![Mısır'ın Kutsal Kedisi](/covers_330/70647064.jpg)
Полная версия
Mısır'ın Kutsal Kedisi
“Teşekkürler baba. Ben de çok isterim,” dedi Chebron sevinçle çünkü daha önce hiç Teb’in güneyinden öteye gitmemişti. “Peki Amuba da bizimle gelebilir mi?”
“Evet, ben de onu götürmeyi düşünüyordum,” dedi başrahip. “Jethro da gelebilir, bana eşlik etmiş olur. Bana kalsa böyle tantanalı bir merasimle asla seyahat etmezdim ama bir devlet görevlisi olarak geleneklere uymak zorundayım. Gittiğim yer Goşen bile olsa her zaman ihtişamlı gezmem gerekiyor. Oranın halkı bizlerden farklı bir soydan geliyor. Çok uzun yıllar önce yerleşik hayata geçip geleneklere riayet etmiş olsalar da hâlâ inatçı ve idaresi zor bir halk olarak nam salıyorlar, ülkenin hiçbir bölgesinde kamu hizmetlerini yürütmek oradaki kadar zor olmuyor.”
“Kötü şöhretlerini ben de duydum baba. Mısır’a karşı amansız zorbalıklar yapan çoban krallarla aynı soydan geliyorlar. Çobanlar sürüldüğünde nasıl oldu da onlar kalabildi?”
“Aynı soydan olabilirler ama onlarla birlikte gelmediler, ayrıca fetih amacıyla ordu da kurmadılar. Bildiğin gibi bu halk buraya ilk yerleştiğinde Büyük Deniz’in1 doğusuna uzanan topraklardan gelen çobanlar halihazırda uzun yıllardır bu topraklarda hüküm sürüyordu. Onlar senin de tarihi kaynaklardan okuduğun gibi Mısır lideri olan Yusuf’un soydaşlarıydı. Yusuf bu ülkeye bir köle olarak geldi, ülkemize zulmedenlerin topraklarından getirildiği de kesin olarak biliniyor. Ama anlatılanlara göre Yusuf onların soyundan değilmiş, ataları doğuya kadar uzanan bir ülkeden gitmiş o topraklara ama bundan emin değilim. Yalnız şu kadarını söyleyebilirim ki, kralın güvenini kazanıp vekili olmuş ve kralın nezdinde gayet bilgece yönetmiş ama halkın onun anısına saygı göstermesi için ortada pek bir neden yok. Onun hükümdarlığında korkunç bir kıtlık baş göstermiş, anlatılanlara göre tanrıları onu uyarınca kendisi kıtlık haberini önceden vermiş. O kadar büyük tahıl ambarları kurulmuş ve ağzına kadar doldurulmuş ki kıtlık baş gösterip insanlar açlık çekmeye başladığında hepsine tahıl dağıtılmış ama bunun karşılığında halk topraklarından vazgeçmek zorunda kalmış. Böylece ülkedeki toprakların tüm mülkiyeti el değiştirmiş, hepsi devletin malı olmuş, insanlar da bir zamanlar sahip oldukları topraklarda kiracı olarak kalmış. Sonraları devlet geniş toprakların bir kısmını tapınaklara, bir kısmını da orduya bağışlamış, bu sebeple artık topraklardaki bütün çiftçiler ya krala ya tapınaklara ya da orduya kira ödüyor.
Böylece ordu her daim iş görür vaziyette ayakta kalabiliyor ve kendisine bağlı şehirlerde on binlerce askerin ikamet etmesini sağlayabiliyor. Dolayısıyla kraliyet hazinesi hep dolu kalıyor ve tapınak törenleri devam ettirilebiliyor. Bu adım ülkenin gücünü ve saygınlığını artırdı ve büyük çaplı sulama çalışmalarının yürütülmesini sağlayarak çiftçilere faydalı oldu, topraklar kendi küçük çıkarlarının peşinde olan sayısız ufak toprak sahibinin mülkiyetinde olsaydı bu çalışmalar asla başarıya ulaşamazdı.”
“Ama sen bunun halkın yararına olmadığını söylemiştin baba.”
“Bir bakıma olmadı da Chebron çünkü bu durum aristokrat sınıflar ile hayatları boyunca asla toprak sahibi olamayacak, çalışmak için hiçbir motivasyonu olmayan halkın büyük bölümü arasında geniş bir uçurum yarattı.”
“Fakat onlar sadece cahil köylüler baba.”
