bannerbanner
Kazak Folklorunun Tarihi
Kazak Folklorunun Tarihi

Полная версия

Kazak Folklorunun Tarihi

Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
6 из 7

Jarapazan şiirlerinde İslam’la ilgili örf-âdetler de çokça yer almaktadır. Şamanlık şiirlerinde “Tanrı” sözü çok kullanılırken, jarapazanda “Allah”, “Huda”, “Peygamber” sözleri daha çok kullanılmıştır. Jarapazan bazen otuz gün tutulan oruçla (Ramazan) da ilgili söylenilmektedir. Ramazan ayında büyükler jarapazan söyleyerek deve alırken, küçükler ise kadınlardan iftar için kurut, tereyağı, peynir istemişlerdir. Dindar kişiler jarapazan şiiriyle İslam’ı övmüşlerdir. Jarapazanın bu yönüne değinmeyeceğiz. Ancak jarapazan söyleyen önemli kişiler halkın yaşamına büyük önem vererek onlar için iyi dileklerde bulunmuşlardır. Bu, bizi ilgilendiren yönüdür. Hikâye ve övgülerle başlayan jarapazan şiiri dua ve teşekkür etme şeklinde bitirilir.

Evin, evin, ev imiş,Evin güzelliği çit imiş.Sabaya46 güzellik veren kısrak imiş,Sandığı güzel kılan deve imiş.Süslü püslü boyamış, saray gibi evi var,Ceylan gibi koyunu var.Kara sakallı, geniş omuzlu,Kimin evi imiş acaba?Yüksek-yüksek dağlardan,Öküze binip biz geldik.Girsin devler kapıdan,Çıksın sıkıntı delikten.

bu şiirin dili halk şiirinden ayrı değildir. İçinde benzetmeler, kelime ve ses tekrarları da bulunmaktadır. Jarapazan bazen şiir, bazen de kara ölen (nesir) ölçüsüyle söylenmiştir. Bu da halk şiirine özgü belirtilerdir.

Şeşendik (Hikmetli) Sözler

Kazak folkloru içinde ortaya çıkıp, konuşma dilinde sıkça kullanılan atasözleri, bilmece ve tekerleme şeklinde söylenilen ibret dolu sözlere şeşendik (hikmetli) sözler denilir. Bu tür sözler yaratıcı ve mantıksal düşünceler sonucunda ortaya çıkmıştır. Ayrıca karmaşık bir yapıya sahiptir. Kelime grupları (deyimler) içinde yer alır. Buna “ağzıyla kuş tutmak, bir eli balda, bir eli yağda olmak” gibi deyimler ve diğer özdeyişleri de eklersek, bu sözlerin; dil ve düşüncenin çok ileri derecede geliştiğini gösteren ayrı bir alan olduğunu görebiliriz. Özdeyişlere ise hem yazı hem de sözlü dillerde rastlayabiliriz.

Şeşendik sözler hukukî, öğütsel, felsefî ve hicivsel olarak ayrılır. Hicivsel şeşendik sözler, Doğu halklarında Nasreddin Hoca hikâyeleri olarak korunmuştur. Kazak halkı içinde ortaya çıkan şeşendik sözlerin doğası biraz farklıdır. Kazak halkında şeşendik sözlerin ilk örneklerine Asankayğı ve Jiyrenşe Şeşen’in söylediği sözlerde rastlanmaktadır. Asankayğı’nın sözleri düşünmeye yönelik ise, Jiyrenşe’nin sözleri daha çok güldürmeye yöneliktir. Şeşendik sözlerin üçüncü temsilci ise Ayazbi’dir. Bunların sözlerini bazıları nazım, bazıları da nesir şekillerinde muhafaza ederek geliştirmiştir. Şeşendik sözlerin kökeni masal, efsane ve destanlara dayanır. Ayazbi ya da Mensulu’nun bilmeceleri çok sanatsal ve derin anlam taşır. Şeşendik sözlerin tümünün biyler47 tarafından ortaya konulduğuna dair söylenilen fikirler gerçeği yansıtmamaktadır.

