bannerbanner
Gönlün Göklerinde
Gönlün Göklerinde

Полная версия

Gönlün Göklerinde

Язык: tr
Год издания: 2023
Добавлена:
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
4 из 9

Artık halkımızın yegâne evladı Adi Şaripov’un yaşamını gözden geçirmeye başlayalım.

Adeken, 1912 yılının 19 Ocak tarihinde Semey Vilayeti Jarma Bölgesi’ndeki Marinovka Köyü’nde dünyaya gelir (Vilayet, daha sonra Semey Bölgesi adını aldı. Günümüzde ise Doğu Kazakistan Bölgesi’dir). Dedesi kadı ve hacıdır.Babası ise zenginlerdendir. Kendisi 1932 yılında Kazak Abay Pedagoji Enstitüsü’nü kazanır, ancak 1934 yılında “zenginin soyu” suçlaması ile takip edilerek okuldan ve komsomol birliğinden atılır. Hapse atılma tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu anlayınca bir gece gizlice Almatı Tren İstasyonu’na gidip geçmekte olan bir trene atlar. Tren, Türkmenistan’ın Kızılsu Şehri’nde durduğunda iner ve oralardaki okulları araştırma sonucunda Pedagoji Yüksek Okulu olduğunu öğrenir. Adı geçen okula gidip okul başkanlığına gerçeği anlatır. Başkanlık, anlayış gösterip okula kabul eder.

Çalışkan, bilgili ve aktif, organizatörlük özelliğine sahip Adeken, son sınıfta iken okulun Eğitim İşleri Bölümü Başkan Vekili görevini de yürütür. Büyük bir itibara sahip olmasına rağmen ülkesine dönmek ister ve Almatı’daki güvenilir dostlarıyla mektuplaşır. Dostlarından biri (Adeken, o dostunun adını ve soyadını da söylemişti, ancak aklımda kalmamış) Enstitü başkanlığının tamamen yenilendiğini, zamanında gündemi meşgul eden lafların artık unutulduğunu yazar. Adeken, riski göze alarak Almatı’ya dönüp ilk başta okuduğu enstitünün rektörüne gider. Rektör, durumunu anlayıp Dil ve Edebiyat Fakültesi’nin üçüncü sınıfına kaydedilmesini sağlar. 1938 yılında fakülte diplomasını eline alan genç adam Kaskelen Orta Okulu’na öğretmen olarak gönderilir.

İkinci Dünya Savaşı başlayınca Adeken savaşa gidip Beyaz Rusya topraklarında düşmanla savaşır. 1943 yılının Aralık ayından itibaren Partizan Harekatı Smolensk Merkezi’nde çalışır.

Adiağabey savaştan sonra Kazak Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Eğitim Bakan Yardımcısı; Eğitim Bakanı, Kazak Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Bakanlar Başkanı Yardımcısı, Kazak SSC Dışişleri Bakanı; Kazakistan Yazarlar Birliği Başkanlığı Birinci Sekreteri ve SSCB Yazarlar Birliği Başkanlığı Sekreteri, Kazak Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Bilimler Akademisi Muhtar Avezov Edebiyat ve Sanat Enstitüsü Müdürü görevlerinde bulundu.

Devlet ve toplum adamı Adeken, yanılmıyorsam 1962-1965 yılları arasında SSCB Yüksek Kurulu Başkanı Ulus İşleri Yardımcısı da olmuştur. Sovyetler Birliği düzeyindeki, ulusal ve uluslararası meseleleri çözme hususunda kırktan fazla yabancı ülkede bulunmuştur. Son dönemlerde yurt dışına yaptığı ziyaretler “Alıs Jagalavlar (Uzak Sahiller)” kitabında yer aldı.

Edebî şahsiyetinden söz edecek olursak Adeken’in kaleminden: “Partizan Kızı”, “Ormandagı Ot (Ormandaki Ateş)”, “Ton (Kürk)”, “Kapastagı Juldızdar (Kafesteki Yıldızlar)” adlı hikâyeleri ve “Sahara Kızı (Step Kızı)”, “Dos Sırı (Dost Sırrı)” romanları meydana geldi. Onun “Orman Hikâyesi” senaryosu üzerine çekilen film, Asya ve Afrika ülkelerinin Taşkent’te yapılan film festivalinde ödül kazanıp Almatı’da düzenlenen Sovyetler Birliği Askerî Filmler Yarışması’nda SSCB Savunma Bakanı’nın özel ödülüne layık görüldü.

Edebiyat alanına çok büyük katkılar sağlamıştır. “Jumagali Sayınnın Ömiri men Şığarmaşılığı (Jumagali Sayın’ın Hayatı ve Eserleri)”, “Sırbay Mavlenovtın Şığarmaşılığı (Sırbay Mavlenov’un Edebî Şahsiyeti)”, “Kazak Adebiyetinde Dastür men Janaşıldık (Kazak Edebiyatında Gelenek ve Yenilik)”, “Kazirgi Davir jane Kazak Adebiyetinin Damu Joldarı (Çağdaş Dönem veKazak Edebiyatı’nın Gelişme Yolları)” adlı monografiler ile önemli meseleleri ele alan pek çok makalenin sahibidir. Bu tür çalışmalarından dolayı filoloji bilimleri doktoru unvanını kazanmıştır.

Savaşçı, toplum ve devlet adamı, kalem ustası Adeken’in uzun yıllar boyunca verdiği emek Lenin Nişanı, Emek Kızıl Sancak Nişanı (iki kez), Kızıl Yıldız ve Şeref nişanları, SSCB madalyaları, Kazak Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Yüksek Kurulu Şeref belgeleri, Kazak Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Emektar Öğretmeni nişan, madalyalarıyla takdir edilmiştir.

Özetle, sözlerime Almatı Tiflis (kelime anlamı “ılık su”) yolculuğundan başladığım için Tiflis Almatı yolculuğu ile bitirmem şarttır.

Gürcistan’da bir hafta kaldık. Edebiyat eleştiricilerinin fikir alışverişi dört gün devam etti, geriye kalan günlerde Gori, Kutaisi, Borjomi şehirlerini gezdik. O bir hafta içinde gözlerimle görüp göğüslerimi kabartan, SSCB ülkelerinden, Moskova ile Leningrad’dan gelen nice ünlü edebiyatçı ve eleştirmenlerin Adeken’i görür görmez uzaktan akrabası gelmiş gibi sevinerek “Adeke.”, “Adi Şaripoviç.” diye içtenlik ve memnuniyet sergilemeleri oldu. Ağabeyimizin yüksek itibarı bizi de gerçekten şereflendirdi.

Dönüşte de Adeken beni yanına oturtup toplantı ve ziyaretimiz hakkındaki düşüncelerimi merak etti. Laf lafı doğurur ya bir defasında Adeken bana keskin gözlerini dikip tebessüm ederek:

“Gabbas, sen benim kim olduğumu, nereden olduğumu biliyor musun?”diye sordu. Güzel tebessümü rahat olmamı sağlamıştı ve hiç çekinmeden:

“Yazarlar Birliği’ni yönetirken bize bu konuda bilgi vermemiştiniz. Ancak sizin Semey’den, Abay’ın memleketinden olduğunuzu duymuştum. Öyleyse Argın3 ağabeyin hangi kolundansınız?” dedim.O, başını arkaya atıp yüksek sesle güldü:

“Sana ilginç bir şey söyleyeyim: Argın’ın aydınları Nayman4 olduğumu, Nayman’ın aydınları ise Argın olduğumu düşünürler. Aslında Nayman ihtiyarın evladıyım, Matayımdır. İliyas Jansügirov ağabeyinin kardeşiyim. Memleketim Ulan İlçesi’ne bağlı Bozanbay Köyü’nden kuzeybatıya doğru on beş kilometre uzakta bulunan Kayranbay Köyü’dür. Ancak… Şimdilerde köyde neredeyse kimse kalmadı. Çoğu geçimini sağlamak için farklı yerlere taşınmış.” Diye kısık sesle konuşan Ad ağabey bir süre sessiz kaldı. Düşünceleriyle yaşamın ta uzaklarında bulunan kırlarını ve tepelerini dolaşmaya geçmiş olmalı. Ben de sessiz kaldım. Biraz sonra sessizliği bozarak: “Semey’in Marinovka Köyü’nde doğmamın nedeni ise iş peşinden giden babamızın orada birkaç yıl yaşamış olmasındandır. Peki sen Nayman’ın hangi kolundansın?”dedi.

“Kökjarlıyım.”

O sırada uçakta anons yapılıp: “Dikkat dikkat. Kemerlerinizi bağlayınız, biraz sonra uçağımız Taşkent Havaalanı’na inmiş olacaktır” dendi. Ondan bir buçuk saat sonra da uçağımız havalanıp Almatı’nın yolunu tuttu. O sırada bilim adamı, yazar Hasen Adibayev:

“Adeke Tiflis’te sizinle birlikte geçirdiğimiz bir hafta bizim için son derece değerli ve verimli oldu. Akşamları sizin odanızda geçirdiğimiz her saat, enstitü ve üniversitelerdeki ders dinlemeye hevesli öğrencilik dönemlerimize götürdü. Teşekkürler Adeke, yüz yıl yaşayın.” dedi. Biz de yarışırcasına onu doğruladık. Adeken:

“Maşallah söz ustalarına.”diyerek neşeyle güldü.

Hasan ağabeyle ilgili ilginç bir şey yaşadığımızı da anlatayım. Hasan ağabey Tiflis’ten elinde dışına yarım metre kadar kurdele bağlanmış güzel kâğıt kutu ile döndü. Kutunun üzerindeki yazılar Gürcü harfleri ile tabii ki Gürcüce yazılmış.

Her zamanki gibi şakalaşarak: “Has ağabey, elinizdeki nedir? Patlayıcı bir şey değildir herhalde.” dedim

“Yengen için aldığım Gürcü pastasıdır.”dedi. Kahkaha tufanı koptu. Çocuklardan biri, sanıyorum Sayın’dı:

“Şu sıcak havada pastanız erimeden verin, yiyelim.” dedi. Tekrar kahkaha koptu. Ad ağabey yüksek sesle gülerek:

“Tabi siz eşlerinize Allah bilir bir şeker bile almamışsınızdır. O yüzden de Hasen’in pastasını kıskanıyorsunuz değil mi?” dedi.

“Ad ağabey, gelinleriniz için biz kendimiz en değerli hediye sayılırız.”dedi Kabdeş. Kahkahalarımız Taşkent Havaalanı’nın her yerinde yankılanmış olmalı…

1992 yılı.

İLEKEN


1973 yılının 20 Eylül günü olmalı ev telefonum gaz sancısından ağlayan bebek gibi yüksek sesle durmadan çalmaya başladı. “Ay Allah canını almayası.”diye derhâl ahizeyi elime alıp kulağıma yapıştırdım:

“Buyurun.”dedim.

“Gabbas nasılsın? Ben Anvar.”

“Tanıdım. Harikayım.”

“Yıllık iznini almışsın, tatile gitmedin mi? Daha ne kadar zamanın var?”

“Daha iki haftam var.”

“Öyleyse bana gel.”

“Hayır Aneke, pazara gitmek üzereyim, üç saat sonra Öskemen’e uçacağım.”

“Üç saat dediğimiz çok zamandır, yetişirsin, bana bir uğra.”

“Anekeceğim yetişmem zor olur, bilet cebimde…”

“Bilet cebinde ise uçak bir yere kaçmaz”diye sesli sesli güldü Anvar.

“Bu kadar acil olan nedir?”

“Gelince anlatacağım, birazdan arabam seni alacak, bekliyoruz.”

Aneken’in, Yazarlar Birliği Başkanlığı Birinci Sekreteri Anvar Alimjanov’un şoförünün adı da Anvaridi.

“Niye çağırıyor? Ne oldu?”diye sordum, o omzunu kaldırıp kafasını sallayarak:

“Bilmiyorum. Sekreterini gönderip: “Gabbas’ı getirsin” demiş…”

“Anvar yalnız mı?” dedim giriş odadaki sekreter hanıma selamlaştıktan sonra.

“İlyas ağabey var.”

“Selamünaleyküm.” deyip odaya girdim.

“Aleykümselam.”dedi İleken, İlyas Yesenberlin, gülümseyerek elini uzattı. Yazarlar Birliği Başkanlığı İkinci Sekreteriydi.

“Geldin mi? Buyur.” dedi Anvar, elini uzatırken yerinden kalktı. Ön dişleri fırlayıp iki omuzu sallanarak sessizce güldü.

“Patron gelmeyi emredince gelinmez mi? Neşeli olduğunuzu görüyorum, bu iyiye işarettir” dedim, İleken’in karşısına oturdum. İleken, her zaman olduğu gibi tek nefeste “ıh-hı” diye gülüp Anvar’a baktı. Anvar da gülümsemeye geçip bana baktı. Ben ikisine sırayla bakıp:

“Niye çağırdınız, söylesenize, gülmek gerekirse ben de gülerim,” dedim.

“Öskemen’i bekletip Moskova’ya uçman gerekiyor” dedi Anvar, yerinde oturarak ve ciddi bir yüz ifadesi edinerek.

“Ben orada ne yapacağım?”

“Mülakata girmen gerekir.”

“Ne? Neden? O da nedir?”

“Biz aramızda istişare ederek senin, buraya, bizim Edebiyat Fonu’na Müdür olmanı uygun bulduk.”

“Uygun bulduk” da ne demek? Benim fikrimi almadan mı?”

“Gabbas dinlesene, anlasana.” dedi İleken kırgın bir sesle.

“Neyi anlamam gerekir?”

“Anvar özetle anlatıp açıklasana.”dedi İleken, ellerini açıp Anvar’a baktı.

“Gabbas şöyle: Biz Abdraşit Ahmetov’u emekliye gönderip onun yerine seni Müdür yapma kararı aldık. Moskova’daki üst Edebiyat Fonu olumlu bakıyor. Onlar iki üç gün içerisinde arayacaklar, ondan sonra: “Neredesin Moskova?” diye gideceksin ve Müdürüyle tanışıp konuşacaksın. Öskemen’e daha sonra gidersin.” dedi Anvar. Ben katiyen istemediğimi söyledim. Kazak Edebiyatı Gazetesi’nin Eleştiri Bölümü Başkanı idim. Orada çalışmaya devam etmek istediğimi, adı geçen gazeteden başka bir yere gitme planlarımın olmadığını ve ayrılmayacağımı ilettim. İki başkan: “Gideceksin.” dedi, bense: “Gitmeyeceğim.” dedim. Bahanelerimi dinleyen yoktu. “Sen uygunsun”, “Sen disiplinlisin”, “Sen yönetebilirsin”, “Senin adaylığın Parti tarafından da destek buldu” gibi övgü veya kandırma sözleri olduğunu tam ayırt edemediğim lafları yağdırıp, dönmeye çalıştığım yerlerde önümü kapatıp kendi taraflarına çektiler.

Sağlam bir bahane bulduğumu düşünerek. “Aritmetikten anlamayan, genel olarak matematik derslerinden okulda “üç”ten daha yüksek bir not almayan biriyimdir. Çıkarma, toplama, çarpma ve bölme denen dört işlemden başka bir şey bilmem. Edebiyat Fonu’nun kazanında yüz binlerce rakamın kaynadığı söylenir. Onların hepsini karıştırıp her yerime bulaştırarak mahkemelik olmamı mı istiyorsunuz?” dedim. İleken bana gözlerini dikerek:

“Bir şey olmaz, bence en fazla iki sene içeride kalır çıkarsın.” dedi.

(Daha sonra öğrendim ki İleken Kazak Tiyatrosu Kurumu nezdindeki Filarmoni Müdürü görevine getirildiğinde çok geçmeden muhasebecilerin yalan yanlışlarına kanıp hapse atılmış ve iki yılını hapishanede geçirmiş.)

Anvar, kıs kıs güldü.

Sonuç, 2:1 oldu.

***

SSCB Edebiyat Fonu Kazak Şubesi Müdürü olmakla birlikte özel odaya sahip olup yerdeki pek çok “Allah”tan birine dönüşerek kurulmuş koltuğumda oturduğum günlerden birinde Edebiyat Birliği Katibi Ravza Kamalkızı gelip:

“Gabbas yarın Kabul Komisyonu toplantısı yapılacak. Yesenberlin sana selam söyledi: “Serikkaliyev’in referansı işe yaramaz, başka birinden istesin” dedi,”demez mi.

“Neden işe yaramazmış, beş yıldan fazladır çalışıyor?” dedim, gerçekten şaşırarak.

“Ya, anla işte…”

“Anlıyorum, fakat siz de Sayın Yesenberlin’e benden selam söyleyin: üyeliğe ister alsın ister almasın, ben Serikkaliyev’i satmam.”

Ravza Kamalkızı omzunu bir defa zıplattı ve bir şey demeden çıkıp gitti.

Zeynolla Serikkaliyev, tanınmış eleştirmen, Sosyalistik Kazakistan Gazetesi’nin Eleştiri Bölümü Başkanıdır. Gazeteye İ. Yesenberlin’in “Almas Kılış (Elmas Kılıç)” adlı romanı hakkında makale yazarak başına bela almıştı. İleken, genelde olduğu gibi “gazete makalesini tartışacağız” bahanesiyle çağırıp takımı aracılığıyla bir güzel fırçalamıştı. Bana SSCB Yazarlar Birliği üyesi olmak için gerekli referanslardan birini Zeynolla yazmıştı.

Aradan iki yıl geçti. Kabul Komisyonu benim üyelik başvurumu değerlendirmeye almadı. Ben de suskunluğumu korudum. Komisyon Başkanı, Birliğimizin İkinci Sekreteri İlyas Yesenberlin, böylece Zeynolla’dan alacağı intikamı benden almış oldu.

“Sen ne zaman üye olacaksın? Sen Edebiyat Fonu Müdürüsün, bu nasıl oluyor? Başvurunu yapsana.” dedi bir gün Anvar Alimjanov.

“Belgelerimi sunalı tam tamına iki yıl oldu, Yesenberlin bana sırtını döndü.”

“Nasıl? Neden?”

“Referanstan birini Zeynolla Serikkaliyev’den aldığım için.”

“Tüh, İlekende ne tuhaf adam.” dedi ve omuzlarını büküp ellerini sallayarak güldü Anvar.

Ertesi gün Zeynolla ile görüştüm. Şundan bundan söz ederken:

“Alnı beyaz lekeli siyah atlı Kambar”ın beni üyeliğe kabul etmeyeli beri iki sene oldu, büfeye gidip onu “ıslatalım” hadi.”dedim.

Şaşkınlığını gizleyemeyip “İleken neden öyle yapmış ki?”

dedi.

“Seninle “dostluğu” sıkı olduğu için.”

“Haa… Referanstan birini başka bir yazardan alsanıza… Ben, nedense o tarafını düşünmemişim.”

“Ona ikimizde kafa yormayalım, yorulacak kafa “Alnı beyaz lekeli siyah atlı Kambar”da var ya, o yeter.”dedim. Zeynolla her zamanki gibi sessizce güldü.

Anvar, “İleken de ne tuhaf adam” dedikten üç gün sonra Birlik Üyeliğine kabul edildim. Bir ay sonra da Anvar’ın elinden üyelik belgemi aldım. Anvar’ın odasında İleken ile Dördüncü Sekreter Kalavbek Tursınkulov varmış, onlar da kutlayıp elimi sıktılar. Belgemi elime alıp özellikle büyük bir ilgiyle inceledim ve:

İleken tarafına bakış atarak. “Kabı kıpkırmızı, çok güzel ve yepyeni bir belge. Bundan iki buçuk yıl önce almış olsaydım şimdiye eskimişti.” dedim. Şakamın özünden Kalavbek’in de haberi varmış, Anvarla ikisi güldü, İleken ise güzel tebessümüyle bana bakıp:

“Sen kırk yıllık olayı unutmazmışsın.”dedi.

“Size çekmişim.”dedim. Dördümüz yarışırcasına güldük…

İleken, acele etmeden konuşan sabırlı bir insandı. Edebiyat Köyü’ndeki atışma ve tartışma türündeki etkinliklere katıldığında kızdığını, sesini yükselttiğini hiç görmemişimdir. “Hızlı olan değil, sabırlı olan kazanır” atasözümüze tam bir örnektir. Öyle olmasına rağmen, Anvar’ın yeni önerilerine, iyi kararlarına bazen karşı çıkıp “Anva-a-ar bu böyle olmamalı, şöyle olması gerekir” deme alışkanlığı olduğunu fark etmiştim.

“İlyas Yesenberlin” denen iki kelimeyi duyduğumda İleken’in iki andaki görüntüsü canlanır gözlerimin önünde. O sırada konuştuklarımız aklıma gelir hemen.

Bir keresinde İleken, rahat adımlarla yürüyerek Kirov Sokağı tarafından (şimdiki Bögenbay Batır Sokağı) aşağı doğru iniyormuş. Ben “Çocuk Eşyası” mağazasından çıkmıştım. Yazarlar Birliğibinası önünde karşılaştık. İleken, çok da neşeli görünüyordu. Selamlaştıktan sonra:

“İleke sevincinizi paylaşmak isterim, anlatsanıza.”dedim. O, samimi bir şekilde gülümseyip koluma girdi ve içeri geçtik.

“Evet sevinçli haberim var, söyleyeyim. Dimaş’ı5ziyaret ettim. Desteklediğini, Moskova’yla görüşeceğini söyledi. Liyonyasına bir kelime söylese yeterli olur zaten” diye neşeyle güldü.

“Ne güzel. Şimdiden tebrik ederim.” dedim dış kapıyı açıp geçmesini beklerken…

İkinci an da Allah’ın işine bak ki yine aynı yerde, Yazarlar Birliği binası önünde yaşandı. Bir iş için dışarıya çıkmıştım. İleken yine aynı yoldan geliyormuş. Acele etmeden yürüyordu. SSCB Devlet Ödülü için sunulan eserler yarışmasında Gürcü yazar Dumbadze’nin Hikâyeler Kitabı yarışmayı kazanıp İleken’in “Köşpendiler (Göçebeler)” kitabının dikkate alınmadığını televizyon ve radyodan öğrenip tansiyonlar yükseleli iki gün olmuştu. Moskova’ya uçakla gidip at arabasıyla dönmüş hâlde olan İleken’e doğru yürüyüp yavaşça:

“Selamünaleyküm ağabey.” dedim.Yorgun görünen İle-ken kafasını kaldırıp durdu ve elini uzatarak:

“Gabbas sen misin? Nasılsın? Ben dün geldim. Duymuş, öğrenmişsinizdir. Olmadı… Dimaş kimseyle konuşmamış, Gabit ise orada bulunalı bir hafta olmasına rağmen komite toplantılarına katılmamış. Beni bir tek Cengiz Aytmatov destekledi, ancak o tek başına ne yapabilir ki?” diye içini anında döküp elini sallayıverdi. Ben ne diyebilirdim ki, çekine çekine:

“Adaletsizlik oluyor işte” dedim. İleken ilgisizce kıs kıs güldü ve:

“Evet oluyor,”diye yoluna devam etti…

Dinmuhamed Konayev, “Liyonyası” yani dostu Liyonid Brejnev ile neden görüşmedi? Brejnev’in gerçekten de bir kelime işi çözmeye yeterli olmaz mıydı? Peki Gabit Müsirepov’a ne olmuş? Ödül Komitesi’nin itibarlı üyesi değil mi? İleken’i savunmassa savunmasın, Kazak milletinin beş yüz yıllık tarihini ele alan üç ciltli romanı değerlendirme toplantılarına neden katılmamış? Güzel milletim benim…

Daha sonra sağdan soldan duyduğumuz haberlere göre Moskova’ya Dumbadze’nin peşinden iki vagon üzüm ve şarap gitmiş, Yesenberlin’in peşinden ise iki vagon şikâyet.

O haftanın Cuma günü benim odamda üç dört arkadaş sohbet ederken şair Ötejan Nurgaliyev gelerek:

“Evet arkadaşlar, sohbetiniz hoş, dostunuz bol olsun. Sohbetinizin tadını kaçırmadım değil mi?” diye gülümseyerek selamlaştı. Küçük gözleri yuvarlak bir hâl alır, yüzüne tebessüm gelir ve rahat bir şekilde konuşurdu genelde.

“Buyur. Moskova’ya İlyas Yesenberlin’in peşinden vagonlarca şikâyet gittiğini duyduk da onu tartışıyoruz” diye ortaya şaka attım.

“Evet, orada benim de payım vardır. Üç koç ağabeyim beni dördüncü olarak ekledi ve çok güzel şikâyet yazısını iletiverdik” diye yaptığı iyiliği övünerek anlatır gibi içten güldü. Anlattığına inanıp inanmayacağımızı bilemeyip biz de güldük…

Güzel İlyas ağabeyimiz… Seçtiğiniz meslek jeolog olduğu gibi edebiyatımızın tarih konusunu seçerek, nice eski ve yararlı kaynakları, gerekli bilgileri kaydederek halkına armağan ettin. Ya biz?.. Öncelikle “Göçebeler” romanının şereflendirilmesine engel olduk; ardından kendimiz çok bölümlü film yapmak yerine değerli hazinemizi yabancıya yem olarak verip eserin değerini düşürdük. Söz konusu değerli eserin Rusçaya, özellikle de İngilizceye yapılan çevirilerinde yanlışların az olmadığını bağıra bağıra söyleyeli 10 yıl oldu… Eminim ki gelecek nesil ruhuna saygı duyacaktır.

(2012 yılı)

KALEMİ SİLAH, 3HAKİKATİ BAYRAK YAPTI


Yeryüzünün her yerine izini bırakmış, eski Kazak ülkesi ile toprağından, halkından büyük bir sevgi, istek ve gururla söz etmiş Anvar Alimjanov’un bizlerin, bugünkü neslin ve yarınki pek çok neslin önünde iftiharla söylenebilecek mert ve itibarlı davranışı, bir grup iftiracı güya yazar ve eleştiricilerden, bilgelik taslayanlardan iki yıl boyunca haksız yere “feodalite yanlısı”, “burjuva”, “gerici” gibi pis sözler duymak zorundan kalan Hocası Muhtar Avezov’u meşhur “üç harf”in6 silahlı kapanına düşmekten kurtararak ve kendisini tehlikeye atarak gizlice Moskova’daki dostlarına göndermesidir. Bana göre bu davranışından dolayı Kazak milletince gururla ve saygıyla anılmaya layık olduğu muhakkaktır. Ancak önce başkalarından, daha sonra anlatmak istememesine rağmen ısrarım üzerine kendi ağzından duyduğum o olayı bugünlerde bazı kimseler yalanlamak istemektedir. Onlara göre Alimjanov’un öyle bir şey yapması mümkün değildir. Onların kimilerine örneğin, Muhan’la kardeş gibi çok yakın olan dostu, yazar, Aljappar Abişev’in “Şerli Şejire (Hüzünlü Şecere)” adlı kitabındaki:

“…O7, içindeki derdi böylece döktükten sonra biraz keyiflendi ve neşeli bir sesle:

“Benim için başını tehlikeye sokan Anvar’a cesur davranışından dolayı minnettarım ve öbür dünyada da minnettar olacağım.”

“O ne yaptı?”

“Şayet o, kaçmam için değişik yöntem bulmasaydı benim şimdi Moskova’nın şu baş köşesinde değil, Almatı’daki hapishane hücrelerinden birinde oturma ihtimalim vardı” dedi ve saatine baktı…”cümlelerini okuduğumda yüzlerini asıp dudaklarını sarkıtarak gittiklerine şahit oldum. Ancak onların affedilmesi zor tepkilerine, kayıtsız kalışlarına şaşırmamak da gerekir. Milletinin yüce şairi hakkında bilgi ile dolu tarihî eser yazarak dünya edebiyatında rastlanmayan süreci başlatan akademi üyesi, yazar, Stalin Ödülü sahibi Muhan’ın peşine düşüp ülkesini terk etmek zorunda bırakan, Bilimler Akademisi ile Devlet Üniversitesi’ndeki görevlerinden atan o dönem Kazaklarının bugünkü neslinden hayır ummak doğru değildir.

Muhan’ın, Akademi’den atılmasına gerekçe olan belgede şunlar kaydedilmiştir:

Kazak SSC Bilimler Akademisi Kurulu’nun 06. 04. 1953 Tarihli ve Kazak SSC Bilimler Akademisi Sosyal Bilimler Bölümü 1953 Yılı Çalışmaları Raporu Üzerine Kararı

3.“Kazak Edebiyatı Tarihi” eserinin 1. cildi çalışmalarında gösterdiği ihmalkârlık ve işleri aksatmalarından dolayı Kazak SSC Bilimler Akademisi üyesi M. Avezov, Sosyal Bilimler Bölümü Bürosu’ndan çıkarılacaktır.

Kazak SSC Bilimler Akademisi üyesi, Akademi Başkan Yardımcısı M. İ. Goryayev.

Kazak SSC Bilimler Akademisiüyesi, Akademi Baş Bilim Sekreteri D. V. Sokolskiy.