“Bence şartlar farklı olsaydı daha fazlası olabilirlerdi Chebron. Ama şu an konumuz bu değil. Yusuf ailesini Büyük Deniz’in doğusundaki topraklardan çıkarıp getirmiş, Goşen’de kendisine bir toprak verilmiş, o da ailesiyle oraya yerleşmiş ve işlerini geliştirip ailesini büyütmüş. Kısmen Yusuf’un devlete verdiği hizmetin hatırına, kısmen de soydaş oldukları için çoban kralların ülkemize hükmettiği süre boyunca Yusuf ve ailesi el üstünde tutulmuş. Fakat Mısırlılar ayaklanıp bunca zaman altında ezildiği boyunduruğu üzerinden attığında ve çobanlarla destekçilerini topraklarından kovduğunda Yusuf’un halkı – halk diyorum çünkü bu insanlar sayıca o kadar artmıştı ki bir halk olarak anılmayı hak etmişti – geride kalmış, bu yüzden onlara hep şüpheci yaklaşmışız. Eskiden başımızda olan zalimlerle aynı kökten geliyorlar, toprakları doğuya uzandığı için de her an bir işgal ordusunu ülke sınırlarından içeri alabilirler. Neyse ki artık çok geniş alanları fethedip yayıldık ve Büyük Deniz’in doğusundaki halkın gücü tamamen kırıldı, bu yüzden böyle bir tehlike ortadan kalktı ama Yusuf’un halkına hâlâ hoş gözle bakılmaz. Halk arasında önyargıların yok olması uzun zaman alır, bu insanların sadece kendi aralarında evlilik yapıp bizlerden uzak durarak birbirlerine nasıl sıkı sıkıya bağlı olduklarına bakılırsa süregelen bu soğukluk anlaşılabilir. Şahsen bu nefretin asılsız olduğunu düşünüyorum. Kabul ediyorum, bu insanlar otoriteye karşı gelmeye bir hayli meyilli, ayrıca kamu işlerinin yürütülmesi adına Goşen’den adam toplamak Mısır’ın diğer vilayetlerinde olduğundan daha zor bir iş ama yine de buranın insanı azimli ve çalışkandır.”
“Dış görünüşlerinde de bizden farklılar mı baba?”
“Epey farklılar Chebron. Bize göre bir hayli açık tenliler, burunları daha kemerli, bedenen de daha güçlüler. Bizim gibi saçlarını kazımıyorlar, genelde sakallarını uzatıyorlar. Sanırım buraya yerleştikten sonra uzun bir süre kendi tanrılarına taptılar ama sonra bizim dinimizi benimsediler.”
“Ama bu çok yanlış,” dedi Chebron. “Her ülkenin kendi tanrıları vardır, eğer bir halk kendi tanrılarını terk ederse diğer tanrıların onları kendi insanları kadar koruyup kollaması pek mümkün olmaz.”
“Bu zor bir konu Chebron, ayrıca şimdilik kurcalamaman gereken bir konu. Yakında rahipliğin ilk basamaklarını tırmanmaya başlayacaksın, daha üst seviyelere çıkmadığın sürece en derin gizemlere asla hâkim olamayacak olsan da bir noktaya kadar seni aydınlatmaya yetecek kadarını öğreneceksin.”
Chebron bir ebeveyne daha fazla soru sormaması gerektiğini anlayacak kadar terbiyeli bir gençti ama daha sonra Amuba’yla bahçede gezinirken konuyu tekrar açtı.
“Acaba halklar özellikle kendilerini koruyup kollayan tanrıların hangileri olduğunu nasıl bilebiliyor Amuba?”
“Hiçbir fikrim yok,” dedi bu konu üzerine hiç kafa yormamış olan Amuba. “Hep çok karmaşık sorular soruyorsun Chebron.”
“Bir şekilde biliyor olmalılar,” diye diretti Chebron. “Sence tanrılarımızı gören olmuş mudur? Yoksa nasıl birinin köpek başlı, diğerinin kedi başlı olduğunu ya da neye benzediklerini bilebiliriz? Bazı tanrılar diğerlerinden daha mı güçlü? Çünkü herkes savaşa girmeden önce tanrılara kurban adayıp yardımlarını istiyor. Kimi yenilirken kimi galip geliyor, kimi bugün yenerken ertesi gün kaybediyor. Bu, o tanrıların bir gün başka bir günden daha güçlü oldukları anlamına mı geliyor, yoksa bazen insanlarına yardım etmek mi istemiyorlar? Neden tapınaklarının yanmasını, heykellerinin parçalanmasını engellemiyorlar? Tüm bunlar çok tuhaf.”