Möñke, Kazıbek, Ayteke gibi biyler tarafından söylenen sözlerin olduğu bir gerçektir. Eskiden Kazak halkı, şeşenler için “Biy” demişlerdir. Bu kavram Dosbol Şeşen’in dönemine kadar kullanılmıştır. Şeşendik sözler arasında Tavke Han’ın “Jeti Jarğı”sı (Yedi Yargı; kanun maddeleri) hukuki özellik taşımaktadır. Buna örf-âdet kanunu denilmektedir. “Yedi Yargı”da yer alan kanunlar hariç şeşendik sözler biyler tarafından değil, halk arasından çıkan söz ustaları Asankayğı, Buhar, Dospambet gibi ozanlar tarafından ortaya konulmuştur. Bunlar Dosbol Şeşen’in izinden giden söz ustalarıdır. Sonra ortaya çıkan yönetici ve biyler arasında söz ustası olanlar yoktur. Onlar rüşvetçi, aptal, değersiz insanlar arasından seçilmiş olup ancak sıradan bir yönetici olabilmişler.

Halk her zaman şeşendik sözlere çok değer vermiştir. Çünkü onlar etik ve eğitim açısından büyük bir önem taşır. Bazı kimseler günümüzde şeşendik sözlerin yeni örneklerinin olmadığını savunmaktadır. Şeşendik sözlerin azalmasının nedeni yazılı edebiyatın hızlıca yaygınlaşmasıyla ilgilidir.

Bazı kimseler ise şeşendik sözlerin sadece bir konuyla (hazırcevaplılıkla) ilgili olarak ortaya çıktığını ve bununla ilgili düşüncelerin kanıtlanmış şekilde söylendiğini belirtmektedirler. Önemli olan sadece kanıtlamak değil, o sözlerin mantıksal düşünme sonucu ortaya çıkıp halkın yaşam tarzını içermesidir. Eski Yunan ve Roma’da ortaya çıkan söz söyleme sanatının kuralları artık eskimiştir. Ancak adalet ve dürüstlük üzerine söylenen sözlerin hepsi eskimiş sayılmaz. Halk bu sözlere değer vererek koruyup gelmiştir. Yazılı edebiyatı geç oluşan göçebe halklarda şeşendik sözler ayrı bir sanat, ekol ve didaktik haline gelmiştir. Şeşendik sözlerin başında atasözleri gelmektedir. Atasözlerinden alınacak ibret ve dersler hiçbir zaman değer kaybetmez. “Atalı sözge arsız toktamaydı” (Atalar sözüne ancak arsızlar kulak asmaz) sözü bunun bir kanıtıdır. Şeşendik sözler ve vecizeler folklorik bir önem taşımaktadır. “Söz bilmegen tilin körsetedi” (Söz söylemeyi bilmeyen ancak dilini gösterir) sözü şeşendik sanatı desteklemenin en güzel göstergesi olabilir.

Bizim zamanımızdaki her genç şuurlu kişi de söz ustası (şeşen) olması gerekliydi. 19. yüzyıldaki benzersiz şahsiyetler, düşüncenin millî niteliği olmayan düşünceyi, onları halk boş konuşanlar deyip beğenmemiştir. “Engin düşünceli muhtaç olmaz”, “iyi söz yarım zenginlik”, “bozuk ağızdan çok söz çıkmaz” denilen atasözleri, sözünü düşünüp söyle, her sözün birçok örnek ve ders vermesidir. Bu şeşendik sözlerin terbiye ve didaktik anlamının zamanı geçmez.

Şeşenler farklı gruptan, soydan çıkmıştır. Fakat bu sanatın kilidini grup veya soy çözmüyordu. Karamende gibi zaman karşıtlığını bilip adalet dağıtan, büyük ile küçük kişinin, kişi ile halkın arasında ittifakı ve beraberliği sağlayan kişi çözebilirdi. Köbey ile Espembet gibi yaramazların söylediklerini halk çabuk unutmuştur. Oysa halk onları koruyan ve düşünen şeşenlerin sözlerini uzun zaman unutmayıp onları akıllarında tutmuşlardır.

Jänibek Han, Jiyrenşe’nin hanımı öldüğünde, kendisine bunu duyurmak için “Babası, annesi ve hanımı ölen nasıl olur?” diye soru sorar. Jiyrenşe bunu kolayca cevaplamıştır. Ancak “Hanım öldü, kamçının sapı kırıldı” demesi feodalizm geleneğini yansıtmaktadır.

Şeşendik sözler bazen muamma şeklinde söylenir. “Yüksek dağın başına kar yağalı ne kadar oldu? Pınardan su akalı ne kadar oldu?” sorularına padişahın kırk veziri cevap veremeyince, sadece Ayazbi doğru cevap vermiş.

