
Полная версия
Tanrı Dağları'nın Zirvesi Aytmatov
Yanılmıyorsam, 1963 yılı güzüydü. Bişkek’teki Kız Pedagoji Enstitüsünde bir grup yazar, öğrencilerle bir buluşma toplantısı düzenledi. Nasirdin Baytemirov kürsüye çıkıp millî edebiyatın o sıralardaki meseleleri konusunda konuşup Aytmatov konusuna da değindi. Cengiz Bey’i birçok yazar, eleştirmen ve gazetecinin kuşatarak ona haddinden fazla dalkavukluk ettiğini, yersiz övgülerle onu memnun ettiğini söyleyerek salona şöyle bir atik söz fırlattı: “Bu münasebetsiz dalkavuklar Aytmatov yere bir tükürse tükürük yere düşmeden şap diye kaparlar!”
Cengiz Aytmatov’un Lenin Ödülü’nü aldığını Nasirdin Baytemirov tarihteki adaletsizliklerin adaletsizliği olarak kabul etmiş, içi pek bir yanmış olmalıdır ki bu içi yanmışlığın türküsüyle C. Aytmatov’u haddini aşarak karalayan bir şiir yazmış, bu şiirini başka şiirleri ile birlikte Devlet Radyo Stüdyosuna gidip okumuştur. Okunan şiirler yayımlanmak amacıyla Sansür Kurulunda incelenirken Cengiz Aytmatov için yazılan karalama şiiri tutulmuş, “düşüncesi bozuk” bir eser olarak Kırgızistan Komünist Partisi Merkezî Komitesinin ilgili bölümüne teslim edilmiştir. Tam o sıralarda Sovyet sanatı ve edebiyatında güçlenen ideolojik ve yapısal araştırmalara N. S. Kruşçev tarafından büyük bir darbe vurulmuştu ve sosyalist realizm metodu sınırları dışına çıkılması hareketine karşı bütün ülke topraklarını kapsayan ideolojik bir kampanya yürütülüyordu. Bununla ilgili olarak Bişkek’te de yazarları, ressamları, müzisyenleri ve sinemacıları bir araya getiren bir parti toplantısı yapıldı. Bu toplantıda hazırlanan bildiride Aytmatov’un karalandığı şiir tam metniyle okundu ve şiirin yazarı sert bir dille eleştirildi. Bu karalama şiirinin işte şu üç mısrası aklımda kalmış: “Beyin değil, sümük var başında / Bütün dünyayı tekmelesem diye düşünüyor / Geberip git otuz altı yaşında.”
N. Baytemirov’un bu tür hakaretlerini C. Aytmatov görmezden gelmeye çalışmıştı. Ancak o ara sıra dayanamayarak kendisine aç bir kene gibi yapışan yazara karşı beklenmedik zamanlarda hakaretamiz, gönül kırıcı, acı sözler söyledi. Buna bir örnek Aalı Tokombayev’in o dönemde Kırgızistan Komünist Partisi yöneticilerine yolladığı bir mektupta verilmiş:
Yoldaş Aytmatov yazarların parti toplantılarından birinde romancı N. Baytemirov’a sataşıp onun eserlerini üç yıldan sonra hiç kimsenin okumayacağını söyledi. Ancak “özgür sanatçılık”ı koruyan yazar Aytmatov’un müneccimliği esti geçti sözler olarak kalmakta. Baytemirov’un eserleri cumhuriyetin dört köşesinde ve cumhuriyet dışında okunmaktadır. Komünist Baytemirov çağdaşlarımızın çalışmalarını ve hayatlarını yansıtan yeni eserler yazmakla meşgul.7
1965 yılında Kırgızistan Yazarlar Birliği Bişkek’te genç yazarların tartışma doğuran eserleri için Moskovalı otoriter edebiyatçıların katılımıyla bir tartışma toplantısı düzenlediğinde, Nasirdin Baytemirov kürsüden: “Şükürbek Beyşenaliyev yükselip çıkıyor, Cengiz Aytmatov düşüp batıyor.” dedi ve yine bir hikmetli söz söyledi. Salonda oturanlar gürültüyle güldüler, o zaman Cengiz Aytmatov’un kahkahası yüksek çıktı.
