bannerbanner
Kazak Folklorunun Tarihi
Kazak Folklorunun Tarihi

Полная версия

Kazak Folklorunun Tarihi

Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
2 из 7

Kazak folklorunun ilk örnekleri baktaşılık8 (çobanlık) zamanında, belki ondan önceki bir zamanda kalıplaşmaya başlamış olup halkın ekonomisi, gelenekleri, halk dili oldukça gelişip, aile ile soy oluşumunun zor döneminde olgunlaşma zirvesine ulaşmıştır.

Birçok Türk dilli halklar gibi eskiden Kazak halkının temel mesleğinin hayvan ekonomisine dayalı olduğunu belirtirsek, onun folklorundaki yaşamı ile anlayışı, bütün gelenek ve görenekleri göçebe baktaşı yaşantısına uygun olarak oluşmuştur diyebiliriz.

Eski zamanlarda Orta Asya, Altay ile Kazakistan topraklarında yerleşmiş olan Türk halkları güneşe, ateşe, tabiatın çeşitli olaylarına tapmış olmalarından dolayı, Kazak folklorunda animistik, büyücülük ile totem inancının görünmesi doğaldır. O zamanlarda şamanlık inancının da açık şekilde görüldüğü tespit edilmiştir. Çokan’a göre kökeni “göçmenlerin yaşam tarzıyla ile doğrudan ilişkilidir” (Velihanov, 1985: 171). Moğollar ilk nişancıları “şaman” diye adlandırmışlardır. Şamanizm, göçebe Türk halkların arasında önemli bir yer almıştır. Kazakların masal ve destanlarında bazen ölü ruh, bazen diri ruha tapmak, bazen de “kut” olarak kabul edilen (beyazı dökmemek, yedi hazine, vb.) eşyalara ihtiram göstermek gibi Şamanizm motiflerine rastlanır.

Kazak efsanelerinde mutluluğun kaynağı emektir. Bundan dolayı eski Kazaklar her çeşit malın kendi sahibi olduğuna inanmışlar ve Şopan Ata, Kambar Ata, Oysıl Kara, Zeñgi Baba hakkında efsaneleri ortaya çıkarmışlar. Kazak masalları ile destan şiirlerine konu olarak çok eskiden giren bu inançlar, bizlere halk şuurunun başlangıç dönemlerini hatırlatır. Hayatın, toplumun ve düşünce dünyasının her zaman gelişme içinde olduğunu söylüyorsak, halkın bu inançlar aracılığıyla yaşam çabalarını desteklediğini de söyleyebiliriz. Halkın hayatla ilgili çabaları çeşitli tabiat olaylarına, vahşi hayvanlara ve daha yakın dönemin insanını sömürülmesine karşı yaptığı mücadelesinde güçlendirmiştir. Halk, bu tür olaylara karşı kendi şiir yaratma yeteneğini kullanmıştır. Halk için onun kuvveti oldukça tesirli olmuştur. Yılan ile büyü yapmak, güneşi yavaşlatmak, müsbet ve menfi inanç olan dua ve beddua, sadece bir hastalık için değil, yere ve göğe de etki etmenin çaresi olacaktır diye düşünülmüştür.

Akademik A. Marğulan “Halk Destanlarının Oluşmasındaki Motifler” adlı makalesinde Kazak destanı ile masallarda rastlanan çeşitli kavramları açıklamıştır (Marğulan, 1939: 23-24). Örneğin, eski zamanlarda halk kendisine düşman olanlarla mücadele etmek için yılan, kurt kültünü ortaya çıkarmış; Börikus, kökpar kavramı ve oyunları oradan çıkmıştır. Jeztırnak, kurt, yılan, kötü niyetli yaratıkların hangisi olursa olsun, Kazak folklorunda insana karşı düşmanca davranan güçlerin hepsi sevimsiz tiplerdir. Bunların hepsini belirli bir tip halinde göstermek dönemine has bir durum ve seviye olmuştur.