Bazı şeşendik sözler hiciv şeklinde söylenir. 1890 yılında Sır bölgesinin ünlü şeşeni Dosbol doksan yaşında hasta olarak yatarken ziyaretine Kıpçakların üç yöneticisi Baysın (kör), Savdakul (küçük burunlu) ve Bayjan (kel) gelmişler. Gitmeden önce Baysın: “Hey, Dosbol ağam! Gençliğinizde Kazaklar arasında hikmetli sözler konusunda kimse sizinle aşık atamamıştı. Artık ölüm döşeğindesiniz; öbür dünyaya göçtüğünüzde ne diyeceksiniz?” demiş.

Dosbol:

– Hey, delikanlılar! Ölümlü dünyadayız sonuçta. Ancak ölmeyen kişiler de vardır. İyinin adı ölmez, mollanın (bilge) eseri ölmez. Öbür dünyaya gittiğimde söyleyecek sözüm yok. Eğer söyleyeceksem “eskiden cesur yiğitlerin başına konan devlet kuşu artık kara sineğe dönüştü. Sinek uçarak körün gözüne, küçük burunlunun burnuna, kelin başına kondu” diyeceğim, demiş.

Şeşendik sözler davalarda çok kullanılmıştır. Sonradan ortaya çıkan biyler tartışmaların artmasına neden olmuş ve halk arasındaki anlaşmazlığı körüklemiştir. Çünkü biyler hep kendi boylarının lehine karar çıkarmaya çalışmışlardır. Her boy güzel (şeşendik) sözlerin hepsini kendi biylerine mal etmiştir. Ancak halk: “Tura biyde tuğan jok, tuğandı biyde iman jok” (Dürüst biyin akrabası olmaz, akrabası varsa o biyde iman olmaz) diyerek öyle biyleri sevmemiştir. Çokan, eski şeşenlerin kimse tarafından seçilmediğini; dürüst oldukları için halkın onlara “biy” dediklerini belirtmiştir. Dosbol, bir biy değildi; o hikmetli sözlerin ustasıydı.

Kazak tarihinde şeşenlerin söz atışmalarına sık sık rastlanır. Koñırat Sapak adlı şeşen toplantıların birinde durmadan konuşarak kimseye konuşma fırsatı vermemiştir. Başka bir boyun şeşeni onu küçümseyerek: “Konuş, konuş, kulağı yok kesik kulaklı biy efendi, kuyruğu yok kesik kuyruklu biy efendi” demiş. Sapak şeşenin çocuğu yokmuş. O da cevap olarak: “Kulağım yoksa, belki ben bir kartalımdır; kuyruğum yoksa, belki ben bir küheylanımdır. Vermek isterse, Tanrı çocuk göndermez mi; Göndermek isterse, felaket göndermez mi?” demiş. Bu olaydan sonra öbür şeşenin on çocuğunun öldüğü ve Sapak şeşenin ise çocuklu olduğu rivayet edilmektedir.

Bazı şeşendik sözler diyalektolojik kavramlar içerir. Padişahın biri kendi biylerine: “Bu dünyada ne ölmez?” diye sorunca, biyler “kara toprak, ay ve güneş” demişlerdir. Jiyrenşe şeşen ise:

Akan suyun ölmesi,Ayazlı havada donmasıdır.Yüksek dağın ölmesi,Başını bulut kaplamasıdır.Ay ile güneşin ölmesi,Vakti gelince batmasıdır.Kara toprağın ölmesi,Kar altında kalmasıdır.Ecel, atılan bir oktur;Kimse ondan kurtulamaz.Çünkü Allah’ın emridir.Dünyada ne ölmez?İyinin adı ölmez,Bilgenin eseri ölmez.

demiş.

Şeşendik sözler halk arasında toprak, dul, bedel ödeme ve hayvanla ilgili davalarda da büyük rol oynamıştır. Şeşendik sözlere bazen hukuki önem taşıyan öğüt sözler de denilebilir. Kazak tarihinde hanlar, biyler ve örf-âdet kanunları vardı. Şeşendik sözlerde daha çok örf-âdet kanunları işlenmiştir. Kazak bir elçi Kalmukların hanının huzuruna gittiğinde:

Sen bir demir, ben kömür;Eritmek için geldim.İki karaca yavrusunuBarıştırmaya geldim.Barışmak istemiyorsan,Çekişecek yeri göster.Sen bir kaplan, ben bir aslan,Çekişmek için geldim.

demiş ve iki tarafı bu sözlerle barıştırmıştır.

