bannerbanner
Kazak Folklorunun Tarihi
Kazak Folklorunun Tarihi

Полная версия

Kazak Folklorunun Tarihi

Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
4 из 7

Halk şiirine olan ilgi Sovyet Yazarlarının I. Kongresi’nde M. Gorki’nin folklor üzerine bildirdiği görüşlerden sonra daha çok artmıştır. Aynı yıl Kazakistan’da düzenlenen Halk Şairleri Kurultayı’ndan sonra Jambıl, Nurpeyis, Nartay, Kenen ve diğer birçok halk şairleri Kazak kültürü ve edebiyatı için çalışmalar yapmış ve bunun sonucunda yeni yaşama dayanan halk şiirleri doğmuştur.

XX. yüzyılın otuzuncu yıllarında Kazak destanları yayımlanmaya başlar. “Kahramanlık Destanları”, “Aldar Köse”, “Seksen Yalan” adlı eserler hariç S. Amanjolov’un “Bilmeceler”, Ö. Turmanjanov’un “Kazak Atasözleri”, M. Avezov’un bulduğu “Kozı Körpeş – Bayan Sulu” destanının yeni nüshası (Janak) ve aytıs (atışma) sanatının 1. cildi (S. Muhanov’un önsözüyle) yayımlanır. “Kazak Masalları” da aynı dönemde basılmıştır. Kazak destanının “Alpamıs”, “Kambar”, “Kobılandı” gibi şaheserlerinin Rusçaya çevirilerek yayımlanması da bu dönemde gerçekleşmiştir.

1940 yılından başlayarak folklor araştırma çalışmalarının sayısı bir hayli artış gösterir. K. Jumaliyev ve M. Ğabdullin sözlü edebiyat üzerine ders kitapları hazırlamış, A. Marğulan ise Kazak destanlarının kökeni ile ilgili birçok etnografik makaleler yayımlamıştır. S. Orlov’un “Kazahski Geroyiçeski Epos” (Kazak Kahramanlık Destanı) (1945) adlı araştırma çalışması da Kazak folkloruna sağlanan büyük bir katkıdır.

O dönem Kazakistan’ın değerli bilim adamları – M. Avezov, A. Marğulan, E. Ismaylov, K. Jumaliyev, M. Ğabdullin, M. Silçenko, B. Kenjebayev ve bu satırların yazarı Sovyet dönemindeki Kazak folkloru için önemli katkılarda bulunmuştur. Özellikle belirtilmesi gereken çalışmalar M. Avezov’un eserleridir. Kazak lirik destanlarının dili, konusu, gerçekçilik ve halkçılık özelliklerine, 1927’de yazdığı “Edebiyat Tarihi” adlı eserde çok iyi çözümlemeler yapmıştır. M. Avezov, L. Sobolev’le birlikte yazdığı “Destan ve Kazak Halkının Folkloru”25 adlı inceleme çalışmasında, Kazak destanlarının doğasını yeni bilimsel tekniklerle ele alarak kahramanlık ve aşk destanları arasındaki farklılıklara açıklık getirmiştir.

1948’de yayımlanan “Kazak Edebiyat Tarihi” nin ilk cildi Kazak folkloru örneklerinin tümünü kapsayan büyük bir eserdir. Bu eseri hazırlama çalışmasına Kazakistan’ın bütün edebiyatçı bilim adamları katılmıştır. Bu çalışmanın lirik destanlar bölümünü M. Avezov ile birlikte hazırlama şerefine ise ben nâil oldum.

1940-50’li yıllarda edebiyat biliminin güncel sorunlarının tamamıyla çözülmediği; eski edebî eserleri araştırma çalışmalarında eksikliklerin olduğu, bilimsel kanıt ve güvenilirliği olmayan yüzeysel düşüncelerin yaygınlaştığı bellidir. 1945 yılına kadar Sovyet halkbilimciliğinde Kazakistan ve Orta Asya halkları destanlarının feodalizm devrinden sonra ortaya çıktığına dair kuşkulu fikirler beyinlere kazılmaya çalışılmıştır. Günümüz gençliği bu tür konseptlere çok dikkât etmeli ve kuramsal tutarsızlıkları gözden kaçırmamalıdır. Onlara göre sözlü edebiyatın en parlak dönemi feodalizm dönemiydi. Özbek bilim adamları A. Abdunabiyev ve A. Stepanov “Alpamıs” destanında feodalizmin izleri olduğunu ileri sürüyorsa (Zvezda Vostoka’dan akt. Konıratbayev, 1991), Kırgızlarda “Manas”, Türkmenlerde “Dede Korkut”26 eserleri gericilik içeren destanlar olarak bilinmiştir. Kazak folklorunda ise “Kambar” destanı dışındaki eserlerin hemen hemen hepsi feodalizm dönemi eserleridir denilerek okul müfredatından kaldırılmıştır.