Cengiz Aytmatov’un dünyaca tanındığı, Sovyetler Birliği’nde bir yazar, düşünce ve devlet adamı olarak büyük bir itibar kazandığı, Komünist Partisinin şımarık çocuğuna dönüştüğü bir zamanda (1970-1980’li yıllar) Nasirdin Baytemirov daha önceleri nefret ettiği, kin güttüğü rakibine itaat bildirerek gelmiş, özür dileyerek kendini bağışlatmış, onun sevgili arkadaşı olmuştur. O, 60 yaşına girdiğinde C. Aytmatov 60 yaş jübilesine atfen onun sanat çalışmalarını yükseklere çıkaran bir makale yazdı ve bu makaleyi Literaturnaya Gazeta’da bastırdı. Nasirdin Baytemirov ise yerli yersiz Cengiz Bey’i zangır zangır titreyen, heybetli, yüce dağlarla, şakıyıp duran dağ kartalıyla ve yine başka kutsal, yüce şeylerle karşılaştırarak övüp durdu. Bir seferinde bu şekilde övgü yağdırırken genç bir şair, cesur bir gazeteci olarak kendini göstermeye başlayan Alım Toktomuş: “Yahu, Nasirdin ağabey, daha dün Aytmatov’u Beyşenaliyev’den aşağıda görüyordunuz, şimdi ise 180 derece ters dönmüş olmuyor musunuz?” diyerek onu yumuşak yerinden vurmuştu. Hazırcevaplığı her zaman üstünde olan Nasirdin Baytemirov: “Hey, evlat, sen bilmez misin, büyük insan büyük hata yapar.” deyip çekip gitmişti.
A. Tokombayev, T. Sıdıkbekov, T. Abdumomunov ve Ş. Beyşenaliyev, kafalarında Cengiz Aytmatov’un gerçekten büyük bir yazar olmasa dahi kim bilir hangi sebepten Doğu ve Batı topraklarında büyük bir yazar olarak hürmet gördüğü, en büyük unvan ve ödülleri aldığı ancak bunların hepsinin dayanaksız verilen şeyler, ün ve şöhretinin ise geçici bir süre hüküm sürecek bir serap gibi bir görüntü olduğu gibisinden bir inançla öteki dünyaya gitmiş olmalıdırlar, galiba…
Toplumsal itibarı çok yükselen, en yüksek parti ve devlet yönetiminin sempatisini kazanan, Sovyetlerin itibarlı yazarları ve Moskovalı ünlü eleştirmenlerin sevgisini kazanan Cengiz Aytmatov bazı Kırgız yazarlarının kıskançlıktan, anlamamaktan, kadir bilmezlikten kendisini küçük düşürme, adını kötüye çıkarma, kendisine darbe vurma gayretkeşliklerini önemsemeyerek, umursamayarak, onları görmezden, duymazdan gelerek ve kendisinin üstün yanlarını açıkça hissederek yeni eserlerini rahat rahat yazıverseydi de olurdu. Çünkü bütün Kırgız yazarları bir ağızdan kudura kudura onu karalasalar, kaba saba bir şekilde onunla uğraşıp dursalar, yolunu kesmeye çalışsalar dahi onun şan ve şöhretinin tantanalı bir şekilde dünyaya yayılmasını, ülke çapında itibarının yükselmesini durduramazlardı. Ancak o dönemde Kırgız toplumunda, özellikle edebiyatında, eski ile yeni, gericilik ile ilericilik, sersemlik ile beceriklilik arasında hem açıktan açığa hem de gizliden gizliye güç yarışları yapılmaktaydı. Toplumun bir üyesi, yazarların bir temsilcisi ve ilerici görüşlere sahip olduğu için Cengiz Bey bu tür güç yarışlarının dışında kalarak millî genç edebiyatın kaderine kayıtsız kalamazdı. Başka bir açıdan, dış dünyadan büyük bir hürmet görmekte olan yazar için aynı milletten olduğu bazı yazarların ona karşı düşmanca bir tavır takınmaları kendisini üzen, nefret duygularını uyandıran, namus ateşini körükleyen keskin bir uyarıcı olmuştu. Ayrıca, o dönemde Cengiz Bey henüz genç, deli dolu, tartışmaya meyilli, hemen alevleniveren bir gençti. Bu yüzden o, Kırgız yazarları arasında baştan beri süregelen, sonra o dönemde yeniden ateşlenmeye başlayan hizipler arası güç yarışlarına katılmadan edemezdi.