Şeşendik sözler bazen atasözleri şeklinde de olur.

Bütün söz sanatların atası dildir,Sözleri ustaca kullanan yiğit,Kendisini davada belli eder,Paçaları sıvayıp, pehlivan yiğit eğlencede belli eder,Zırhlı elbisesini giyip,Saçaklı mızrağını eline alıp,Kahraman yiğit düşman karşısında belli eder,Sofrasını geniş açarak,Cömert yiğit kendisini belli eder,Düşmana karşı cesaret edemeyen arsızlar,Kendilerini evlerinde gösterirler.

sözlerinde iyi ve kötü karakterler güzel bir şekilde ele alınmıştır.

Atasözü

Halk ağzında, genellikle konuşma dilinde kullanılan inci sözlerin zengin ve anlamlı bir kolunu oluşturan unsurlar atasözleri, deyimler ve düşündüren sözlerdir. “Söz asılı- makal” (Söz incisi, atasözleridir.) diyor halk. Atasözü, mantıksal ve yaratıcı düşünceler sonucu ortaya çıkan, deneyimlere dayanan felsefî değer taşıyan sözlerdir. Atasözleri etik ve felesefi anlamlar içermektedir. Halk, atasözlerindeki yargıları hiçbir zaman yalanlamaz.

Kazak atasözlerini bir zamanlar Plotnikov, Vasiliyev, Katanov, Pantusov, Katarinski, Alektorov, Divayev gibi birçok bilim insanları derleyip yayımlamıştır.

Atasözleri, bir düşünceyi tecrübelere dayanarak kısa ve etkili bir şekilde anlatan sözlerdir. Ulus, halk, vatan, kahramanlık, birlik beraberlik, sanat, eğitim, emek, aile, çocuk eğitimi, hayvanlar, yiyecek-içecek, hastalık, dava, iyilik-kötülük, insanlık borcu hakkında söylenilen çok sayıda atasözü bulunmaktadır. “Tuğan jerge tuvın tik” (Bayrağı vatanına dik), “Er özi üşin tuvadı, Eli üşin öledi” (Kahraman yiğit kendisi için doğar, Vatanı için ölür), “El işi – altın besik” (Vatan, altın bir beşiktir.) sözleri eski dönemlerde yaşayan halk kahramanlarından başlayarak II. Dünya Savaşı yıllarına kadar gençlere kahraman ve vatansever olmayı öğütleyen değerli sözlerdir. II. Dünya Savaşında çok sayıda Kazak gençleri, ülkemizdeki diğer akraba halkların temsilcileriyle birlikte kahramanca mücadele ederek Almanya’yı yıkmışlardı. “Irıs aldı- ıntımak” (Bereket, birlikte), “Birlik bolmay, tirlik bolmas” (Birlik olmazsa, dirlik olmaz) atasözleri günümüzde daha geniş ve yeni anlamlar kazanarak uluslararası dostluk ve birliği kapsamaktadır.

Farklı sınıf temsilcilerini eleştiren atasözlerine de rastlanılmaktadır. Bunu “Jaksı adam – el ırısı” (İyi insan halkın bereketidir.), “Karav adam – künşil, meker adam- minşil” (Fesat kalpli insan kıskanç olur, zalim insan şikayetçi olur), “Han – Karakşı, halık- sarapşı” (Han çalandır, halk gözetendir) sözlerinde de görebiliriz.

Atasözlerinde çocuk eğitimine de büyük önem verilmiştir. “Balanı jastan” (Çocuk küçükken eğitilmeli: Ağaç yaşken eğilir), “Uyada ne körseñ, Uşkanda sonı ilesiñ” (Yuvada ne gördüysen, Uçtuğunda onu kaparsın: Küçük kalkar, büyüğe bakar), “Kızdı asıray almağan küñ etedi, uldı asıray almağan kul etedi” (Kız çocuğuna bakmasını bilmeyen onu cariye eder; Oğluna bakmasını bilmeyen de onu kul eder), “Siz degen sıpayılık, sen degen anayılık” (Siz diye hitap etme, kibarlığı bildirir, Sen diye hitap etme, kabalığı bildirir) atasözleri çocuklara görgülü ve iyi bir insan olarak yetişmeyi öğütlemekte ve öğretmektedir. Gençlere sanat, eğitim ve dil öğretimi konusunda da atasözleri büyük önem taşımaktadır. Bilim ve sanat azimle çalışılarak öğrenildiği gibi, ancak az konuşup çok dinleyen, yılmadan çalışarak bilgisini zenginleştiren çocuk, hayatta istediklerini elde edebilir.

Atasözleri toplum hayatındaki sosyal olayları, insan karakterini, doğa ile yaşamının sır ve çelişkilerini öğrenmemize ışık tutan derin anlamlı sözlerdir. Atasözleri sadece bu tür olayları değerlendiren ve kısa bir şekilde anlatan sözler değil, başlı başına bir kuramdır.

Kız çocuğu ve oğlan nasıl bir kişiliğe sahip olmalı sorusuna da atasözlerinde kesin yanıtlar bulunmaktadır: “Atanıñ balası bolma, Adamnıñ balası bol” (babanın oğlu olma, insanoğlu ol), “Jaksı adam – el ırısı (İyi insan, halkın bereketidir)”, “Bir kisi mıñ kisige olja salar” (bir insan bin kişiye ganimet getirir), “Ak jürgen adam azbas” (temiz düşünen ve işi dürüst olan insan kötü yola düşmez), “Adam alası işinde, Mal alası sırtında” (insanın içindeki sırrı bilinmez, davar hayvanın lekesi dışındadır, görünür), “Tav tavğa kosılmas, adam adamğa kosıladı” (dağ dağla birleşemez, insan insanla beraber olur), “Ädeptilik – adamdık belgisi, turpayı minez – nadandıktıñ belgisi” (edeplik insanlık göstergesi, kaba karakter cahilliğin göstergesi) sözleri bugüne kadar eğitsel ve etik değerlerini yitirmemiştir.

Başkalarını dolandırarak zengin olan yönetici sınıf mensuplarını, çalıp çırparak arsızlaşan hırsızları ve dinî alet edenleri eleştiren atasözlerinin sayısı da pek çoktur. “Özi urı birevdi urı sanaydı” (Kendisi hırsız olan başkasını da hırsız sayar), “Jaman sopı – tobaşıl”(Kötü sofi tövbecidir), “Öleñdi jerde öğiz semiredi, ölimdi jerde molda semiredi” (Otlak yerde öküz semirir; cenaze çıkan yerde hoca semirir), “Savdagerde iman jok – arın satadı; ötirikşide iman jok – janın satadı” (Tüccarda iman yok, arını satar; yalancıda iman yok, canını satar), “Añkav elge – aramza molda” (Saf halka zalim molla denk gelir), “Ak säldeli Kojadan ak javlıktı katın artık”(Beyaz sarıklı hocadan beyaz başörtülü kadın iyidir), “Kesek-kesek dav – kerketkenniñ avılında”(Kibirli ve inatçılar köyünde sürekli kavga çıkar) gibi atasözlerinin eğitsel önemleri çok büyüktür.

Kimi atasözlerinin anlamları eskimiş, kimileri ise feodalizm anlayışını yansıtmaktadır. “Kalın Mal” (Başlık Parası) romanında İtbay: “Baytal şavıp bäyge almas” (Kısrak at ne kadar koşsa da ödül alamaz) diyor. Bu söylem için kadına karşı dinî ve feodalik bir görüştür denilebilir.

Makal (atasözü) kesin hüküm ve kanıt vardır. “Urlık tübi- Korlık” (Hırsızlığın sonu azaptır). Mätelde (deyim) ise sadece birisi bulunur. Atasözü, halk tarafından ortaya çıkan felsefesî anlam taşıyan sözlerdir. Atasözü; aforizma ve deyimlere benziyor. Örneğin, “Aydarınan jel esip” (Aydarından (çocuğun başının tepesindeki saç tutumunun özel adlandırılması) rüzgar eserek), “Murnınan esek kurt tüsip” (burnundan odun biti düşerek) bunlar birer deyim, yani metafordur.

Atasözleri eskiden sadece ağızlarda kullanılıyordu. Yazı ortaya çıktıktan sonra tarih, edebiyat ve gazete yazılarında da kullanılmaya başlanmışdır. V. İ. Lenin, kendi teorik çalışmalarında atasözü ve Rus edebiyatı aforizmalarına çok yer vermiştir. Aforizma ve özdeyişler günümüz Kazak yazarların eserlerinde de bol bol işlenilmektedir. Bunların kökeni atasözlerine dayanmaktadır.

Bilmece

Atasözleri, insanın mantıksal düşüncesini geliştirirken, bilmece ve tekerlemeler çocukların dilini, tabiat ile hayat anlayışlarını ve hayal güçlerini geliştirir. Bilmece en başta küçük yaştaki çocuklara öğretilmiştir. Bilmeceler çoğunlukla kafiyeli şiir gibi söylenmiştir. Bilmecenin objeleri; doğa olayları (uzay), yer-su, hayvanlar, bitkiler (totemler), insan uzuvları, çeşitli ölü nesneler ve yaşam araç-gereçleridir.

Ak sandığım aşıldı, İşinen jibek şaşıldı.Ak sandığım açıldı, İçinden ipek saçıldı (güneş);Takiyam tolğan sök, Erte tursam dım jok.Takkem darı doluydu, Erken kalktım hiçbir şey yok. (yıldız);Äne baradı özi, Körinbeydi izi.Yürüyor ama izi görünmüyor. (rüzgâr);Jer tübinen boz jorğa at keledi.Çok uzaklarda boz at geliyor. (fırtına);Ayağı jok, közi jok ak jılan.Ayağı yok, gözü yok ak yılan. (su)Otka janbas, suğa batpas.Ateşte yanmaz, suya batmaz. (buz)Satayın desem avır kilem, Satpayın desem täwir kilem.Satayım diyorum ağır kilim, Satmayayım diyorum iyi kilim. (Dünya)

Bu bilmecelerde gök ve yer-su sorulmuştur. Aşağıdaki bilmecelerde ise farklı hayvan türleri sorulmuştur:

At bastı, arkar müyüzdi, böri kevdeli, böken sandı.At başlı, dağ keçisi boynuzlu, kurt gövdeli, ceylan bacaklı. (çekirge) Ot basında tävkenşik.Ateş yanında kaplan yavrusu (kedi)Şiy tübinde şubar jılan.Ot dibinde ela yılan. (kesirge)Şiydim, şiydim, şiydim Kus, şiy basına Konğan Kus.Minik, minik, minicik kuş, Ot başına konan kuş. (karasinek)

Buğday, kavun, karpuz, lale, böğürtlen de bilmece konusu olmuştur. Ayrıca dört tölik hayvan ve insan uzuvları da sorulurdu.

Erte turdım, eki ayır jolğa tüstim.Erken kalktım, iki ayrı yola düştüm. (pantolon)Otız omırtka, kırık kabırğa, avız omırtka.Otuz omurga, kırk kaburga, ağzı da omurga. (çadır, otağ)Tursa tüyedey, jatsa koyanday.Kalkarsa deve gibi, yatarsa tavşan gibi. (eyer) hayatın içinden alınan bilmecelerdir.

Ozanlar arasında yapılan jumbak aytıs (karşılıklı bilmece ve sorular sorulan atışma türü) türü de vardır. Örnek olarak Saparğali ile Nurjan’ın, Turmağambet ile Şädi’nin ve kız ile yiğit atışmalarını söyleyebiliriz. Bilmecenin bu türü şiir sanatına dâhil edilir.

Demek tabiat ve yaşamı tanımak ve çocukların düşünce ve dillerini geliştirmek amacıyla üretilen kısa şiirsel sözcük gruplarına bilmece diyoruz. Çocukların düzgün konuşabilmelerini sağlayan söz sanatlarından biri de tekerlemelerdir.

Totemik Kavramlar

Eski dönemlerde insanlar henüz hayvanlardan ayrılmadan doğada bulunan hazır yiyecekleri yiyerek mağaralarda yaşamışlardır. Tarihte bu döneme Bakır Çağ’ı denilmektedir. Bu dönemde insanlar yırtıcı hayvanlardan daha güçsüz durumdaydı. İnsanlar güçlülerden korktuklarında güçsüzlerin yardımlarına ihtiyaç duymuşlardır. İşte bu dönemde çeşitli totemizm48 inançları ortaya çıkmıştır.