“Gerçekten de öyle Chebron. Çok yakın geçmişte ben de Jethro’ya neredeyse aynı soruyu sormuştum ama bir cevap veremedi. Babana sorsana. O Mısırlılar arasındaki en bilge insan.”
“Sordum ama bana cevap vermedi,” dedi Chebron düşünceli bir şekilde. “Sanırım benim başrahip olmamı bazen bu soruları sorduğum için istemiyor. Tanrılara saygısızlık etmek istemiyorum kesinlikle. Ama nedense bir şeyleri öğrenmek istediğimde bana cevap vermiyor ve sanırım bu yüzden üzülüyor, sanki bilmek istediğim şeyleri bana söyleyemediği için derin bir üzüntü duyuyor.”
“Ağabeyin Neco’ya sordun mu hiç?”
“Ah, Neco bizden farklıdır,” dedi Chebron âdeta küçümseyen bir ifadeyle. “Neco öfkelenip beni bin bir türlü şeyle tehdit eder ama bu konularda benden daha fazla şey bildiğini sanmıyorum çünkü böyle sorular sorduğumda şaşkın şaşkın bakıyor, birkaç kez sanki tanrılara karşı tümüyle saygısız ve dine aykırı şeyler söylemişim gibi elleriyle kulaklarını kapatıp hemen kaçmıştı.”
Ertesi gün başrahip ile grubu Goşen’e doğru yola koyuldu. Yolculuğun ilk kısmı nehirde geçti. Tekne genişti, güvertesinde oyma tahtadan bir çardak, uyum içinde ustaca işlenmiş rengârenk ve kocaman yelkenleriyle iki direk vardı. Bu şekilde seyahat eden önemli şahıslar genelde yanlarında arp, borazan ya da kaval çalan en az iki ya da üç müzisyen götürürdü çünkü Mısırlılar müziğe karşı derin bir tutku beslerdi, hafif bir müzikle kendilerine eşlik eden bir müzisyen topluluğu olmadan hiçbir şölen şölenden sayılmazdı. Çeşit çeşit enstrüman olurdu, en çok telli çalgılar tercih edilirdi, bunlar da kanuna benzeyen ufak çalgılardan günümüzde kullanılanlardan çok daha büyük arplara kadar farklı boyutlarda olurdu. Bunların yanı sıra çeşitli borazan türleri, üflemeli çalgılar, ziller ve uzun, dar davullar da bulunurdu.
Fakat Ameres akşam yemeğinden sonra müzik dinlemekten pek hazzetmese de başka zamanlarda bunu dert etmeyecek kadar tecrübeli biriydi. Sık sık müziğin bir şeyler yapmayıp düşünmemek için bir bahane olduğunu düşünürdü, bu yüzden devlet meseleleri dışında müzikten kaçınırdı. Nehirden aşağı ilerlerken oğluna yanından geçtikleri birçok farklı yapıdan bahsetti, birbirine hasırotuyla bağlanmış tahta döşemeli uzun kayıklarında ya da tamamen aynı bitki şeritleriyle bağlanmış papirüslerden oluşan sandallara benzeyen daha küçük teknelerde balıkçıların nasıl balık tuttuğunu; çok sayıda kanala açılan giriş bölümlerini gösterip nehir suyunu içeri alan geçit kapılarının işleyişini; birçok tapınağın, kasabanın ve köyün tarihini; nehrin üstünde güneşlenen çok sayıda su kuşunun ismini sayıp onların doğasını ve kuş avcıları tarafından nasıl avlandıklarını; büyük mezarları gösterip kimler tarafından inşa edildiğini anlattı.
