
Полная версия
Tanrı Dağları'nın Zirvesi Aytmatov
Kırgız yazarları arasında ilk defa Stalin Ödülü’nü alması, T. Sıdıkbekov’un itibarını anında yükseltip toplumdaki yerini kökünden değiştirdi. Öncelikle, “Bizim Zamanımızın İnsanları” 1949-1951 yılları arasında dört defa Rusça basıldı; 1950-1953 yılları arasında Sovyet cumhuriyetlerinin ve sosyalist ülkelerin 11 dilinde yayımlandı; ödül alan romanı şerefine aynı yıllarda yazarın başka eserleri de SSCB halkları dillerine tercüme edilerek yayımlandı. Sonunda, T. Sıdıkbekov sadece dünyanın yarısında tanınmakla kalmadı, aynı zamanda para içinde yüzen en zengin Kırgız yazarı da oldu. Diğer açıdan, T. Sıdıkbekov’un hayatı ve sanatı hakkında üç doktora tezi yapıldı, gazete ve dergilerde, bilimsel eserlerde, ders kitaplarında kendisine yağmur gibi övgüler yağdırıldı. Üst düzeydeki devlet ödülü onun eserleri üzerine her türlü eleştiri yazısının yayımlanmasının önünü açtı.
İ. V. Stalin’in ölmesinin üzerinden bir buçuk yıl geçtikten sonra, başka bir deyişle, 1954 yılı güzünde Kırgızistan Yazarları İkinci Kurultayı toplandı. Kırgız Üniversitesine henüz girmiş olan şahsım da yazar olmak isteyen on civarında öğrenciyle birlikte sıradan bir dinleyici olarak bu kurultaya katıldı. Kürsüde okunan bildirilerde, yapılan konuşmalarda T. Sıdıkbekov çok övüldü. Bir ara söz N. Baytemirov’a verildi. O, klasik giriş konuşmasını yaptıktan sonra başkanlık divanında oturan parti yöneticilerine şöyle bir soru sordu: “Stalin Ödülü sahibini eleştirebilir miyim?” Bu sorudan sonra salondakiler de, başkanlık divanında oturanlar da gürültüyle güldüler. Çoğunluğun gülmesini desteklendiği şeklinde algılayan N. Baytemirov coşup T. Sıdıkbekov’un henüz yayımlanmış olan “Too baldarı” (Dağ Çocukları) isimli romanıyla ilgili ideolojik suçlamalarını kâğıt sayfasından kendinden emin bir ifadeyle okudu. Onun bu eleştirisi hem sıradan bir demogoji hem de bayağı çıktı. Ancak bu eleştiriye N. Baytemirov’un arkasından kürsüye çıkıp konuşan Kırgız yazarlarının hiçbiri de aksi bir karşılık vermedi. Sadece, o dönemde şöhreti henüz SSCB topraklarında yayılmamış olan Balkar şairi Kaysın Kuliyev, N. Baytemirov’un “Dağ Çocukları”na yönelttiği siyasi suçları yalanladı.
İkinci Dünya Savaşı’na bir Sovyet subayı olarak katılan Kaysın Kuliyev (1917-1985), savaş bittiğinde, bir yıl öncesinde Orta Asya’ya sürülen kendi halkının arkasından Bişkek’e gelmiş, burada on yıl kadar yaşamıştı. Kırgızistan Yazarlar Birliği’nde genç yazarların danışmanlığı görevinde bulunmuş, Rusça gazete ve dergilerde gazetecilikle ilgili malzemeler yayımlamış, bazı Kırgız yazarların eserlerini Rusçaya tercüme etmiş, bu şekilde geçimini temin etmişti. Özellikle, T. Sıdıkbekov’un “Dağ Çocukları” romanını Rusçaya tercüme etmiş, eser 1954 yılında Bişkek’te yayımlanmıştı.
Kurultayda kendisinin Rusçaya tercüme ettiği bir eserde ideolojik hatalar bulma gayretkeşliğine oldukça öfkelenmiş olmalıydı ki, K. Kuliyev kürsüye çıkar çıkmaz, N. Baytemirov’un “Dağ Çocukları”na yakıştırdığı siyasi suçlamaları yalanlamakla kalmadı, onun dile getirdiği eleştirilerin sadece kıskançlık dolayısıyla olduğunu, kendisinin de birilerini küçük görmek gibi bir güce sahip olmayan bir yazar olduğunu yüzüne vura vura söyledi. Balkar şairi öylesine ateşli konuştu ki, salonda oturanlara çok güçlü bir tesiri oldu, aralarından biri, çok duygusal ya da saralı mıydı neydi, koltuğundan pat diye yere düştü.
