Полная версия
İnsanı Tanıma Sanatı
VI. Hipnoz ve Telkin
Bireysel psikoloji “Bir bireyin başkasının davranışını etkilemesi nasıl mümkün olabilir?” sorusunu bu olgunun ruhsal hayatımıza eşlik eden dışavurumlardan biri olduğunu söyleyerek yanıtlar. Bütün toplumsal hayatımız bir bireyin başkasını etkileyemediği durumda imkânsız olurdu. Bu karşılıklı etki özellikle bazı durumlarda belirginleşir. Örneğin, öğretmenle öğrencisi, ebeveynler ve çocukları ya da karı koca arasındaki ilişkilerde. Sosyal hissin etkisi altında, bireyin çevresinden belirli bir derecede etkilenme isteği bulunur. Bu etkilenmeye hevesli olma derecesi, etkinin uygulandığı kişinin haklarının etkiyi uygulayan kişi tarafından dikkate alınma derecesine bağlıdır. Birinin zarar verdiği bir birey üzerinde uzun süren bir etkiye sahip olmak mümkün değildir. Kişi başka bir bireyi en iyi şekilde, kendi haklarının güvence altına alındığı ruh halinde etkileyebilir. Bu pedagojide çok önemli bir noktadır. Muhtemelen eğitimin başka bir biçimini düşünmek, hatta sürdürmek mümkündür. Ancak bu noktayı göz önünde bulunduran bir eğitim sistemi, insandaki en ilkel içgüdüyle bağlantılı olmasından, yani insan ve kozmosa bağlılık hissinden dolayı yeterli olacaktır.
Böyle bir sistem ancak kendisini kasıtlı olarak toplumun etkisinden geri çeken bir insanla ilgilendiğinde başarısız olur. Böyle bir geri çekilme kazara gerçekleşmez. Daimî bir savaş başlamış olmalıdır. Bu savaş esnasında bireyin etrafındaki bağlantıları yavaş yavaş çözülmüştür. Öyle ki artık sosyal hisse karşı açıkça muhalif bir duruş sergiler. Davranışı üzerine her türden etki artık daha da zorlaşır ya da imkânsızlaşır. Kendisini etkilemeye yönelik her bir girişime karşı muhalefet ile karşılık veren bireyin çarpıcı manzarası görülür.
Kendilerini çevresi tarafından ezilmiş hisseden çocuklar eğitimcilerinin etkisine karşı yeterince rahat hissetmezler. Yine de harici baskının o denli kuvvetli olup tüm engelleri ortadan kaldırdığı ve sonuç olarak da otoriter etkinin bireye nüfuz ettiği ve bu etkiye boyun eğildiği durumlar da gerçekleşir. Bu boyun eğmenin tüm sosyal çıkardan arındırılmış olduğunu kanıtlamak hiç de zor değildir. Bazen kendisini öyle grotesk biçimde açığa vurur ki itaatkâr bireyi hayata karşı yetersiz kılar. Bu gibi bireyler kölelere yaraşır itaatkârlıkları yüzünden bir başkasının uygun komutu olmadan herhangi bir eylemi yerine getiremez ya da düşünemez hale gelirler. Bu geniş kapsamlı itaati içinde barındıran tehlikenin büyüklüğü, yetişkin birey olduklarında bir başkasının suç işlemeyi bile içeren emirlerine uyabilecek çocukların olması gerçeğiyle ölçülebilir.
Buna dair ilginç örnekler çetelerde bulunabilir. Çetenin emirlerini yerine getirenler bu sınıfa aittirler. Diğer yandan, çetenin lideri eylemin gerçekleştiği alandan kendini genellikle uzak tutar. Çete suçuyla ilgili hemen hemen her önemli suç vakasında böyle köle ruhlu bireyler maşa olmuşlardır. Bu geniş kapsamlı körü körüne itaatkârlık öylesine inanılmaz derecede derinlere uzanır ki zaman zaman köleliklerinden gurur duyan ve bunu hırslarını tatmin etmenin bir yolu olarak gören kişilere rastlarız.