Gerçekten de yukarıda söylendiği gibi oldu ve Cengiz Bey soyunup hizipler arası mücadelelere girdi ve hemen birbirlerine rakip olarak gruplaşan yazarların bir grubunun ateşli lideri hâline geldi.
Küfür içindeŞüphesiz iş başına yeni geldiği dönemde Sovyet yönetimi televizyon, internet, hatta radyo gibi çok güçlü yayın organlarının desteğini alamamıştı. Bu yüzden gazete, dergi ve tiyatroyla birlikte edebiyat da Komünizm ideolojisinin halka dayatılması için önemli bir silah olarak görülmüş, devlet mülkiyetine alınmıştı. Sovyet ülkeleri edebiyatlarının devletleştirilmesi süreci, 1934 yılında özel olarak gerçekleştirilen bir kurultayda SSCB Yazarlar Birliği’nin ve millî cumhuriyetlerde bölümlerinin kurulması kararı ile sona ermişti.
İşte bu 1934 yılında Kırgız yazarlarının ilk kurultayı toplanmış, bu kurultayda Kırgızistan Yazarlar Birliği şekillenmiştir. Bu birlik sözde, edebî metinleri yaratan insanların kendi istekleriyle (yani, iradeleriyle) birleşmiş toplumsal (yani, devletle ilgisi olmayan!) bir birlik olarak kabul edilmiş, uygulamada ise parti ve hükûmet yönetimine siyasi, materyal ve maddi yönden doğrudan bağımlı küçük bir devlet kurumu olmuştur.
Kırgız yazarlarının kurultayları 1954 yılından sonra beş yılda bir gerçekleştirildi. Kurultaylarda Yazarlar Birliği’ne 30-40 üyeden oluşan bir idare, bu üyeler arasından seçilen 8-10 kişilik bir divan ve divan üyeleri arasından seçilen üç sekreter (başkanı birinci sekreter) seçimle iş başına geliyordu. (Uygulamada hepsini Kırgızistan Komünist Partisi Merkezî Komitesi bir gün öncesinde tespit ediyor, kurultayda sahte bir şekilde yazarlara gizli oy verdirtiliyordu.)
Yazarlar Birliği’nin, kurultayda “seçilen” üç sekreterinin yönetimi altında küçük (8-10 personelli) bir kadro, üç yazılı basın organı (Ala Too ve Literaturnıy Kırgızstan dergileri ve Kırgızstan Madaniyatı gazetesi) ve Komünist yazarları bünyesinde toplayan bir parti birliği mevcut idi.
Birliğin yönetim kadrolarına sahip olmak için iddialı yazarlar arasında büyük mücadeleler yapılıyordu. Çünkü Birinci Sekreter daima Kırgızistan Komünist Partisi Merkezî Komitesinin bir üyesi ya da üye adayı oluyor, SSCB ya da Kırgız SSCB parlamentosuna milletvekili olarak “seçiliyordu”. Yazarlar Birliği’nin diğer iki sekreteri de halk tarafından toplumsal önemi olan insanlar olarak tanınıyordu. Ayrıca birliğin yönetim organları aylığı iyi, işi rahat bir fahri hizmet gibiydi. İkinci olarak bu kadrolara oturanlar eserlerini yazma ve yayımlama açısından avantaja sahip oluyorlardı, bununla birlikte genç yazarların SSCB Yazarlar Birliği üyeliğine alınmalarında, üyeliğe alınanların eserlerinin yayımlanması ve Rusçaya tercüme edilmesinde, hükûmet tarafından yazarlara verilen imtiyazların paylaştırılmasında hâlledici bir rol oynuyorlardı.
