu durumlarda ortaya çıktığı sonucuna varabiliriz. Sanrılar hiç şüphesiz nüfusun kendi gelişim sürecinde her geçen gün gerilediği bölgelerde kayda değer bir etki elde etmiştir.

Gezginlerin yazılarında sanrıların betimlemelerinin bulunduğu herkesçe bilinir. Yollarını kaybedip açlık, susuzluk ve yorgunluk çeken çöldeki gezginler tarafından görülen seraplar mükemmel bir örnektir. Hayatın tehlikede olması durumunda ortaya çıkan gerginliğin, mağdurun çevresindeki hoşa gitmeyen baskıdan kurtulabilmesi amacıyla onun hayal gücünü onun için açık ve hoş bir ortam yaratmaya zorladığını anlayabiliriz. Serap yorgun düşeni cesaretlendirebilecek, tereddütlü kişinin zayıf güçlerini toparlayabilecek, gezgini daha güçlü ya da daha duyarlı kılabilecek yeni bir durumu temsil etmektedir. Veyahut diğer taraftan, gezginin çektiği korkuların ıstırabını söküp alacak bir merhem ya da uyuşturucu görevi görebilir.

Sanrı aslında bizim için hiç de yeni bir şey değildir çünkü benzer olguları algıda, hafıza mekanizmasında ve hayal gücünde çoktan görmüştük. Rüyaları ele aldığımızda bu süreçlerin aynısıyla karşılaşacağız. Hayal gücünün önemini vurgulayarak ve daha yüksek merkezlerin eleştirisini dışarda tutarak sanrı olgusunu ortaya çıkarmak kolaydır. İhtiyaç ya da tehlike durumlarında ve bireyin gücünün tehdit edildiği bir durumun baskısı altında, kişi bu mekanizma sayesinde zayıflık hissini engellemeye ve onu yenmeye çalışır. Daha büyük bir gerginlik ve eleştirel yetilerde daha az bir değerlendirme. Bu gibi durumlarda herkes “başının çaresine bak” ilkesiyle kendi ruhsal enerjisinin zerresiyle bile hayal gücünü sanrı biçiminde yansımaya zorlar.

Yanılsama (illüzyon) sanrıyla yakından ilişkilidir. Tek farkı ise, dışsal bağlantının birtakım noktalarının hâlâ sürmesi fakat yanlış yorumlanmasıdır. Tıpkı Goethe’nin Erlkönig (Gürgen Kralı) hikâyesinde olduğu gibi. Temelinde yatan durum, yani ruhsal tehlike hissi aynıdır.

Bir başka örnek ise ruhun yaratıcı gücünün gerektiğinde ya bir yanılsama ya da bir sanrıyı nasıl ortaya çıkarabileceğini gösterecektir. Seçkin bir aileden gelmesine karşın kötü bir eğitim aldığı için hayatta hiçbir değeri olmayan bir adam önemsiz bir kâtiplik işi edinmiş. Hayatında, değerli biri olmaya dair tüm ümidini yitirmiş. Ümitsizliği üzerine ağır bir biçimde yüklenmiş ve buna ek olarak ruhsal gerilimi de arkadaşlarının sitemleriyle daha da şiddetlenmiş. Bu şartlar altında, kendisini, ona anında tatlı bir kayıtsızlık veren ve başarısızlığı için mazeret imkânı sağlayan içkiye vermiş. Bir süre sonra titreme hezeyanından (deliryum) dolayı hastaneye götürülmüş. Hezeyan sanrıyla yakından ilişkilidir ve içki zehirlenmesine bağlı hezeyanda fareler ya da böcekler ya da yılanlar gibi küçük hayvanlar sıklıkla görünür. Hastanın mesleğiyle alakalı diğer tür sanrılar ortaya çıkabilir.