Şayet kendimizi karşılıklı etkinin normal vakalarıyla sınırlandıracak olursak, akla ve mantığa en yatkın, sosyal hisleri en az bozulmuş insanların etkilenmeye en uygun bireyler olduğunu görürüz. Bunun aksine, üstün olmaya susamış olan ve hükmetmeyi arzulayan insanlar etkilenmesi en güç olanlardır. Gözlemler bu gerçeği bize her gün göstermektedir.
Ebeveynler bir çocuktan şikâyetçi olduklarında sebep nadiren çocuğun körü körüne itaatkâr olmasıdır. En yaygın görülen şikâyet, çocuğun itaatsizliğinden kaynaklanır. İncelemeler bu gibi çocukların kendilerini çevrelerine göre üstün kılacak bir akıma kapıldıklarını göstermektedir. Kendi küçük hayatlarının kısıtlayıcı duvarlarını yıkmak için çırpınmaktadırlar. Evdeki yanlış bir muameleden dolayı eğitici etkiye erişemez hale gelirler.
Yoğun bir biçimde güç elde etme çabası kişinin eğitilebilme derecesiyle ters orantılıdır. Bu gerçekliğe rağmen, aile içi eğitimimiz çoğunlukla, çocuğun hırsının teşvik edilmesi ve zihninde görkemliliğe dair fikirlerin uyandırılmasıyla ilgilenmektedir. Bu durum düşüncesizlikten ziyade, kültürümüzün tamamının içine benzer bir görkem yanılgısının (grandiyöz delüzyon) yayılmasından kaynaklanmaktadır. Medeniyetimizde olduğu gibi ailemizde de daha büyük olan, daha iyi olan ve çevresindeki diğer bireylerin hepsinden daha ihtişamlı olan bireye büyük vurgu yapılır. Kibir hakkındaki bölümde hırsa yönelik bu eğitim yönteminin nasıl toplumsal hayata uygun olmadığını ve zihnin gelişiminin hırsın önüne çıkardığı zorluklar tarafından nasıl engellenebileceğini gösterme fırsatımız olacak.
Her medyum, çevresinin her tesirinden koşulsuz itaatkârlıklarının bir sonucu olarak etkilenen bireylerle benzer bir konumdadır. Herhangi birinin dile getirdiği her isteğe itaat etmeyi kısa bir süre hayal edin. Hipnoz benzer bir hazırlığa dayanır. Herkesin hipnotize edilme isteğine sahip olduğunu söylenebilir ya da buna inanılabilir fakat boyun eğmeye yönelik ruhsal hazır bulunma durumunun yetersiz olması söz konusu olabilir. Bir başka kişi ise bilinçli olarak karşı koyabilir ama yine de boyun eğmeye doğal olarak istekli olabilir. Hipnozda medyumun tek başına ruhsal tutumu onun davranışını belirler. Ne söylediğinin ya da neye inandığının hiçbir önemi yoktur. Bu gerçek hakkındaki karışıklık hipnozla ilgili çok fazla yanlış bilginin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Hipnozda kişi genellikle hipnoza karşı mücadele ediyor gibi görünen ancak aslında hipnoz eden kişinin taleplerine boyun eğme arzusunda olan bireylerle uğraşmaktadır. Bu hazır bulunurluğun o kadar çeşitli sınırları vardır ki hipnozun sonuçları her bireyde farklılık gösterir. Hiçbir vakada hipnotize edilecek olan kişinin hazır bulunurluk seviyesi hipnoz edecek olan kişinin isteğine bağlı değildir. Bu tamamen medyumun ruhsal tutumuyla belirlenir.