Kazak destanlarında İslam etkisi pek görünmemiştir. İslam etkisi genellikle üst tabakaya ait kişilerce söylenen destanlarda rastlanmaktadır. Fakat “Allah”, “Peygamber”, “Evliya’ya at verip, Horasan’a koyun adayıp” şeklindeki ifadeler dini konularla bağlantılıdır. Ona biz destana özgü eklemeler, farklı sosyal seviyelerin söyleyicileri tarafından eklenmiş dini görüşler diyoruz. Bunun gibi eklemeler Kazak folklorunda önemli bir yer tutmaktadır. İlginç olan, Doğu kültüründen benimsenen dev, peri, şeytan, hoca-molla tiplerinin hemen hepsi Kazak folklorunda sadece sevimsiz kişiler olarak verilmesidir.

Sonraki zamanlara ait masalların ve destan şiirlerinin konuları hayata sıkı bağlanmış olup ülkenin ve halkın meselelerine değinmek olmuştur. Onun başlıca konusu, sosyal eşitsizlik, geleneklerin uyumsuzluğu, halkın savunulması, sevgi özgürlüğü, tarihî olayları değerlendirme, toplumun ve ülkenin durumunu iyileştirmek olmuştur.

Karl Marx, Yunan destanıyla ilgili bir yazısında “İlyada”, “Odesa” gibi destanların baskı makinası döneminde ortaya çıkması oldukça imkansız olduğunu söylediği gibi (Marx ve Engels, 1958: 736-738), Kazaklarda da kahramanlık destanlarının Kırgızların yaklaşık 400 bin satırlı “Manas” destanına benzer bir stilde ortaya çıkması şart değildir. Çünkü Türkçe konuşan Kazak ve Kırgızların destanları kopuz veya dombrayla irticalen söyleme sanatı vasıtasıyla gelişip, kalıplaşmıştır. Bu destanlar, Sovyet devrinde yenilenmiş ve yeni bir kavram çerçevesinde gelişmektedir. Ona bugünkü halk şairlerinin destanları, Jambıl, Nurpeyis, Kenen’in şiirleri, yeni akımlı aytıs şiirleri kanıt olmuştur.

Sovyet folkloru, sadece Orta Asya’ya yerleşmiş olan göçebe halklarda değil, Sovyet Birliği içinde olan diğer cumhuriyetlerin yaşamında da vardır. Çünkü günümüzde halk sanatı ile entelektüel kabiliyetinin gelişmesine özel imkânlar verilmiştir. Bundan dolayı yazma ile sözlü edebiyat bizde birleşmiştir.

Folklor eserleri daha çok sözlü edebiyat ile bağlantılı olup, yazılı edebiyata öncülük etmiştir. “Deniz pınardan başlar” denildiği gibi, estetik sözün ilk örneği de folklordur. Sözlü edebiyat, ondan sonra yazılı edebiyat oluştuğunda, onun birçok konuları folklordan alınmıştır. Bu gelenek bugünkü edebiyat içerisinde de vardır. Örneğin, M. Avezov’un “Kara Kıpşak Koblandı”, “Kalkaman-Mamır”, “Ayman-Şolpan”, “Enlik-Kebek”, F. Müsirepov’un “Kozı Körpeş-Bayan Sulu” gibi piyeslerin konusu ile tipleri folklorun içinden alınmıştır. Bu duruma, folklor ile edebiyat arasındaki doğal bağlantı diyoruz. Yazılı edebiyat gibi sözlü edebiyatta da yaşam gerçekliğinin izleri bulunmaktadır. Folklor, tarihî olaylar üzerinden tasavvur etmek, canlandırmak gibi vasıtalarla yapılan edebî söz zenginliğinin önemli bir alanı, bilimsel, eğitimsel yönü güçlü, kültürel bir mirasıdır.

FOLKLOR TARİHİ HAKKINDA

Folklor, halk bilgeliğin ortaya koyduğu bir söz sanatıysa, onun tabiatını ve tarihini inceleyen bilim alanına “folkloristik” diyoruz. Folklor eserlerinin ne zaman ve nasıl ortaya çıktığı, konusu gerçek hayattan mı yoksa insanın bilincindeki çeşitli kavramlardan alınmış olduğu, yaşam gerçekliğini ne şekilde gösterdiği, onun tarihî, yapılma yöntemleri ile estetik özelliklerinin hangi derecede olduğunu, folklor ile edebiyat arasındaki bağlılık ve farklılık ilişkilerini ve yaratıcılarının kim olduğunu inceleyen bir sahadır.