N. Baytemirov’un baş belası olarak T. Sıdıkbekov’dan sonra bütün Sovyet edebiyatı arenasına Cengiz Aytmatov şahlanarak çıkmaya başladı. Rusça yayımlanan “Cemile” henüz yazılı basında övülmemişti, ancak yazarlar arasında özel bir ilgiyle okunuyor, kendisinden memnuniyetle bahsediliyordu. Hikâyenin Rusçasından sonra Kırgızcası da okuyanların hepsini sevindirmiş, kendinden bahsettirir olmuştu. Bundan sonra, alışkanlık hâline gelen kıskançlık duygularına yenilen N. Baytemirov mevkisinden (Nesirciler Bölümü Başkanlığından) faydalanarak “Cemile” hikâyesini henüz beşikten bile çıkmadan kötülemek amacıyla bu hikâye hakkında bir tartışma toplantısı düzenlemişti.
Ben Kırgızistan Yazarlar Birliği’ne resmî olarak verilen tek katlı eski bir eve gündüz saat ikide geldim. İçeriye girdiğimde, koridordaki ilan tahtasında “Cemile” hikâyesinin dili hakkında görüş alışverişlerinin yapılmakta olduğunu bildiren bir kâğıt gözüme çarptı. Bürolardan birine başımı uzattığımda tartışma toplantısına çağrılanların toplanmış olduğunu gördüm. Ben de selam verip girdim ve boş bir sandalyeye oturdum. Bir de baktım ki, uzun masanın orasında burasında N. Baytemirov’un dışında şu kalem erbabı oturuyordu: Kırgız Sovyet edebiyatının kurucularından biri, ünlü şair Temirkul Ümetaliyev (1908-1991); ünlü tercüman, Ala Too (eski Sovyet Kırgızistanı) dergisinin sorumlu yazı işleri müdürü Olcobay Orozbayev; henüz üne kavuşmamış şair, Yazarlar Birliği’nin parti kolu başkanı Tümönbay Bayzakov, doğru dürüst hikâyeleri ile tanınan yazar, hicvî Çalkan (Isırgan Otu) dergisinin başeditörü Kasım Kaimov; yeni yeni okur tarafından tanınmaya başlayan nesirci Kaçkınbay Osmonaliyev; günümüzde unutulup kalan, o dönemde iyi kötü hikâyeler yazan savaş gazisi Cumabek Kıdırmışev; ünlü edebiyat eleştirmenleri olan Keneşbek Asanaliyev, Kambaralı Bobulov ve Kımbatbek Ukayev (1932-1989).
Tartışma toplantısı N. Baytemirov’un kısa bir giriş konuşması ile başladı. O, daha çok “Cemile”nin akıcı bir Kırgızca ile yazılmadığını, birçok cümlenin Rusçadan kelimesi kelimesine tercüme edilmiş gibi sırıttığını örnekler getirerek güya kanıtladı. Sonra söz İkinci Dünya Savaşı’ndan bir kolunu kaybederek dönen Cumabek Kıdırmışev’e verildi, o da bu fikir üzerine şöyle bir görüş belirtti:
Bir asker kanlı bir meydanda halkı korurken onun evde kalan karısının kim bilir nereden peyda olan aklı bir karış havada bir serserinin uzata uzata türkü söylemesiyle aklı başından gidip onun eteklerine yapışarak peşinden gitmesi Sovyet ahlakının taleplerine uygun gelmez…
Bu teze dört yıl boyunca kanlı meydanın tam ortasında bulunarak sağ salim geri dönen ünlü şair Temirkul Ümetaliyev hemen sahip çıkarak onu destekledi. Onun söylediğine göre, faşist baskıncılarla çatışmakta olan bir askerin yurdun içlerinde kalan tertemiz nikâhlı karısının başka birine varmasının “Cemile” hikâyesinde ayıplanmaması, aksine aklanması, hatta gerçek bir aşk örneği olarak göklere çıkarılması kaba bir ideolojik hataymış!