Her boy, kavim, aşiret farklı yerlerde yaşadıkları için, yerleşim yerlerinde daha çok bulunan hayvanlara (bazen kurt, bazen kuş, bazen de ejderha ve kertenkele) tapmışlardır. Bundan sonra ortaya köpek, öküz, at totemleri çıkmıştır. Türk-Moğol boylarında av, kuş, kurt-karınca, yılan ve ev hayvanları totem olmuştur. İlk totem inançları bu şekilde meydana gelmiştir. Bunu takiben tektanrıcılık ortaya çıkmıştır. Bu konu üzerine V.B. Taylor49, J. Frezer50, Mary Boyce51, N. A. Alekseyev52, M. T. Stepanyants53, E. S. Novak54 gibi İngiliz ve Sovyet bilim insanları ayrıntılı araştırma çalışmaları yapmış ve animizm, totemizm, zoomorfomizm, büyücülük (özel varlıkları sembolize etme), mitoloji ve Şamanizm ilgili kesin bilimsel sonuçlar ortaya koymuşlardır.

V. G. Bogoraz-Tan55, hayvanlara gelenek vasıtasıyla tapmanın (dans, şarkı) kinetik dil döneminde; dev, cin, peri ve cadı gibi mitlerin ise insanların sesler yardımıyla ilişkiler kurmaya başladığı dönemlerde ortaya çıktığını ileri sürmüştür. S. P. Tolstov ise, M.S. I-II. yüzyıllarda, Roma’da musevilik ile karakterize edilen Hristiyanlık’ın, Parfiya’da zerdüştlüğün, Kuşanlar ve Çin Devletlerinde sinkretizm etkisinde kalan budizmin ortaya çıktığını dile getirmiş ve bunların tümünün eski dönemlerde ayrı ayrı şehirlerde meydana gelen lokal dinî ideolojiler, yani boy ve kast sistemi inançlarına karşı kullanılan yeni bir tür tanrılar kültü; sadece sinkretik tanrılar sistemine tapmanın başlangıcı ve tektanrıcılığa doğru atılan büyük bir adım olduğunu savunmuştur (Tolstoy, 1948: 19).

Tektanrıcılık, büyük kölelik sistemi döneminde ortaya çıkmıştır. Çünkü köle sahipleri tek dinî inanç meydana getirmedikçe halkı yönetememişlerdir. Sonuç olarak totemizm anlayışı için çok eski dönemlerde ortaya çıkan yerel (lokal) boy inançları diyebiliriz.

Totemizm, bütün halklara özgüdür. Örneğin, İran Edebiyatı eseri “Avesta” kitabında gök ve yer Ahura-Mazda tarafından; açlık, hastalık, kış, ecel gibi varlıklar ise Angra-Mainiu tarafından yaratıldığına dair bilgiler yer almıştır. Bu tür düalizm örnekleri Altay Türklerinde insan ve doğa ilişkilerinde görülmektedir.

Totemizmde Tanrı yoktur. İnançlar da sürekli değişmiştir. Çünkü yaşam ve sanayi güçleri geliştikçe insan doğa ve toplumla yakından ilgilenerek yeni kavramlar bulmuşlardır. Mitolojik inanç ile dinî anlayış aynı değildir.

Sanayi güçlerin gelişme sürecine gelirsek, tarih sahnesine sınıf sisteminin çıkmadığı bir dönemde, göçebe halklar üç farklı kavram aşamasından geçmişlerdir: a) ilk boy sistemi döneminde, insanlar doğadaki hazır yiyeceklerle beslenmişler. Totemizm inançları bu dönemde ortaya çıkmaya başlamıştır; b) Anaerkil dönem. Ana-Kadınlar tarafından yönetilen toplumsal bir sistemdir. Evlilik ve aile hayatına henüz geçilmeyen; toplu şekilde evlilik, dayıerkil (avunkulat) ve heterizmin yaygın olduğu bir dönemdir. Güneş ve toprağa, özellikle ana-kadına tapma daha çoktu. Bunlarla ilgili olarak yeni totem, yeni mitler ortaya çıkmıştır; c) Ataerkil dönem. Toplum liderlerinin erkekler olduğu bir dönemdir. Çünkü av, avlama ve onları evcilleştirme işleri erkeklerin görevleri olarak yer değiştirmiştir. Bu dönemde evlilik ve aile hayatı, avcılık, antropolojik mitler (cadı, dev, jelayak) ve Şamanizm ortaya çıkmıştır. Bundan sonra tek tanrıcı dinler dönemi başlamıştır. İşte bu bağlamda totemik, mitolojik düşünme ve ilk karakter tipleri ortaya çıkmıştır. Masal, efsane ve destanların ortaya çıkmaya başladığı dönem, işte bu dönemdir.