“En büyük mezar tam bir kibir ve ahmaklık abidesidir oğlum. Piramitlerin en büyüğünü kendisini ölümsüz kılacağını düşünen bir kral yaptırmıştı ama yapımı insanları öyle büyük, öyle feci bir sıkıntıya soktu ki herkes kraldan nefret etti, sonunda da kendisi için yaptırdığı kabre asla kavuşamadı. Görüyorsun ya, öldükten sonra kralları her daim olumlu yönde değerlendirme gibi bir âdetimiz yok. Bir kral öldüğünde halk bir araya gelir ve onlara merhum hükümdarın ülkeyi iyi yönetip yönetmediği sorulur. Eğer yüksek sesle onaylayarak karşılık verirlerse hükümdar muhtemelen kendisi için çoktan hazırlattığı ya da vârisinin yaptırdığı uygun bir mezara gömülür ama verdikleri cevap hükümdarın kötü yönettiği yönünde olursa onuruna düzenlenen kutsal törenler iptal edilir ve kendisi için hazırlattığı anıt mezar sonsuza dek boş kalır. Bu yüzden halkının nefretini kazanan çok az kralımız vardır çünkü genellikle yetiştirilme biçimlerine gösterilen özen, bu süreçte dindarlığı ve eğitimine göre seçilen gençlerle arkadaşlık etmeleri, en yoksul vatandaşları gibi ülkenin kanunlarına saygı göstermek zorunda olmaları onlar üzerinde yeterli bir denetim olur. Fakat öldükten sonra halkları tarafından yargılanacak olmalarının bilinci en pervasız hükümdarın bile üzerinde ihtiyatlı olması için bir baskı kurar.”
“Piramitleri görmeyi çok istiyorum,” dedi Chebron. “Tuğladan mı yoksa taştan mı yapıyorlar? Çünkü duyduğuma göre yüzeyleri o kadar pürüzsüz ve parlakmış ki sanki tek bir parçadan kesilmiş gibi görünüyorlarmış.”
“Piramitleri devasa taş bloklardan yapıyorlardı, her bir bloğu kesildiği taş ocağından taşımak için yüzlerce adam gerekiyordu.”
“Peki, çalışanlar genellikle köle mi yoksa halktan mı?”
“Savaşta ele geçirilen çok sayıda köle çalışıyordu,” dedi rahip. “Ama sayıları ne kadar olursa olsun bu iş için bir hayli yetersiz kalıyorlardı, bunun üzerine Mısır halkının neredeyse yarısı evlerini terk edip piramitlerde çalışmak zorunda kalıyordu. Ortaya çıkan yük ve sıkıntı o kadar büyüktü ki bu piramitleri yaptıranlar şimdi bile lanetlerle anılıyor, haklı olarak tabii; aynı işgücünü kullanarak ne faydalı işler yapılmazdı ki! Mesela ülkedeki kanal sayısı iki katına çıkarılabilir, toprağın verimi büyük ölçüde artırılabilirdi. Bataklık ve sığ göllerden geniş araziler elde edilebilir, tarladan elde edilen ürün iki katına çıkarılabilirdi.”
“Ne görkemli tapınaklar yapılabilirdi belki de!” dedi Chebron hevesle.
“Hiç şüphesiz oğlum,” dedi rahip kısa bir sessizliğin ardından sakince. “Ama tanrılar için yapılan tapınaklarının onlara layık olması yerinde ve isabetli olsa da biz yine de tanrıların Mısır’ı sevdiğine ve halkın refah içinde yaşamasından mutlu olduğuna inanıyoruz; bence az önce bahsettiğim işlere benzer halkın durumunu iyileştirecek büyük gelişmeleri onurlarına görkemli tapınaklar ve uzun sıralar halinde sfenksler yapılmasına tercih ederlerdi.”
“Evet, galiba öyle,” dedi Chebron düşünceli bir şekilde. “Ama baba, bize hep en önemli görevimizin tanrıları onurlandırmak olduğu, yeni tapınaklar yapıp halihazırda olanları güzelleştirmek için harcanan paranın en doğru harcama olduğu öğretildi.”
“En büyük görevimiz tabii ki tanrıları onurlandırmaktır Chebron ama bunun en doğru şekilde nasıl yapılacağı başka bir konu ve senin gibi genç birinin kafa yorması için de fazla derin bir mesele. Bunun için ilerleyen yıllarda çok vaktin olacak. Bak, nehrin sağ kıyısındaki tapınağı görüyor musun? Bu gece orada konaklayacağız. Ulağım geleceğimizi onlara haber verecek, biz varana kadar her şey hazırlanmış olacak.”