Savaş zamanında kendi gözümle görmedim, yalan söylemeyen, şahit olan bir kişiden duydum, dedi şair. – Bir asker iki kolunu, iki ayağını kaybetmiş, askerî hastanede tedavi görüyormuş. Karısına “Ben işte böyle sakat bir insan oldum, beni buradan götür, canım” diye bir mektup gönderir. Karısı cevap mektubunda kolsuz, ayaksız kalan kocasını reddedeceğini bildirir. O zaman kocası karısına “Senin beni reddetmene üzülmüyorum, bana hükûmet de iyi kötü bakacakmış, ikimiz sevişip evlenmiştik, üç dört yıl uyumlu yaşamıştık, güzel bir şekilde vedalaşalım, bana bir gelip git” diye tekrar bir mektup yazar. Karısı sakat kocasının yattığı askerî hastaneye gelip kocasının karşısında yüreği uçmuş bir vaziyette durur. Sakat koca ona “Yüzünü bana yaklaştırsana, vedalaşma işareti olarak seni bir öpeyim.”der. Karısı eğilerek yüzünü yaklaştırdığında asker onun burnunu “hap” diye hırsla ısırır. Halkını, vatanını korurken sakat kalan şahsını reddeden rezil karısını askerin bu şekilde cezalandırdığını görenler de onun haklı olduğunu düşünerek desteklerler. Sen ise Cengiz, bu şekilde burnunu hırsla ısırdığı karısının savaşın içinde bulunan kocasını terk ederek kaçmasını doğru buluyor, güzelce süslüyor, romantik bir şekilde betimliyorsun. Bu yaptığın, sadece Sovyet ahlakına değil, dedelerimizin, babalarımızın değerlerine de zıttır.
O zamana kadar herhangi bir toplantıda eleştirildiğini görmemiş olmalıdır ki, Cengiz Aytmatov eserinin ideolojik açıdan suçlanmaya başlanmasıyla sert bir şekilde öfkelendiğini yüzünden belli etmeye, sabrını ne kadar korumaya çalışırsa çalışsın, dikenli bir şeyin üzerinde oturuyormuş gibi huzursuzlanmaya başladı. Sadece T. Ümetaliyev’in eleştirisine dayanamayıp “Temirkulcuğum, ben bu töhmetinizi kabul edemem” dedi. O zaman Tümönbay Bayzakov:
Ey, Cengiz, yoldaşların düşüncelerini öfkelenmeden dinle! diyerek yan taraftan kaba bir şekilde bağırdı. – Partiye geçmek üzeresin, eleştirilere karşı doğru bir şekilde davranmasını öğren. Sana ne kadar acı söz söylenirse söylensin, kendini tutarak sakin sakin otur!
Kırgızistan Yazarlar Birliği Parti Kolu Başkanı, Kırgızistan Komünist Partisi Merkezî Komitesinin Genel Sekreteri İshak Razzakov’un bacanağı T. Bayzakov’un müdahalesi C. Aytmatov’u konuşmasını kesmeye mecbur bıraktı.
Ancak, bundan sonra tartışma toplantısına katılanlar “Cemile” hikâyesini hem savunarak hem de överek konuştular. Özellikle usta tercüman, edebiyat bilimci Olcobay Orozbayev hikâyenin yenilikçi, başarılı ve ilgi çekici bir hikâye olduğunu uzun uzun anlattı. Eleştirmenler K. Asanaliyev ile K. Bobulov’un söyledikleri de kanıta dayanır, inanılır ve anlamlı çıktı. Nesirci genç yazarlar K. Kaimov ile K. Osmonaliyev de “Cemile”ye yakıştırılan suçlamalara kaba cevaplar verdiler. Eleştirmen K. Ukayev’in hikâyede başarılı yönlerle birlikte eksiklikler de olduğu gibisinden konuşması dikkate bile alınmadı. Genel olarak bu tartışma toplantısında da “Cemile” daha fazla övgü aldı ve kendisine yüksek bir değer biçildi.