Kırgızistan Yazarları Üçüncü Kurultayı 1959 yılı Şubat’ında gerçekleştirildi. Bu kurultayda Literaturnıy Kırgızstan dergisinin fahri editörü Cengiz Aytmatov Yazarlar Birliği İdaresi ve Divanına üye, Toktobolot Abdumomunov (1922-1992) İdare Birinci Sekreteri ve Şükürbek Beyşenaliyev (1928-2001) ile Süyümbay Eraliyev (1921) düz sekreterler olarak seçildiler.
T. Abdumomunov bu zamana kadar parti üyeliğine geçmeden, aylıklı bir işte çalışmadan, birbiri ardına piyesler yazmak ve tiyatrolarda sahneye koydurmak yoluyla ailesine geçim sıkıntısı çektirmeden bakan, usta bir dramacı olarak tanınan serbest bir kalem erbabıydı.
Elbette Sovyet Dönemi sona erinceye kadar herhangi bir bilgili insanın devlet sorumluluğu gerektiren herhangi bir göreve tayin edilmesi ya da “seçilmesi” için Komünist Parti üyesi olması gerekiyordu. Partiye geçmemesi göz önünde bulundurulduğunda T. Abdumomunov’un partisel, hükûmetsel ve toplumsal (yarı siyasi) görevlerde bulunma ve kariyer yapma amacı gütmediği düşünülebilir. Ancak tam bu dönemde eski Kültür Bakanı Abdıkapır Kazakbayev Kırgızistan Komünist Partisi Merkezî Komitesinin (Kırgızistan KP MK’nin) üçüncü (İdeoloji Bölümü) sekreteri oldu ve baştan beri koruyup kolladığı hemşehrisi, aynı boydan olduğu akrabası T. Abdumomunov’u alelacele parti üyeliğine geçirdi ve Yazarlar Birliği İdaresi Birinci Sekreteri olarak seçtirdi.
Sovyet ülke yönetim sisteminin Cumhuriyet çapındaki büyük mevkilerine gelir gelmez bilimi güçlü akrabaların, hemşehrilerin, eş ve dostun devletin iyi görevlerine tayin edilmesi Kırgız bürokratlarının bir alışkanlığıydı. A. Kazakbayev de görünürde doğru sözlü, adaletli, prensipli bir komünistti ama iş kadro seçimine geldiğinde kabileci, hemşehrici, eş dostçu tipik bir parti bürokratı olarak kendini gösterdi.
Kırgızistan Yazarlar Birliği’nde T. Abdumomunov’un yardımcısı olarak çalışan iki sekreterden biri olan Ş. Beyşenaliyev öğrenci olduğu dönemde (1950) partiye geçmeyi başarmış ve Kırgız Pedagoji Enstitüsünü bitirdikten sonra çocuklar için çıkarılan Kırgızca edebî bir dergi ve gençler için çıkarılan siyasi bir gazetede başeditör, Kırgızistan Leninci Komünist Gençler Birliği Merkezî Komitesinde üçüncü sekreter olarak çalışagelmişti.
C. Aytmatov ile aynı dönemde edebiyat meydanına çıkan Ş. Beyşenaliyev “Cemile”nin yayımlandığı sırada iki çocuk hikâyesinin ve bir seçme hikâyeler kitabının, büyükler için iki piyes ve bir romanın yazarı olmayı başarmıştı. Bazı eserleri Rusçaya ve yabancı dillere tercüme edilerek yayımlanmıştı. O, Kırgız aydınları ve Moskova edebiyat muhitinde çocuk eserleri yazarı olarak daha çok tanınmaya başlamıştı.
Ş. Beyşenaliyev doğuştan akıllı, siyasi grupta kariyer edinmeye oldukça yatkın, çok şanslı bir gençti. Çalışkan, gayretli ve inatçıydı. Ancak onun parlak bir yazarlık yeteneği, derin bir edebiyat bilgisi ve nazik bir estetik zevk sahibi olduğunu söylemek zordu. Bunun yanı sıra kuru gururunun ağır basması dolayısıyla kendisinin C. Aytmatov’dan altta kalmayan usta bir yazar olduğu iddiasındaydı.
