
Полная версия
Kazakları Ruslaştırma Siyasetinin Bilinmeyen Yönleri
Rus İmparatorluğu’nun gayrı Rus halkları sömürgeleştirme sürecindeki en etkin ve kanıtlanmış yöntemi yerleştirme usulüdür. Rus olmayan halkların arasına Rus köylülerini yerleştirme yöntemiyle yıllar sonra göçmenlerin sayısının arttırılması hedeflenmiştir. Dolayısıyla mevcut soruna yönelik hayata geçirilen Ruslaştırma politikası son derece önemlidir. Bu yöntem sadece gayrı Rus halkları Ruslaştırmak için değil aynı zamanda Hristiyanlaştırmak için de kullanılmıştır.13 Kazak topraklarında bu siyasi uygulamayı yerel özellikleri göz önünde bulundurarak dikkatle ve özenle çalışan valiler gerçekleştirmiştir. Bu konu Çarlık Hükümeti’nin bütün ayrıntıları düşünerek uyguladığı politikalardan biridir. Hatta dekabrist temsilcisi P. İ. Pestel bu politikayı desteklemiş ve yazısında “Bir halk diğer bütün halkları hizaya getirmeli ve Rusya’da yaşayan herkes Rus olmalıdır.” şeklinde ifade etmiştir.14
Misyonerler kendi eserlerinde ‘ulusların ve milletlerin birleşip kaynaşması’ kavramını uygulama konusuna dikkat çekmiştir. Kişilik kültü ve duraklama dönemlerinde bile bu kavram Sovyet basınında ve medyada sıkça kullanılmıştır. Fakat asıl sorun bu korkunç kavramın gerçek anlamının hiç kimse tarafından incelenmemiş ve açığa çıkarılmamış olmasıdır. İdeoloji sorunlarını denetleyen, SBKP Merkez Komitesi sekreteri M. İ. Suslov, bütün gücünü SSCB’ye bağlı cumhuriyetlerdeki halkların kültürünü ve dillerini yok etmek için kullanmıştır. Bu konuyla ilgili olarak Politbüro üyesi Şelest: “Suslov ulusların dil ve kültürlerinin hızlı bir şekilde birleşmesi konusunda ısrar ediyordu.” şeklinde ifade etmiştir.15 Sonuç olarak Çarlık Hükümeti gayrı Rus halklara uyguladıkları asimilasyon politikasını gizlice sürdürmeye devam etmiştir. Suslov’un desteğiyle bu terim enternasyonalizm sloganı altında ikinci kez hayat bulmuştur. S. Baruzdin konuyu şu şekilde eleştirir: “… Ulusları zorla birleştirme politikası Stalin döneminden itibaren başlamıştı. Onun bunu isteyip istemediğini bilmiyorum fakat yapılan işler Ruslaştırmaya yönelikti.”16 Yazarın bu cümleleri Kazak edebiyatı tarihindeki göstermelik anlayışı açık bir biçimde göstermektedir. Türkistan Eğitimcilerinin 20. Yıldönümü Semineri anısına yazılan raporda: “Rus devletinin ilk amacı halkların Ruslaştırılması, diğer amaçları ise Kazakların Ruslar ile birleştirilerek ortak bir kamu sisteminin oluşturulmasıdır.” ifadeleri dile getirilmiştir.17
Rus İmparatorluğu ve Eğitim Bakanlığı’nın diğer hedefi misyonerlerin rahatlıkla faaliyetlerini sürdürebileceği bir alan olarak gördükleri karma okulların açılmasıdır. Bu faaliyet Ekim devrimine kadar devam etmiştir. Karma okullar ve aynı tip eğitim-öğretim kurumları sömürge halkların Ruslaştırılmasında etkin araçlardan biri olmuştur. Çarlık Hükümeti bu okulları gayrı Rus halkların iyi eğitim almaları için değil yeni uzmanlar hazırlamak ve bu insanları sosyo-politik talepler doğrultusunda kullanmak amacıyla açmıştır. Eğitim Bakanlığı benzer okullara ‘çok gizli’ ibaresi adı altında misyonerlik faaliyetlerinin sürdürülmesini emreden talimatlar vermiştir. Bu talimatlarda: “Rus İktidarının taşra bölgelerindeki halk eğitimi, misyonerlik faaliyetleridir. Misyonerlik, savaşan tarafın asla planlarını açıklamadığı ruhsal savaş türüdür.” şeklinde belirtilmiştir. Diğer bir deyişle işgal altında tutulan halkın şüphe duymaması için, misyonerlik faaliyeti eğitim başlığı altında gizli bir ortamda gerçekleştirilmiştir. Okul, öğrenciler için bir paravan aracı görmekteydi ve bu paravanın ardında halkı kendi köklerine yabancılaştırmaya yönelik faaliyetler yürütülüyordu. Bu sebeple sözde öğretmenler ilk aşamada henüz olgunlaşmamış çocukları ele almaya çaba göstermiştir. Dışarıdan bakıldığında onları kendi taraflarına çekmek daha kolay görünüyordu.