19. yüzyılın başında Hegel’in idealist felsefesi doğmuştur. Toplumun ve medeniyetin tarihî sözkonusu olduğunda Hegel, büyük ekonomik evrimleri ve onların değişme kanunlarını ve üst sınıf sayesinde oluşan kültürü dikkate almadan edebiyatı toplumun ekonomik temelinden farklı tutmuştur. Böylece Hegel, kültürel gelişme kendi içinde bir rekabette olur ama her zaman güçlü dil, güçlü medeniyet üstün gelir; o medeniyetin içinde önceden doğmuş, kendi yerini korumuş ve geleceği olan bir alan, yani German (Ariy) halklarının kültürü ve dilidir düşüncesini savunmuştur. F. Engels ise bu görüşü mistisizme, dindarlığa ve feodal bir yapıya uygun olduğunu söyleyerek eleştirmiştir (Osnovı… 1982: 33).

Hegel’in yukarıda verdiğimiz bu düşüncelerini o devrin bilim adamları kabul etmişlerdir. Örneğin, 19. yüzyılın başında Avrupa biliminde bütün dillerin ortak bir ecdattan türediğini savunan bir akım ortaya çıkmıştır. Ona “Ata dil” teorisi deriz. Alman folklorcuları Grim kardeşler ile İngiliz bilim adamı M. Müller9 ise başlangıçta tüm dünyanın folklor konuları mitlerden türediği, onların temelinde Germen halklarının mitleri olduğu, bu konuların daha sonra başka halkların masal destanlarında yaşamaya devam etmiş olduğu görüşünü savunmuşlardır. Örneğin, M. Müller ilk konuların ay, güneş, yıldız, bulut, yıldırım, gökyüzü hakkındaki mitlerden çıktığını söylemiş olsa, onun öğrencisi V. Mangardt araştrıdığı yer mitlerinde yer, su, orman, dağ, Alman tanrıları hakkındaki mitolojiyi sözlü edebiyatın bir teması olarak tanımlamıştır. Bu görüşü 19. yüzyılda Busleyev ile Afanasyev adlı Rus araştırmacıları kabul etmişlerdir. “Mitoloji Okulu” kendi zamanında yeryüzündeki hakların folklorunun araştırılmasını teşvik etmiştir. Fakat bütün folklor konularının mitolojiyi esas tutması tartışmalı bir görüş oldu. Rusya’da ilerleme ve gerileme düşünceleri tartışıldığında Rus Islav Milliyetçileri folklor sayesinde halkın eski yaşam tarzını romantikleştirirler. Bu sadece eski inanışları, gelenekleri yüksek derecede değerlendirmek değil, köleleştirilmiş köylüler dönemini idealleştirmenin bir örneğiydi. Bu yüzden de bazen bu akıma “eskilik romantizminde esaslanmış folkloristik” denilmektedir.

Folklorda mitoloji unsurunun bulunması tartışılmaz. Bu noktayı açıklamak için F. Engels’in Yunan mitolojisi hususunda: “Zeus’un doğurduğu”, “Zeus’un yetiştirdiği” adlı kıyaslamalar hiçbir şeyi ıspat etmez, çünkü her soy kökünü ecdatlarının tanrılarına dayandırır, kavim içinde yaşayanlar ise köklerini tanınmış tanrılara, mesela Zeus’a dayandırır.” (Marx ve Engels: 1981: 304), diye yazar. Mitolojik düşünce eski Yunanlar için tabiat sırrını çözmek için bir kural olmuştur. Onların felsefesi üç yüzden fazla mit yarattıysa, bu “tanrıların” hepsi mükemmel, insana karşı hep dostça davranmamışlardır. Örneğin Zeus, insanlara ateş getiren Prometey’i dağa çiviliyerek öldürür. Yunan tanrıları birçok durumda insana bağlı durumdalar. Apollon, insanoğlu kızı Defne’ye âşık olur. Bir insanoğlu olarak kendisini “tanrılarla” eşleştiren antropolojik mitler de çoktur.