Tapınağa yaklaştıklarında nehrin eşiğine kadar uzanan büyük taş basamaklarda toplanmış olan bir sürü insan gördüler, ardından bir müzik duyuldu. Ameres iskeleye vardığında hepsi önünde eğilmiş olan rahipler tarafından büyük bir saygıyla karşılandı, daha alt konumlardakiler ise yüzleri yere değene kadar eğildiler ve Ameres yanlarından geçip gidene kadar kalkmadılar. Tapınağa girdiği anda geçit töreni başladı. Kutsal çanaklar ve tanrı sembolleri taşıyan rahipler önünden geçip mihraba yürüdü; ortalıkta görünmeyen müzisyenlerden oluşan bir grup ayinlere özgü bir nağme tutturdu, adak ve semboller taşıyan rahibeler ve genç kızlar da Ameres’in peşinden yürüdü. Ameres de haliyle mihraptaki kurban töreninde başlıca rolü üstlenip kurbanın boğazını kesti ve parçalarını özellikle tanrılara adanması için bir kenara koydu.
Merasim bittikten sonra geçit töreni başrahibin evine kadar devam etti. Burada herkes yeniden başrahibi selamladı, akabinde Ameres, oğlu ve hizmetçileriyle içeri girdi. Bir ziyafet halihazırda onları bekliyordu. Ameres önde gelen rahiplerle sofraya oturdu, Chebron ise kendisi için hazırlanan odaya çekildi ve yemeği masada servis edildi. Amuba ve başrahibin geri kalan hizmetçileri başka bir odada yemek yedi. Chebron yemeğini bitirdikten hemen sonra Amuba’nın yanına geldi.
“Hadi kimseye görünmeden çıkalım buradan,” dedi. “Ziyafet saatlerce sürer, sonra da geceye kadar müzikli eğlence olur. Babam tüm bunlardan iliklerine kadar nefret eder; o sade yemekleri seviyor, rahiplerin de sade yemeklerden başka bir şey yememesi gerektiğini düşünüyor. Yine de bir konuğun önüne konan yiyecekle ilgili yorum yapması nazik bir davranış olmayacağı için şölen bitene kadar tüm bunlara katlanacağından eminim. Bu durumun, ne zaman bir yere gitse insanların onun şerefine bir şölen hazırlaması gerektiğini sanmasının, bulunduğu konumun en büyük zorluklarından biri olduğunu söylemişti; o ise haşlanmış mercimek ve sudan oluşan bir yemeği önüne konulan en şaşaalı sofraya tercih eder.”
“Tüm yolculuk boyunca böyle mi olacak?” diye sordu Amuba.
“Ah hayır! Bildiğim kadarıyla nehri geçene kadar bir tek bu tapınakta konaklayacağız çünkü babam burayı es geçerse rahipler bunu bir saygısızlık olarak düşünür ama ondan sonra tekneden inip araba ve kağnılarla yola devam edeceğiz. Goşen’e vardığımızda babamın kendi için yaptırdığı küçük bir evde kalacağız, burada kendi çiftliğimizdeki gibi bütün o yaygara ve törenlerden uzakta olacağız. Babam orada devlet işleri ve sulama çalışmalarıyla uğraşacak, her ne kadar çevre gezilerinde onunla gidecek olsak da bir müfettişin görevlerini az çok anlamaya başladığım için gittiğimiz yerde eğlenip avlanmaya bol bol vaktimizin kalacağını sanıyorum.”
Nehir kıyısında bir iki saat dolaştılar, ay ışıl ışıl parlıyordu, bir sürü kayık nehirden geçiyordu; rüzgâr o kadar hafifti ki yelkenler neredeyse hiç açılmamıştı, bu yüzden nehirden aşağı inen kayıklar akıntıyla gidiyordu; nehrin yukarısına doğru giden kayıklarsa kıyıya yakın duruyor, ya uzun sırıklarla itiliyor ya da kıyıdaki bir grup adam tarafından çekiliyordu. Eve döndüklerinde biraz müzik dinleyip odalarına çekildiler. Amuba, kalın bir yün kumaşla sarılmış, üst üste yığılmış saz otundan yumuşak bir sedire uzanıp başını Jethro’nun kendisi için topladığı saz otundan bir yastığa koydu, ikisi de Mısırlıların yastık yerine tabure kullanmasına alışamamıştı.
Bu tabureler uzundu, ortası ise boynun oturacağı biçimde biraz oyuktu. Sıradan halk için gelişigüzel bir şekilde tahtadan yapılır, başın koyulduğu yerler yumuşatılırdı ama zenginlerin kafa tabureleri abanoz, sedir ve diğer az bulunan ağaçlardan yapılır, fildişi oymalarla süslenirdi. Amuba birkaç kez bu kafa taburelerini kullanmayı denedi ama bir kez bile bu şekilde uyuyamadı, başını koyduktan en fazla yarım saat sonra boyun ağrısıyla kalkıp alışık olduğu saz otundan yastığa geçtiğinde rahat etti. Aslında tabure yastıklarda uyuyabilmek için yan yatıp başı tabureyle aynı hizaya getirecek şekilde kolu uzatmak gerekiyordu, Amuba ise genellikle ya avlanmaktan ya da silah çalışmaktan bitkin düştüğünde kendini olduğu yere atıp sırtüstü ya da nasıl yattıysa öyle uyumaya alışık olduğundan sert taburede uyumak için gereken sıkışık ve sabit pozisyonu tam anlamıyla çekilmez buluyordu.