Bu nedenle 1955-1956 yıllarında SSCB Bilimler Akademisi ve M. Gorki adındaki Edebiyat Enstitüsü bütün cumhuriyetlerin seçkin bilim adamlarının katılımlarını sağlayarak Moskova, Leningrad, Kiev, Ordjonikidze ve Taşkent şehirlerinde Sovyet Birliği halklarının destanlarına yönelik birkaç bilimsel konferans düzenlemiştir. Konferanslara V. Jirmunski, A. Borovkov, M. Avezov, L. Klimoviç, V. Çiçerov, İ. Braginski, P. Berkov, H. Zarifov, A. Toktambayev gibi birçok halkbilimci katılmıştır. Konferanslarda sunulan bildiriler “Voprosi İzuçeniya Eposa Narodov SSSR” (SSCB Halkları Destanlarını Araştırma Sorunları) adıyla 1958 ve 1961 yıllarında yayımlanmıştır.

O zamanda bizim dogmatik eleştirilerimiz destan tarihinin araştırılmasında evresel sisteme oldukça istinat edilip, halk mirasını zenginler sahiplendi, destanın esasında İslam dininin gelenek ve görenekleri olduğu görüldü. Bu akım herbir tarihçi bir zamandaki “Tarih Mektebi” nin vekilleri Miller ile Keltuyalla gibi bujuvazi folkloristlerinden kalan sosyolojiyi gizlemeyip, yönünü değiştirdi. Bunlardan başka destanlarda sınıf mücadelesi açıkça görülmemiştir. Bu durumda nasıl halk destanı olur? Onun üstüne destanlarda “fakir” temsilcileri (Ultankul) çirkin tipte görülmektedir. Manas’ın babası çok zengin, kendisi handır. Bayböri ile Toktar-bay’ın durumunu da ona yakın diyerek, onlarla birçok destan kahramanlarının kendisini de (Manas, Alpamıs) feodal olarak ilişkilendirdi.

1956 yılında “Alpamıs” destanına ithaf edilen Taşkent konferansından sonra bu düşüncenin zıt yönünün sırrını keşfedip, halk destanına Lenin’in düşüncesi doğrultusunda araştırmalar yapmasına fırsat vermiştir. Birçok meseleler hakkında teorik bakış açısından düşünülmesi yönünde bu konferansta sunulan A. Borovkov’un bildirisi de görülmüştür. Bir sözünde bu destanı sadece zenginler grubu yarattı diyenler “feodal toplumdaki gerçek anlamında doğan halk yaratıcılığını kabul etmedi” (Voprosı İzuçeniya… 1958: 87). diye yazmıştır. V. Jirmunskiy 18. yüzyıldaki Kazak kahramanları toplumsal görünüşte değil, aile, ocak yanındaki tipler olarak göründü dese, A. Borovkov destandaki zenginlere sahiplenme üstünkörü, her şeyin kendi adı var, destanın temel örneklerinin halk muhtevasında olduğunu söyledi. Destan adlandırmasını egemen sınıfa verip huzurlu bir şekilde oturalım diyenler feodal toplumda halk olmaz, bunun için onun sanatı da yok denilerek üstünkörü bir anlayışa dönüşmüştür. Çünkü ömür ile sanatı şekillendirenler destanın oluştuğu zaman ile gerçek yaratıcıları kim diye iki türlü meseleyi karıştırdı, destanın bütün halkın muhtevasında, özellikle anti-feodal ruhta olduğunu açıkça tahrif etti.