C. Aytmatov’un yeni hikâyesini kötüleme niyetinin suya düştüğünü anlayan N. Baytemirov benim konuşmak için el kaldırdığımı görmezlikten geldi ve tartışma toplantısının sona erdiğini ilan edip yazar C. Aytmatov’a söz verdi.
Tartışma toplantısının başlangıcında öfkeyle oturan C. Aytmatov konuşanların çoğunun eserini kuru suçlamalardan korumaları, sade bir bilgelikle övmeleri dolayısıyla memnun olmuş, yüzü gülmüştü. O, hikâyesi için söylenen bazı eleştirileri nazikçe çürüttü ve sonra “Cemile”nin dilini sıradan Kırgız okurlarının anlamadığı şeklindeki töhmete karşı bir delil olarak çantasından üç dört mektup çıkardı. Sonra o: “Okurlar anlamıyor, diyorsunuz, bana “Cemile”yi okuyan köylülerden teşekkür eden bu gibi mektuplar gelmekte, size okuyayım.” dedi. O zaman T. Ümetaliyev: “Boşver, Cengiz, okuma, mektupları çantana geri koy, dedi. Bana halktan çok mektup gelir, arasında benim için yazılan şiirler de var, ben hiçbirini başkalarına okumam. Sen de böyle yap, ayıp olur.”
Bu reddedilmeden rahatsız olan Cengiz Bey biraz düşündü ve sonra “Cemile”yi eleştirenlerin söylediklerini dikkate alacağını yüzeysel olarak belirtti ve hikâyeyi savunanlara teşekkür etti. Bu şekilde tartışma toplantısı sona erdi. Genel bir değerlendirmeyle, “Cemile” hikâyesinin kötülenmesi amacı güdülerek düzenlenen bu toplantı gerçekte hikâyenin övülmesi toplantısına dönüştü.
Tartışma toplantısına katılanlar gürültüyle koridora çıktı. Cengiz Bey askıdan kabanını aldı, son büronun kapısı açıkmış, buraya gayriihtiyari göz attı, sonra hayretten olduğu yerde kalakaldı. Anlaşılan, bu büroda Toktobolot Abdumomunov Yazarlar Birliği’nde çalışan sekreter ve muhasebeci kadınlarla birlikte oturmuş, çay içiyormuş! Toktobolot ile Cengiz’in ikizler gibi her zaman birlikte dolaştıklarını gören, onların samimi dostlar olduklarını duyan benim gibi bir insan için kafama sorular yağmur gibi yağdı. “Acaba, Abdumomunov “Cemile” için tartışma toplantısı olacağını duymamış mıydı? Şu kadınların oturduğu büroya geçerken Baytemirov’un bu konudaki ilanını görmemiş miydi? Yan büroda “Cemile”nin tartışılmakta olduğunu, her şeyi bilen şu kadınlar ona söylememişler miydi?”
T. Abdumomunov tıpırtıyla koridora çıkanlara birden bakıp aralarından kabanını eline almış bir hâlde kendisine gözlerini diken C. Aytmatov’u gördüğünde yerinden kalkmadan sordu: “Cengiz, ne var, toplantı moplantı mı oldu?” Sersemleyerek şaşkına dönen Cengiz Bey başını bir salladı ve resmî bir ses tonuyla: “Yeni hikâyem için bir toplantı yapıldı, böyle bir toplantıya herkesin katılması gerekiyordu gibime geliyor.” diye mırıldandı. Sonra kabanını giydi, çantasını aldığı gibi hiç kimseyle vedalaşmadan hızla dışarı çıktı.