Bize ulaşan Kazak folklor eserlerinde mitolojik unsurlar bahsedilecek kadar çok değildir. Onlar daha çok evvelki zamanlarda doğmuştur ve sihirli masallarda görülür. Kazak halkının millî felsefesinden doğan Cadı, Jeztırnak, Karakulak gibi olumsuz tipler bazen insan, bazen de hayvan şeklinde karşımıza çıkar. İnsan görünüşündeki Jelayak, Tavsoğar, Költavısar gibi mitolojik tipler emek sayesinde ortaya çıkmıştır. Bunlar insanın dostu ve yardımcısıdır. Fakat İslam diniyle beraber gelen cin, dev, peri gibi tipler bunlardan farklıdır. Böylece halk, gerçek hayatta olan insanların karakterleri, sosyal eşitsizlik ve dini kavramlarla alay etmektedir. Örneğin Aldar Köse hakkındaki hikâyeler, eski görüşlerle gülüşerek vedalaşmanın güzel örneğidir.

Kazak folkloru, bunun gibi İslam dininin dogmaları ile mücadele ederek gelişmiştir. Bir zamanlar mollalar, “Kozı Körpeş Bayan Sulu” destanında puta tapmanın belirtileri bulunduğuna, Bayan’ın kendini öldürmeye çalışması şeriata aykırı olduğuna işaret ederek destanların söylenmesine karşı çıkmışlardır. Bu mesele hakkında Çokan şöyle demektedir: “Bizim dindarlarımız eski Rus dindarları gibi halkı kendi geleneklerinden uzaklaştırıyor. Kendimize ait rivayet, destan, yasa ve hâkim törelerini “kaba keçe yazıları” diye alay ederek bizim puta tapmakla ilgili inançlarımız, oyunlarımız ve düğün geleneklerimiz için şeytan işi olmaktan başka şey olmadığını söylüyorlar. Tatar mollalarıyla Orta Asyalı işanların yeni dini vaazcıları yüzünden bizim halkımızın Müslümanlık duyguları artıyor” (Velihanov, 1985: 197). Kazak folkloru uzun süre çift inanç kıskacında yaşamını sürdürmüştür.

Kazak halkının göçebe hayatı etkisiyle meydana gelen mitolojik tipler, halkın kendi anlayışına yakındır. Geleceği gören ayna, uçan halı, Jel Ayak adlı çöl yürüğü gibi tiplerde geleceği görme özelliği vardır. Bunların hepsi insanların hayal edebilme gücünden doğmuştur. Fakat folkloru bilimsel yönden araştırmak, eski kavramları ve eski törenleri ideal etmek değil, Kazak halkının tarihini incelemek, felsefesinin nasıl doğup geliştiğini ve bugünkü ilerleyişine, uygar hayata nasıl ulaştığını tarihî materyallerin yardımıyla öğrenebilmek demektir. Biz, Kazak folklorunun kendine has tarihini ve gerçeklik tabiatını araştırarak içindeki farklı alıntı ve dinî kavramlardan oluşan zıtlıklara eleştiri gözüyle bakarak folklordaki konuları bilimsel bir esasa oturtarak inceleriz.

