
Полная версия
Mısır'ın Kutsal Kedisi
Her bölüğün kendine ait bir bayrağı vardı; bu bayrakların hepsi dini karakterde olup tanrıları için kutsal olan hayvanları, kutsal kayıkları, sembolik araçları ya da kral, kraliçe isimlerini temsil ediyordu. Bunlar metalden yapılıyordu ve mızrak ya da değneklerin uçlarında duruyordu. Bayrak taşıyanların hepsi mertliklerini kanıtlamış olan subaylardı. Ordunun arkasından devasa bir yük kervanı geliyordu, bu kervan alana varır varmaz kral ve üst düzey subayların çadırları kuruldu.
“Bu ne kalabalık böyle!” dedi Jethro Amuba’ya, saraya vardığında zırhını giyip genç prense surlara kadar eşlik etmişti. “Sanki ordu değil de koca bir ulus gelmiş. Şimdi bakınca dün yenilmemize değil de onca zaman direnmemize, bu kadar insanın savaştan kaçabilmesine şaşırıyorum.”
“Gerçekten de olağanüstü Jethro. Şu upuzun sıra olmuş savaş arabalarının askerlerle aynı sırada ilerleyişine bir bak. Neyse ki artık durmaları gerekiyor. Diğerlerine gelince, sayıları ne kadar fazla olursa olsun surlarımızın karşısında ellerinden bir şey gelmez. Ovalara dikebilecekleri hiçbir kule onları bu duvarların üzerine çıkaramaz, kayalıklar ise o kadar dik ki tırmanabilecekleri çok az yer var.”
“Surları aşmaları imkânsız görünüyor prensim ama biz yine de çok emin olmayalım. Güçlü olduğunu sanan birçok kentin Mısırlılar tarafından ele geçirildiğini biliyoruz, bu yüzden en cüretkâr girişimlere bile hazırlıklı olmalıyız. Kapılar halihazırda kilitlendi, üstlerine de o kadar büyük kayalar yığıldı ki şu an surların en sağlam yerleri o kısımlar; bu kapılara çıkan yolların keresteyle döşenen kısımları yakıldı, tırmanmak dışında kapılara da diğer giriş noktalarına da ulaşabilecekleri bir yol yok artık. Binlerce büyükbaş hayvan ve bol su kaynaklarıyla birlikte çevredeki bütün bölgelerden toplanan hasadın tamamı getirildiği için hemen hemen bir yıl yetecek kadar erzakımız var.”
“Evet, hazırlıkların yapıldığını duydum Jethro; Mısırlıların ilk saldırısına direnebilirsek hiç kuşkusuz onlardan daha fazla dayanırız çünkü o kadar devasa bir orduya erzak temin etmek onlar için çok zor olacak. Sence hangi taraftan saldırırlar? Şahsen başarı ihtimali olan hiçbir yol göremiyorum.”
“Bunu ben bilemem. Şehirlerimizin bizim ve çevre halkların gözünde ele geçirilemez olduğunu biliyoruz. Ama Mısırlılar her türlü savaş hilesine hâkimdir. Bugüne kadar birçok şehri kuşatıp ele geçirdiler, bizim bilmediğimiz bir sürü yol yöntem bildiklerine şüphe yok. Fakat ne olacağını yarın göreceğiz. Bugün bir saldırı girişimi olmaz. Komutanlarının önce surlarımızı inceleyip saldırıyı nereden yapacaklarına karar vermeleri gerek, böylesi bir taarruza kalkışmadan önce de ordu en az bir gün dinlenecektir.”
Öğleden sonra bir alay dolusu savaş arabası büyük platonun etrafındaki deniz kıyısından ilerlemeye başlayıp tekrar deniz kıyısına döndü, ardından okçuların menzilinin biraz ötesinde surların çevresini dolaştı.