Yazarlar Birliği binasından ben K. Asanaliyev ve K. Bobulov ile birlikte çıktım. Üçümüz bir tarafa doğru yürümeye başladık. Üçümüz de bu tartışma toplantısının etkisini üzerimizden atamamıştık. Özellikle Kambaralı Bobulov hızlı hızlı çarpan neşeli kalbini sakinleştiremez bir hâlde şamatayla gidiyordu. “Biz yendik, biz onlara baskın geldik!” deyip durdu birbiri ardınca. Aklımdan T. Abdumomunov’un görüp bildiği hâlde tartışma toplantısına gelmemesi konusu çıkmıyordu. Sonra öğretmenimiz Keneşbek Asanaliyev’e yüklenerek bir soru sordum: “Benim bildiğim kadarıyla, Abdumomunov Aytmatov’un dostu, Baytemirov’un düşmanıydı. Düşmanı, dostunun eserini yerden yere vurmak isterken onun tartışma toplantısına gelmemesi de ne demek? Yan büroda tartışma toplantısı yapılırken bildiği hâlde kadınlarla oturup çay içmesi de neyin nesi?” K. Asanaliyev düşünüp cevap verinceye kadar K. Babulov patladı: “Boş yere kendilerini bir şeymiş gibi göstermeye çalışan yazarların tamamı Cengiz’in bir roket gibi fırlayıp gitmesini kıskanıyorlar. Cengiz’in samimi dostu olarak bilinen Abdumomunov’un içi karaymış.” Bu düşünceyi K. Asanaliyev de kabul etti, yazarlar arasında kıskançlıktan doğan düşmanlık olaylarının eskiden beri mevcut olduğunu, T. Sıdıkbekov’un “Bizim Zamanımızın İnsanları” isimli romanının Rusçaya tercüme edilmesi ve Stalin Ödülü’ne aday gösterilmesi sırasında bazı yazarlar tarafından düzenlenen ihanet çalışmalarından örnekler vererek açıkladı.
Yaşlı başlı yazarlardan Ümetaliyev’in tartışma toplantısına geldiğini görmüyor musunuz? Kendi kızıyla aynı yaşta olan genç bir yazara karşı konuşmasına hayret ettim, dedi K. Bobulov sokağı çınlata çınlata bağırarak. – Ah, tövbe! Kendisinin şiirden başka hiçbir şey yazmamış olmasına, Cengiz’in onun ne yaşıtı ne de rakibi olmasına, onunla ün, şöhret ya da mevki yarışına girmemesine rağmen Ümetaliyev niçin böyle yaptı, sebebini biliyor musunuz, Keneşbek Asanaliyeviç?
Bu soruya K. Asanaliyev biraz yürüdükten sonra cevap verdi: “Anlamsız. Kendisine sormalı.” T. Ümetaliyev’in niçin “Cemile”ye karşı çıktığını öğrenmek K. Bobulov için kendisini huzursuz eden bilmeceli bir soru hâline gelmişti. O, iki gün sonra bu soruyla ilgili olarak kulağı delik yazarlardan soruşturup öğrendiklerini bana müjdeledi. Anlaşılan T. Ümetaliyev’e birisi, Aalı Tokombayev’in Cengiz’e “Babanın dostuydum, beraber çalışıyorduk.” diyerek onu kendi tarafına çektiğini söylemiş. A. Tokombayev ile eskiden beri düşman olan T. Ümetaliyev bu dedikodulara inanmış, “Düşmanımın dostu, benim düşmanımdır.” ilkesine dayanmış ve hemşehrisi T. Bayzakov’u peşine takıp tartışma toplantısına gelmiş, “Cemile” hikâyesini karalamıştı. Aynı gün bunu duyan gazeteci ve siyasetçi, Cengiz Aytmatov’un hemşehrisi ve en yakın arkadaşı Turgunbek Suvanberdiyev akşamleyin kendisine yakın, gönül dostu olan T. Ümetaliyev’e gelip onun Cengiz’e karşı çıkmasına üzüldüğünü söylemiş. Onun karşı çıkma sebebini öğrendikten sonra A. Tokombayev ile C. Aytmatov’un arasında hiçbir ilişki olmadığını, Cengiz’in aslında Aalı’nın edebiyat meseleleri üzerinde dile getirdiği birçok düşünceyi beğenmediğini kendisine açıklamıştır. Bu güvenilir bilgiden sonra keyfi kaçan T. Ümetaliyev yaptığı büyük hataya yerinerek evinde oturmuştur. “Temirkulcuğum çocuk karakterlidir ya birilerinin söylediklerini daima gerçek kabul eder.” diyerek sözünü bitirdi Kambaralı Bobulov.
C. Aytmatov’un her açıdan son derece büyük bir itibara kavuştuğu bir dönemde T. Ümetaliyev ona atfen şiirler yazdı, yeri geldiğinde onu göklere çıkararak övdü, yazarların hizipler hâlindeki güç yarışlarında onun taleplerine destek çıkar oldu. Cengiz Bey de yaşlı şaire sevgi ve saygıda kusur etmedi, özellikle onun 60. doğum gününün bir jübile olarak kutlanması amacıyla kurulan komisyonun başkanlığını yaptı, doğum günü münasebetiyle yapılan görkemli toplantıyı başından sonuna kadar yönetti.