Hastamız içki kullanımına şiddetle karşı çıkan doktorların eline teslim edilmiş. Doktorlar onu katı bir tedavi programına alıp alkolizmden tamamen kurtulmuş, hastaneden iyileşmiş olarak ayrılmış ve üç yıl boyunca içkiye elini sürmemiş. Bu arada hastaneye yeni bir şikâyet ile geri dönmüş. Sürekli olarak iş yerinde kendisine yan gözle bakıp sırıtan bir adam gördüğünü belirtmiş. Artık yevmiyeci olarak çalışıyormuş. Bir keresinde bu adam ona güldüğü için bilhassa öfkelenince kazmasını alıp onun gerçek bir insan mı yoksa bir hayalet mi olduğunu anlamak için fırlatmış. Hayalet kenara çekilip saldırıyı savuştursa da hemen ardından saldırıp adamı fena bir şekilde dövmüş.

Bu durumda artık bir hayaletin varlığından bahsedemeyiz çünkü sanrının gerçekten de adamakıllı yumrukları varmış. Açıklamasını bulmak hiç zor değil. Sanrı görmeyi âdet edinmişti ancak bu sefer tecrübesini gerçek bir insan üzerinde yapmıştı. Bu bize açıkça gösteriyor ki her ne kadar içki içme arzusundan kurtulmuş olsa da gerçekte hastaneden taburcu olduğundan beri daha da kötüleşmişti. İşini kaybetmiş, evinden atılmış ve arkadaşları gibi kendisinin de en düşük kademedeki meslek olarak gördüğü yevmiyeci olarak geçinmek zorunda kalmıştı. Yaşadığı ruhsal gerginlik azalmamıştı. Alkolden kurtulmuş olmasına rağmen, aslında bu çarenin büyük avantajına karşın, bir teselliyle daha da berbat olmuştu. İlk işini içki sayesinde yapabiliyordu. Çünkü evdekiler kendisine hiçbir şeyi başaramadığı için yüksek sesle sitem ettiklerinde, bir ayyaş olduğu mazereti ona, bir işi elinde tutma konusundaki kabiliyetsizliğinden daha az utanç verici gibi görünüyordu. Tedavisinden sonra yine gerçeklerle yüz yüzeydi ve kesinlikle bir öncekinden daha bunaltıcı bir duruma girmişti. Artık başarısız olduğunda kendisini teselli edebilecek ya da suçlayacak hiçbir şey, hatta alkol bile yoktu.

Ruhsal risk barındıran bu durumda sanrılar yeniden görünür. Kendisini önceki durumuyla bir görmektedir ve dünyaya sanki hâlâ bir ayyaş gibi bakmaktadır. Ayrıca, çok net bir şekilde sarhoşmuş gibi davranarak içki problemiyle tüm hayatını mahvettiğini ve bu konuda artık hiçbir şey yapılamayacağını söylemektedir. Hasta olması sayesinde onursuz ve üstelik bir hendek kazıcısı olarak görev yaptığı, kendisine göre nahoş olan işinden kendi adına bir karar vermek zorunda kalmadan kurtulmayı ümit etmiştir. Yukarıda bahsedilen sanrı, sonunda yeniden hastaneye yatmak zorunda kalana dek, uzun bir süre devam etmiş. Artık kendisini şayet içki belası hayatını mahvetmemiş olsaydı büyük işler başarabileceği düşüncesiyle teselli edebilirdi. Bu mekanizma kişisel değerlendirmesini yüksek bir düzeyde tutmasını sağlamıştı. Onun için çalışmaktan ziyade kişisel değerlendirmesinin kötüleşmesine izin vermemek daha önemliydi. Girişimlerinin tümü başına bir talihsizlik gelmemiş olsaydı, büyük işler başarabileceğine dair görüşü sürdürmeye yönelmişti. Güç ilişkisinde kendisini destekleyen ve diğer insanların kendisinden daha iyi olmadığına, ancak, kendi önünde aşılmaz bir engel olduğuna inanmasını sağlayan kanıt buydu. Teselli edici bir mazeret bulma girişimindeki ruh hali yan gözle bakan hayaleti meydana getirmişti. Hayalet aslında özsaygısının kurtarıcısıydı.