Eskiden şiir sanatı dinden daha etkili ve güçlüydü. G. D. Sanjeyev, şiir sanatına dayanarak, Moğol destanlarının, farklı boylardaki farklı aşiretler birliğinin dağılmaya yüz tuttuğu dönemde ortaya çıkmaya başladığını ileri sürmüştür (Sanjeev’den akt. Konıratbayev 1991). Bu bağlamda totemizm ve mitoloji unsurlarından bahsetmek, folklorun doğasını tarihî açıdan geniş bir şekilde ele almamıza olanak sağlar.

Kurt Totemi

Bu totemi S. P. Tolstov, “Perejitki Totemizma i Dualnoy Organizatsi u Turkmen” adlı çalışmasında ayrıntılı şekilde ele almıştır. Yazar, evlilik toteminin bütün Türk boylarında olduğunu dile getirerek: “Türkmenlerin evlilik totemi ve bizim dediğimiz mitin kökeni çok şeye açıklık getiriyor. Bu konunun tarihî sırrını tespit etmek çok önemlidir. Burada erkek ve kadın mitleri birbirlerine karşı yaratılmıştır. Kadın totemi antropolojiye dönüşür ve yerine erkek geçer (Plano-Karpini’nin Kırgız efsanesi bunu doğrulamaktadır). Türkmenlerde ilk mit türü kurt ve keçidir. Gökbörü oyunu Özbek, Kırgız ve Taciklerde biraz değişikliğe uğramıştır. Hakaslarda kurt ve dişi geyiktir (ya da köpek ve ağaç). Kırgızlarda köpek erkeklerin totemidir. Plano-Karpini’ye göre bu toteme guangyung boyunda da rastlanır. Saka ve eski İran’da öküz ve yılandır. Oğuz boylarında öküz ve kızdır (Oğuzhan). Bu mit Buryat ve Moğollarda da vardır (Boğa Noyan). Karakıtaylarda ise at ve inektir.” (Tolstov, 1948: 20) demiştir.

S. P. Tolstov’un, evlilik (bozkurt) totemi üzerine ileri sürdüğü bilgiler çok derin bilimsel verilere dayanmaktadır. Örneğin, evlilik totemi Karakıtaylarada domuz, Halaslardaki eşek ve kız, Moğollardaki kuş ve kız totemleriyle bütünleştirilmiştir. Eski efsaneye göre Urun denen bir kuştan Urun adlı bir kız doğmuş ve bu kızdan Türk-Moğol boyları türemiştir. Bu efsane Kazak ve Oğuz masallarında da geçmektedir. Örneğin, Kazaklarda bir erkeğin, evlenmeden önce sevgilisiyle görüşmeye gitmesine “urın baruv” (gizli saklı görüşmek) denilmektedir.

Yedisu boylarının VIII. yüzyıldaki efsanelerine göre Oğuz Kağan, ataerkil bir toplumun yöneticisi olarak geçmektedir. Ondan öncesinde ise sadece kurt ve kadın hakkındaki “bulanık” masal ve mitler vardı. Kurt totemi, Göktürk Kağanlığı döneminden kalan gelenek-göreneklerde de görülmektedir. Örneğin, Çin’e karşı savaşlarda Türk, Seyanto, Cucan ve Hun boyları atlarına kurt başı motifli koşumlar kullanmışlardır. “Oğuznâme” destanında Oğuz Kağan her sefere çıktığında bozkurt orduya rehberlik ederdi.

Köpek Totemi

Bu, çoğunlukla anaerkil dönemde rastlanılan bir külttür. M.Ö. VI-IV. yüzyıllarda Hunların gelişine kadar köpek bütün Saka, Massaget boyları ve Orta Asya halklarının Zerdüştlük dönemine kadarki kültü sayılmıştır. Köpek toteminin iki aşamasını görebiliriz: İlki ölüyü gömme geleneğiyle bağlantılı, ikincisi ise köpek, ailenin kutu (bereketi, uğuru) kabul edilmiştir. Bu, ataerkil bir külttür. Bunun örneği, Kazakların “Sırtlanlar” adlı masallarında geçmektedir. Masalda çocuğu kurttan kurtaran köpek insanlara yardım etmektedir.

На страницу:
6 из 7