Dengi C. Aytmatov’un beklenmedik bir şekilde öne çıkması, dünya çapında ün kazanması millî edebî muhitte öncü bir genç yazar olarak kabul edilen Ş. Beyşenaliyev’in gururunu yerle bir etmiş, düşmanlık ve kıskançlık duygularını ateşlemiş olmalıdır. O, dengi olan kalem arkadaşının başarıdan başarıya koşmasını nesnel bir şekilde kabul edemediği için onunla uyumlu olma, yakınlaşma ve birleşme imkânından faydalanmadı, ona sırt dönme tavrı takındı.
Ş. Beyşenaliyev ile birlikte Yazarlar Birliği idaresinin düz “sekreterliği”ne seçilinceye kadar S. Eraliyev, İkinci Dünya Savaşı’na katılmış, oradan parti üyeliğine geçerek sağ dönmüş, savaştan sonraki yıllarda bölgesel siyasi bir gazetenin yazı editörlüğünde çalışmış, sonra Moskova’daki iki yıllık Parti Okulunu bitirmiş daha sonra da cumhuriyet çapındaki Kırgızistan Piyoneri isimli gazetenin başeditörü olmuş olan bir gazeteciydi.
S. Eraliyev savaştan sonra gelecek vaat eden genç bir şair olarak ün kazanarak Kırgız yurdunda tanınmış, 1950’li yılların ortalarında büyük hacimli “Akmöör” isimli destanını mükemmel bir şekilde yazmış, büyük Rus Sovyet şairi A. Tvardovskiy’in “Vasiliy Terkin” isimli klasik şiirini çok güzel bir şekilde Kırgızcaya tercüme etmiş, sonunda Kırgız şiirinin yaratıcıları arasında ön saflara çıkmış, şiirin değerini bilen okurların, özellikle şair olmak isteyen gençlerin sevgilisi hâline gelmişti.
Genç, yaşlı kalem arkadaşlarının arasında C. Aytmatov’un beğendiği, saygı duyduğu, güvendiği bir insan S. Eraliyev idi. Anlaşılan ikisini sadece hemşehrilik uyumu ve karşılıklı insani sempati değil, edebiyat sanatına olan görüşlerinin yakınlığı da samimileştirmiş olmalıdır.
Yazarlar Birliği’nin 1954 yılında “seçilen” sekreterleri görüş birliği içindeki yöneticiler değillerdi. Onlar birbirleri ile anlaşamayan, birbirlerinden hoşlanmayan insanlardı. Mesela S. Eraliyev ile Ş. Beyşenaliyev kanlı bıçaklı idiler. Bu ikisinin zamanında T. Abdumomunov ile araları yok idi. Doğru, Toktobolot Abdumomunoviç çoğunlukla parti üst yönetiminin söylediklerini aynen yapmak, birbirleri ile çatışan hiziplerin herhangi bir tarafında yer almamak, yönetimi altındaki örgütteki iç çatışmaları büyütmemek için var gücünü harcamış, tartışmalarda düşüncelerini tarafsız ve hâlledici bir şekilde dile getirmemiş, su altından iş yürütmüştü. Bunun için de sadece S. Eraliyev ile Ş. Beyşenaliyev değil, başka yazarlar da “sabun vıcığı gibi elden kayan bir şey” diye tanımlayarak ondan hoşlanmıyorlardı.
Doğru, 1954-61 yılları arasında Yazarlar Birliği gürültülü patırtılı çatışmalara sahne olmadan huzurla çalıştı. Tabii ki yazarlar arasında eskiden beri yaşana gelen zıtlıklar tamamen sönmemişti ve küle gömülmüş sıcak bir kor gibi gözlerden ırak kızarıyordu. Üstüne odun, altına ateş konsa bu kor alev alıp yanmaya hazırdı.
O dönemde C. Aytmatov görev açısından yükselme, yeni eserler yazma ve Lenin Ödülü’ne ulaşma faaliyetleri ile meşgul idi ve kalem arkadaşları arasında hüküm sürmekte olan ilişkilerin içeriği ile işi de yoktu. Böyle olmakla birlikte, tek başına kendisi olmasa bile gümbür gümbür duyulmaya başlayan şöhreti yaşlı ve genç yazarların birçoğunu kendine bir mıknatıs gibi çekmeye başladı.