1955’te Kazakistan Komünist Partisi Merkez Komitesi halk kültürlerinin düzgün şekilde araştırılmasına yönelik karar çıkararak bu tür aksaklıklara son vermiştir. 1956 yılından sonra destan, masal ve efsanelerimiz, eski göçebe boylar tarihi esas alınarak araştırılmaya başlandı. 1961’de Kazak SSC Bilimler Akademisi tarafından düzenlenen “İhtilal Dönemi Öncesi Kazak Yazılı Edebiyatı” konulu bilimsel konferansta, birçok ozanın eserleri, kendi görüşlerindeki aykırılıklarıyla birlikte derin bir şekilde incelenmesi gerektiği kararı alınmıştır. Konferans bildirileri “Edebi Miras ve Onların Araştırılması” (1963) adıyla basılmıştır. Öyle olmasına karşın, 1956 Taşkent Konferansı’nda alınan kararlar yeterli derecede uygulanmamıştır. Bu kararları yerine getirmeden, tarih, kültür ve folkloru üzerine geniş bir şekilde araştırma yapmak olanaksızdı.

Kazak, Kırgız, Özbek, Türkmen, Karakalpak halklarının folkloruna baktığımızda onların tarihinin destan, masal ve efsanelerde iyi korunduğunu görürüz. Bunlara soyağacı ve vakayinameleri de dâhil edebiliriz.

Kazaklar feodalizm devrinde kalıplaşan bir halktır ki o dönemde ideoloji İslam dini olduğu için “destan araştırmaları bilime hiçbir şey kazandırmaz” diyenler de bulunmaktaydı. Bu tür araştırmacılar folklorun ulusallığından daha çok tarihselliğine önem verdiler. Kazaklara özgü destanlar arasında İslam etkisinde yaratılan hiçbir şiir bulunmamaktadır. Öyleyse Kazak hfolklorunun bu iki türünün Leninist tarih anlayışı ışığında ele alınması gerekmektedir.

Değinilmesi gereken bir husus ise halk destanlarında hükümdarlar tiplemesi her zaman olumsuz şekilde gösterilmektedir. Bu bir tesadüf mü yoksa? Aslında tesadüf olmaması lazım. Çünkü birçok kahraman karakter destanlara nasıl ve ne gibi durumlarda konu edilmiştir sorusu, üzerinde düşünülmesi gereken önemli bir konudur. Onların güçlü ve güçsüz yönleri, o dönemdeki kesin tarihî olaylar doğrultusunda ölçülmelidir.

1960’lı yıllarda Kazak halkbilimcileri bu sorun üzerine çalışmaya başlamışlardır. Kazak bilim adamları “Eski Dönem Edebiyat Eserleri” (1967) adlı eser yayımlamış ve bu çalışmada çok sayıda halk kültürü eserlerine yer vermişler. B. Kenjebayev, H. Süyinşäliyev, M. Mağavin, M. Joldasbekov birkaç bilimsel çalışmaya imza atmışlardır. Tarih uzmanları ise Kıpçak dönemini derinlemesine araştırmaya başlamışlardır. Ünlü dilbilimci Ğ. Musabayev eski Türk yazılarının yapısıyla ilgili “Kazak Yazıt Bilimi” adlı kapsamlı bir çalışmayı bilim dünyasına kazandırmıştır.

Bu yıllarda Kazakistan, Altay ve Orta Asya halklarının folkloru ile ilgili araştırma çalışmalarının eski dönemlerden başlatılması gerektiğine yönelik bilimsel anlayış kalıplaşmaya başlamıştı. Bunu ilk olarak A. Marğulan, sonra Özbek bilim adamı H. Zarifov dile getirmişti. Son zamanlarda tarih, arkeoloji, dil, folklou ve Türkoloji alanlarında bu doğrultuda kapsamlı çalışmalar yürütülmektedir. Kadim kültürümüzün araştırılmasına ışık tutan yolun biri eski göçebe boyların tarihî; ikincisi eski yazılar, üçüncüsü ise arkeolojik materyallerdir. Bundan dolayı bu çalışmaya farklı alan uzmanlarının katılmaları şarttır. Bunlara edebiyat, etnografya, coğrafya, müzik, antropoloji, onomastik ve toponomi alanlarındaki bilim adamlarını da ekleyebiliriz.