Tümönbay Bayzakov da daha sonraları Cengiz Bey’i öven, savunan yazarlardan biri oldu, ona karşı konuşanlar hakkında kinayeli fıkralar çıkardı.
Şöhreti alev alev yayıldığında“Cemile” için düzenlenen tartışma toplantısının üzerinden henüz çok zaman geçmemişti. Bir gün Sovyetler Birliği’ndeki en ilginç yazılı basın organı Literaturnaya Gazeta’da (Edebî Gazete) Muhtar Avezov’un, “Cemile” isimli hikâyeyi göklere çıkararak öven, aynı zamanda ciddi olan bir makalesini okuduk.
Şüphesiz, M. Avezov Abay Yolu romanıyla dünyadaki pek çok halk tarafından tanınan, aynı zamanda akıllı, bilgili ve güzel yönleriyle de çok milletli Sovyet yazarları arasında son derece büyük bir saygı gören ünlü bir Kazak yazarı, bilim ve halk adamıydı. Orta Asya halkları aydınları, özellikle Kırgız yazarları onu bir tanrı gibi görüyor, ona bir pir gibi saygı gösteriyordu. Bu sebeple onun Literaturnaya Gazeta’nın sayfaları arasında “Cemile” hikâyesine çok büyük bir değer vermesi Bişkek’te bir sansasyon olarak kabul edildi ve Cengiz Aytmatov’un itibarını göklere çıkardı, boş yere kendilerine rakip görüp onu kıskananları çileden çıkardı.
M. Avezov’un makalesinden sonra birbiri ardına Rusya’nın, Kırgızistan’ın ve başka cumhuriyetlerin gazete ve dergilerinde eleştirmenlerin “Cemile”yi göklere çıkaran, olay yaratan makaleleri ve değerlendirme yazıları, okur mektupları çıkmaya başladı. 1958 yılı güzünde Kırgız sanatı ile edebiyatının on günlük bayramının Moskova’da kutlanması dolayısıyla süreli yayın organlarında, ünlü Rus yazarlarının katıldığı tartışma toplantılarında, Moskovalı okurlar ile Kırgız yazarların buluşma toplantılarında “Cemile” genç Kırgız edebiyatının bir başyapıtı olarak baştan sona övgüye boğuldu.
Bu arada Moskova gazetelerinde dünyaca ünlü söz ustası Luis Aragon’un “Cemile”nin Rusçasını Fransızcaya tercüme ederek yayımladığı, çıkan kitapçığa harika bir giriş yazdığı şeklinde bir haber ilan edildi. Çok geçmeden “harika” olduğu söylenen giriş Rusça ve Kırgızcaya tercüme edilip gazete ve dergilerde basıldı. Giriş, gerçekten de mükemmeldi, “Cemile” şerefine söylenen anlı şanlı bir şiir gibi yazılmıştı, okuyanların hemen hemen hepsi üzerinde hikâyenin kendisi gibi güçlü bir etki bıraktı. Bu şekilde, Luis Aragon Cengiz Bey’in itibarını daha da yükseltti.
O dönemdeki kulağı kesik yazarların söylediklerine göre, Muhtar Avezov Moskova’da Luis Aragon ile görüşmüş, sohbet ederlerken Sovyet edebiyatındaki parlak bir yenilik olarak genç Kırgız yazarının “Cemile” isimli hikâyesinden memnuniyetle bahsetmişti; bunun üzerine kendisinde bir ilgi uyanan Aragon “Cemile”yi okuyup çok beğenmiş, hemen ana diline tercüme etmişti. Bu, onun hayatında ilk defa yaptığı tercümanlık çalışmasıymış.
1961 yılında “Cemile” Lenin Ödülü’ne aday eserler arasına alındı. Görüp bilenlerin söylediklerine göre, Lenin Ödülü’nü veren komisyonun üyesi Muhtar Avezov bu komisyonun Moskova’da yapılan oturumlarında “Cemile”yi ödüle aday göstermek için hitap sanatını, büyük itibarını kullanmış ve bütün gücünü harcayıp canla başla çalışmıştı. Bu sefer onun bu cesur hareketi fazla bir işe yaramadı. Buna “Cemile” hikâyesinin hacminin küçük ve sonra da genç bir yazarın ilk ünlü eseri olması sebep olmalıdır.