Özü itibarıyla hipnoz kısmen uykuya benzer. Gizemli yanıysa bu uykunun bir başkasının emri üzerine gerçekleşebilecek olmasıdır. Ancak emir, boyun eğmeye istekli birine verildiğinde etkilidir. Belirleyici etmenler genelde olduğu gibi, medyumun ve hipnoz edilecek kişinin doğası ve karakteridir. Ancak eleştirel yetilerini uygulamadan bir başkasının taleplerine razı olmaya istekli birisi hipnoz uykusu gerçekleştirebilir. Hipnoz, hareket yetisini motor merkezleri hipnoz edenin emirleri üzerine harekete geçirecek derecede hariç tutması bakımından sıradan uykudan çok daha fazlasıdır. Belirli bir alacakaranlık uykusu, hipnotize edilen kişinin yalnızca hipnotize edenin hatırlamasına izin verdiği şeyleri hatırlayabildiği, normal uykudan geriye kalan her şeydir. Hipnozdaki en önemli şey ruhun en güzel ürünleri olan eleştirel yetilerimizin hipnoz transı esnasında tamamen felce uğramasıdır. Hipnoz edilen denek deyim yerindeyse hipnoz edenin uzanan eli, onun emri üzerine hareket eden bir organ halini alır.
Diğerlerinin davranışını etkileme gücüne sahip olan çoğu insan bu yetiyi kendilerine olağanüstü gelen gizemli bir güce atfeder. Bu durum özellikle telepati ve hipnoz yapanların tehlikeli etkinliklerinde ciddi bir kötülüğe neden olur. Beyefendiler insanlığa karşı öyle kötü suçlar işlerler ki alçak amaçlarına uygun her türlü aracı kullanabilirler. Bu, ortaya çıkardıkları bütün dışavurumların bir dalavereye dayanıyor olması demek değildir. İnsan hayvanı ne yazık ki böyle bir teslimiyete düşmeye o kadar meyillidir ki özel güçlere sahipmiş gibi davranan herkesin tuzağına düşer. Ancak çok sayıda insan bir otoriteyi önceden sınamadan tanıma alışkanlığını edinmiştir. Halk kandırılmak ister. Her türden blöfü mantıksal bir incelemeden geçirmeden yutmak isteyecektir. Böylesi bir aktivite insanoğlunun toplumsal yaşamına hiçbir zaman bir düzen getirmeyecektir ancak sadece buna maruz kalan kişilerin nefretine tekrar ve tekrar neden olacaktır. Telepati ya da hipnoz yapan hiç kimsenin deneylerinde şansı uzun süre yaver gitmemiştir. Çoğu kez sonuna kadar kendilerini kandıran birilerine, sözüm ona bir medyuma rastlamışlardır. Bu bazen güçlerini medyumların üzerinde denemeye çalışan önemli bilim insanlarının deneyi olmuştur.
Gerçek ile sahtenin tuhaf bir biçimde birbirine karıştığı diğer durumlar da vardır. Medyum, tabiri yerindeyse, aldatılmış bir aldatandır. Kısmen hipnoz edeni kandırır fakat aynı zamanda kendini onun iradesine bağımlı kılar. Anlaşılan burada geçerli olan güç asla hipnoz edenin gücü değil, aksine daima, medyumun kendini bağımlı kılmaya ve boyun eğmeye hazır bulunmasıdır. Hipnoz edenin blöf yapma becerisinin dışında medyumu etkileyen başka hiçbir sihirli güç yoktur. Mantıklı yaşamaya alışkın, kendi kararlarını kendi veren, herhangi birinin sözlerini eleştirmeden yutmayan herkes doğal olarak hipnoz edilemez ve bu yüzden asla herhangi bir telepatik güç sergileme becerisine sahip olamaz. Hipnoz ile telepati sadece kölelere yaraşır itaatkârlığın dışavurumlarıdır.