Çarlık idaresindeki memurlar, Kazak topraklarındaki karma okullarda Öğretmen Seminerleri adı altında misyonerlik faaliyetlerini sürdürmek maksadıyla çalışmalarına devam etmiştir. Kazaklar Rus İmparatorluğu’na katıldıktan sonra, benzer okullar farklı Orta Asya halkları arasında da hızla açılmaya başlamıştır. Faaliyetler yönergelerde yer alan belirli kurallar çerçevesinde uygulanmıştır. Yönergede yer alan: “Türkistan’da Ruslaştırma politikası Rus okulları aracılığıyla yapılmalıdır.” ibaresi Millî Eğitim Bakanlığı’nın 1906 tarihli resmî belgesinde yer almaktadır. Bu uygulama devlet politikası düzeyine ulaşmıştır. Bu nedenle Türkistan’ın ilk valisi Kaufman,18 Eğitim Bakanı’na yazdığı 8 Aralık 1880 tarihli mektubunda Kazakları İslam inancının güçlü olduğu komşu halklardan ayırıp Rus alfabesiyle eğitim veren okullar aracılığıyla asimilasyonu hızlandırmayı teklif etmiştir. Valinin bu arzusu Çar tarafından desteklenmiş ve 28 Ocak 1881’de belgelenerek onaylanmıştır.
Sömürge altında olan gayrı Rus halkların aşamalı olarak gerçekleştirilen Hristiyanlaştırma vasıtasıyla Ruslaştırılmasında, Çarlık Hükümeti’nin Kazak halkının asırlardır kullandığı Arap alfabesini kullanımdan kaldırması, uygulanan başlıca yöntemlerdendir. Arap alfabesinin Kiril alfabesiyle değiştirilmesi politikasında Kazak halkının millî ve geleneksel köklerinden koparılıp, millî bilinci yok edilip, ruhsuz ve itaatkâr kölelere dönüştürülme faaliyeti yatmaktadır. Tarihten de bilindiği gibi, sömürge güçleri yeni bölgeleri ele geçirirken öncelikli olarak halkın tarihsel hafızasıyla bağlantılı olarak dil, din, kültür, edebiyat ve coğrafi adları değiştirme yoluna girmiştir. Bu şekilde sömürge halklarının manevi açıdan baskı altında tutulması sağlanmaktadır. Örneğin, Türkistan nüfusunun Gök Tanrıya inandıkları ve eski Türk alfabesini kullandıkları bilimsel olarak da kanıtlanmıştır. Bu asırlık kültür ilk olarak XIII. yüzyılda Arap işgalciler tarafından sömürüye maruz kalmış ve yavaş yavaş Türkistan’a İslam ideolojisi etkisi yerleşmiştir. Eski Türk alfabesi, Arap alfabesiyle değiştirilmiştir. Tüm yenilikler silah gücü ve şiddet yoluyla getirilmiştir. Dolayısıyla, Türk dilli halklar kendi atalarının gelenek-göreneklerini kaybetmiş, kimlik ve edebi kültür ile tarihsel hafızaları yeryüzünden tamamen silinmiştir. Doğunun büyük ilim adamı Biruni’nin bu konuyla ilgili birçok değerli çalışması mevcuttur.
Sovyet döneminde Rus olmayan halkların alfabe değişikliği faaliyeti V. İ. Lenin’in ölümünden sonra daha etkin hale gelmiştir. İlk olarak Türk dilli halkların kullandıkları Arap harfleriyle ilgili değişikliğe gidilmiş, Arap harfleri Kiril harfleriyle değiştirilmiştir. Bu hareketin gerçekleşmesi tamamen aldatmacadır. Öncelikle, Latin alfabesini halka kabul ettirerek, Latin alfabesinin dünya komünist alfabesi olduğu fikri kamuoyuna yansıtılmıştır. Yirmili yıllarda Türk dilli halkların hepsi bu sebeple Latin alfabesine dönmüştür. Hatta Ortodoksluğu ve Kiril alfabesini kabul etmiş olan Yakutların bile Latin alfabesine dönmesi için çaba sarf edilmiştir. Bu süreçte eğitimli, aydın Kazakların büyük bir kısmı Latin alfabesine geçişi hoşnutsuzlukla karşılamıştır. Aydınların görüşü Ahmet Baytursunov’un19 “Alfabedeki Karakterlerin Gizemi” (Әліппе – таңбалар жұмбағы) başlıklı makalede dile getirilmiştir. Yazar, çalışmasında: “Latin alfabesine geçince Avrupa ülkelerindeki halklarla eşit olacağımızı düşünmüştük.” şeklinde ifade etmektedir. Ancak, altında farklı planların yattığı bu hareket o kadar zor ilerler duruma gelmiştir ki, Ruslar bile Latin alfabesini uygulamaktan vazgeçmiştir. Bu sebeple “Neden yeni bir alfabeye geçmek zorundayız?” sorusu üzerinde konuşulmaya başlanmıştır. Latin alfabesine geçişin Kazak edebiyatı ve kültürünü ne gibi zararlara uğratabileceği, dil üzerinden nasıl ince politikaların yürütüldüğünü anlamayanlar yeni alfabeyle ilgili olarak gerçek dışı haberler yaymaya başlamıştır. Bu konuyla alakalı 25 Mayıs 1931 tarihli Enbekşi Kazak gazetesinde: “Yeni alfabeyi bilmeyen memurlar gizli düşman olarak adlandırılıp mahkemeye çağrılıyorlardı.” şeklinde ifadeler yer almıştır. 24 Temmuz 1931’de Bahtiyar adlı bir şair aynı gazetede: “Arap alfabesi ve yeni alfabe yanlıları kendi aralarında anlaşmazlık yaşamıştır; Ahmet, Eldes, Muhtar gibi kıymetli yazarlar Arap alfabesini ayakta tutabilmek için büyük çaba harcamıştır.” şeklinde belirtmiştir. Yazar burada Muhtar Avezov’un adını bilinçli olarak kullanmıştır. Çünkü Avezov Arap alfabesini Latin alfabesine çevirme fikri altında yatan kötü durumun farkında olan bir aydındır. O dönemde doğrudan Kiril alfabesine geçme fikri olsa da yetkililer bu konuya temkinli yaklaşmıştır. Onlar halkın devrime kadarki süreçte devlet politikası olarak yürütülen Ortodoksluk ve Hristiyanlığı yaygınlaştırma faaliyetlerini anımsayarak, Kiril alfabesine karşı olumsuz tepki verilmesinden korkmuştur. Bu nedenle Moskova Merkezi, eğitimli ve aydın Kazakları ortadan kaldırmak için geçici olarak geri adım atmıştır. Kiril alfabesinin bir müddet bekletilmesinde sakınca görülmemiştir. Rus İmparatorluğu’nun amacı Türk halklarının yazılı eserlerini tamamıyla Kiril alfabesine çevrilmesi olmuştur. Böylelikle Kiril alfabesi daha kolay benimsenecek ve halkın Hristiyanlaştırılması meselesinde Kiril alfabesi bir araç işlevi görecekti. Bu Çarlık Hükümeti’nin ezeli hayaliydi ve bu amacı hayata geçirmek için gizli ve baskıcı faaliyetler gerçekleştirmekten tereddüt etmemiştir. Sovyet döneminde gerçekleşen bu zor ve hassas sorunun içyüzü 1921 yılında bilimsel enstitülere taşınmış, akademisyen Gordlevski bu sorunun çözümüne yönelik teklifte bulunmuştur. Fakat Gordlevski’nin teklifi birtakım bilim insanları tarafından kabul görmemiş ve sorun çözüme kavuşturulamamıştır.
Yukarıda belirtilen misyonerlik fikirlerinin oluşmaya başladığı zamanlarda, bir zamanlar dinî eğitim veren bir öğretmen okulunda öğrenci olan Joseph Stalin kendine özgü sağduyuyla net tedbirler almıştır. Stalin, Türk halklarının Ruslaştırılma politikasının savunucularını dinleyerek, halkların bu duruma karşı çıkma ihtimaline karşı Kiril alfabesini direkt uygulamamış ve sonrasında Kiril’in daha rahat kabul görmesi amacıyla 1930’da Latin alfabesini zorla kabul ettirmiştir.
Alfabede yenilik, Türk dilli halkları hazırlıksız yakalamıştır. Bu nedenle süreç büyük zorluklarla ilerlemiştir. Ayrıca o dönemde eğitimli insan sayısı da azdır. 1937’ye gelindiğinde Stalin ve yanlıları aydın Kazakları siyaset sahnesinden kolaylıkla çıkarmıştır. Kiril alfabesinin Latin alfabesinin yerini alması konusunda kimse Stalin’i engelleyememiştir. 1940’da halkın talepleri gözetilerek bu kararın alındığı fikri benimsetilmeye çalışılmıştır. Felsefeci G. Batıgin Sovyet Hükümeti’nin gerçekleştirdiği faaliyetlerle ilgili olarak şöyle belirtir: “Stalin’in baskıcı rejimi o kadar geniş çaplıydı ki, birçok bölgede halkın tarihsel hafızasını devam ettirecek aydın kesim yok edilmiştir.”
Azerbaycan, Kazakistan ve Moldova’da mevcut alfabe Kiril alfabesiyle değiştirilmiştir. Bir asırlık geleneğe dayanan kültür kökleri ortadan kaldırılmıştır.20 Baytursunov misyonerlik tarihini etraflıca bilen bir yazardır ve misyonerlerle sıkı bağlantılar kurarak çalışmıştır. Onların nihai amaçlarının halkı Hristiyanlaştırmak ve Ruslaştırmak olduğunu çok iyi anlamış ve devrim öncesinde şunları yazmıştır:
“Hükümet için yararlı olan, halkın tek bir yazı, dil ve din çatısı altında toplanmasıdır. Rus İmparatorluğu’nun himayesinde farklı dilleri, yazıları kullanan ve farklı inanışlara sahip olan halklar vardır. Yönetim için elbette bu halkların dil, yazı ve inanışlarını Rus biçimiyle değiştirmelerinden daha iyi bir şey yoktur.” 21
Baytursunov’un sarf ettiği cümleler derin anlam taşımaktadır. Aslında Rus İmparatorluğu’nun sömürgeci gruplarının, özellikle de misyonerlerin tek arzuları gayrı Rus halkların aynı dili konuşarak, tek bir dinin yayılmasını sağlamaktır. Bu hedefe ulaşmak için rüşvet ve kaba kuvvete varıncaya kadar farklı birçok tedbir alınmıştır. Neyse ki Ekim Devrimi onların hayallerini gerçekleştirmesine engel olmuştur. Fakat devlet adamı Nikita Kruşçev’in bilmeden ya da kasten söylediği sözler hala hafızalardadır: “Hepimiz ne kadar hızlı Rusça konuşmaya başlarsak, komünizmi de bir o kadar hızlı inşa edebiliriz.” Kruşçev’in bu cümleleri, Suslov’un büyük ölçüde etki ettiği Kazak çevresindeki ulusal nihilistlerin ve kozmopolitlerin sayısını arttırmış ve onları kışkırtmıştır. Bu, sözde bilimsel oyunlar hayatımızı zehirlemeye devam etmektedir.
On yıl içerisinde Rus, Gürcü ve Ermeniler dışındaki çoğu halkların yüzyıllar boyunca kullandıkları yazı dilleri üç defa değiştirilmiştir. Stalin bu reformları, yeri doldurulamaz manevi kayıplara yol açacağını bilerek gerçekleştirmiştir. Bu uygulamanın Türk dilli halkların tarih, kültür ve edebiyatlarına ne derece zarar verdiği şimdi daha iyi anlaşılmaktadır. M. Vsevolodova ‘Aynı Dilde Konuşalım’ (Поговорим на равных языках) başlıklı makalesinde “Halkların geleneksel yazı dili bir neslin gözleri önünde Stalin’in emriyle değiştirildi. Stalin’in şahsi kararıyla Orta Asya’da Arap alfabesinden önce Latin alfabesine, sonra da Kiril alfabesine geçişin getirdiği belli başlı kayıpları hatırlatmak yeterlidir.”22 şeklinde yazarak toplumda yeni bir tartışma yaratmıştır.
Devlet politikası seviyesinde yürütülen Hristiyanlaştırma ve Ruslaştırma girişimleri, Rus Çarlığı’na tabi olan farklı dinlere mensup ve farklı dilleri konuşan gayrı Rus halkların geleneksel alfabelerinin Rus alfabesine dönüştürülme çabaları erken dönemde başlamıştır. Fakat bu siyasi faaliyetler gayrı Rus halkların yaşam biçimleri, inanışları, gelenek-görenekleri ve dünya görüşleri dikkate alınarak uygulanmıştır. Örneğin Komi23 halkının Hristiyanlaştırılması ve alfabelerinin Rus alfabesiyle değiştirilmesi XIV. yüzyılda başlamıştır. Bu süreçte Dmitri Donskoy aktif bir şekilde yer almıştır. Tatar halkı bu büyük felaketle Korkunç İvan döneminde karşılaşmıştır. 1769’da Çuvaş24 halkından ilk Hristiyanlaştırılan misyonerlerden biri olan piskopos Veniamin, Rus alfabesini kullanarak Çuvaş dilinin ilk gramer kitabını yazmıştır. 1808’de Dinî Kurallar Kitabı’nı Rus alfabesi temelinde Mari25 diline tercüme etmiştir. Yermak seferinin sona ermesiyle birlikte Sibirya’daki azınlık halkların şiddete dayalı Hristiyanlaştırılma faaliyeti de tamamlanmıştır. Sonraki aşamayı Kazak bozkırları ve sömürge altında olan Türkistan’daki halklar oluşturmuştur.
Çarlık Hükümeti’nin yüzyıllara yayılan ve özerkliği olmayan halkları Hristiyanlaştırma ve Ruslaştırma politikası soylu toprak beylerinin, zengin ağaların çıkarları doğrultusunda gerçekleştirilmiştir. Din adamları, yani misyonerler hedeflerine ulaşmak için devlet üzerinde manevi etkisi olan Kutsal Sinod aracılığıyla devlet hazinesinden gerekli ihtiyaçlarını karşılamıştır. Bu dinî gruplar 1739 yılından itibaren misyonerlik faaliyetlerini devlet politikası düzeyinde yoğunlaştırmaya ve somutlaştırmaya başlamıştır.
1876’da Millî Eğitim Bakanı Kont Tolstoy, Orenburg’da bir toplantı düzenleyerek Kazakların kullandığı Arap alfabesini Rus alfabesiyle değiştirme konusunu gündeme getirmiş ve gerekli talimatları vermiştir. Semey valisi 26 Eylül 1878 tarihli özel mektubunda Batı Sibirya valisine şunları yazmıştır:
“… Kırgızlara 26 hükümetin aldığı kararları bildirirken Rus alfabesi kullanılmaktadır. Kırgızca’nın bu alfabe temelinde eğitim-öğretimde kullanılması sizin 4 Mayıs 26 numaralı emriniz doğrultusunda Kırgız yatılı okullarında uygulanmaktadır. Bozkırlarda Arap alfabesi yerine Rus alfabesinin egemen olacağı günler de gelecektir.”
Bu mektuptan Kont Tolstoy’un eğitim alanında devletin misyonerlik politikasını yürüten bir devlet adamı olarak verdiği talimatın uygulandığı ortaya çıkmaktadır.
1876’da Çar, Kazakların yüzyıllardır kullandığı Arap alfabesinin Rus alfabesiyle değiştirilmesi ile ilgili kararnameyi bizzat imzalamıştır. Aynı yıl Kont Tolstoy Ibıray Altınsarin ile görüşerek Rus alfabesinin herhangi bir değişiklik yapılmadan Kazak dilinde kullanılması yönünde talimat vermiştir. Altınsarin bu olaylarla ilgili olarak ‘Kazakların Bölge Okulları Üzerine Notlar’ (Записка о казахских областных школах) eserinde şöyle ifade eder:
“Kont Tolstoy 1876’da Orenburg’a geldiğinde Kazakların Rusça yazmayı öğrenmesi ve Kazakçada Rus alfabesinin kullanılması sorunu, görüştüğü ilk konuydu. Toplantıya Orenburg bölgesinin eski valisi Krijanovski, Orenburg eğitim müsteşarı Lavrovski, Kazan Öğretmen Okulu müdürü İlminski, Torgay ve Ural bölgesi valileri katılmıştı. Devlet adamları Rus alfabesinin Kazakçaya uygulanabileceği konusunda fikir birliği sağlamıştır.” 27
Yazarın cümlelerinden Çar’ın, Kazak yazı dilinde Arap alfabesi yerine Rus alfabesinin kullanılması konusundaki emri üzerine gerek sömürgeci idarecilerin gerekse de misyonerlerin büyük bir gayretle çalışmaya başladıkları anlaşılmaktadır. Çünkü bu gruplar Kazak bozkırlarını Ruslaştırma faaliyetleri için verilecek bu büyük emri uzun süre beklemiştir.
Orenburg toplantısından 14 yıl önce 1862’de Orenburg sınır komisyonu başkanı Prof. Dr. V. V. Grigoryev, misyoner İlminski’yi Rus harflerini kullanarak Kazak dilinde kitap yazması için görevlendirir. Ayrıca 1862’de misyonerlerin talebi üzerine Tatar dilinde basılacak kitaplarda da Rus alfabesi kullanılmaya başlanmıştır. Böylelikle Türk dilli halkların yazı diline Rus alfabesini uygulayıp benimsetme tasarısı için kademe kademe hazırlık yapılmıştır. Bu, Çarlık Hükümeti tarafından planlanmış ve düşünülmüş bir devlet politikasıdır.
İlminski’nin başlattığı misyonerlik politikasının yürütücüleri öncelikle Kazakları Tatarların etkisinden uzaklaştırmak ve karşılıklı ilişkileri kısıtlamak için çaba göstermiştir. Çarlık memurları, yani Türkistan’ın sömürgecileri aynı politikayı aralarında İslam inancının kuvvetli olduğu Buharalıların etkisinden Kazakları uzaklaştırarak uygulamıştır. Bu niyet doğrultusunda 8 Kasım 1880’de General Emir Subayı Kaufman, Millî Eğitim Bakanı’na Kazakları daha hızlı asimile etmek ve Ruslarla kaynaştırmak için onları diğer Orta Asya halklarından ayrı tutmak gerektiğini yazmıştır. Bu nedenle Arap alfabesini Rus alfabesiyle değiştirme sürecini hızlandırarak Kazakları, kendilerine yakın halkların manevi ve dinî etkisinden uzaklaştırmak gerekli görülmüştür. Türkistan’ın ünlü bilgini misyoner Ostroumov, Türkistan’daki Kazaklar arasında misyonerlerin uyguladığı çalışma ile ilgili olarak şunları yazmıştır: “… Yerlilerin Rus Devleti ve Rus halkıyla yakınlaşması, Rus alfabesinde herhangi bir değişiklik, ekleme ve kısaltma yapılmadan olduğu gibi Rus transkripsiyonu aracılığıyla gerçekleştirilmiştir.” 28 Yazar bu sözlerle Rus alfabesinin Kazak yazı diline uyarlanırken Çar’ın nasıl bir hedef belirlediğini göstermiştir.
Kazaklar için ilk Rus alfabesi taslağı Ibıray Altınsarin’den önce Rus misyonerler tarafından hazırlanmıştır. 1862’de İlminski’nin hazırladığı alfabe taslağı ile ilgili olarak Grigoryev: “… Siz kendi Rusça-Kazakça alfabenizi hazırlarken bürokrat bir bilim insanı gibi hareket ettiniz.” şeklinde söz etmiştir. Yani İlminski’nin Kazaklar için hazırladığı alfabeyi kullanışsız, sönük ve yapay olduğu hususunda eleştirmiştir.
V. V. Radlov, Türk dilindeki edebi kaynakları 1870’de yayımlanan ‘Jungarya ve Güney Sibirya’daki Türk Kabilelerinin Halk Edebiyatından Örnekler’ (Образцы народной литературы тюркских племен южной Сибири и Джунгарии) başlıklı çalışmasına dâhil etmiş ve Türk dilinin fonetik özellikleri esasında Rus alfabesiyle çalışmasını yayımlamıştır. Rus diline uyarlanmayan bazı sesleri ise tamamlayıcı harfler yardımıyla vermeye çalışmıştır. Petersburg Üniversitesi’nde bu taslaklardan hangisinin daha uygun olduğu konusundaki görüşmede uzmanlar İlminski’nin hazırladığı alfabeyi desteklemiştir. Bu kararlarını ise Türk halklarının kendi fonetik özelliklerini yansıtmayan Arap alfabesini, değişiklik yapmadan kabul ettikleri ve kullandıkları durumuyla gerekçelendirmişlerdir. Bu durumun Türk halklarının diline zarar vermediğini ve bu nedenle de sömürgeci Türk dilli halkların hiçbir değişiklik, ekleme ya da sınırlama yapmadan Rus alfabesini kabul etmelerinde karar kılınmıştır. Bu kararın temelinde Ostroumov’un talebi yatmaktadır.
Türk dilli halkların alfabelerinin Rus alfabesiyle değiştirilmesine yönelik tüzük, Çar II. Nikolay’ın şahsen katıldığı 31 Mart 1906 tarihli toplantıda kabul edilmiştir. Fakat Çarlık Hükümeti o dönemdeki sosyo-politik sorunlar sebebiyle tek seferde Arap alfabesini Rus alfabesiyle değiştirmeye cesaret edememiştir. Gayrı Rus halkları yeniliğe alıştırmak için Rus alfabesinin kullanımı, resmî belgelerle ve okullardaki ders kitaplarıyla sınırlandırılmıştır.
Rus alfabesi temelinde Tatarlar için alfabe oluşturan kişi İlminski’dir. Bu onun misyonerlik faaliyetinin en parlak dönemine rastlar. Bu dönem aynı zamanda Tatarların Ruslaştırılması ve Hristiyanlaştırılması politikasının hızla sürdürüldüğü bir süreci kapsamaktadır.
Tatarlar için hazırlanan alfabede Tatar dilinin tabii özellikleri dikkate alınmamıştır. Bu nedenle Hristiyanlaştırılan Tatarlar yeni alfabeyle yeterli bilgiye erişemedikleri için oldukça güç durumda kalmıştır. Aslında, İlminski’nin başlıca hedefi, Tatarları millî ve manevi kültürlerinden koparmak ve onları ruhsuz mankurtlara dönüştürmektir. İlminski bununla kalmayarak Kazak dilindeki kitapların da yanlış alfabe kullanılarak yayımlanmasını talep etmiştir. Altınsarin’in tüm eserlerinin özellikle de ders kitaplarının Rus alfabesi temelinde yayımlanması bu taleple doğrudan bağlantılıdır.
İlminski, yeni alfabenin yeni kuşak Tatar ve Kazak halkının yüzyıllar içinde oluşan tarihsel hafızasını unutturacağını ve bu durumun dil, kültür, edebiyat gelişimini durduracağını çok iyi biliyordu. Bu durumda millî köklerinden koparılan insan ruhen sefil mankurta dönüştürülecekti. En büyük insanlık trajedisi, insanın kim olduğunu bilmemesi, manevi değerleriyle ve gelenek-görenekleriyle beslenmemesidir. Tarihten de sömürge altına alınan halklara uygulanan kötü yöntemlerin birçok örneğini görmek mümkündür.
Günümüz yazılı kaynaklarında (okullar ve yükseköğretimlerde kullanılan kitapların hepsinde) Ibıray Altınsarin’in Rus alfabesi temelinde ilk Kazak alfabesini oluşturduğu yönünde yanlış fikirler mevcuttur. Bu görüşün bilimsel bir dayanağı yoktur. Türk dilli halklara Rus alfabesinin ilk örneklerinin misyonerler tarafından hazırlandığı gerçeğine kimse itiraz etmeyecektir. Bu durumda Altınsarin’in sadece Kazak dilinde Rus alfabesiyle hazırlanan ders kitaplarının editörlüğünü yaptığı hesaba katılmalıdır. Altınsarin, 1876’da Çar’ın imzasıyla onaylanan, Millî Eğitim Bakanlığı’nın hiçbir değişiklik yapılmadan kullanımda zorunlu kıldığı, Kont Tolstoy ve İlminski’nin kabul ettirmek için etkin bir biçimde mücadele ettiği ve Petersburg Üniversitesi hocalarının karar alarak uygulamaya geçirdikleri yeni alfabeyi kullanmıştır.
1870’de MEB’in girişimiyle İlminski’nin misyoner eğitim sistemine dayanan, gayrı Rus halkların Ruslaştırılması görüşünü temel alan ‘Rusya’da Gayrı Rus Halkların Eğitimine Yönelik Kararlar’ kanunu kabul edilmiştir. Bu kanunla gayrı Rus halklar için üç eğitim kategorisi belirlenmiştir. İlk kategoriye göre, ulusal okullarda eğitimin Rus alfabesi temelinde anadilde verilmesi gerekliliğidir. Örneğin, Altınsarin’in açtığı okullar bu kategoride değerlendirilebilir. İkinci kategorideki okullarda eğitim Rusça verilip, sadece anlaşılmayan noktalarda sorunu çözmek amacıyla anadilin kullanılmasıdır. Üçüncü kategoride ise dersler sadece Rusça işlenip, anadilde konuşmak bile yasaktır.
10 Mayıs – 3 Haziran 1905 tarihleri arasında Doğu halklarının eğitimine yönelik özel bir kurul düzenlenmiş, gayrı Rus halkların eğitim sisteminde Ruslaştırma sorunları tartışılmıştır. Kurula bizzat Çar, Millî Eğitim Bakanı ve bütün tanınmış misyonerler iştirak etmiştir. Kurulda Tatar halkı dışında bütün Türk halklarının ilköğretimin ilk iki yılında anadillerinde, sonraki yıllarda ise sadece Rus dilinde eğitim alması ve bütün ders kitaplarının Rus alfabesi temelinde yazılması kararları alınmıştır. Bilinçli olarak alınan bu kararla birlikte, Rus İmparatorluğu’nun egemenliği altına giren Türk halkları anadillerinden mahrum bırakılmış, atalarının dil ve köklerinden koparıldıkları için de gelecek kuşakların kendi tarihini ve edebiyatını öğrenmesine olanak tanınmamıştır. Misyonerlerin çabasıyla emsali görülmemiş bu kararları kabul eden Çarlık Hükümeti, bu uzun soluklu adımların kötü sonuçlarının temsilciliğini yapmıştır.
Sınır bölgelerinde karma okulların ve eğitim kurumlarının açılması, misyonerlerin Rus İmparatorluğu’ndaki gayrı Rus halkları Hristiyanlaştırma ve Ruslaştırma politikasındaki nihai hedefin göstergesidir. Bu amacı iyi bilen ve gören biri olarak Avezov: “… Bu kiliseyi ‘misyon’ olarak adlandırıyorlar… Beyaz kilisenin yanında da ayrıca bir okul var.” şeklinde ifade etmiştir. Sadece cümlelerin özüne bakarak yazarın vermek istediği derin gizli düşünceleri anlamak mümkündür. Bu düşünceler olmadan Kazak bozkırlarında yürütülen yerel halkın Ruslaştırılması yönündeki misyonerlik politikasının çok yönlü gerçeklerini anlamak güçtür.