(Kazak SSC Bilimler AkademisiArşivi, Bölüm 2, Döküm 10, Dosya 53, Varak 23, 26,27)

Üniversiteden atılması ise Beysebay Kenjebayev ağabeyimizin hatıralarında kısaca şöyle anlatılmıştır:

“1953 yılı. Mart ayı. Muhan ikimiz milliyetçi olarak suçlandık ve bir kararla Kazak Devlet Üniversitesi’ndeki görevimizden atıldık. Bir iki gün sonra o Moskova’nın yolunu tuttu.” (“Akıl-Oy Ağamız (Akıl ve Fikir Ağabeyimiz)”. “Muhtar Avezov Turalı Yestelikter (Muhtar Avezov Hakkında Anılar)”, Jazuşı Yayınevi, 1997).

Buradaki “Bir iki gün sonra o Moskova’nın yolunu tuttu” bilgisi yanlıştır. Muhan Mart ayında Moskova’da olsaydı aşağıda anlatılacak konferansa katılmamış olurdu.

Muhan’ı suçlamanın en kötüsü ve sonuncusu Bilimler Akademisi ile Yazarlar Birliği işbirliğinde Kazak destanı üzerine 11-15 Nisan 1953 tarihleri arasında düzenlenen konferans olmuştur. Konferansın açılışı Akademi Başkanı Dinmuhammed Konayev tarafından yapılıp yazar Malik Gabdullin ve bilim insanı Musatay Akınjanov bildiri sunar. Beş gün boyunca Muhan hedefe alınır ve “burjuva, feodalite yanlısı, milliyetçi” damgaları vurulup suçlanır. Söz gelimi, M. Gabdullin şunları söyler (konferans Rusça yapılmıştır):

“1947 yılında toplumumuz tarafından kınanan “Zar Zaman (Zor Dönem)” edebiyat teorisini ilk olarak ortaya atan ve onun propagandasını yapan ilk Kazak edebiyatçısı kimdir? Profesör Avezov’dur.

“Han Kene” piyesi ve diğer eserleri kaleme alarak halkı susturan Kenesarı ve Navrızbay’ı yücelten ilk Kazak edebiyatçısı kimdir? Profesör Avezov’dur.

1951 yılında toplumumuz tarafından kınanan “Abay’ın Şiirsel Ekolü” teorisini ortaya atıp uzun süre propagandasını yapan ve öven ilk Kazak edebiyatçısı kimdir? Profesör Avezov’dur.

Yedige hakkındaki, Şora ile Kenesarı hakkındaki, Korkut ve diğerleri hakkındaki oldukça gerici, anti ulusal şiir ve efsaneleri araştıran ve yaymaya çalışan ilk Kazak edebiyatçısı kimdir? Profesör Avezov’dur.

Bu gerçekler neyi göstermektedir? Bunların hepsi Profesör Avezov’un burjuva ve milliyetçi görüşlere sahip olduğunu göstermektedir. Bilindiği gibi gerçekler acıdır. Gerçeği hiç bir düzen ve dolapla kapatamazsın”.

Devlet İstihbarat Teşkilatı’nın gözetim ve takip altındaki Muhtar Avezov’u tutuklamaya dair gizli bir karar çıkarması söz konusu konferanstan sonra olmuştur. Kararın çıkarıldığı o dönemler ise istihbaratta çalışan Abdolla Kılışbayev’den (Anvar’ın ağabeyidir, ancak anne tarafından dedesi büyütmüş ve kendi soyadına kaydettirmiştir) öğrenilir ve Muhan için endişelenen Anvar gurubu, derhâl yazarı kurtarma operasyonu planlarını gerçekleştirmeye girişir. Onlar üç çeşit plan yaparlar: İlki Muhan’ı Tastak Semti’nde hazırlanan evde gizlemek; ikincisi Kırgızistan’daki veya Özbekistan’daki dostlarına ulaştırmak; üçüncüsü, Anvar tarafından önerilir, Moskova’daki dostu Aleksandr Fadeyev’e göndermek. “Şu durumda Avezov’u Fadeyev’den başka kimse koruyamaz.” der Anvar. Sonunda üçüncü planı gerçekleştirme üzerine anlaşıp SSCB Yüksek Kurulu milletvekili Kalibek Kuvanışbayev adına uçak bileti alınır ve yazar geceleyin Moskova’ya gönderilir. Kuvanışbayev’in milletvekili kimliğini getirme konusunda kardeşi gibi yakın olan Abdolla; bilet alma ve uçağa bindirme konusunda ise Anvar grubundaki bir Rus öğrencinin hava alanında çalışan ablası yardım eder.

На страницу:
4 из 9