Bu noktada telkini de hesaba katmalıyız. Telkin, izlenimlerin ve uyarıcının kategorisine dahil edildiğinde en iyi biçimde anlaşılabilir. Hiçbir insanın yalnızca arada sırada uyarılmadığı, kendiliğinden anlaşılabilir bir durumdur. Hepimiz sürekli olarak dış dünyamızda ortaya çıkan sayısız izlenimin etkisi altındayızdır. Bir uyarıcının mutlak biçimde algılanması hiçbir zaman gerçekleşmez. İzlenim bir kez hissedildiğinde etkisini uygulamaya devam eder. Bu izlenimler bir başka insanın talepleri ve ricaları biçimini aldığında, o insanın ikna etme çabalarının ya da argümanlarının telkin olduğundan bahsedebiliriz. Bu aslında telkin verilen kişide halihazırda mevcut olan bir bakış açısının ya dönüştürülmesi ya da pekiştirilmesi durumudur. Sorun her bireyin dış dünyadan gelen uyarıcılara çok çeşitli biçimlerde tepki vermesi gerçeğiyle gerçekten zorlaşmaya başlar. Kişinin etkilenme derecesi bağımsızlığıyla yakından ilişkilidir. Göz önünde bulundurmamız gereken iki tip insan vardır. Birinci tip daima diğer hemcinsinin görüşlerine fazla değer verir ve bu yüzden ister doğru olsun ister yanlış kendi görüşlerine az değer verir. Böyle bireyler telkin ya da hipnoza son derece duyarlıdırlar. İkinci tip ise her uyarıcıyı ya da telkini bir hakaret olarak görür. İşte bu tip bireyler sadece kendi görüşlerinin doğru olduğunu düşünen ve aslında bunun doğruluğuna ya da yanlışlığına gerçekten aldırmayan kişilerdir. Bir başka insandan çıkan herhangi bir görüşü umursamazlar. Her iki tip de beraberinde bir zayıflık hissi taşır. İkinci tip bu zayıflığı başka birisinden herhangi bir şeyi alamamasıyla gösterir. Bu ikinci kategorinin üyeleri her ne kadar telkinlere karşı açık olmalarıyla övünmelerine karşın genelde çok kavgacı kişilerdir. Ancak, telkine açık ve makul olmaları durumundan sırf yalıtılmış konumlarını pekiştirmek için bahsederler. Gerçekte kendilerine asla yaklaşılamaz ve onlarla bir şey yapmak çok güçtür.
Beşinci Kısım
AŞAĞILIK HİSSİ VE İTİBAR ELDE ETME ÇABASI
I. Erken Çocukluktaki Durum
Doğa tarafından üvey çocukmuş gibi davranılan çocukların, kendisine çok erken yaşlarda varlığın keyfi lütfedilen bireylere kıyasla hayata ve hemcinslerine karşı tamamen farklı bir tutum takındıkları gerçeğini artık kabul etmeliyiz. Dünyaya organ aşağılığıyla gelen çocukların çok erken bir yaşta çoğunlukla sosyal hislerinin boğulmasıyla sonuçlanan amansız bir varoluş mücadelesinin içine girdikleri temel bir yasa olarak belirtilebilir. Hemcinsleriyle uyum kurmayla ilgilendirmek yerine kendilerini sürekli olarak kendileri ve diğerleri üzerinde bıraktıkları izlenim ile meşgul ederler. Organik aşağılık için geçerli olan şey, dünyaya karşı düşmanca tavır üretme becerisi ve ekstra bir yük olarak kendisini açığa vuran sosyal ya da ekonomik sıkıntı için de geçerlidir. Belirleyici eğilim çok erken bir çağda saptanır. Böyle çocuklar hayatlarının ikinci yılı kadar erken bir dönemde, mücadeleye karşı oyun arkadaşları kadar yeterince hazırlıklı olmadıklarına dair bir duyarlılığa sıklıkla kapılırlar. Alışılmış oyunlara ve eğlencelere kalkışmada kendilerine güvenmezler. Geçmiş mahrumiyetlerinin sonucu olarak, ihmal edildiklerine dair bir hisse kapılırlar. Bu durum onların kaygılı beklentilerinde kendini belli eder. Her çocuğun hayatta aşağılık bir konumda bulunduğunu hatırlamak gerekir. Şayet ailesinin sunduğu belirli bir ölçüdeki sosyal his olmasaydı bağımsız bir varlık olarak kendini gösteremezdi. Her bir çocuğun zayıflığı ve acizliği görüldüğünde, her hayatın başlangıcının az ya da çok derin bir aşağılık hissiyle dolu olduğu anlaşılır. Er ya da geç her çocuk varoluşun zorluklarıyla tek elle mücadele edemeyeceğinin farkına varır. Bu aşağılık hissi her türlü çocuksu çabanın başlangıç noktası ve itici gücüdür. Bu, bireysel olarak çocuğun hayatta nasıl huzur ve güvenliği edindiğini, varlığının yegâne amacını belirler ve bu amaca giden yolu hazırlar.
Bir çocuğun eğitilebilir olmasının temeli, organik olanaklarıyla yakından ilintili olan bu tuhaf durumda yatar. Eğitilebilir olma durumu iki etmenle yok edilebilir. Bu etmenlerden biri abartılmış, yoğun ve kararsız bir aşağılık hissidir. İkincisi ise sadece emniyet, huzur ve sosyal denge gerektirmekle kalmayıp, ayrıca, çevresinin üzerinde güç gösterme çabasını yani bireyin hemcinsleri üzerinde egemenlik kurma hedefini gerektirir. Böyle bir hedefi olan çocuklar daima kolayca fark edilirler. “Problem” çocuk olurlar çünkü her deneyimi bir yenilgi olarak yorumlarlar ve kendilerini daima hem doğa hem de insanlar tarafından ihmal edilmiş ve farklı tutulmuş olarak görürler. Bir çocuğun hayatında hangi mecburi ihtiyaçla çarpık, yetersiz, hata dolu bir gelişme gerçekleşebileceğinin tüm etmenlerini göz önünde bulundurmak gerekir. Her çocuk hatalı bir gelişim tehlikesi geçirir. Her çocuk günün birinde kendisini tehlikeli olan bir durumda bulur.
Her çocuk yetişkinlere ait bir ortamda yetişmek zorunda olduğundan dolayı kendisini zayıf, küçük, tek başına yaşamaktan aciz olarak görmeye meyillidir. Birinin hatasız, yanlışsız ya da beceriksiz bir biçimde yapabileceğini düşündüğü basit görevleri yapmada kendisine güvenmez. Eğitimdeki hatalarımızın çoğu bu noktada başlar. Çocuğun yapabileceğinden daha fazlasını talep ederek onun çaresizliği düşüncesi yüzüne çarpılır. Hatta bazı çocukların önemsizliklerini ve çaresizliklerini bilinçli olarak hissetmeleri sağlanır. Başka çocuklar ise oyuncak, canlı oyuncak bebekler olarak görülür. Diğerlerine ise dikkatlice gözlenmesi gereken değerli özel eşyalar gibi davranılır. Diğer yandan, bazılarının da işe yaramaz insan eşyaları gibi hissetmeleri sağlanır. Ebeveynlerin ve yetişkinlerin bu gibi tavırlarının birleşimi, çoğunlukla, çocuğun kendi gücünde sadece iki şeyin olduğuna inanmasına neden olur: ebeveynlerin memnuniyeti ya da memnuniyetsizliği. Ebeveynler tarafından ortaya çıkarılan aşağılık hissi tipi medeniyetimize has bazı tuhaf özelliklerle daha da şiddetlenebilir. Çocukları ciddiye almama alışkanlığı bu kategoriye aittir. Çocuk, neticede, hakları olmayan önemsiz biri olduğu, görülmesi gereken ancak duyulmayan birisi olduğu, hürmetkâr, sessiz ve benzeri özelliklerinin olması gerektiği izlenimini edinir.
Sayısız çocuk sürekli olarak kendisine gülünme korkusuyla büyür. Çocuklarla dalga geçmek neredeyse bir suç işlemek gibidir. Çocuğun ruhu üzerindeki etkisini kaybetmez ve yetişkinliğinin alışkanlıklarıyla eylemlerine aktarılır. Çocukken kendisine sürekli gülünmüş olan bir yetişkin kolayca fark edilir. Tekrar kendisiyle alay edilme korkusundan kendisini bir türlü kurtaramaz. Çocukları ciddiye almama konusunun bir başka yönü ise çocuklara düpedüz yalan söyleme alışkanlığıdır. Bunun sonucunda çocuk sadece yakın çevresinden şüphe duymakla kalmaz ayrıca hayatın gerçekliğini ve ciddiyetini sorgulamaya başlar.
Görünüşte hiçbir neden yokken okulda sürekli gülen çocuklara dair kaydedilmiş vakalar bulunmaktadır. Bu çocuklara neden güldükleri sorulduğunda okulun ebeveynlerinin şakalarından biri olduğu ve ciddiye alınmaya değmediğini düşündüklerini itiraf etmişlerdir.