“Mısırlı okçuların birazı bile bizde olsaydı küstah Mısır kralı bu kadar yakına gelmeye cüret edemezdi,” dedi Jethro. “Böylesine kuvvetli ok atabilmeleri olağanüstü. Oklarının menzili bizimkilerin tam tamına iki katı, güçleri ise en sağlam kalkanları, metalle güçlendirilenleri bile delip geçmeye yeter. Kendi gözümle görmesem bizimle aynı cüsseye, aynı kuvvete sahip adamların oklarını bu kadar güçlü bir şekilde atabilmesinin imkânsız olduğunu düşünürdüm. Bizim okçularımızdan daha farklı bir açıyla duruyorlar ve ok saplarını bizimkilerden tam otuz santim daha uzun olmasına rağmen başlarına kadar çekiyorlar. Mısırlılarla karşılaşana kadar kendimi iyi bir okçu sanırdım, şimdi ise hayal bile edemeyeceği kadar güçlü beceriler sergileyen yetişkin bir adamı izleyen bir çocuk gibi hissediyorum.”
Akşam olduğunda büyük meclis toplandı. Ordunun tüm üst düzey subayları, rahipler, kraliyet meclis üyeleri ve devlet büyükleri oradaydı. Görüşmenin ardından içinde bulundukları bu kriz ânında merhum kralın halefini seçmekle ilgili atılacak adımların ertelenmesinin doğru olacağına, ancak kuşatma süresince mutlak yetkinin Amusis’e atanması gerektiğine karar verdiler. Amuba da annesiyle birlikte meclisteydi ancak ikisi de verilen kararlara karışmadı. Aksine toplantı başladığında Amuba ve annesi adına meclisin verdiği karara rıza gösterip riayet edeceklerine ve kraliçenin de oğlunun da devletin başında böyle korkunç bir tehlike kol gezerken yetkinin, çoğunluğun böylesi bir durumda idareyi devralmaya en uygun olarak seçtiği kişinin eline bırakılmasını istediklerine dair bir beyanda bulunuldu.
O gece kralın naaşı büyük bir odun yığınında yakıldı. Başka bir zaman olsa bu tören şehre yaklaşık beş mil uzaklıkta, denize bakan dağlık dar bir burunda yapılırdı. Burada önceki hükümdarlar toplanan insan kalabalığının önünde yakılmış, devasa toprak yığınlarının altına gömülmüştü. Rahipler çok uzun zaman önce burayı krallığın en kutsal yeri olarak duyurmuş, bu kutsal alana ayak basma cüretini gösteren kim olursa, tanrıların gazabının üzerinde olacağını söylemişti. Fakat şimdi kralın küllerini atalarının yanına bırakmak mümkün değildi, bu yüzden tören kraliyet sınırları içinde düzenlendi ve yalnızca görevli rahip, kralın karısı ve oğlu katıldı. Tören bittiğinde küller toplanıp küçük bir tabuta konuldu, bu tabut güzel günler geri geldiğinde tüm halkın gözü önünde dağlık burundaki kutsal alana gömülecekti.
Ertesi gün, sabahın ilk saatlerinde surlardaki muhafızların borazanı tüm birlikleri savaşa çağırdı. Amuba yerine vardığı anda Mısır ordusunun şehre doğru yürüdüğünü gördü. Ok menziline girdiklerinde cephede bulunan okçular surlardaki muhafızlara ateş açtı. Fakat attıkları okların birçoğu surlara ulaşamadı, kuşatma altındaki ordunun attığı oklar ise düşmana isabet ediyordu. Mısırlı okçular bu yüzden az bir mesafeden geri çekildi, safları sıklaştıran çok sayıda asker hücuma geçip dağınık bir şekilde kayalıkların eteğine koşturdular, burada surlardan atılan oklardan korundular.
“Şimdi ne yapacaklar acaba?” diye bağırdı Amuba yayını indirirken.
Jethro kafa salladı.
“Bir planları var,” dedi. “Çok geçmeden öğreneceğiz. Dinleyin.”
Yoğun kalabalığın çıkardığı gürültüye rağmen bir süre sonra çeliği döven çok sayıda çekicinkine benzer keskin ve metalik bir ses duyulmaya başladı.