Kırgız yazarları muhiti, 1955-65 yılları arasında zamanın eğitim standartlarına uygun orta ve yüksek eğitim almış, Rus dili ve Rus edebiyatı zenginliklerini iyi kötü özümsemiş, biraz yumuşayan totaliter rejim ortamında özgür düşünme ve yeni düşüncede yazma konusuna muhabbet bağlamış gençlerle çevrilmişti. Aralarında daha sonraları edebiyat ustası olmayı başaran Tölögön Kasımbekov (1931 yılında doğmuştur), Aşım Cakıpbekov (1935-1997), Mar Bayciyev (1935), Beksultan Cakiyev (1936), Murza Gaparov (1936-2002), Keneş Cusupov (1937), Colon Mamıtov (1940-1988), Turar Kocomberdiyev (1941-1989), Kubatbek Cusubaliyev (1941) vardı. Bu insanların hemen hemen hepsi ilk sırada övgü duyma ümidi ve hami bulma dileğine kendilerini kaptırdıklarından Cengiz Bey’in etrafında toplanmaya başladılar. Zamanında Cengiz Bey, ardından yeni nesil kalem arkadaşlarının gümbür gümbür gelmekte olduğuna övünmüş, onlara yerinde, itibar gören konuşmalarıyla yardım etmişti.
O dönemin yaşlı başlı yazarlarından ünlü şairler Temirkul Ümetaliyev (1908-1991), Tümönbay Bayzakov (1920-1984), Sooronbay Cusuyev (1925), ünlü nesirci Kasım Kaimov (1926-1989), otorite sahibi Olcobay Orozbayev (1919) C. Aytmatov’un taraftarları hâline geldiler. Felsefenin estetik dalında uzman olan Aziz Saliyev (1925 yılında doğdu; 1953-1958 yılları arasında Kırgızistan Yazarlar Birliği Başkanı oldu), ünlü edebiyatçılar Keneşbek Asanaliyev (1928), Muhtar Borbugulov (1930) ve Kambaralı Bobulov ise Cengiz Bey’in ateşli savunucuları ve övücüleri oldular.
Yazarlar topluluğu arasında kendiliğinden oluşmaya başlayan bu gruba A. Tokombayev’den başka bir yazarla düşmanlığı olmayan, ömründe parti ya da sendika üyesi olmamış, siyasi ya da edebî güç yarışlarının dışında kalmış olan değerli romancı Tügölbay Sıdıkbekov (1912-1997) da kendini kaptırdı.
Tam o dönemde Kırgızistan’ın parti ve hükûmet yönetiminin en üst düzeyinde Yazarlar Birliği’nin çalışmalarını had safhada ilgilendiren bir değişiklik ortaya çıktı. Kesin bir ifadeyle, 1961 yılı güzünde 1950 yılından beri Kırgızistan Komünist Partisi Merkezî Komitesi Birinci Sekreteri (Cumhuriyetin en üst düzeydeki siyasi lideri) görevini yürütmekte olan İshak Razzakov’un yerine Turdakun Usubaliyev geldi.
Bununla bağlantılı olarak yazarlar arasında Şükür-bek Beyşenaliyeviç, Turdakun Usubaliyeviç’in sadece bir hemşehri olarak aralarında bir yakınlık olan samimi bir arkadaşı değil, aynı zamanda sevdiği, büyük değer verdiği sevgili bir yazar olduğu şeklinde de fısıltılar dolaşmaya başladı. Bu fısıltıların doğru olduğu çok geçmeden ortaya çıktı.
Yüksek Edebiyat Kurslarında okuduğu dönemde C. Aytmatov’un sanat açısından beklenmedik bir şekilde yükselmesi burnu bir karış havada Kırgız yazarlarını bu eğitim kurumunda sabırsızlıkla eğitim almaya celbetti. Onlar, anlaşılan bu eğitim kurumunda iki yıl okudukları takdirde Cengiz gibi parlayarak boy gösterecekleri gibi bir hayale kapıldılar. Aralarından ilk defa öne çıkanı Ş. Beyşenaliyev oldu ve Yazarlar Birliği’ndeki sekreterlik görevini bırakarak düşman kesildiği kalem arkadaşının örneğini tekrarlamak niyetiyle Moskova’ya okumaya gitti. Onun sekreterlik makamı, okumaya gittiğinde donduruldu ve eğitimini tamamlayıp geri döndüğünde tekrar açılıp kendisine verildi. Elbette, Sovyet kanunlarına ve siyasi geleneğe o kadar uygun olmayan bu tür az rastlanan bir iyilik, Cumhuriyetin en üst düzeydeki liderinin büyük bir değer verdiği, yakın olarak gördüğü kıyamayacağı arkadaşına yapacağı lanetli bir işti.