II. Aşağılık Hissinin Telafi Edilmesi: İtibar ve Üstünlük Elde Etme Çabası
Bir bireyin varoluşunun hedefini belirleyen aşağılık, yetersizlik ve güvensizlik hissidir. İlgi odağı olmaya çalışma, ebeveynlerin ilgisini zorlama eğilimi hayatın ilk günlerinde kendini hissettirir. İşte burada, itibar arzusunun uyanışına dair ilk göstergeler bulunmaktadır. Bu arzu kendisini aşağılık duygusunun etkisi ile eş zamanlı olarak geliştirir. Amacı, bireyin çevresine karşı görünüşte üstün olduğu bir hedefin gerçekleştirilmesidir.
Sosyal hissin derecesi ve niteliği üstünlük hedefinin belirlenmesine yardımcı olur. İster bir çocuk isterse yetişkin olsun, hiçbir bireyi bireysel üstünlüğünün hedefi ve sosyal hissinin niceliği arasında bir karşılaştırma yapmadan yargılayamayız. Kişinin hedefi öylesine tesis edilmiştir ki bu hedefin elde edilmesi ya bir üstünlük hissinin olasılığını ya da kişiliğinin hayatın yaşamaya değer görünecek derecede yücelmesini önceden haber verir. Duygularımıza değer katan, duyarlılıklarımızı birbiriyle ilişkilendirip eş güdümlü hale getiren, hayal gücümüzü biçimlendiren ve yaratıcı güçlerimizi yönlendiren, neyi hatırlayıp neyi unutmamamız gerektiğini belirleyen işte bu hedeftir. Duyguların, duyarlılıkların, duygulanımların ve hayal gücünün değerlerinin mutlak nitelikler olmadığında bile nasıl birbirleri ile bağıntılı olduklarının farkına varabiliriz. Ruhsal etkinliğimizin bu unsurları kesin bir hedefe ulaşma çabasından etkilenir. İlk algılarımız bu hedef sayesinde belirlenir ve tabiri yerindeyse, kişiliğin peşinde koştuğu nihai hedefte gizli bir ipucuyla seçilirler.
Kendimizi suni olarak yarattığımız sabit bir hedefe göre yönlendiririz. Gerçekte bu hedef yoktur, bir kurgudan ibarettir. Bu varsayım ruhsal hayatımızın yetersizliği yüzünden kaçınılmazdır. Bu aslında gerçekte var olmayan ancak oldukça kullanışlı olan meridyenlerle yeryüzünün bölünmesi varsayımı gibi başka bilim dallarında kullanılan diğer kurgulara çok benzerdir. Tüm ruhsal kurguların durumunda şununla yetinmek zorundayız: Her ne kadar detaylı gözlemler bizi gerçekte var olmadığını kabul etmeye zorlasa da sabit bir hedefin var olduğunu farz ederiz. Bu varsayımın amacı kendimizi var oluşun kaosuna basitçe alıştırmaktır. Böylece göreceli değerler hakkında belirli bir özalgıya ulaşabiliriz. Bu durumun avantajı her duyguyu ve her duyarlılığı bir kez edindiğimizde bu belirlenmiş hedefe göre sınıflandırabilmemizdir.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
1
Almancadan İngilizceye çeviren çevirmenin notu: “Gemeinschaftsgefühl” sözcüğü kitap boyunca “sosyal his” olarak çevrilmiştir. Ancak ”Gemeinschaftsgefühl” ayrıca insan dayanışması, kozmik bir ilişkide insanın insana bağlanmışlığı anlamına da gelmektedir. Bu yüzden “sosyal his”sin geçtiği her ifadede “insan topluluğundaki birliktelik hissi”nin sunduğu daha geniş bir anlam akla gelmelidir.
2
Burada biseksüellikle kastedilen, erkek ve kadının iki ayrı cinsiyet olarak var olması durumudur. Cinsel bir yönelimi ifade eden bugünkü anlamıyla kullanılmamaktadır. (y.h.n.)