Daha o dönemde “Cemile” birçok yabancı dile çevrilmiş, eleştiri makalelerinde ve bilimsel kitaplarda tekrar tekrar övülmüş, ödül alma yolunda ilerlemişti. Bu eseri dolayısıyla önce Sovyetler Birliği’nde, sonra da Avrupa’da ün kazanan C. Aytmatov, “Cemile”sini bir anlık bir ürpertiyle gelen bir harika olarak yazmadığını, dünyanın edebiyat göğünden hızla kayarak gözden kaybolan bir kuyruklu yıldız olmadığını “Kızıl cooluk calcalım” (Al Yazmalı Güzelim) (1961), “Botogöz bulak” (Deve Gözü) (1962), “Birinçi mugalim” (İlk Öğretmen) (1962) isimli yeni eserleri ile kanıtladı. Bu eserler fikrî ve bedii nitelikleri açısından “Cemile”den geri kalmamışlardı. Diğer yandan, Cengiz Bey sadece söz sanatına doğal biçimde güçlü bir yeteneği olan bir sanatçı değil, aynı zamanda orijinal düşünebilen bilgili bir aydın olduğunu kendi dönemi için güncel, siyasi, kültürel ve ahlaki meseleleri ele aldığı keskin, ilginç ve örnek makaleleri ile de gösterdi.
“Cemile”, “Al Yazmalım”, “Deve Gözü” ve “İlk Öğretmen” hikâyelerinden özel bir seçme eserler kitabı oluşturulup 1962 yılında “Povesti Gor i Stepey” (Steplerden Hikâyeler) adıyla yayımlandı. Bu kitap 1963 yılında Lenin Ödülü’nü almaya değer bulundu.
Lenin Ödülü SSCB’nin en yüksek devlet ödülü olup bilim ve teknolojideki yeni keşiflere, sanat, edebiyat ve arkeolojideki en önemli eserlere veriliyordu. Her yıl çok sayıda insana da verilmiyordu. Elbette, bu itibarlı ödülü almaya hak kazananların toplumdaki itibarı oldukça artıyordu.
Yine, Cengiz Aytmatov’a kadar hiçbir Sovyet yazarı 35 yaşında Lenin Ödülü’nü alabilmiş değildi. Bu ödül daha önce Merkezî Asya’nın Türk halkları yazarları arasından sadece Muhtar Avezov’a verilmişti.
Böylece, “Yüz Yüze” yayımlandıktan sonraki beş altı yıl içinde Cengiz Aytmatov’un şöhreti artmış, alev alev hızla yayılmış, çok uzaklara kadar gitmiş, itibarı aynı havaya fırlatılan bir roket gibi yükselmiştir. Kırk yaşına gelmeden dünya çapında ün kazanan Kırgız yazarı çok uluslu Sovyet edebiyatını yaratanların ön saflarına geçmiş, Moskova’nın sadece ilerici edebiyat muhitinin değil, en üst düzeydeki siyasi elit kesimin de sevgilisi olmuştu. Kendi içinden her yerde tanınan insanları henüz çıkaramamış olan Kırgız halkı için Cengiz Aytmatov’un adı ulusal bir gurura dönüşmüştü.
Hiç kimse kendi köyünde peygamber olmazRus dilinde böyle bir atasözü var. Bu sözün doğru olduğu Kırgız kültür hayatında C. Aytmatov örneği ile bir kez daha onaylandı.
Cengiz Bey dış dünyada “Kırgız harikası” olarak tanınsa da aynı ulustan olan bazı kalem arkadaşları tarafından dışlandı. Mesela söz konusu dönemde Kırgız yazarları arasında aşağıdaki gibi dedikodular dolaşıyordu.