Eskiden beri bir düşmanlık içinde olan Ş. Beyşenaliyev ile N. Baytemirov’un her ikisinin C. Aytmatov’a karşı olan düşmanca düşünceleri onları hem birbirlerine yakınlaştırdı hem de samimileştirdi. Birdenbire birbirlerini bulan bu iki dosta anlı şanlı şairler Şarşenbek Ümetaliyev (1926 yılında doğdu), Kaçkınbay Artıkbayev (1934) ile başka kalem erbabı da katıldı. Onların arkalarında hem Kırgız toplumunda hem de Cumhuriyetin siyasi muhitinde oldukça büyük itibarı olan yaşlı başlı yazar Aalı Tokombayev’in (1904-1988) heybetli gövdesi duruyordu.
Yazarlar arasında C. Aytmatov’un çevresinde toplanan gruba karşı kurulan bu gruba katılan kalem erbabı daha azdı. Ancak bazı aktif “Aytmatovcular” o dönemde bu küçük grubu Kırgızistan Komünist Partisi Merkezî Komitesi organının himaye etmekte olduğunu söylüyorlardı. Onlar Cumhuriyetin parti ve hükûmet yöneticilerinin bulundukları binayı işaret parmaklarıyla gösteriyorlar: “Onların gücü kendilerinde değil, işte şu yukarıda.” diyorlardı.
Bahsi geçen bu iki grup arasındaki ilk açık çatışma 1962 yılında meydana geldi. Bu yılın başlarında daha önceleri çoğunlukla Rus klasik yazarlarının eserlerini tercüme eden yazar Uzakbay Abdukaimov (1909-1963) “May-dan” (Meydan) isimli romanının ilk kitabını çıkardı. Bu kitapta İkinci Dünya Savaşı döneminde kanlı meydanda meydana gelen bazı olaylar, memleket içlerinde kalan halkın günlük hayatında ortaya çıkan tipik olaylar ve savaşçı Kırgızların savaş sırasında yaptıkları betimlenmişti. Dört yıl boyunca kanlı meydanın tam içinde yaşayan U. Abdukaimov görüp bildiklerini büyük bir gerçeklik ve ustalıkla bediî bir şekilde kaleme almıştı, onun romanı yazarlar ve okurlar tarafından sıcak karşılandı.
Ancak Meydan romanını kim bilir neden Aalı Tokombayev “sosyalist realizm metodunu bir kenara atan bir eser” olarak görüp Kırgızistan Komünist Partisi Merkezî Bürosunun bir organı olan siyasi bir gazetede “Meydan romanı üzerine birkaç söz” isimli bir makale (Sovettik Kırgızstan, 1962, 11 Mart) yayımladı. Elbette, yeni romana ideolojik suçların yapıştırılması yazarlar arasında büyük uğultulara sebep oldu.
A. Tokombayev’in Meydan’a saldırmasının sebebini o dönemde yaşlı yazarlar şöyle izah etmişlerdi: Anlaşılan U. Abdukaimov hem kendisini hem de tanıdıklarını eserin kahramanları hâline getirmişti. Özellikle Aalı Tokobayev’i Apsamat ismi ile olumsuz kahraman olarak betimlemişti.