III. Fantezi

Fantezi, ruhun başka bir yaratıcı yetisinden başka bir şey değildir. Bu aktivitenin izlerini daha önce betimlediğimiz çeşitli olaylarda bulabiliriz. Tıpkı belli başlı hatıraların bilincin keskin odağında yansıtılması ya da hayal gücünün acayip üstyapılarının ortaya çıkarılması gibi fantezi ve hayal kurmanın da ruhun yaratıcı aktivitesinin bir parçası olduğu düşünülmektedir. Gezici herhangi bir organizmada gerekli bir yeti olan önsezi ve önyargı fantezide önemli bir unsuru oluşturur. Fantezi insan organizmasının gezici olmasıyla ilişkili olup aslında bir önsezi ve geleceği görme yönteminden ibarettir. Çocukların ve yetişkinlerin bazen hayal görme olarak nitelendirilen fantezileri daima gelecekle ilgilidir. “Boş düşler” bu fantezilerinin aktivitesinin hedefidir ve gerçek aktivitenin modelleri olarak kurmaca biçimlerde oluşturulurlar. Çocukluk fantezilerine dair incelemeler güç çabasının baskın bir rol oynadığını açıkça gösterir. Çocuklar, hırslı hedeflerine hayallerinde ulaşırlar. Fantezilerinin çoğu “büyüdüğüm zaman” ve benzeri sözcüklerle başlar. Sanki hâlâ büyümek zorundaymış gibi yaşayan birçok yetişkin vardır. Güç çabası üzerine yüklenen belirgin vurgu bize ruh hayatının ancak kişinin önüne belirli bir hedef koyduğunda gelişebileceğini tekrar gösterir. Medeniyetimizde bu hedef sosyal itibar ve takdir edilme hedefidir. Bir birey asla nötr bir hedefte uzun süre kalmaz çünkü insanlığın toplu yaşamına özbenliğin sürekli ölçümü eşlik eder. Bu da üstünlük arzusu ve yarışta başarılı olma ümidine neden olur. Çocukların fantezilerinde açıkça görülen önsezi biçimleri çocuğun gücünün neredeyse tamamen dışavurulduğu durumlardır.

Burada genelleme yapmamalıyız çünkü fantezinin seviyesi ya da hayal gücünün boyutu için kurallar koymak imkânsızdır. Daha önce söylediklerimiz birçok sayıda durum için geçerlidir ancak bazıları için uygun olmayabilir. Hayata saldırgan gözlerle bakan çocuklar fantastik güçlerini daha ileri seviyelere doğru geliştireceklerdir çünkü tedbirli yaklaşımları, tutumlarının bir sonucu olarak daha büyük bir gerginliği uyaracaktır. Kendileri için hayatın her zaman keyif verici görünmediği zayıf çocuklar daha kuvvetli fantezi güçleri geliştirip kendilerini özellikle bu tür bir aktiviteyle meşgul etme eğiliminde olacaklardır. Gelişimlerinin belirli bir evresinde, hayal kurma becerileri hayatın gerçeklerinden kaçınılan bir mekanizmaya dönüşebilir. Fantezi, gerçekliğin suçlanması olarak istismar edilebilir. Bu gibi durumlarda fantezi, hayal gücünü kurgusal bir alet olarak kullanarak kendini yaşamanın rezilliği üstüne çıkaran bireyde bir nevi güç sarhoşluğu halini alır.

Güç çabası ve sosyal his fantezi hayatında büyük rol oynar. Çocukluk fantezilerinde güç elde etme çabalarının bu gücün sosyal amaçlar için uygulanmadan ortaya çıkması pek nadirdir. Bu özelliği, açık bir şekilde, içeriğin kendini bir kurtarıcı, iyi bir şövalye ya da şeytani güçleri, iblisleri ve benzerlerini mağlup eden bir kahraman olmakla meşgul olduğu fantezilerde görebiliriz. Çocuğun kendi ailesine ait olmadığı fantezisi sıkça karşımıza çıkar. Çoğu çocuk gerçekte farklı bir aileden geldiğine ve günün birinde çok önemli bir karakter olan gerçek babalarının gelip onları alacağına inanır. Bu en çok, çektikleri yoksunlukla tahrik edilen, derin bir aşağılık hissine sahip çocukların geçmişe takılmak zorunda kaldıkları ya da aile çevrelerinden aldıkları sevgi ve şefkatten tatmin olmadıkları durumlarda gerçekleşir. Görkemliliğe dair düşünceler sanki çoktan yetişkinmiş gibi davranan çocuğun dışarıya karşı tutumunda kendini ele verir. Bazen bu fantezinin neredeyse patolojik dışavurumlarına rastlanır. Tıpkı sırf yetişkin erkekler gibi görünmek için siperlikli şapka takan ya da yerden sigara izmariti toplayan çocuklarda olduğu gibi. Ya da daha çok erkek çocuklara uygun biçimde giyinerek ve onlar gibi davranarak erkek olmaya karar vermiş kızların durumundaki gibi.

Hiç hayal gücü olmadığı düşünülen çocuklar vardır. Bu elbette hata. Bu tip çocuklar ya kendilerini ifade etmezler ya da fantezilerin ortaya çıkmasına karşı onları mücadele etmeye zorlayan nedenler vardır. Bir çocuk hayal gücünü bastırarak belirli bir güç duygusu hissetmenin yolunu bulabilir. Gerçekliğe ayak uydurmada sorunlu bir çaba içinde bu çocuklar fantezinin yakışıksız ya da çocuksu olduğuna inanırlar ve bunun bir parçası olmayı reddederler. Üstelik bu isteksizliğin, hayal gücünün tamamen kaybolmuş gözükecek kadar ileri gittiği durumlar vardır.

IV. Rüyalar: Genel Görüşler

Daha önce tanımlanmış olan hayallere ek olarak, uyku sırasında gerçekleşen önemli ve anlamlı bir etkinlik olan rüyayı ele almamız gerekir. Genel olarak, rüyanın hayallerde süregelen benzer sürecin tekrarı olduğu söylenebilir. Deneyimli psikologlar bir insanın karakterinin rüyalarından kolaylıkla okunabileceği gerçeğine dikkat çeker. Aslında rüyalar, tarihin başlangıcından beri insanoğlunun düşüncelerini epey meşgul etmiştir. Hayal görmede olduğu gibi uykuda görülen rüyada da gelecek hayatının bir güvenlik hedefine doğru haritasını çıkaran, bu hayatı planlayan ve yönlendiren bir organizmanın aktivitesiyle uğraşırız. Aralarındaki en belirgin fark hayallerin görece kolay anlaşılır olmasına karşın uykuda görülen rüyaların ancak nadiren kavranabilmesidir. Rüyaların anlaşılır olmamaları şaşırtıcı bir şey değildir ve bizler kolayca bunun rüyaların gereksiz ve önemsiz olduğuna işaret ettiğine inanmaya meyilliyizdir. Şimdilik, zorlukların üstesinden gelme ve gelecekteki konumunu sürdürmek isteyen bir bireyin güç çabasının rüyalarında yankılandığının varsayıldığını düşünelim. Rüyalar bizlere ruhsal hayatın sorunları üzerine önemli ipuçları sunar.

V. Empati ve Özdeşleşme

İnsan ruhu yalnızca gerçeklikte olup biteni algılama yetisine değil, gelecekte ne olacağını hissetme ve tahmin etme gücüne de sahiptir. Bu durum, her gezgin organizma için gerekli önsezinin işlevi bakımından önemli bir katkıdır. Çünkü böyle bir organizma sürekli olarak çevresiyle uyum sağlama sorunuyla karşı karşıyadır. Bu yetiye özdeşim ya da empati diyoruz. Bu yeti insanlarda olağanüstü bir biçimde gelişmiştir. Kapsamı o kadar geniştir ki ruhsal hayatın her bölgesinde bulunabilir. Varlığının başlıca şartı önsezi gerekliliğidir. Şayet belirli bir durum gerçekleşeceğinde nasıl davranmamız gerektiğine dair öngörüde bulunmaya, önceden hüküm vermeye, tahmin etmeye zorlanırsak, düşünce, hissetme ve algılama arasında bağıntı kurarak henüz gerçekleşmemiş bir durum hakkında sağlam bir yargı elde edebiliriz. Bir bakış açısı kazanmak çok önemlidir çünkü böylece yeni duruma ya daha çok çaba sarf ederek yaklaşabilir ya da daha çok önlem alarak ondan kaçınabiliriz.

Empati bir insan bir başka insanla konuştuğu anda meydana gelir. Başka bir bireyi anlamak, onunla özdeşleşmek olanaksızsa mümkün değildir. Tiyatro empatinin sanatsal olarak dışavurumudur. Empatiye dair diğer bir örnekse bir başkasının tehlikede olduğunu fark ettiğimizde ortaya çıkan tuhaf tedirginlik hissidir. Bu tip empati o kadar güçlü olabilir ki kişi kendisi için herhangi bir tehlike olmamasına karşın istemsiz savunma hareketleri sergiler. Birisi bardağını düşürdüğünde başkalarının yaptığı meşhur hareketleri hepimiz biliriz. Bowling pistinde bazı oyuncuların topun hareketlerini sanki bu yaptıklarıyla topun gidiş yönünü etkilemek istermişçesine vücutlarını oynatarak topu takip ettiklerini görebiliriz. Benzer biçimde futbol maçları esnasında tribündeki tüm insan grupları tuttukları takımın atak yönüne doğru ilerler ya da rakip takım topa sahip olduğunda hep birlikte direnirler. Motorlu araçlardaki yolcuların tehlikede olduklarını hissedince her zaman istemsizce hayali frenlere bastıkları da yaygın ifadelerdir. Çok az sayıda insan cam yıkayan birini gördükleri yüksek bir binanın önünden belli başlı kasılma ya da savunma hareketleri yapmadan geçebilir. Bir konuşmacı soğukkanlılığını yitirip artık konuşmaya devam edemediğinde dinleyiciler bunalıp tedirgin olur. Tiyatroda özellikle oyuncularla özdeşleşmekten nadiren kaçınırız. Bazen de elimizde olmadan türlü rolleri kendi aramızda oynarız. Bütün hayatımız fazlaca özdeşleşme yetisine dayanır. Şayet, bir başkasıymış gibi davranma ve hissetme yetimizin kökenini arayacak olursak bunu doğuştan gelen bir sosyal hissin varlığında bulabiliriz. Doğruyu söylemek gerekirse bu, kozmik bir his ve içimizde yaşayan tüm kozmosun bağlantılı oluşunun bir yansımasıdır. İnsanoğlu olmanın kaçınılmaz bir özelliğidir. Bize kendi bedenimizde olmayan şeylerle özdeşleşme yetisini kazandırır.

Sosyal hissin çeşitli dereceleri olduğu gibi empatinin de çeşitli dereceleri vardır. Bunlar çocuklukta bile gözlemlenebilir. Kendilerini bebeklerle sanki onlar da insanmış gibi meşgul eden çocuklar vardır. Diğer yandan, başka çocuklar ise bebeklerin içinde ne olduğunu görmekle ilgilenirler. Toplumsal ilişkileri insanlardan daha az değerli ya da cansız nesnelere yansıtarak bir bireyin gelişimi tamamen durdurulabilir. Çocuklukta gördüğümüz hayvanlara karşı işkence vakaları sosyal his ve diğer canlılarla özdeşleşme yeteneğinin tamamen eksikliği olmaksızın gerçekleşemezdi. Bu kusurun sonuçları çocukları, çok küçük değerleri olan ya da hemcinsi insan varlıkları olarak gelişimleri için önemsiz olan şeylere karşı ilgi duymaya yönlendirir. Sadece kendilerini düşünürler, diğerlerinin neşe ve kederlerine karşı tüm ilgilerini yitirirler. Bunların tümü empati yetersizliğiyle yakından ilişkili olan dışavurumlardır. Bir başkasıyla özdeşleşme yetersizliği bir bireyin hemcinsleriyle işbirliği yapmayı tamamen reddetmesine kadar ileri gidebilir.

На страницу:
4 из 5