“Herhalde kayalıkları kazmayı düşünmüyorlardır!” diye bağırdı Amuba. “Bütün Mısır halkı burada olsa bile çok ağır bir iş bu.”
“Mümkün değil,” diye onayladı Jethro, “ama başka ne niyetleri olabilir, bilmiyorum.”
Bir saat geçmedi ki, gizem çözüldü. Mısır kralının konumlandığı ve tüm hattı kontrol ettiği alanda duyulan gürültülü bir borazan sesiyle beraber surların eteğindeki kayalığın sırtında çok sayıda kafa göründü. Mısırlılar sivri uçlu demirlerle kayalıktaki çatlakların içini oymakla meşguldü. Oyulan ilk çatlakta durup birbirlerini bir metre yukarı çıkardılar ve bir grup asker kayalığın önüne tırmanana kadar bu işleme devam ettiler. Askerler aşağı halat sarkıtıp en dik yerlere merdiven dayadılar. Tırmananlara yardımcı olmak için çok sayıda halat sallandırdılar, tepeden ilk görünen askerlerin ardından diğerleri akın akın takip etti, sonunda en fazla birkaç metre genişliğindeki çıkıntılar bile askerlerle dolmuştu.
Şimdi merdivenleri kaldırıp surlara dayayan Mısırlılar bir güruh halinde surlara tırmanıyordu ancak Rebulular da bu saldırıya karşı hazırlıklıydı; kaya, kalas parçası, ok, cirit ve atılabilecek her şey Mısırlıların üzerine yağdı. Üzerindeki çok sayıda adama rağmen merdivenlerin birçoğu muhafızlar tarafından itildi ve kayalığın sırtından aşağıdaki ovaya düşüp parçalandı. Rebulular bu cüretkâr saldırı karşısında yaşadıkları şaşkınlığı üstlerinden atamadan Mısırlılar bazı yerlerde surları aşmayı başardılar ama Rebulular kendilerine gelir gelmez Mısırlılara öyle bir öfkeyle saldırdı ki düşman her seferinde ya çatışma sırasında katledildi ya da siperlerden aşağı düştü.
Mısırlılar saatlerce uğraşmaya devam ettiler ama dişe dokunur bir başarı sağlayamadan çok sayıda adam kaybedince borazan sesiyle geri çekilmeleri emredildi.
“Çok ciddi bir saldırı olmadı Jethro,” dedi Amuba alnındaki teri silerken; bu sırada devasa kayaları ve kalas parçalarını kaldırıp taşımada yardımcı olacak askerleri cesaretlendirmişti.
“Bu şartlar altında onları geri püskürtmek zor olmadı,” dedi Jethro; “ama saldırma biçimleri gerçekten de şaşırtıcıydı, çok da yiğitçe savaştılar. Göreceksin, bir sonraki sefer bundan ders çıkarmış olarak dönecekler, bizim de alt etmemiz gereken yeni bir numaraları olacak. Kayalıkları tırmanmanın bir yolunu bulduklarına göre, bize artık dinlenmek yok.”
Savaş akşama kadar başlamadı, karanlık çöktüğünde ise çok sayıda Mısır askeri yeniden kayalıkları tırmanmaya başladı. Öncesinde olduğu gibi Rebulular, Mısırlıları ok yağmuruna tuttu ama bu sefer yalnızca surların eteğine yakın bir yerde durmaya yetecek kadar Mısır askeri tırmandı, burada yukarıdan gelen oklardan büyük oranda korunuyorlardı. Karanlık bir geceydi, tüm bu süre boyunca Rebulular ara sıra duydukları sesler yüzünden hep orada olduklarını bildikleri görünmez düşmanlarını ok yağmuruna tutmaya devam ettiler.
Şafakla birlikte Rebu askerleri surlarının eteğinde ne olup bittiğini gördüklerinde şaşkınlık ve dehşet içinde bir feryat kopardılar. Mısırlılar kuşatma girişimiyle uğraşanlar için sığınak yapımında kullanılmak üzere yanlarında getirdikleri çok sayıda keresteyi gece boyunca halatlarla yukarı taşımışlardı. Kerestelerin hepsi kesilmiş ve birbirine uyacak şekilde hazırlanmıştı, böylece karanlıkta bile kolayca birbirine geçirilmişti. Bunun üzerine kuşatma altındaki Rebulular etraflarına baktıklarında kırk elli tane sığınağın, surlarının eteğine dikilmiş olduğunu gördüler. Bu sığınaklar öyle inşa edilmişti ki birer sundurma gibi aşağı doğru uzanıyordu ve üstleri sıkı bir şekilde hayvan postuyla örtülüydü.
Etrafı sarılmış askerlerin çok geçmeden fark ettiği üzere bu yapılar o kadar sağlamdı ki üstlerine attıkları kalas parçaları ve ağır kayalar sadece sekip ovaya düşmüştü. Mısırlılar birbirine tutturdukları merdivenleri her bir sığınağı birbirine bağlayıp aşağıdaki ovaya uzanacak şekilde sabitlemişlerdi, böylece sığınak yapımıyla uğraşan askerler gerektiğinde dinlenip diğerlerinden yardım alabilmişti.
Rebulular boşuna onca oku fırlatmış, hazırda beklettikleri kazanlarca kaynar yağı boşuna boca etmişti. Hayvan postunun gücü kaynar yağınkini geçmişti, üst üste atılmış hayvan postları yağın alttakilere geçmesine engel olmuştu.
“Düşmanlarımız sahiden de tüyler ürpertici prensim,” dedi Jethro. “Yeni yol ve yöntemlerle karşılaşabileceğimizi söylemiştim size ama kuşatmanın başladığı günün hemen ertesi günü elimizdeki savunma hamlelerinin tüm zorluklarını aşıp surlarımızın eteğinde kendilerini güvene alabileceklerini hiç düşünmemiştim.”
“Peki, ne yapacağız Jethro? Bu sığınaklarda çalışan askerler surların etrafındaki kayaları kolayca yerinden çıkarıp, sonra da hiç zorluk çekmeden arkasındaki toprak dolguyu delip geçebilirler.”
“Durum ciddi,” diye onayladı Jethro; “ama şimdilik paniğe kapılmamız için bir sebep yok. Birliklerimizin büyük kısmı surların arkasında toplanacak, Mısırlılar içeri girmenin bir yolunu bulursa açtıkları deliklere akın edeceğiz; yavaş yavaş toparlanmak zorunda kalacakları için de hepsini uçurumun kenarından aşağı fırlatabiliriz. Benim korktuğum bu değil.”
“Peki, neden korkuyorsun Jethro?”
“Korkuyorum prensim çünkü neden korkmam gerektiğini bilmiyorum. Böyle bir savaşta Mısırlılara kıyasla çocuk gibiyiz. Yaptığımız bütün hesapları çoktan alaşağı ettiler, beni asıl korkutan bir sonraki hamlelerinin ne olduğunu bilmemek. Surları kazarak geçerlerse üzerlerine atılıp haklarından geleceğimizi bizim kadar onlar da iyi biliyor olmalı.”
“Belki de surları alaşağı etmek için sağdan soldan kazmayı planlıyorlardır, böylece surların büyük bölümü çökünce gedik açmış olacaklar.”
Jethro kafasını iki yana salladı.
“Bu Mısırlıların sığınaklarını yok edip işçilerini toprak altına gömer, surlar çökmeden önce geri çekilmeyi başarsalar bile bundan bir şey elde edemezler. Aslına bakılırsa keşke surlarımızı kendimiz yıkabilsek; bu şekilde toprak ve kaya yığınları tam da kayalığın kenarından kalkar, Mısırlılar da tek seferde yalnızca ufak gruplar halinde tırmanabildikleri için hiç zorluk çekmeden hepsini öldürebiliriz. Ustalarımızın şehri yüksek surlarla çevreleyerek bir hata yaptıklarını şimdi anlıyorum, çevredeki bütün uçurumların kenarına yalnızca birer göğüs siperi çekilse daha iyi olurmuş. Bakın, Amusis geliyor, bir de onun fikrini dinleyelim.”
Amusis’in kıpkırmızı olmuş yüzünde endişeli bir hal vardı ama prensi gördüğünde kayıtsız bir ifade takındı.
“Mısırlılar surlarımızın içinden tünel kazarak geçecek,” dedi, “ama bu tarafa ulaştıklarında onları sıçanlar gibi geldikleri çukurdan geri göndereceğiz. Sence de öyle değil mi Jethro?”
“Bilmiyorum,” dedi Jethro ciddiyetle. “Sizin de dediğiniz gibi eğer surlarımızı kazarak gelirlerse onları mutlaka geldikleri çukurdan geri göndeririz ama bunu yapmayı planladıklarını sanmıyorum.”
“Sence planları ne?” diye sordu Amusis kabaca.
“Hiçbir fikrim yok Amusis. Keşke bilebilseydim ama tüm bu zahmete boşuna katlanmadıklarından gayet eminim.”
III
Tutsak
Mısırlılar surları delip geçse ya da surların altını kazıp onları devirse bile Rebulular bu saldırıları geri püskürtebileceklerinden o kadar eminlerdi ki surların eteğine inşa edilen kulübeleri neredeyse hiç dikkate almadılar, yalnızca surların arkasına güçlü bir asker topluluğu yerleştirilmişti ve bunların yarısı Mısırlıların surların altını kazarak ilerlemesi halinde onları püskürtmeye hazır bir şekilde her daim silahlı olarak bekliyordu. Bu özgüven onların sonu oldu. Mısırlılar kazı işlerine tamamıyla hâkimdi ve surları delip geçtikleri takdirde Rebuluların anında ufak kazı ekibini alt edebileceklerinin farkındaydılar, bu yüzden toprak setin büyük kısmını deldikten sonra sağa sola ilerleyerek oldukça geniş bir çukur oluşturdular ve gece olduğunda kiriş ve kalaslarla destekledikleri çatıyı çektiler.
Kazı işleminde görev alanların sayısı kendilerine hızla yer açıldıkça arttı; Rebulular ise her bir korunaklı alanda en fazla bir düzine adamın çalıştığını düşünürken bir gün sonra toprak setin tam ortasında, her bir bölgede tam tamına iki yüz adam çalışıyordu. Mısır kralı astsubayına üçüncü günün sonunda şehrin ele geçirilmesi için her şeyin hazır edilmesini emretmişti.
Her gece işçi sayısı artıyor, kazı işlemleri gittikçe ilerliyordu. Çalışma sırasında hiç kazma kullanmıyor, toprağı geniş hançerlerle parçalıyorlardı. İşçilerin tamamen sessiz olması yasaktı, böylece çıkan gürültü yüzünden ne kadar yaklaştıklarını sur muhafızları anlayamadan kazı işlemini yüzeye yakın bir şekilde sürdürebiliyorlardı. İç yüzeyle aralarındaki mesafeyi geceleyin mızrakla toprağı delerek öğreniyorlardı. Üçüncü günün sonunda kazı çalışmaları o kadar ilerlemişti ki geriye otuz, otuz beş santimetrelik bir toprak yığını kalmıştı, bunun da kirişlerin desteklediği bir kereste kaplaması yardımıyla dışarıdan baskı yapılarak çökertilmesinin önüne geçilmişti. Böylece Mısırlılar yirmi farklı noktadan hiçbir şeyden haberi olmayan muhafızların arasına dalmaya hazır vaziyete geldiler.
Karanlık çöker çökmez saldırı hazırlıkları başladı. Çok sayıda yüksek ve geniş merdivenin yanı sıra muazzam uzunlukta bir sürü iskele hazırlandı. Merdivenler kayalığın eteğine sessizce yerleştirildi ve daha surlardakiler tehlike çanlarını çalamadan çok sayıda Mısırlı surlara tırmandı. Çok geçmeden çukurların hepsi Mısır askerleriyle doldu. Mısır ordusu artık naralar atarak saldırıya geçmişti. Binlerce adamın uğraşıyla devasa iskeleler taşınıp kayalıklara yaslanıyordu.
Kuşatma altındaki Rebulular bunun üzerine surları korumak için koşuşturuyor, merdiven ve iskelelerden tırmanmaya çalışan Mısırlıların üzerine atabilecekleri her türlü şeyi yağdırıyordu. Kimse surların eteğinde uzanan küçük sığınaklardan herhangi bir tehlike gelebileceğini düşünememişti, ayrıca o kadar çok gürültü vardı ki kalan toprak yığınının kazıldığını hiç duymamışlardı. Bu noktaları özellikle takip etmeleri emredilen birlikler surlardaki silah arkadaşlarına katılmıştı, böylece hiçbiri yirmi farklı noktadaki toprak setten akın akın çıkmaya başlamış olan bir dizi karanlık sureti fark etmemişti.
Sonunda üstlerine yağan ok yağmurunun altında bocaladığı görülen Mısırlıların karşısında umutları artan kuşatma altındaki Rebulular, arkalarından gelen borazan sesiyle irkildiler, bu sesi anında birçok farklı noktadan gelen sesler takip etti. Korku dolu çığlıklarla surların arkasına koşturan Rebulular çok sayıda esmer askerin düzenli bir sırada içeri yığılmış olduğunu gördüler ve bir ok yağmuruna tutuldular. Bir anlığına da olsa tereddüt etmeyen Rebulular nasıl olduğunu anlayamadıkları şekilde kalelerine adım atmayı başarmış olan düşmanlarına saldırmak için atıldılar. Fakat Mısırlıların her bir bölüğü dört yüz kişilik güçteki seçilmiş birliklerden oluşuyordu, bunlar da Rebuluların dağınık saldırılarını bir müddet kolayca püskürttü.
Amusis ve diğer Rebulu liderler adamlarını sağlam bir düzene sokmaya çalıştı çünkü ancak bu şekilde Mısırlı birlikleri dağıtma umutları olabilirdi ama etrafta feci bir kargaşa hâkimdi. Bu esnada dışarıda bulunan Mısırlılar içeride yürütülen saldırının yarattığı dikkat dağınıklığından istifade edip surlara çok sayıda merdiven ve iskele yığdılar. Bazıları peşlerinden sürükledikleri merdivenleri surlara dayarken bazıları da kazılan geçitlerden içeri akın etti ve yeterli kalabalığa eriştikleri anda arkadan toprak setlere tırmanıp hâlâ surları koruyan Rebuluların üzerine atladı.
Rebulu erkekler muazzam bir mertlikle savaştı ama gafil avlandıkları bu baskında, arkalarında toplanan çok sayıda Mısırlı destek gücünün surların içinden ve üzerinden sürekli bastırması yüzünden kalelerini kurtarmaları imkânsız hale geldi; bu kargaşa ve karanlığın içinde ise dostu düşmandan ayırt edemez oldular. Birçok tabur ve bölük telaşla birbirine karıştı, liderlerinin ve subaylarının emirleri ise o gürültünün içinde duyulmaz olmuştu.
Mısırlıların tarafında ise her şey dikkatlice planlanmıştı. İçeri girmiş olan ilk bölüklerden biri sessizce surların eteğine doğru ilerlemiş, kale kapılarından birindeki muhafızların üzerine aniden atılana kadar da kimse tarafından fark edilmemişti. Bu kapıyı ele geçirdikleri anda devasa bir ateş yaktılar, kiriş ve kalas taşıyan astsubayların öncülük ettiği muazzam büyüklükte bir Mısır birliği harekete geçti. Arabaların geçtiği yol boyunca karşılaşılan çukurlar, köprüler yardımıyla aşıldı ve Rebulular daha kale kapısını ele geçiren askerleri uzaklaştıramadan Mısırlılar kapıya akın etti. Her geçen dakika yaşanan karmaşa daha da büyüyordu. Sanki ayak bastıkları yerden düşman bitiyormuş gibi geliyordu Rebululara, kaybettikleri topraklarını geri alma ümitleri de kesilince dağılmaya başladılar; bazıları evlerine, bazıları da Mısırlılar artık kentin üç tarafından da bastırdığı için gidebilecekleri tek yön olan şehrin denize bakan tarafına doğru kaçtı. Kumsalda uzanan kayıklar hızla firarilerle dolup kıyıdan ayrıldı, daha sonra kumsala varanlar ise kaçmak için ortada hiçbir kayık kalmadığını gördü. Kimi zırhlarını çıkarıp evlerine giderken kimi de Mısırlılarla yüzleşip savaşarak ölmek için savaş alanına geri döndü.
Çatışma birkaç saat sonra sona erdi çünkü Mısırlılar da karanlıkta şaşkına dönmüştü, birçok tabur gözü dönmüş bir şekilde birbiriyle çarpışıyor, sonradan bu taburların aynı tarafta oldukları anlaşılıyordu. Surlara en yakın yerlerde bulunan çok sayıda ev ateşe verilerek etraf aydınlatıldı ama Mısırlılar aydınlık bölgelerin ötesine geçtiği anda öfkeli Rebuluların saldırısına uğradılar, sonunda borazan sesiyle birliklere gün ağarana kadar ele geçirdikleri yerlerde kalma emri verildi.
Sabah olur olmaz kalabalık bir kadın topluluğunun kent merkezinden geldiği görüldü. Mısırlıların yanına yaklaştıklarında kendilerini yerlere atıp merhamet için ağlaşıp yakardılar. Bir süre bekledikten sonra birkaç Mısırlı subay öne çıkıp bir grup kadına kralın huzuruna çıkmak üzere kendilerini takip etmelerini emretti. Thutmose kale kapısından şehre giren birlikle gelmişti ama bu karmaşanın içinde belki de kendi askerleri tarafından atılan bir okla öldürülebileceğinden kendini riske atmaması için yalvaran subaylarına uyup ovaya çekilmiş, şehrin işgaline katılmak için yeni dönmüştü.
Rebulu kadınlar üst üste ölü bedenlerle kaplı yollardan geçirilerek kralın huzuruna çıkarıldı. Şehri savunanların neredeyse yarısı ölmüştü, Mısırlıların da bir o kadar kayıpları vardı. Kadınlar yüce hükümdarın önünde yüzüstü yere kapaklanıp kendileri, çocukları ve şehrin geride kalan erkekleri için merhamet dilediler.
Thutmose halinden pek memnundu. Ele geçirilemez olarak bilinen bir şehri fethetmiş, atalarını yenilgiye uğratan halkı alt etmiş, kendi şanını ve Mısır ordusunun şöhretini yüceltmişti. Mısırlılar merhametli insanlardı. Dinlerinde insan kurban etmek yoktu, savaşlarda esir aldıkları insanları ise soğukkanlılıkla katlettikleri hiç görülmemişti. İnsan hayatı Mısır’da diğer antik uygarlıklarda olduğundan çok daha büyük bir öneme sahipti ve tüm yasaları merhamet odaklı bir tutum sergilemeye yatkındı.
Kadınların söyledikleri bir tercüman yardımıyla krala iletildi.
“Direniş tamamen bitti mi?” diye sordu kral. “Bütün erkekler silahlarını bıraktı mı?”
Kadınlar feryat figan şehirde bir tane bile silahlı erkek kalmadığını, tüm cephanelerin gece toplatılıp sarayın girişindeki açık alana yığıldığını söylediler.
“O halde ben de hayatlarını bağışlıyorum,” dedi kral cana yakın bir şekilde. “Korkaklarla savaştığımda onlara hiç merhamet göstermem çünkü cesur davranmayan erkeklerin yaşamaya hakkı yoktur ama gerçek erkeklerle savaştığımda onlara gerçek birer erkek gibi davranırım. Rebulular yürekli insanlar ama çakal aslanla ne kadar dövüşebilirse Rebulular da Mısır’ın kudretine o kadar direnebildi. Savaş alanında yiğitçe dövüşüp surlarını yiğitçe korudular, bu sebeple erkek, kadın, çocuk, şehirdeki herkesin canını bağışlıyorum. Kralınız nerede?”
“Dört gün önce savaş alanında öldü,” dedi kadınlar.
“Peki ya kraliçeniz?”
“Dün gece zehir içerek şehrin işgalini görmektense kocasına katılmayı seçti.”
Thutmose şehrin bütün sakinlerinin ovaya çıkarılıp gözetim altında tutulmasını emretti. Bunun üzerine kent baştan aşağı arandı ve değerli her şey toplatıldı. Kral, tapınak törenleri için bir miktar altın tas bıraktı, bir kısmını kendine ayırıp diğerlerini komutanlarına sunduktan sonra geri kalanların birliklere dağıtılmasını emretti. Daha sonra üst sınıftan elli genç erkek, elli genç kız, toplam yüz esirin Mısır’a köle olarak götürülmek üzere seçilmesini emredip Rebuluların gelecekte ödeyecekleri haracı belirledi. Tüm bunlardan sonra ordu şehirden çekildi ve halkın şehre geri dönmesine izin verildi.
Ertesi gün diğer Rebu kentlerinden ulaklar geldi. Ele geçirilemez olduğuna inanılan başkentin bu kadar kısa süren bir kuşatmanın ardından çökmesi herkesi dehşete düşürmüştü, ulaklar da krala sunmak üzere adaklar getirip kendileri için hazırladığı her türlü haracı ödeyeceklerine dair söz verdiler.
Başarısından oldukça memnun kalan ve neredeyse iki yıldır uzak kaldığı Mısır’a bir an önce geri dönmek isteyen kral birçok temsilciye iyi niyetli bir şekilde karşılık verip ülkenin yıllık ödeyeceği haracı çoktan belirlediğini söyledi ve tez vakitte her şehrin büyüklüğüne göre vergi vermesini emretti. Birkaç gün içinde istenen miktar, kısmen parayla kısmen altın taslar, işlemeli kaftanlar ve diğer değerli eşyalarla tamamlanıp getirildi. Vergilerin tamamı ele geçirildiğinde kamp toplandı ve ordu Mısır’a doğru uzun yolculuğuna başladı, yeni ele geçirilmiş vilayete on bin askerlik bir karargâh eşliğinde üst düzey bir subay vali olarak bırakıldı.
Amuba köle olarak seçilen elli erkek arasındaydı. Amusis birçokları gibi kargaşa anında kaçmayı başarmıştı. Jethro da seçilen grubun içindeydi. Amuba bir müddet başına gelenlere aldırış etmemişti. Son âna kadar savaştıktan sonra saraya döndüğünde kendisini karşılayan annesinin ölüm haberi, babasını kaybetmenin ve ülkesinin yenilgiye uğramasının hemen ardından onun için korkunç bir darbe olmuştu. Annesi ona bıraktığı mektupta yaşamın kendisi için bir anlamının kalmamasından ötürü ölümü, Mısır’a bir mahkûm olarak götürülmenin utancına tercih ettiğini ama Amuba’nın halkının ve kendisinin başına gelen talihsizliklere göğüs gereceğine inandığını, oğlunun daha genç olduğunu ve geleceğin kendisi için neler getireceğini bilmediğini söylüyordu.
“Şüphesiz Mısır’a esir olarak götürüleceksin oğlum,” diye devam ediyordu mektubu, “ama bir gün kaçıp halkına dönebilir, huzuru hatta mutluluğu bulabileceğin bir hayata sahip olabilirsin. Her halükârda sana son sözlerim şunlar; başına gelen her şeye sabırla dayan, babanın Rebu kralı olduğunu hiç unutma ve hayattaki konumun ne olursa olsun doğduğun sınıfa layık olmaya çalış. Bir tahtta bulunan mutluluğun bir kulübede bulunan saadetten farkı yoktur. İnsanlar mutluluklarını kendileri inşa eder, bir erkek yalnızca bir köle bile olsa saygıdeğer olabilir. Ülkenin tanrıları sana yol göstersin, seni hep korusun.”