Nehir boyunca yapılan yolculuk bir hafta sürdü, sonra Memfis’e varıp burada birkaç gün kaldılar. Ameres vaktini resmi ziyaretlerde bulunup tapınaktaki kurban törenlerine katılarak geçirdi. Chebron ve Amuba ise bütün tapınakları ve kamu binalarını ziyaret etti, bir gün de Jethro eşliğinde devasa piramitleri incelemeye gitti.
“Hayatımda hiç böyle bir şey görmedim,” dedi Jethro büyük Keops piramidinin eteğine geldiklerinde. “Ne kadar muhteşem bir yapı ama aynı zamanda ne kadar korkunç bir emek israfı!”
“Gerçekten de müthiş,” dedi Amuba. “Bir hükümdar böylesine muazzam büyüklükte bir yapı inşa etmek için nasıl zengin ve güçlü olmalı kim bilir! Krallarınızın en az diğer insanlar kadar kanunlara bağlı olduğunu söylediğini hatırlıyorum Chebron. Öyleyse bu kral nasıl halkına böylesine korkunç bir iş yükü ve sıkıntıya mal olmuş bir eziyet çektirebilir?”
“Krallar da yasalara bağlı olmalı,” dedi Chebron; “ama bazıları o kadar güçlü ve kibirli ki halka zulmediyor. Keops da onlardan biriydi. Babam Keops’un kendisine bu muhteşem mezarı yaptırmak için halkına zorbalık ettiğini söyledi. Ama hak ettiğini bulmuş çünkü cenazesinde halk onu yargılamış ve kötü, zalim bir kral olmakla suçlamış. Böylece kendine yaptırdığı o büyük mezara gömülmesine izin verilmemiş. Cesedi nerede yatıyor bilmiyorum ama bu kocaman piramit hırslı insanoğlunun çöküşünün sonsuz anıtı olarak duruyor; dünyanın en büyük ve en masraflı mezarı ama içinde yatan yok, bir tek kraliçelerinden biri olan Theliene krala ayrılan yerin yanındaki odada gömülü.”
“Halk doğrusunu yapmış,” dedi Jethro içtenlikle; “ama kendilerine dayattığı işin ne olduğunu anladıkları anda krala karşı ayaklanıp kafasını kesseler daha iyi olurmuş.”
Memfis’ten ayrıldıktan sonra bir gün daha nehirde yolculuk yapıldı ve ertesi sabah ekip karaya çıktı. Ameres, şeklen savaşta kullanılanlara benzeyen ama kenarları daha yüksek olan ve içinde oturanların yaslanabilecekleri bir çeşit içi açık kutu haline gelen bir arabayla yola devam etti. Amuba’yla Chebron ise iki öküzün çektiği bir yük arabasıyla seyahat etti, ekibin geri kalanı da yürüyerek ilerledi.
İki günün sonunda hedeflerine ulaştılar. Ev, Teb’in yakınındaki büyük köşke kıyasla küçüktü ama benzer bir şekilde tasarlanmıştı. Çeyrek dönümlük bir arazinin çevresini yüksek bir duvar sarıyordu. Ortada genel kullanım alanı olarak geniş bir oda ve bu odadan etrafa açılan küçük yatak odaları bulunan bir evdi. Bahçe ufak olsa da özenle bakılıyordu. Sıra sıra dizilmiş meyve ağaçları hoş bir gölgelik alan yaratıyordu. Evin önünde zambak ve hasırotlarıyla çevrelenmiş küçük bir gölet vardı. Nübyeli bir köle ile karısı, sahibi geldiğinde evin hazır olması için her şeyle ilgilenmişti. Ameres’in kafilesiyle seyahat edenler arasında bir aşçı ve berber olduğu için daha fazla hizmetçi bulundurmaya gerek duyulmamıştı. Mülkün kâhyası başrahibi karşılamaya hazırdı.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
1
Akdeniz. (ç. n.)