A. Tokombayev’in Meydan’ı siyasi açıdan suçladığı makalesinden sonra Yazarlar Birliği Birinci Sekreteri T. Abdumomunov yazarlar topluluğunu bir araya getirip bir tartışma toplantısı düzenledi. Tartışma toplantısında Ş. Beyşenaliyev, N. Baytemirov, M. Abdukarimov, Ş. Ümetaliyev ve başka kalem erbabı Meydan’a karşı A. Tokombayev’in aldığı pozisyon doğrultusunda konuşma yaptılar. A. Tokombayev ile çoktan beri bir düşmanlık içinde bulunan T. Sıdıkbekov ve T. Ümetaliyev, aynı zamanda S. Eraliyev, O. Orozbayev, K. Asanaliyev, K. Bobulov ve başka kalem erbabı Meydan’ı överek korudular. Tabii ki o dönemde işi başından aşkın C. Aytmatov’un tartışma toplantısına özel olarak gelip romanı temelde olumlu bir şekilde değerlendirmesi tartışmanın gidişatını U. Abdukaimov’un lehine çevirdi.
Sözün kısası, bu tartışma toplantısında “Meydan”ı koruyanlar sayıca da ağır bastı ve bu eseri ideolojik açıdan kötülemeye çalışanlar sayıca azınlıkta kaldı.
İki yazar grubu arasındaki yine bir çatışma Süyüm-bay Eraliyev’in “Cıldızdarga sayakat” (Yıldızlara seyahat) isimli küçük manzumesinden sonra meydana geldi. Bu manzume 1964 yılında Ala Too dergisinin 4. sayısında yayımlanmıştı.
S. Eraliyev sadece Kırgız yazılı şiirinde kalıplaşmış şiir şekilleri dâhilinde şiirler yazmış ve ana dilinin kelime hazinesini, betimleme gücünü, melodik güzelliğini rahat bir şekilde kullanma, millî şiirin teknik imkânlarının güzelliğini gün yüzüne çıkararak zenginleştirme, sıradan hayat olaylarından şaşırtıcı bedii tablolar çizme açısından ustalık derecesine yükselmişti.
1960’lı yılların başlarında çok uluslu Sovyet şiirinde, özellikle Rus şiirinde güçlenen çok yönlü araştırmalar Süyümbay Eraliyev’i de etkilemiş, bir değişime sürüklemiş olmalıdır. O, ansızın Kırgız şiirine konu, içerik ve şekil açısından yenilikler getirerek deneme amaçlı şiirler yazmaya başladı. Onun bu amacı güden şair çırpınışlarının sonucunda “Yıldızlara seyahat” isimli manzume ortaya çıktı.
Bu manzumede, insanoğlunun uzaya egemen olma çalışmalarına ilişkin felsefi meselelerin araştırılarak ortaya konulması ve şiir dilinde tantanalı bir şekilde verilmesi yönünde bir girişimde bulunulmuştu. Ayrıca, “Yıldızlara seyahat” dağınık vezinler, serbest beyitler hem uyumlu hem de uyumsuz mısralarla yazılmıştı.
Elbette usta şairin kaleminden çıktığı için manzumede güzel mısralar, insanı etkileyecek betimlemeler mevcuttu. Ancak manzumenin içerik ve şekil açısından sanat kusurları ile yazılmış olduğu da hissediliyordu. Sözün kısası, “Yıldızlara seyahat” dört başı mamur bir şiir değildi. Bununla birlikte, bu eseri genç okurlar, özellikle genç şairler, millî şiirdeki büyük bir yenilik olarak kabul etmişlerdi.
Kırgız edebiyatında ileri atılan herhangi bir yeni adıma sahip çıkılmasının gerekli olduğunu düşünen Cengiz Bey, sevdiği şair, hemşehrisi, taraftarı Süyümbay Eraliyev’in manzumesini sadece Kırgız şiirindeki değil, bütün Sovyet Türk halklarının şiir sanatındaki büyük bir yenilik olarak değerlendirdi. Onun bu içeriğe sahip makalesi Sovyetler Birliği’nin en önde gelen gazetesi Pravda’da yayımlandı. Bundan sonra “Yıldızlara seyahat”i Cengiz Aytmatov’un aracı olmasıyla ünlü şair Boris Slutskiy Rusçaya tercüme edip yayımladı. S. Eraliyev’in Rusçaya tercüme edilen manzumesi Moskova’nın popüler gazete ve dergilerinin sayfaları arasında Litvanyalı Eduardas Mejelaytis, Azerbaycanlı Rasul Rıza başta olmak üzere ünlü şairler tarafından övüldü.