VIII-XI. yüzyıllardaki yazıtlar tarihi üzerine araştırma yapılacaksa, Doğu Rönesansı sorununa da mutlaka değinilmelidir. Eski dönemlerde Kazakistan topraklarında yaşayan Sakalar, Massagetler, Hunlar, Juan Juanlar (Cücenler), Göktürkler ve Karahanlılar devri, IX-X. yüzyıllardaki Oğuz-Kıpçak uygarlıkları ve Altın Ordu’nun çöküş olayı birçok bilimsel sorunun araştırılmasına ışık tutar. O dönemlerdeki inanç, gelenek-görenek ve örf-âdet izlerine Kazak mitolojik masal ve destanlarında rastlanmaktadır. Orhun Yazıtları, “Oğuzname”, “Dede Korkut” “Kutadgu Bilig”, “Divan-ı Lügati’t Türk” ve Doğu, Çin, Yunan dillerindeki soyağacı ve vakayiname eserlerinde geçen bilgiler de yeterli derecede araştırılıp incelenmemiştir. Orhun Yazıtları mı daha eski, yoksa sözlü edebiyat mı? Bunların arasındaki ilişkiler nelerdir? Bunlarda diğer dönemlere özgü konular var mı? Masal ve destan mitik olmaktan nasıl çıkmış; onlara tarih ve gerçek yaşam olayları hangi dönemden itibaren dâhil edilmeye başlamıştır? İşte, bunun gibi sorunlara kesin bir çözüm bulunursa, diğer bir sürü sorunun çözülmesine yol açılır.

VIII. yüzyılda Türk Kağanlığı kendi alfabesini icat etmiş ve millî yazılı destanını ortaya koymuştur. Kaşgarlı Mahmut’un şiirlerine dikkâtle bakarsak, Orhun destanından başka şiirlerin de olduğunu görebiliriz. Bu şiirlerde Kültegin’in kahramanlıkları anlatılmıştır.

Eski Türk Yazıtları’ndaki Mogilan, Kültegin, Tonyukuk ve Oğuz destanlarındaki Kazan Bey, Dede Korkut, Bamsı Beyrek, Muñlık Zarlık, Şanvar Han hepsi iyi nitelikli karakterlerdir. Çünkü Oğuz boylarında X. yüzyıla kadar feodalizm henüz yaygınlaşmamıştı.

Eski Türk yazma eserlerini tüm Orta Asya, Altay ve Kazakistan boylarına ortak ve onların Doğu Rönesansı’nın ilk yapıtları olduğunu altını çizerek söylemeliyiz. Doğudaki Rönesans hareketlerinin öncüleri El Farabî, Birunî, Harezmî; XV. yüzyılda Uluğbek, Nevaî gibi isimlerdi. Bu iki dönem aralığında birçok ozan, şair ve ulemalar yaşamıştı. İslam’a karşı mücadelede “silkinme” yapan bu bilimsel gelişmelerin kültür tarihi için önemi çok büyüktür. Orta Asya’da ortak yazmaların ve ortak konuların çok olduğu söylüyorsak, folklor da sadece bir ülkenin çerçevesinde kalmamalıdır.

Günümüzde Sovyet dönemi Kazak folkloru çalışmaları birçok başarılara imza atmış bulunmaktadır. Son yıllarda Kazak halkbilimciliği daha önce görülmemiş bir hızla gelişerek Türkolojiye ışık tutmuştur. Kazak SSC Bilimler Akademisi M. Avezov adındaki Edebiyat ve Sanat Enstitüsü kurulduğu günden itibaren sözlü edebiyat hazinelerini toplayıp, “Aytıs” (3 ciltlik), “Üş Ğasır Jırlaydı”, “Pernedegi Termeler” gibi derleme eserleri her yıl yayımlamaktadır. “Kazak Halkbilimciliği” (1972), “Kazak Halkbilimcilik Tarihi” (1988), “Halkbilimindeki Gerçekler” (1990) adlı bilimsel çalışmalar çok önemli eserlerdir. Bu listeye son yıllarda yayımlanan “Bes Ğasır Jırlaydı” (1985), “El Avzınan” (1985), “Kıssa-Dastandar” (1986), çok ciltli çalışmanın Kazak edebiyatı masalları, aytıs ve kahramanlık destanlarını içeren ilk ciltlerini,27 eski kültürel miraslarımız üzerine yapılan bilimsel ve çeviri28 çalışmalarını da eklersek, imza attığımız başarıların sayısı az sayılmaz.

1976’da Almatı’da düzenlenen Sovyetler Birliği II. Türkoloji Konferansı’nda da çok önemli gelişmelere imza atılmıştır. Son yıllarda eski Türk boylarının dilleri üzerine Ä. Haydar ile M. Orazov’un29 birlikte; Ğ. Aydarov,30 S. İsayev31 ve K. Ömiräliyev32 gibi bilim adamlarının değerli çalışmaları yayımlandı. Kazak folklorunun kökeni ve tarihini eski Türk boylarının kültürü ve tarihine bağlı şekilde araştıran A. Marğulan,33 A. Koñıratbayev,34 H. Süyinşäliyev,35 R. Berdibayev,36 N. Kelimbetov,37 M. Joldasbekov38 ve A. Kıravbayevaların39 kapsamlı çalışmaları da yayımlandı. Bu çalışmaların tümü Kazak edebiyat tarihi araştırma çalışmalarına, Sovyet folkloruna ve Türkolojiye kazandırılan çok önemli çalışmalardır.

Sovyet dönemi Kazak folkloruna büyük hizmetler veren eski kuşak mensuplarından M. Avezov, S. Seyfullin, S. Mukanov, A. Marğulan, M. Silçenko, B. Kenjebayev, A. Koñıratbayev, M. Ğabdullin, E. Ismayılov, K. Jumaliyev, N. S. Smirnov ve I. Düysenbayev gibi önemli bilginlerin yanı sıra H. Süyişäliyev, R. Berdibayev, N. Törekulov, N. Kelimbetov, O. Nurmağambetov, M. Joldasbekov, S. Sadırbayev, S. Kakabasov, E. Tursınov, A. Kıravbayeva, Ş. İbrayev vb. birçok genç bilim adamlarını zikretmek, boynumuzun borcudur.

GELENEK-GÖRENEK ŞİİRLERİ

Kazak folklorunda çocuğa bakma, çocuk edinme, kız çıkarma, ölüyü gömme, baksılık (kamlık, şamanlık) inançları ve dinî örf-âdetlerle ilgili ortaya çıkan çok sayıda şiir bulunmaktadır. Rus halk edebiyatında bu tür şiirlere “byıtovye pesni” (ya da “obryadovye pesni”) deniliyorsa da biz onlara “Gelenek-görenek şiirleri” demekteyiz. Bunların çoğunluğu anonim olup bugüne kadar halkın ağzında korunarak gelmiştir. Gelenek-görenek şiirlerinin bazılarında totemizm, mitoloji, Şamanizm ve dinî örf-adetlerin izlerine rastlanır.

Halkın gelenek-göreneği, örf-âdeti ve çeşitli inançlarıyla ilgili ortaya çıkan temasız kısa (sujetsiz ölen) şiir türlerine “Gelenek-görenek şiirleri” denir. Bu şiirleri içerik ve konularına göre birkaç gruba ayırabiliriz: a) Hayvanla ilgili şiirler (dört tülik; yılkı, deve, inek ve koyun-keçi ile ilgili şiirler); b) dinî örf-adetlerle ilgili şiirler (jarapazan, bädik); c) evlenme ile ilgili şiirler (toy bastar, jar-jar, sıñsuv, jubatuv, betaşar); ç) ulusla ilgili şiirler; d) bebekle ilgili şiirler; e) cenaze ile ilgili şiirler (ölümü duyurma, vedalaşma, ağıt) vb.

Hayvanla İlgili Şiirler

Eskiden vahşi hayvanları avlayıp evcilleştiren çiftçilere dört çeşit hayvanın “piri”40 denilmiş ve onlarla ilgili çeşitli efsaneler üretilmiştir. Hayvanla ilgili şiirler o dönemlerden itibaren doğmuş olmalıdır. Daha önceleri vahşi hayvanlara tapan halk artık dört çeşit hayvanı kutsamaya başlamış ve onların Şopan Ata, Şek-şek Ata, Jılkışı Ata, Oysıl Kara, Zengi Baba denilen sahiplerine tapmışlardır. Halk anlayışında Şopan Ata koyunun; Jılkışı Ata yılkının; Oysıl Kara devenin; Zengi Baba ineğin; Şekşek Ata keçinin piridir. Pirler, hayvanı kut saymışlar ve kış soğuğundan, açlıktan ve aç kurtlardan korumanın yollarını anlatmışlardır. Örneğin, Şopan Ata koyunlarını gece gündüz gütmüş; ama koyunları doymak bilmeyince karınlarına asasını saplamış. İşte o gün bu gündür koyunların bir böğrünün bu sebeple çukur olduğuna inanılan bir efsane ortaya çıkmıştır. Şekşek Ata ise “zengin olmak isteyen keçi besler” diyerek keçinin bol sütlü ve hızlı üreyen bir hayvan olduğunu dile getirmektedir. Kazak halkı için yılkı ve devenin yeri ayrıdır; çünkü bu hayvanlar çok et veren, bol sütlü ve binek hayvanlarıdır. Kazaklar deveye çöl gemisi, ata da yiğidin yoldaşıdır demişlerdir. İnek, kendi sahibiyle tartıştığında: “Kış için hazırladığın ot lezzetsizdir, dokurcun41 tatsızdır, sen de bekâr bir tembelsin” şeklinde eleştirir. Benzeri şiirlerde hayvanların, kendilerini besleyecek olanlara şart koştukları anlatılır.

Dört çeşit hayvanla ilgili şiirler, dilek ve dua şeklinde söylenir.

Çiftlik hayvanın bir tür pirine Şopan denirPir ata koyunları hastalık ve kurtlardan korur,Koyunu takip eden bütün kötülükleri yok edip,Kurt kötü bir hastalığa yakalanıp ölsün.

Hayvanlarla ilgili şiirlerin bazıları ise şiir şeklinde söylenir.

Ben bir dilekte bulunayımHilal boynuzlu, koskocaAlınları gürz gibiKalın kuyruklu koçla birlikteHayvan vereceksen bu gibi koyun ver.Oğul vereceksen endamlı verAkıllı ve düşünceli olsunAyakları aksadıkça aksayanKuzusu ölünce acı acı meleyenEv dibindeHaykıra haykıra meleyenKuzularıyla birlikte meleyenKuzusunu kaybederseYas tutup acı acı meleyenBembeyaz sütü olanAk pak kurutu olanŞolpan Ata’nın yavrusuBu tür koyunlar evini doldursun.Doldurursa eviniKoyunla arkası hiç eksilmesin.

Halk yılkının etini, devenin gücünü, ineğin sütünü över. Bazen doymak bilmeyen ineği betimleyen ve koyun ile keçi atışmasını konu alan “koyunun yediği dikendir, kuyruğu yassıdır; keçinin yediği kasık otudur, kuyruğu kalkıktır” şeklinde komik şiirler de ortaya çıkarırlardı.

Her hayvan özel bakım ve ihtimam ister: İnek, otu çok olan yerde, geçim sıkıntısı çeken biriyle; koyun, soğuktan korunabilecek kuytu bir yerde, çalışkan biriyle; yılkı, gür otlu çayırda, mızrak tutabilen cesur biriyle; deve, otu acı olan çölde, varlıklı biriyle yaşamak ister. Bu, hangi hayvan türüne ne tür bir yerin uygun ve rahat olduğunu bildirmektedir.

Halk, dört hayvan türünün yavruları anneleri tarafından nasıl seviliyorsa, insan yavruları da aynı şekilde sevilmelidir diyerek kuzu, oğlak, kulun, deve yavrusu, çoban ve kuşlarla ilgili çeşitli şiirler ortaya koymuştur. Koyunu kurttan koruyabilmesi için çobanın bineği ve araç gereçleri hazırda olmalıdır. Bazı şiirlerde kurdu konuşturur.

Atlı çoban, çok sinirli çobanDeveli çoban, bunlara bakan çobanAllah tependen baksın hey çobanÖküzlü çoban, ölmüş çobanAzığım olunca göreyim seni hey çoban

Hayvan beslemenin kendine has güzellikleri olduğu gibi zorlukları da mevcuttur. Halk, bu zorlukların üstesinden gelinmesi gerektiğini vurgulamıştır.

Keçi besledim; ağlayarak besledim.Koyun besledim; zil takıp oynadım.İnek besledim; bitkin düştüm.Yılkı besledim; dört nala koşturdum.Deve besledim; giyimli kuşamlı oldum.

Şiir, gençliği çalışmaya, hayvancılığa davet etmektedir. Dört çeşit hayvanla ilgili çok sayıda atasözü, efsane ve masallar da bulunmaktadır.

Nevruz İle İlgili Şiirler

Kış soğuğu kırılıp baharın gelmesi yaşamın en güzel anı sanılmaktadır. Doğu halklarında yılbaşı olarak kabul edilen Nevruz’u ulusun ulu günü olarak karşılar ve kutlarlar. Kazak Türklerinde de yılbaşı olarak 22 Mart kabul edilmektedir. Bununla ilgili ortaya çıkan şiirlere Nevruz şiirleri adı verilmektedir. Bugün son cemre düşer ve havalar ısınır; donlar geçer ve bitkiler yeniden canlanmaya başlar. Gündüz ile gece eşit olur. Kışlada oturan halk yaylaya göçmeye başlar. Hayvanlar yavrular, süt çoğalır; ırgatlar, çiftçiler araç gereçlerini hazırlayıp tarlaya akın ederler.

Ulus gününde (Nevruz Bayramında) her aile yedi türlü tahıldan Nevruz köje (çorba) yapar ve birbirlerini konuk ederler. O dönemlerde arpa, buğday, darı, nohut, mısır gibi çeşitli tahıllar, halkın inancına göre yedi türlü dirliğin sahiplerine verilen aş sayılmıştır. İnsanlar, Nevruz köjeyi ev ev dolaşarak içmişlerdir. Buna Ulus Toyu (Halk Bayramı) denilmektedir.

Toyu (bayramı) kutlamaya gelenler: “Esen misiniz? Ulus kutlu olsun, süt bol olsun! Yolun her zaman açık olsun! Ulus mutluluk getirsin, dört tülik (yukarıda adı geçen dört çeşit hayvan) bol sütlü olsun! Her kötülük yere batsın!” şeklinde iyi dileklerde bulunmuşlardır. Ulus günleri gençler eğlenirler; ihtiyarlar çalışanlara dua ederler. Görüldüğü gibi Nevruz hakkındaki türkü ve şiirler de çalışmayla iç içedir.

Ulus günü yediden yetmişeKucak kucağa görüşmüş.Yeni doğmuş kuzu sürüsü gibiSevinerek dışarı çıkarlarİhtiyarlar dua etmişler:

şeklindeki şiir satırları Nevruz Bayramı’nın önemini anlatmaktadır.

Kazak folklorunda Nevruz şiirlerinin sayısı çok değildir. Bu şiirlerin bir kısmı dört tülikle ilgili şiirlerle bağlantılıdır. Nevruz şiirleri hiçbir zaman önemini kaybetmez. Çünkü kökü çok derinlerde, halkın eski dönemlerdeki yaşam tarzlarıyla doğrudan bağlantılıdır.

Bebekle İlgili Şiirler

Hayvanın yavrusu varsa, insanın çocuğu vardır. Şuurlu ve çalışkan bir evlat yetiştirmek halkın en büyük sevinçlerinden biri sayılır. Kadın çocuk doğurduğunda şildehana42 toyu yapılır. Şildehanada gençler şarkı söyleyerek eğlenirler. Köy evlerindeki ışıklar kırk güne kadar söndürülmez.

Çocuklar ninelerinden masal, efsane, bilmece ve tekerlemeler öğrenerek düşünce ve dillerini geliştirirler. Buna millî manevî eğitim denilir. Masal, atasözü, bilmece, tekerleme bilmeyen veya bildiklerini anlatamayan çocuğa, halk “dilsiz” demiş ve onunla alay etmişlerdir. “Tiy desem, tiymeydi; tiyme desem, tiyedi” (Değ desem, değmez; değme desem, değer) bilmecesi çocuğun dilini geliştirirken, “Bas barmak, balalı üyrek, ortan terek, şüldir şümek, kişkene böbek” (Başparmak, işaret parmağı, orta parmak, yüzük parmağı, serçe parmağı) şeklinde parmaklara ad koymak çocuğa sayıları ve saymayı öğretmiştir. “Bir degenim bilew; eki degenim egew; üş degenim üski; tört degenim tösek; bes degenim besik; altı degenim asık; jeti degenim jelke; segiz degenim serke; toğız degenim torka; on degenim oymak; on bir degenim Kara jumbak” (Bir dediğim bileğidir; iki dediğim eğedir; üç dediğim açkıdır; dört dediğim döşektir; beş dediğim beşiktir; altı dediğim âşıktır; yedi dediğim ense; sekiz dediğim erkeçtir; dokuz dediğim ipek kumaştır; on dediğim yüzüktür; on bir dediğim bilmecedir) gibi sözcük grupları çocuğun kelime dağarcığını zenginleştirir. Eskiden küçük çocuklar her ailedeki kişi sayısını bilmece şeklinde sorarak çözmeye çalışmışlardır. Bu tür bilmeceler “Neşik? Eki kulağı tesik, eşkiñ arık, koyıñ sarık” (Ne kadarcık? İki kulağı delik, keçin sıska, koyunun sarıdır) şeklinde başlıyor. Benzeri şiirlerde soru-cevap şeklindeki türlerine de rastlanmaktadır:

– Köyün nerede?

– Yüksek dağda.

– Koyunun nerede?

– Koç dağında.

– Koyunun ne yer?

– Yavşan otu yer. Çocuğu uykudan uyandırıp, birini koyun; diğerini yılkı, öbürünü de inek, deve gütmeye gönderen yaşam belirtileri de şiirlere konu olmuştur. Dört tülikle ilgili şiirlerin çocuklar için yazılmış olanları çok güzel ve eğlencelidir. Bunların içeriği çoğunlukla güldürme amaçlı olur. Örneğin, “Koyun ile Keçinin Atışması” şiiri okunuşu kolay, anlamlı ve etkileyicidir:

Keçinin:

– Benim yediğim dikendir,Senin yediğin de dikendir.Senin kuyruğun niye yassıdır?

sorusuna koyun:

– Benim yediğim kasık (otu),Senin yediğin de kasık.Senin kuyruğun niye kalkık?

diye yanıt vermiş.

Onlar atışma sırasında birbirlerini eleştirirler. Koyun süt ve yağının bol ve bunun için hayvanların en bereketlisi olduğunu dile getirmekte, keçi de kendi özelliklerinden bahsederek cevap vermektedir. Sonunda birbirini çekemeyen ikisi “kıran girsin” diye kargış dilerler.

Yağışsız yaz mevsiminin yakıcı sıcakları ile ayazlı kış havaları hayvanları ne kadar rahatsız etmişse, çeşitli hastalıklar da onları o kadar rahatsız etmiştir. Çünkü bazı hastalıklar hayvanların toplu ölümlerine ve kıtlığa yol açar.

“Deve, deve, develer” adlı şiir bir taraftan çocuklara çalışmayı öğütlemekte, bir taraftan da onların dillerini geliştirmektedir.

Çocuk: – Deve, deve, develer!Tuzun nerede, develer?Deve: – Balkan Dağlarının başında,Ballı tavşanın yanında.Çocuk: – Tarlaya dalıverdimKucağım meyveyle doluverdiMeyvelerimi toprağa verdimO bana pelin otu verdiPelini de ben koyuna verdimKoyun da bana kuzusunu verdiKuzuyu ben misafirlere kestimMisafir bana kamçısını verdiBen kamçıyı kıza verdimKız bana düğmesini verdiBen düğmeyi göle verdimGöl bana köpük verdiBen köpüğü kavağa verdimKavak ağacı bana kabuğunu verdiBen kabuğu yeni geline verdimGelin bana başörtüsünü verdiBen örtüyü anneme verdimAnnem bana aşık43 verdiBen aşığı buza verdimBuz bana suyunu verdiBen suyu ineğe verdimKara inek bana sütünü verdiSütü pişiriyordumKelebek geldi süte düştüSütün köpüğünü kelebek içip gittiBaykuş geldi süte düştüSütün yarısını o içip gittiSaksağan geldi o da düştüSütü bitirdi o da gittiBabam gelmiştiKazanın dibini kazıyıp ona verdim.

Kimi şiirlerde yedi kişi için az gelen keçinin yünü ile eti ve doymak bilmeyen buzağının durumu alay konusu olur.

Çocuklara çokça öğretilen bir konu da tekerlemelerdir. Halk arasında kekeme, tutuk dilli çocukların sayısı az değildir. Tekerleme, çocuğun doğru ve düzgün konuşmasını sağlamıştır.

На страницу:
4 из 7