Avrupa’da kapitalizmin geliştiği 19. yüzyılın ortasında Asya ve Afrika ülkelerinin sömürmesi de sonuna yaklaştı. Onların dili, dinî, tarihî ile kültürünü araştırma işlerine başlandı. Bilimde gerçekçilik unsuru doğdu. Rusya’da göçebe Türk ve Moğol kavimlerinin eski dönem şiirlerini inceleyen Doğu bilimciler ayrı bir akım halinde gelişmeye başladılar. Bu devirde Hintli Pançatandra, Kalila ile Dimna gibi destanları inceleyen Alman folklorcu Benfey, folklor eserlerinde kullanılan kökü bir ata dilin herhangi mitolojik ortaklıktan kaynaklanmayıp tarihî ve kültürel ilişkiler sayesinde ortaya çıktığı görüşünü savunur. Âlime göre ilk destan konuları önce Hindistan’da doğmuşlar, daha sonra tüm Doğu’ya, yani Makedonyalı Aleksander, Helinistik devri, 19. yüzyıl Haçlı seferleri döneminde İspanya’daki Araplara, Yunanlılar vasıtasıyla İtalya’ya, Orta Asya ve Babil vasıtasıyla Balkanlara kadar ulaşmıştır. Bu görüşü Rusya’da ilk olarak Pıpin, 1868’de Stasov desteklerler. Stasov’a göre Rus kahramanlık destanlarındaki konular Doğu’dan benimsenmiştir. Bu görüşe Islav Milliyetçileri (Slavyanofil)10 sert bir şekilde karşı olmuşlardır. Kazakistan, Sibirya, Altay folkloru ile etnografyası araştırmacısı G.N. Potanin ise sadece Rus değil, bütün Batı Avrupa’nın destan konularının Türk ve Moğol destanlarından benimsendiğini ileri sürmüştür (Potanin’den akt. Konıratbayev 1991). Yani bu görüşe göre herhangi masal veya destan bir halk içinden çıkarak gittikçe başka halklar arasında da dağılır. Biz bu yönteme, “konuların göçü” teorisi deriz. Mitoloji teorisine nazaran bu görüş çok daha ikna edicidir. Bu yüzden teorinin destekçileri daha çoktur. Oysa İlyada, Odesa, Kalevala gibi dünyaca tanınmış destanların konusu sadece Hint veya Türk-Moğol destanların çerçevesinde doğduğu iddiasında gerçeklik payı çok azdır. 19. yüzyılın ikinci yarısında İngiliz ȃlimi E. Taylor’un “İlkel Kültür”11 adlı çalışması yayımlandığında bu görüşün teori bakımından zayıf kaldığı açık oldu. Taylor, destandaki konu benzerliklerin mitolojiyle açıklanması doğru olmadığını ifade eder. Çünkü herhangi bir konu halkın kendisinden çıkar, folklor konuları ile türlerindeki benzerlik o halkın gelenekleri ve çeşitli inançların aynı gelişme aşamasından geçtiğinin işaretidir. Bilimde buna antropologizm veya etnografizm deriz ve folklorun özüne en çok yaklaşan bir görüşün olduğunu söyleyebiliriz. Taylor’un bu çalışması etnografya biliminin gelişmesine vasıta olmuştur ve günümüze kadar ilmi değerini kaybetmemiştir.

Taylor’dan önce “göç teorisine” karşı “Psikoanalitik Halkbilimi Okulu” olarak adlandırılan akımın ortya çıktığı gerçektir. Bu görüşü savunan Alman ȃlimi W. Vundt’a göre şiirler insanın rüyasında, belki de onu farklı bir halüsinasyonları gördüğü durumunda (dine inandığı zaman) doğarlar. Bu tam olarak bir dindarlık ve idealizmdir.

19. ve 20. yüzyıl arasında Rus folkloristiğinde “Tarihi Halkbilimi Okulu” kavramı ortaya çıkar. Esas kurucusu V. F. Miller, Rus destanlarının tamamen tarihî olayları yansıttığını söylemiştir (Miller, t.y.: 1-3). Ona göre Rus destanının baş kahramanları knyazlerle çarlar olduysa, söyleyicileri saraydaki ordu askerleri (drujina) olmuştur. Üst tabakanın söylediği bu destanlar daha sonra köylüler arasında dağılarak estetik dilini ve düzenini kaybettiler. Alman folklorisitiğinde G. Hauman bu görüşü farklı yorumlar. Oysa Miller’in öğrencisi Daçkeyeviç, Rus destanının Kiyev ordu komutanların anlatımından benimsendiğini söylediyse, araştırmacı Keltuyala sadece kahramanlık destanlarının değil bütün Rus folklorunun orta çağ feodal ile asilzadelerin içinden çıktığını ileri sürmüştür. Böylece “Tarihi Halkbilimi Okulunun” temsilcileri folkloristikte tarihî ve sosyal konuyu tersine kavrayıp, onun halkçı özelliğine karşı çıktılar. Burjuvazi sınıfın sosyolojisi esasında kurulan bu görüşe zamanında M. Gorki karşı olmuştu. Göç görüşü, etnografizm, tarihi okul gibi akımlar çalışma sırasında pozitivizmin birer ifadesi oldular. Bu yöntemlerin, özellikle de göç ve etnografizm teorisinin faydalı yönlerini geliştiren tanınmış Rus ȃlimi A. N. Veselovskiy oldu (Veselovski’den akt. Konıratbayev 1872). O, masalların ve destanların konu bakımdan benzer yönlerini karşılaştırarak konuları folklor temasına göre değil, şekline göre inceler. Böylece burjuvazi folkloristiğin bazı faydalı yönlerinin olduğunu kabul etsek de bu akım sözlü edebiyatın temasını, gerçekçiliği ile halkçı özelliğini doğru açıklayamamıştır.

MARKSİST-LENİNİST DÜŞÜNCE IŞIĞINDA FOLKLOR

Folklorun doğası ve tarihinin materyalist felsefe açısından ele alınarak araştırılması K. Marks, F. Engels, V. İ. Lenin çalışmalarından başlar. Lenin’e göre toplumsal şuur hayat şartlarına göre ortaya çıkar; edebiyat ise bunun, ideolojideki ışığıdır. Eski dönemlerdeki kölelik, feodalizm, kapitalizm ve emperyalizm toplumun eşitsizliği ve sınıflar arası (tabakalar) mücadelelerden ortaya çıkmıştır. Bundan dolayı toplumsal sınıflarda gelenek-görenek, kültür, sanat ve folklor da söz konusu sınıfların lehine yapılır. Örneğin, feodal toplumda ortaya çıkan tektanrıcılık dinleri (monoteist dinler), toplumun en üst tabakalarının menfaatlerine uygun şekilde ayarlanmıştır. Bunun esasında, bir taraftan dinî edebiyat ve kültür ürünleri ortaya çıkmış; diğer taraftan da halkın içinde meydana gelip halkın menfaati ve düşüncelerini destekleyen folklor ürünlerinin sayısı epeyce artmıştır. Bu tür folklor ürünleri orta asırda yaşamış olan yoksul çiftçiler arasında yaratılmış; esas konusu ise halkın kendisiydi ve bu yönde devamlı ilerlemiştir.

Marksizim-Leninizm konulu klasik yazarlarının ekonomi, tarih, kültür, felsefe, edebiyat ve sanatla ilgili değerli fikir ve düşünceleri folklorun doğasını doğru anlamanın esas anahtarı olarak bilinmektedir. Bu bağlamda K. Marks’ın, Yunan edebiyatı şiirleri; F. Engels’in, “Alman İdeolojisi”, “Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni”; V. İ. Lenin’in, “Evgeni Potye”, “Almanya’daki İşçi Korosunun Yükselişi”, “Devrimci Gençliğin Görevleri”, “Proleter Kültür Üzerine”, “Ulusal Sorun Üzerine Eleştirisel Notlar”, “Parti Örgütü ve Parti Edebiyatı”, Rus folkloru ve klasik yazarlarının eserleri ile ilgili dile getirdikleri çeşitli fikirler folklorun zenginliğini tarihî açıdan anlamamıza ışık tutar.

Sanat, estetik düşünmenin verdiği meyveyse; folklor de mitolojik düşünceler sonucunda ortaya çıkmıştır. K. Marx “Giriş” (1857-1858 yıllarında ekonomi üzerine kaleme aldığı el yazmaları) adlı eserinde mit üzerine şunları belirtmiştir: Yunan şiirleri mitolojiyi esas alır: Epos ile mit ikizdir. Çünkü o dönemlerde Yunanlar kendilerinin bu konuda daha deneyimsiz olduklarını göstermişler. Onlar doğanın gizemlerini algılayamadıkları için toplumu, mitolojik düşünmeler ışığında tanımaya çalışmışlar. (Marx ve Engels, 1958: 736-738).

Yunan destanı köleci toplumun içinde oluşmuş olsa da eski soydaş kavimlerin gelenek ve kavramları onların mefkûresinden ilişkisini kesmiş değildi. Çünkü “insanları onların bilinçleri yönetmiyor aksine toplumsal varlıkları onlar idare ediyordu” (Marx ve Engels, 1958: 736-738).

Mitolojik düşünme, sanayi sisteminin daha gelişmediği zamanlarda ortaya çıkmıştır. Bizim destanlarımızda mitolojinin esas unsuru olan insan, antropolojik şekilde ele alınır ve ataerkil toplum zihniyetini yansıtır. Bu, mitolojinin en son türüdür. Yunanlar ise o dönemlerde tamamen mitolojik düşünme aşamasındaydılar. Çünkü insana göre halen doğa daha güçlüydü. Mitoloji, estetik düşünmenin alt aşamasında oluşmuştur. Öyle olmasına karşın K. Marks, Yunan destanın edebî mahiyetini “paha biçilmez söz sanatı” şeklinde değerlendirmiştir.

F. Engels “Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni” adlı klasik eserinde ilk toplumsal yapıyı bilimsel açıdan ele alarak birkaç (vahşilik, barbarlık, uygarlık) döneme ayırmıştır (Marx ve Engels, 1976: 522-523). “Alman İdeolojisi” adlı çalışmasında ise sözlü edebiyatın çifçiler tarafından oluşacağını belirterek folklorun esas unsurunun insan olduğunu vurgulamıştır. Ayrıca şu bilgilere de yer vermiştir: “Gündüzleri ağır işlerde çalıştıklarından yorgun ve bitkin düşen çiftçiler akşamları masal, şarkı dinleyerek yaşamın sırlarını anlamaya çalışırlar. Ancak o masallarda dinî şuur ve çeşitli sınıflara özgü görüşleri yer almaktadır. Bunun için bazı planlarla düzeltmeler yapılarak gereksiz eklemeler çıkartılmalıdır.” (Marx ve Engels, PSS, T. 21, t.y.: 23-178)

Folklor ürünlerinin doğası ve halkla iç içeliği hakkında çok sayıda muhteşem fikirler söyleyen Lenin, “Devrimci Gençliğin Görevleri” eserinde uygarlığın kendiliğinden oluşmayacağını belirterek şöyle devam ediyor: İnsanoğlu; kapitalist, pomeşçik (ağalık, beylik sistem) ve çinovniklik (Rusya’da İnkilâp Döneminden sonraki memuriyet sistemi) sistemlerin ezgisinde çalışarak ürettiği bilimlerin ışığında, kanunlar çerçevesinde, sürekli gelişmelidir. Komünizme, sadece kitap kurallarını ezberlemekle değil, çalışmayla ulaşılır; gerçek bir komünist olabilmek için insanoğlunun yarattığı kültürü öğrenmesi ve edinmesi lazımdır (Lenin, t.y.: 331-332).

“Proleter Kültür Hakında”, “Ulusal Sorun Üzerine Eleştirisel Notlar” adlı çalışmalarında Lenin, yukarıdaki fikir ve düşüncelerini daha da geliştirerek her milletin iki kültürü yaşattığını ve bunlardan birisi burjuvazi, diğerinin de halkçı demokrasi kültürü olduğunu belirtmiştir.

“Parti Örgütü ve Parti Edebiyatı” adlı çalışmasında ise “Sanat, bir ideolojidir; ideoloji belirli sınıfların amaçları üzerine yapılırsa, edebiyatta burjuvazi parti ve proleter parti görüşleri ele alınır. Burjuvazi sınıflar kendi sınıf menfaatlerini gizlemeye çalışırlarsa da burjuvaz yazarlar ise kendilerinin sınıftan ayrı ve daha üstün olduklarını göstermek isterler. Toplum içinde yaşıyorken toplumdan ayrı olamazsın. Bir burjuvaz yazarın, ressamın, oyuncunun özgürlüğü demek ancak paralı bir cebe, satın almaya ve yeme içmeye olan bir bağımlılıktır.” (Lenin, t.y.: 109) gibi görüşlerini ortaya koymaktadır. Bu görüşün devamında ise proleter edebiyatından daha çok burjuvazi edebiyatını önemseyerek: “Bu, insanoğlunun devrimci düşüncesinin son başarısını sosyalist proletaryanın tecrübe ve çalışmalarıyla geliştiren ve geçmişin tecrübesi… ile günümüz tecrübesinin karşılıklı etkileşimlerini sürekli eşgüdümleyen bağımsız bir edebiyat olur.” (Lenin, t.y.: 109-110) demektedir.

Marksizim-Leninizm klasik yazarlarının ekonomi, felsefe, sanat üzerine yaptığı her çalışma, folklorun doğasını tarihsel materyalizm açısından anlamaya çok büyük imkân sağlar. Bu bağlamda Lenin’in tarihçilik prensipleri folklor araştırmaları için çok önemlidir.

EĞİTİMCİLER AKIMI

Rus ve Kazak eğitimci demokratların materyalist estetiğe dayalı folklor üzerine söylediği düşünce ve görüşler yaratıcılığı öğrenmeye açılan yeni bir dönem olmuştur. Onlar hfolklorla yakından ilgilenmeseler bile folklorun halkçılık ve sosyal gerçekçilik önemini iyi bilmişlerdir.

Rusların ünlü devrimci demokratı olan V. G. Belinski (1954)’ nin “Halk Masaları Üzerine ve Halk Şiirleri Üzerine Makaleler”12 adlı çalışmasında “sanat, sanat içindir”, “folklor, folklor içindir” görüşlerini benimseyen idealist anlayışa karşı çıkar ve folklor eserlerindeki halktan yana olan yani toplumsal ideolojiyi ilk sıraya koyar. Rus eğitimciler folklordaki slavofil ve liberal akımlara karşı var gücüyle mücadele etmiştir. Örneğin, slavofiller folklor konularını eskiliğe göre beyan ederlerken, Belinski ise folklorde işçi çiftçilerin krepostnoyluk yapıdan kurtulmaya yönelik özgürlük mücadelesi izlerinin mevcut olduğunu ve bunun da genç nesilleri halkın özgürlüğü ve ilericilik yolunda eğitmede önemli rol oynadığını vurgulamıştır. Liberaller, çiftçiler tarafından üretilen masalların muzır13 ve kaba bir anlatım dili olduğunu dile getirirken, N. A. Dobrolybov ise “Rus Halk Masalları”14 adlı inceleme çalışmasında masal ve destanların çok güzel ve etkileyici bir anlatım dili olduğunu; bunlar çiftçiler tarafından yaratıldığından destanlarda halkın yaşam tarzını görebileceğimizi ve bu nedenle şiir örneklerinin halkın içinde aranılması gerektiğini belirtmiştir. N. G. Çernişevski ise “Halk şiirleri sadece güçlü, namuslu, vicdanlı, temiz, dürüst ve düzenli bir yaşam tarzı olan halkın içinde gelişir” (Çernişevskiy, 1949: 297) diyerek folklorun bilişsel ve eğitim-öğretimsel görevlerini demokrasi ve ilerici ideolojiyle ilişkilendirmiştir.

N. G. Çernişevski’nin folkloruyla ilgili görüş ve düşünceleri “Çeşitli Halkların Şarkıları ve Tarihi Bilgiler Arşivi”15 adlı çalışmalarında da yer almaktadır. Bu eserler günümüzde bilimsel değer kazanmaktadır. XIX. yüzyılda çalışmalarıyla bilinen Kazak eğitimci ve düşünürler de bu yolu izlemişlerdir.

Ç. Velihanov (1835-1865)

Ç. Velihanov XIX. yüzyılın ilk yarısında yaşamış ünlü eğitimci ve bilim adamıdır. Kazak halbilimciliğinin atası sayılan Çokan’ın esas bilimsel düşünceleri ağırlıklı olarak folklor üzerine söylenmiştir. Onun döneminde Kazak yazılı edebiyatı henüz yoktu. Çokan’ın Doğu edebiyatı ile ilgili birçok çalışma ve incelemeleri bulunmaktadır. Bu çalışmalarını Kazak halkbilimciliği ve etnografyasına yol açan ve sonsuza kadar değerini kaybetmeyecek olan bir bilim mirası olarak görmekteyiz. O, “Abılay”16 adlı kısa yazısında, Kazak kahramanlık destanlarının XVIII. yüzyılda ortaya çıktığını belirtmiştir. “Çungarya Yazıları”17 adlı çalışmasında ise Kırgız halkı ve Üysin boylarının tarihî efsane ve destanları hakkında ayrıntılı bilgiler vermiştir. Kazak efsanelerini destan, soyağacı (şecere), etnografik materyaller şeklinde sınıflandırarak her birine ayrı ayrı tanımlama yapmıştır. Kazak destanlarını tarihî kronolojiye benzeterek halkın tarihiyle bağlantısı olduğunu söylemiştir. Destan kahramanlarının çoğunun Nogay ordusu dönemindeki tarihte yaşadıklarını belirtmiştir. Bu, Çokan’ın halkbilimciliğinde kullandığı tarih prensibidir.

На страницу:
2 из 7