O dönemde Kırgız edebiyatının saygıdeğer büyüğü Aalı Tokombayev (1904-1988) ciddi bir tavırla: “Aytmatov’a gerçek bir yazar denemez, orta bir hikâyeci diyebiliriz.” demiş. Diğer bir büyüğümüz Tügölbay Sıdıkbekov şöyle demişmiş: “Cengiz şırfıntı bir gelini görkemli bir şekilde betimleyip edep ve ahlakı bozuk Batı dünyası tarafından beğenildi.” Yakınlarda, C. Aytmatov’un dostu olan ünlü dramacı Toktobolot Abdumomunov (1922-1992) şöyle demiş: “Cengiz sabunun köpüren bir köpüğüdür, göreceksiniz, hızlı bir şekilde fos edip inecek.”. Yine ünlü bir yazar Şükürbek Beyşenaliyev (1928-2001) işte şu düşüncesini sık sık dile getiriyormuş: “Aytmatov Kırgız hayatını Moskova’nın eleştirmenlerine uygun bir şekilde yazan bir Rus yazarı. Doğru, eserlerini kendisi Rusça yazıyor ancak ünlü Rus yazarlarına düzelttiriyor ve sonuna “Kırgızca-dan tercüme” diye yazdırıyor. Rusça yazdıklarını kendisi Kırgızcaya tercüme ediyor ancak bunların dili çok zayıf.”
(Böyle dedikoduların boş yere çıkmadığı daha sonra yazılı basında yayımlanan hatıra materyallerinde rastlanan, bize tanıklık eden bazı ifadeler aracılığıyla doğrulanmaktadır. Örneğin, yazar Asanbek Stamov “Bozuk Bıldırcınlar” isimli hatıratında (Kırgız Tuusu, 19 Eylül 1992) A. Tokombayev’in: “Aytmatov yazar değil, sadece iyi bir gazeteci… Aytmatov’u siz bir tanrı gibi görüyorsunuz, biliniz ki, Kırgız toprağında yetişmemiştir, Kırgız edebiyatı tarihinde iz bırakmayacaktır.” dediğini kendi kulağıyla duyduğunu belirtir.6
Ünlü nesirci Kaçkınbay Osmonaliyev (1929-1992) ile karşılaştığımız yerlerde sohbet ederdik. O, yazarlığa yatkın, konuşmasını, eski Kırgız hayatını iyi bilen bir kalem erbabıydı. Maalesef, onun bilgisi zayıf, estetik zevki eksikti. Kendisini C. Aytmatov’dan eksiği olmayan yetenekli bir insan olarak kabul etmişti bu açıkgöz insan genelde: “Ben Rus dilini iyi bilmiyorum ya, kör olasıca, deyip içindeki arzusunu dile getirirdi. – Eğer Rusçayı Cengiz gibi bilseydim, dünyada belki ondan da iyi tanınırdım!”
İşte bu şekilde düşünen, düşündüğünü bazen açıkça söyleyen Kırgız yazarları az değildi. Bu tür konuşmalar yapıldığını duyduğumda ben doğrudan atılır: “Rusya’yı bir kenara bırakalım, şu bizim Kırgızistan’da da kendileri Rus, ana dilleri Rusça olan yığınla yazar var, ancak onların hiçbiri Aytmatov gibi bir sıçrama yapamıyorlar.” derdim.
Kısacası, Kırgız yazarların bir çoğunun kafasında Cengiz Aytmatov’un özgün ve az rastlanan bir yetenek, derin bir bilgiye sahip yorulmaz bir emek adamı olduğu için değil, Rus dilini iyi bildiği için dünyaca meşhur olduğu gibisinden dar görüşlü fikirler dahi ağır basardı.
Ancak “Hayattaki klasikler” olarak kabul edilen büyükler de onlardan daha genç olan başka yiğit yazarlar da ünü her tarafa ışıl ışıl yayılan kalem arkadaşlarını, kendilerini dev aynasında gördüklerinden kendilerine denk görmediklerini, ondan hoşlanmadıklarını, dışladıklarını yazılı basın sayfalarında ya da toplantı kürsülerinde açıkça ilan etmeye cesaret edememişlerdir. Bu yazarların tek bir baldırı çıplak kahramanı Nasirdin Baytemirov oldu. O, 1960’lı yıllarda kendine rakip olarak gördüğü C. Aytmatov’a karşı takındığı olumsuz tavrı gizlemeyip sürekli dile getirdi. Buna somut örnekler verelim: