bannerbanner
Kazakları Ruslaştırma Siyasetinin Bilinmeyen Yönleri
Kazakları Ruslaştırma Siyasetinin Bilinmeyen Yönleri

Полная версия

Kazakları Ruslaştırma Siyasetinin Bilinmeyen Yönleri

Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
2 из 6

Araştırmacı veya döneme tanık olan yazar otosansür diye adlandırılan edebi metodu, belirli toplumsal ve politik talepler gereğince olaylara karşı görüşlerin ve düşüncelerin gerçekçi anlatımının yasak olduğu dönemde kullanmak zorunda kalmıştır. Muhtar Avezov bütün sanat hayatının temel çalışması olan ‘Abay Yolu’ (Путь Абая) eserini itinalı bir hazırlık sürecinin sonunda kaleme alır. Fakat çalışmasını yazarken sık sık otosansür metodunu kullanır. Avezov’un otosansürle yazdıklarından faydalanarak tarihi öğrenmeye çalışmak toplumsal ve politik değişkenlik olgusunun sebeplerinin tarihin derinliklerinde yattığını anlamamızı sağlamaktadır.

Avezov ‘Abay Yolu’ başlıklı eserinin üçüncü kitabı üzerine çalıştığı sırada, geçmişin siyasi yönünü ve geçmişte yaşananları anlatırken gerçekleri yansıtmak yerine neden sıklıkla otosansür metoduna başvurduğu sorununu okura yöneltir. Okur, durumun içyüzünü anlamak için ‘Abay Yolu’ eserinin üçüncü kitabının ‘Çatışmada’ (Шайқаста) başlıklı kısmını ve ‘Üstat Şair’ (Ақындар ағасы) (1949) romanının ilk nüshasındaki ‘Cenazede’ (Қазада) başlıklı bölümü karşılaştırmalıdır. Bu eser Avezov müzesinde muhafaza edilmektedir. Yazarın el yazmalarında birçok değişiklik ve fazlaca kısaltma yaptığı ortaya çıkmış kısacası otosansür metodunu kullandığı görülmüştür.

İlk olarak Avezov’un ‘Üstat Şair’ romanının ‘Cenazede’ başlıklı bölümünün ilk nüshasının üzerinde durmak gerekir: “Bence, gelecekte toplumu iyiliğe ve özellikle de aydınlığa götürecek yolda sadece din etkili olacaktır.” şeklinde yazar. Eserde Abay’ın dinî fanatizme maruz kalmaması valinin hoşuna gitmiştir. Kafası farklı konularla meşgul olan vali, Hristiyanlığı özellikle de Ortodoksluğu göklere çıkarmaya başlamıştır. Vali Sibirya’da yaşayan gayrı Rus halklardan Kırgızların kendi geleneksel inançlarını reddederek Hristiyanlığı kabul ettiğini ayrıntılı olarak anlatmıştır. Burada Rus olmayan halkları farklı açılardan değerlendirmektedir. Kazakların bu zamana kadar yeni bir dinin yeni bir geleceğe götürdüğünü anlamadığını ve İslam dininde kalmaya devam ettiğini belirtmiştir. Valiye göre Sibirya’daki Hristiyan nüfus kısa sürede gelişecek ve mutlu olacaklardı. Bu şekilde konuşması valiyi Hristiyanlığı yayan biri gibi göstermiştir. Abay ses çıkarmadan dikkatle sohbet arkadaşını dinlemektedir. Bu valinin hoşuna gider ve birden söz kalabalığı yaparak Abay’a akıl vermeye başlar. Abay’ın Rus şiirine olan düşkünlüğünü bilerek Puşkin ve Lermantov’un Ortodoks kilisesinin propagandacıları olduğunu ifade eder. Onlar dışında da eğitimli misyonerlerden bahseder. Kazan’da ünü yayılan misyoner Nikolay İvanoviç İlminski’yi,4 Türkmenistan’da tanınan N. P. Ostroumov’u5 ve şahsen tanıdığı Omsk’ta yaşayan büyük misyoner A. Alektorov’dan6 bahseder.

Akmola ve Semey bölgelerinin idari, askeri ve mali işlerini vali yönetmektedir. Fakat bu bölgedeki dinî işler için bir de yönetim merkezi vardır. Bu işleri bir piskopos idare eder. Vali bu piskoposla Kazakların Hristiyanlaştırılmasına yönelik sorunlar üzerine birkaç defa görüşmüştür. Bu iki bölgeyi yöneten piskopos Omsk’ta yaşamaktadır. Semey’e taşınarak çoğunluğu Kazaklardan oluşan bir köyde Misyon adı altında bir kilise inşa etmiş ve artık burada yaşamaya başlamıştır. Kazak asıllı yetim çocukları eğiterek onları Hristiyanlaştırması ile ünlenmeye başlamıştır. Vali, Abay’ın söylediklerini yanlış anlamış ve onu Kazakların Hristiyanlaştırılması faaliyetlerinde kullanabileceğini dahi düşünmüştür:

“Bundan böyle Kunanbayev’den bambaşka bir insan yaratacağım. Göreceksiniz, bu insanı Rus İmparatorluğuna faydalı olacak, ülkemizde ortodoksluğu yaymaya yönelik kilisemizin kutsal işlerinde ziyadesiyle hizmet edecek bir kişi haline getireceğim.”

Misyonerlik faaliyetlerinden bahsederken İrkutsk vilayeti, Yakutsk bölgesi, Barabin Tatarları ve Minusin Tatarları gibi Rus olmayan halkların Hristiyanlaştırılma faaliyetlerinden pek çok örnek verir. Kırgızlarla komşu olan Oyrat Altaylarının da kendi dinlerini bırakıp Hristiyanlığı kabul ettiğini anlatır. Vali, kiliselerdeki Ortodoksluk faaliyetleri ve misyonerlerin gayrı Rus halkları Hristiyanlaştırma çalışmaları konusunda yeterli bilgiye sahiptir. Bu halkların Hristiyanlaştırılmasından bahsederken söz sahibi knyezlerin, zengin köylülerin, beylerin bu işte çok yardımı olduğunu vurgular. Hatta bazı knyezlerin Hristiyanlaştırma faaliyetinde çok gayret gösterdiğinden ve İmparator majestelerinin özel teşekkürüne layık görülerek Petersburg’a davet edildiklerinden bahseder.

Batı Sibirya ve İrkutsk’un bazı valileri Hristiyanlığı yayma faaliyetindeki aktif çalışmaları sebebiyle Kutsal Sinodun7 teşekkürüne layık görülmüştür. Bu valilerden ikisi Petersburg’a davet edilerek büyük bir saygı ve ilgiyle karşılanmışlardır. Vali bu sırada Çar’ın özel ricasını anımsamaktadır:

“Yüksek rütbeli generalin halkım arasındaki itibarıma bu derece kıymet verdiğini düşünmezdim. Otoritemi bahsettiğiniz maksatlarda kullanma niyetinde olduğunuzu da sizden beklemezdim. Benim halkım dindar değildir. Özünde din fanatizmi yoktur. Fakat biz geleneksel olarak İslam’ı yayıyoruz. Halkımın Müslümanlıkla ilgili aynı kutsal emelleri mevcuttur. Var olan dinî gelenekleri yıkma, halkım arasında yeni dinî yayma zorunluluğu olduğunu düşünmüyorum. Ben de halkım gibi dinî fanatizmden uzak, dinî bütün bir Müslümanım. Bu yaşıma kadar ne din öğretmenliği yaptım ne de vaaz verdim. Dolayısıyla ben kötü bir hocayım. Bu nedenle benden ‘iyi bir papaz olur’ şeklindeki görüşünüz beni şaşırtıyor.” 8

Losovski Abay’ı mağlup edememiş, onu misyoner yapamamıştır. Böylece yazar valinin sözleriyle Çarlık Hükümeti’nin yürüttüğü Hristiyanlaştırma, Ortodoksluğa dönme faaliyetleri üzerinden Kazak halkının Ruslaştırılma politikasını gün yüzüne çıkarmıştır. Görüldüğü gibi yazar, Çarlık rejiminin politik hedeflerinin aktif ideologları olan bütün misyoner ilim adamlarının adlarını ve idari konumlarını korkusuzca dile getirmiştir. Aynı zamanda yazarın 1950’lerde genç nesillere buzdağının görünen kısmını anlatma kararına vardığı hissedilmektedir.

Romanda dolaylı olarak bile olsa Kutsal Sinod’a, doğu ülkelerinde Ortodoksluğu aşılayıp benimsetme üzerine misyonerlik politikası yürütenlere, seçkin faaliyet adamlarına, İlminski, Alektorov, Ostroumov gibi profesörlere, Sibirya’daki az nüfuslu halkların Hristiyanlaştırılmasında şiddete dayalı tutuma ve valilerin Kutsal Sinod tarafından teşekküre layık görülmesine değinilirken, sosyal sorunların kaynağı yeterince ayrıntılı bir biçimde kaleme alındı mı? Ve neden bu konuyla ilgili birçok detay ‘Abay Yolu’ eserinin üçüncü kitabında üstünkörü yazıldı?

‘Kuşatmada’ (Korşauda) başlığı altında Misyon’un toplumsal ve ideolojik içyüzü vali ve Abay arasında geçen diyalogla ilk başta anlatılmıştır. Fakat ‘Abay Yolu’ eserinin tekrardan yazılan üçüncü kitabı ‘Çatışmada’ başlıklı bölümde yazar otosansür metodunu kullanmıştır. Bu durumu net bir biçimde görebilmek için eserin üçüncü kitabının ‘Savaşta’ bölümünde dile getirilen fikirlere başvurulabilir:

“… Çarlık idaresi ve Ortodoks kilisesi öğretmeninin Kazaklar, Tatarlar ve diğer halklara karşı kaba davrandığını Pavlov’un kendisi de biliyordu. Kendisinin ve hemfikir olduğu kişilerin bu politikaya karşı olduklarını Abay’a söylemek istiyordu. Pavlov ciddi bir şekilde Çarlık faaliyetlerini eleştirmeye başladı:”

– “İmamlar, zenginler şehrin fakir ve cahil insanlarını kandırıyor. İnsanlara yangın kulesi yakınındaki postanenin yanında duran beyaz kiliseyi gösteriyorlar. Bu kiliseye ‘misyon’ deniyor. Peki bu misyonda kimler yaşar? Büyük din adamları. Dinî rütbesi Omsk valisinin rütbesine eşdeğer olan Akmola ve Semey bölgelerinin seçkin din önderi piskopos Andrian, Kazakların nüfus olarak fazla olduğu köye özellikle gelmiştir. Peki neden buraya göç etti? Elbette Kazak ve Tatar halklarını Hristiyanlaştırmak için.” Pavlov böylelikle Abay’ın bilmediği misyonun sırrını açığa çıkarır.

– “Beyaz kilisenin yanında okul var. Evsiz çocukları oraya topluyorlar. Şu an otuzdan fazla Kazak ve Nogay çocuğunu eğitiyor ve Hristiyanlaştırıyorlar.”

İvaşkin yetim Mekeş’i misyonun yatılı okuluna vermiştir. Misyon da bu Kazak çocuğa Butin soyadını takmıştır. Mekeş adını ise Rus adı olan Mikail (Mişka) ile değiştirmişlerdir.9

Kazak halkının manevi düşünce kaynağı olan Abay bile son ana kadar bu durumu idrak edememiştir. İdrak etse bile bu faaliyetlerin gizli saklı ortamlarda gerçekleştirildiğini ve tam anlamıyla gayrı Rus sömürge halklarının Ruslaştırmasında Hristiyanlaştırma faaliyetlerine yönelik Çarlık Hükümeti’nin imparatorluk politikasının içyüzünü kavrayamamıştır. Görülüyor ki, Pavlov gibi düşünenler misyon diye adlandırılan dinî örgütün Rus olmayan halklardan biri olan Kazakların Hristiyanlaştırılmasına yönelik uyguladığı Çarlık politikasının esas maksadını ve kaynağını bütün ayrıntılarıyla bilmektedir. Fakat Abay’a misyonerlik faaliyetlerinin manası ve asıl hedefi dolaylı olarak anlatılmıştır. Çünkü Çokan Valihanov, Abay ve Ibıray gibi Kazak aydınlarının her biri Rus İmparatorluğunda gizli yürütülen misyonerlik faaliyetlerini farklı taraflarıyla öğrenebilmişlerdir. Bu politikayla ilgili gerçeği gizli ve açık kaynaklardan edinmişlerdir. Örneğin, Çokan misyonerlik politikasıyla ilgili hoşnutsuzluğunu dile getirmiş ve eleştirel bir tutum sergilemiştir; Ibıray Altınsarin ise doğrudan misyoner ideologlarla görüşüp diplomatik metotlar uygulamış ve bu yöntemleri gereken durumda kendi eğitim faaliyetlerinde kullanmıştır. Abay sorunu hissetse de sorunun kaynağını son ana kadar anlayamamıştır. Özellikle bu sebeple Avezov misyonerlik politikasının gizli özünü Pavlov aracılığıyla göstermeyi tercih etmiştir. Görülüyor ki, o böyle bir metodu Çarlığın sömürgeci politikasının içyüzünü okuyucuya bildirmek ve okuyucuyu düşünmeye sevk etmek amacıyla uygulamıştır.

Yazar bu epizot üzerinden yani Çarlık sömürgecilerinin misyonerlik politikasını Kazaklar arasında yavaş yavaş uyguladığı konusundaki çetin siyasi ve ideolojik savaşın gizli fikirlerinin yansıtıldığı Abay ve Pavlov arasında geçen sohbet aracılığıyla, okuru yaklaşan tehlikeyi anlama aşamasında sorunun kaynağını bulmaya zorlamıştır. Elbette iki kişi arasında geçen bu konuşmayı Çarlık Hükümeti’nin özellikle XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren başlayan az nüfuslu halkları Ortodoksluğa geçirmeye yönelik iç politikasını, misyonun asıl hedefinin aşamalı sürecini dolaylı olarak bile olsa gözler önüne sermek amacıyla kullanmıştır.

Yazarın kendi arşivinde el yazmaları hala muhafaza edilmektedir. Yayımlanan ‘Abay Yolu’ eserinin üçüncü kitabının iki versiyonu arasında büyük farklılıklar görülmektedir. El yazmalarında birçok şey kendi adıyla verilmiş, aynı zamanda somut gerçekler ortaya çıkarılmıştır. Acı gerçek şudur ki, bugüne kadar çağdaş ve eğitimli Kazaklar, misyonerlere köle psikolojisiyle itaat etmiş ve onların zararlı fikirlerine lise ve üniversite kitaplarında yer vermişlerdir.

‘Abay Yolu’ eserinin üçüncü kitabı olarak ‘Üstat Şair’ (1951) başlığı altında yayımlanan eserde misyonerlik faaliyetleri ve İlminski, Ostroumov gibi ideologların sürdürdükleri çalışmaların temel hedefleri açığa çıkarılmıştır. Fakat metnin ilk nüshasıyla sonradan yayımlanan roman arasında çok fark vadır. El yazmasında ifade edilen birçok görüş değiştirilmiş, daha yumuşak ifadeler ise kalmıştır. Vali ve Abay arasında geçen diyalog tıpkı Pavlov ve Abay arasında geçen sohbet gibi verilmiştir. Yazarın el yazmasındaki içeriğin değişikliğe uğraması sebebiyle metnin metinbilimsel değişikliklere maruz kaldığı gayet açıktır. Metin içindeki bu değişiklik düşünüldüğünde doğal olarak “Bu derece ciddi farklılıkların sebepleri ve bunların arkasındaki gizli fikirler nelerdir?” sorusu akla gelmektedir. Cevap oldukça basittir: Kazak halkının Hristiyanlaştırılması aracılığıyla Ruslaştırma politikasının içyüzünü göstermek. Geleceğe yönelik olan bu politika Kazakların yakın tarihinde derin bir iz bırakmıştır. Fakat siyaset çok gizli, ustaca ve olabildiğince dikkatli bir biçimde hayata geçirilmiştir. Kişilik kültü fikrinin geliştiği katı rejim döneminde dahi gerçekleri öğrenebilen, Çarlık Hükümeti politikasını çözen ve bu durumu kaleme alan yazarın cesaretine ve vatandaşlık görevini yerine getirebilmiş olmasına şaşırmamak elde değildir.

Yazar ‘Üstat Şair’ romanının ‘Kuşatmada’ başlıklı bölümünün el yazmasında dünya görüşünü ve fikirlerini ifade ederken yüzeysel olarak otosansür yöntemini uygulamış, düşüncelerini özenle aktarmıştır. Katı dönem ona özgürlük tanımamıştır. Yazar bu durumu çok iyi anlayıp aktarmıştır. A. Baytursunov, A. Bökeyhan, M. Dulatov gibi uzun zamandır tanıdığı ve hemen hemen her gün sohbet ettiği hocaları o zamana kadar birçok hakikate ulaşmışlar ve bu hakikatlerle ilgili olarak tahlil yazıları ve yaratıcı eserler yazabilmişlerdir. Avezov hocaları tarafından başlatılan araştırmayı devam ettirme konusunda yeterli zekâ, yetenek ve yazarlık ustalığına sahip bir yazardı.

Eserin ilk el yazma nüshasında yazar, devlet seviyesinde sürdürülen misyonerlik politikasının ideologlarının adlarını açık bir biçimde vermiştir. Bilinçli okur, yazarın neden gereksiz konulara dağılmadan, kendi fikirlerini imalarla ifade ettiğini anlamıştır. Bu olgunun özünü anlamak için misyoner ilim adamlarıyla ilgili önceden yazılmış çalışmaları dikkate almak ve hatta arşivlerde muhafaza edilen belgeleri incelemek gerekir. Ancak o zaman, günümüz Kazak edebiyatında misyonerlere dair kanıt olmadan, analiz yapılmadan üstünkörü yazılmış övgü dolu düşüncelerin aslı açığa çıkacaktır. Aynı zamanda misyonerlerin yaptığı faaliyetlerin olumsuz yönleri saklanırken, yapılan küçük herhangi bir olumlu durum abartılı övgülerle dile getirilmiştir. Böyle deformasyonların ve gerçeklerin çarpıtılmasının toplum bilincini derin yanılgıya soktuğu acı bir gerçektir. Hatta bazı saygın aydınlar kalemlerini bu yanlış, sapkın ilime tutsak etmiş ve suni olarak ortaya çıkan, bilimsel temeli olmayan öğretilerin etkisinden kurtulamamıştır. Bu durum birçoğunun gözünü açmıştır. Bugüne kadar Kazakistan’ın ortaöğretim ve üniversite öğrencileri için hazırlanan edebiyat, dil ve tarih üzerine yazılmış ders kitaplarındaki sözde bilimsel kavramları düşünmeye sevk etmiştir. Dolayısıyla tarih ve arşiv kaynaklarına dayanarak bu güncel sorunların özünü açığa çıkarmak ve okuyucu kitlesini tarihimizde noksan olan politik gerçekle tanıştırmak büyük bir gerekliliktir.

Ana konuya geçmeden önce Kazakistan’daki misyonerlik faaliyetlerinin tarihçesine kısaca değinmek gerekir. Bütün söylediklerimiz ve yaptığımız çıkarımlar arşiv belgelerine dayanmaktadır. Arşiv belgeleri olmadan tarihimizle ilgili olarak yazdıklarımız ve yaptığımız bütün çıkarımlar okuyucuyu aldatmaktan öteye gitmez.

Yıllarca Romanov hanedanlığının sürdürdüğü Rus Çarlığı’nın iç ve dış politikasının temel amacı sömürge altındaki halkların Hristiyanlaştırılma aracılığıyla Ruslaştırılmasıdır. Bu politikanın hayata geçirilen diğer etkili bir yöntemi ise gayrı Rus sömürge halklarının asırlardır kullandıkları alfabelerinin Kiril alfabesiyle değiştirilmesidir. Burada amaç eski alfabeyi değiştirerek, dilden mahrum ederek köleleşen halkların tarihsel hafızasını silmek ve onları yaşayan millî törelerinden ve geleneklerinden koparmaktır. Dolayısıyla sömürgeciler kendi kökenini hatırlamayan bütün halkları mankurta dönüştürme amacında birleşmiştir. Bu duruma bütün tarihi gerçekler tanıklık etmektedir. Örneğin, Ural Kalmuklarına karşı uygulanan bu durumun 1917 yılında senatoda tartışıldığı ve uygun bir kararın alındığı belgelerde mevcuttur.

Çarlık Hükümeti politikasının üçüncü aşamasını oluşturan ‘Sibirya Kırgızlarını Yönetme Tüzüğü’ (Kazaklar bu yasayı ‘Yeni Düzen’ (Жаңа низам) şeklinde adlandırmıştır) yasası Kazak bozkırlarında uygulanmadan önce, Rus İmparatorluğu Kazak topraklarının devlet mülkiyetinde olduğunu ilan etmiştir. Rusya ve Çin İmparatorluğu arasında bulunan Kazak topraklarının resmî olarak sınırları belirlenmiş ve haritada çizilmiştir. Bundan sonra Çarlık Hükümeti geçici olarak İslamiyet’i yayma politikasından vazgeçerek 1862 yılından itibaren resmî olarak Kazak halkını Hristiyanlaştırmaya ve yavaş yavaş Ruslaştırmaya başlamıştır.

Çarlık Hükümeti, Kazak topraklarını tamamen sömürgeleştirilip halk sömürge altına alındıktan sonra, Kazak bozkırı üzerinde gerek ekonomik gerekse de ideolojik açıdan egemenlik kurma sorununu gündeme getirmiştir. Kazak halkına kendi çıkarları doğrultusunda hükmetmek amacıyla yeni politik yöntemler geliştirmiştir. ‘Barış misyonu’ adı altında bölgede yürüttüğü keşiflerde uzun yıllar süren bilimsel araştırmaları ortadan kaldırarak bölge prensibi temeline dayanan çok aşamalı yeni bir yönetim şekli uygulamıştır. Kazak halkının yaşam biçimine yönelik önceden hazırlanan detaylı araştırmalar sonucunda hükümet o dönemde ‘bozkır komisyonu’ oluşturmuştur.

Uzun yıllar sonunda adları ve sanatları yasaklanacak, hatırlanmayacak olan Kazak aydın, şair ve yazarları bu politikanın Kazak halkı için tehlike arz ettiğinin bilincindedir. Sadece bu hain politikanın getireceği tehlikeyi anlamakla kalmamış aynı zamanda bu sisteme karşı duruş sergilemişlerdir. Çarlık Hükümeti’nin Kazakları Ruslaştırma ve Hristiyanlaştırmasına yönelik yaptığı kapsamlı çalışmalara bizzat tanıklık eden Yusupbek Aymautov şunları yazmıştır:

“Kazak topraklarını bölmeye ve yabancılara dağıtmaya başladılar. Dili, inancı bozmak için köy okullarına misyonerleri yerleştirdiler. Gelenek-görenekleri, bilinci yok etmek ve Ruslara itaat etmek için kanunları değiştirip köylü idareciler getirdiler. Kazakları içten zayıflatmak amacıyla farklı seçim sistemi uygulayıp, yabancı personel alarak Kazakları birbirlerine karşı kışkırttılar.” 10

Yazar, Kazak halkının yaşadığı güçlükleri bu cümlelerle ifade etmiştir. Tam anlamıyla sorunun nereden kaynaklandığını, halkın kaderiyle kimlerin oynadığını çok iyi anlamıştır. Böyle kapsamlı sosyo-politik olayların hayata geçirilmesinde elbette Çar II. Aleksandr’ın 5 Temmuz 1865’te hazırladığı özel fermanı etkili olmuştur. Çünkü Çar’ın kendi el yazısıyla hazırladığı bu resmî belgede özellikle iki konuya dikkat çekilmektedir. Birincisi 1867 yılından itibaren uygulanması planlanan, hükümet tarafından özel olarak hazırlanan, Kazakların Çarlık iradesine itaat etmesini öngören ve ‘yeni düzen’ olarak adlandırılan yönetmelik sistemidir. İkincisi ise Ruslaştırma politikası aracılılığıyla Kazakları gelecekte Ortodoks yapabilmek için bütün şartların öngörülmesidir.

Tarihi kaynaklar Çarlık İmparatorluğu’nun Rus olmayan halkların kullandıkları dil ve yazıdan uzaklaştırılarak Hristiyanlaştırma ve Ruslaştırma politikası uyguladığına tanıklık etmektedir. ХIV. yüzyılda Çuvaş, Mordvin, Komi halklarının sömürgeleştirilmesi bunun en açık örneklerindendir. Örneğin, Komi halkından olan papaz Stefan Komi alfabesini Rus yazı sistemi temelinde hazırlayarak misyonerlik faaliyetini sürdürmüş ve piskoposluğa kadar yükselmiştir. Başka bir örnek ise Kasım Hanlığı’nın son varisi olan Sayın Bolathan’ın XVI. yüzyılda Hristiyanlığı kabul edip adını Samson olarak değiştirmesidir. O dönemde Hristiyanlığı kabul edenlerin kendi ailesinin verdiği ismi reddederek adların ve soyadlarının Ruslaştırılması geleneği başlamıştır.

Çarlık Rusya’nın en sağlam ideolog ve misyonerlerinin bütün gayretlerinin Tatar halkını Hristiyanlaştırmak olduğu tarihten bilinmektedir. Bu işi ilim adamı ve misyoner İlminski üstlenmiştir. İlminski bu mücadelesinde gerici bir eğitim-öğretim yapısının temsilcisi olarak yazdığı pedagojik misyonerlik sistemini Tatar toplumuna uygulamıştır. İlminski’nin gelişine kadarki dönemde askeri şiddete maruz kalarak Hristiyanlaştırılmış on binlerce Tatar kendi dinlerine dönmeye başlamıştır. Buna bağlı olarak Kutsal Sinod tekrardan Tatarların Hristiyanlaştırılmasına yönelik emir çıkarmıştır.

Dağıstanlıların Hristiyanlaştırılmasında yabancı misyonerler de faaliyet göstermiştir. İlminski’nin yabancı misyonerlerin faaliyetlerinden tecrübe edinebilmesi için yabancı ülkelere gönderilmesi uygun görülmüştür. Böyle bir tecrübe Çarlık Hükümeti için son derece önemlidir. Çünkü bu dönemde Sibirya, Kafkasya, Volga Bölgesi halklarını Hristiyanlaştırma ve Ruslaştırma politikasını gerçekleştirmeye yönelik faaliyetler aktif bir biçimde başlamıştır. Sırada Kazaklar ve onları takiben Orta Asya halkları vardır. Hristiyanlaştırma ve Ruslaştırma politikası Kazakların dinî bilinçleri, millî gelenek-görenekleri göz önünde tutularak gerçekleştirilmiştir. Misyoner ilim adamları bu amaca ulaşmak için Kazak halkının maneviyatının tarihsel gelişimi, psikolojisi, gelenek ve göreneklerini ayrıntılı olarak öğrenmiş ve bilimsel çıkarımlara dayanarak misyonerlik politikasının strateji ve taktik yöntemlerinin temelleri üzerinde çalışmışlardır.

Misyonerler Kazakları Tatarların dinî etkisinden çıkarmayı ve iki halkın iletişim kanallarını kapatmayı öncelikli görevleri olarak belirlemiştir. Böyle bir amaca yönelmelerinin sebebi Tatarların Kazak okul ve medreselerinde eğitim vermeleri, İslamiyet’i yaygınlaştırma ve güçlendirmeleri, yazışma ve tercüme işlerini sağlamalarıdır. Kısacası Tatarlar toplum nezdinde itibara sahiptir. Diğer taraftan Kazaklardaki İslam inancı Tatarlara kıyasla çok güçlü değildir. Kazak toplumunda çoğunlukla Şamanizm ve İslam inançları bir aradadır. Müslüman olmalarına rağmen günlük yaşamlarında atalarının nasihatlerine uyarak gelenek ve göreneklerini korumuşlardır. Kazakların iki dinî inanca sahip olma özelliğini ve bazı noktalarda İslamiyet’e olan uzaklıklarını yazar Ruzbehan şu cümlelerle ifade etmektedir “…Kazaklar günümüzde bile putlara tapmaktadır. Bu nedenle namaz kılıyor olsalar da onları dinsiz olarak tanımlamak gerekir. Onlar hala güneşe tapıyorlar… Topraklarından geçen Müslümanlarla alay ediyorlar.” şeklinde ifade etmiştir.11

Kazakların bu özelliğini Çarlık idaresindeki memurlar ve misyonerler kavramış ve bu durumu kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak için tedbirler almıştır. Onları bu eylemi gerçekleştirmeye yönelten sebeplerden biri Kazaklara komşu olan ve Şamanizm’e inanan Sibirya halklarının, sömürge halkları arasında Ortodoksluğu zorla benimseme konusunda tecrübeli olmasıdır.

Sömürgeciler ve misyonerlerin Rus İmparatorluğu hâkimiyetinde olan ve diğer Türk halklarından hem sayıca hem de kapladığı alan bakımından daha fazla olan Kazakları dikkate almama gibi bir durum söz konusu değildi. Bu geniş toprakları hızlı bir biçimde ekonomik ve ideolojik açıdan işgal etmenin politik açıdan büyük bir anlam taşıdığının bilincindeydiler. Örneğin, Akmola valisi ‘tamamen gizli’ ibaresi taşıyan resmî bir yazısında şu şeklinde belirtmiştir:

“Kazaklar kendilerini Müslüman olarak adlandırsalar da dinî yaşamlarında olduğu kadar özel hayatlarında ve ahlaki ilişkilerinde Kuran’a, şeriata ya da diğer Müslümanlık inançlarına göre değil kendi adetlerine göre yönetiliyorlar… Kazaklar Müslümanlık öğretilerini iyi bilmedikleri için bağnazlıktan uzak bir millettir. Ruslara kolaylıkla uyum sağlayabilirler.”

İlminski Müslümanlar arasında daha derin köklere sahip olan Tatarların Hristiyanlaştırılması konusunda başarı elde edememiştir. Bu nedenle İslamiyet’i çok derine inmeden kabul eden Kazakların yukarıda belirtilen özelliklerini de göz önünde bulundurarak 1872 yılında iş için Kazan’dan Orenburg’a geçmiştir. Çarlık Hükümeti tarafından işgal altında tutulan halkların erken dönemde Ruslaştırılmaya ve Hristiyanlaştırılmaya başlandığını 1731’de Volga Bölgesindeki halklar için senato kararıyla Yeni Hristiyanlaştırılmışlar Bürosu’nun (Novokreşçenskoy Kontorı) kurulması doğrulamaktadır. Kazak toprakları işgal edilip Rusya ile Çin arasındaki sınır belirlendikten sonra Kazak toprakları devletin özel mülkü olarak ilan edilmiştir. Yeni topraklara Rus köylüleri göç etmeye başlamıştır. Çarlık Hükümeti’nin sömürgeci politikasını güvenle uygulayacağı yöntemlerden biri budur. Valiler yeni sömürge topraklarına Rus köylülerinin kitlesel göçünün politik önemini çok iyi bilmektedir. Rus İmparatorluğu İçişleri Bakanı L. L. Polovtsev, bir buçuk yıl özel kalem memuru olarak Türkistan’ı araştırmak üzere görevlendirilmiş ve raporunda Yedisu valisi Kalpakovski’nin “Kazakların Ruslaştırılması gerekliliğinin bilincine varılmıştır.” cümlesini aktarmıştır. Kalpakovski daha sonra Türkistan civarındaki nüfusun Hristiyanlaştırılmasına yönelik Issık Gölü ve Nikolayevka’da (Taşkent bölgesi) kadın ve erkek manastırlarının açılmasını büyük bir gayretle desteklemiştir. Her yerde hararetle bu fikri savunmuş ve bu amaç için maddi kaynak ayırdığını ifade etmiştir.

RSDRP’nin (Rus Sosyal-Demokratik İşçi Partisi) X. Kurultay kararnamesinde şu şekilde belirtilmektedir: “Rus olmayan sömürge halklarına uygulanan siyaset toprak sahibi burjuvalar tarafından devlet düzeyinde gerçekleştirmektedir. Halkın günlük konuşma dillerini yok etmek, kültürlerini bozmak, halkı cahilleştirmek ve Ruslaştırmak hedeflenmiştir.”12

Yukarıda verilen belge Rus İmparatorluğu’nun gayrı Rus halkları Ruslaştırma sürecinde şiddete dayalı politikasını kanıtlamaktadır. Çarlık Hükümeti, misyoner kadrosunun eğitim-öğretimi araç olarak kullanması konusuna ağırlık vermiştir. Bu nedenle 1797’de Kazan İlahiyat Akademisi açılmış ve özel kararname ile ‘Göç Merkezi’ ve ‘Ruslaştırma Bürosu’ kurulmuştur. İmparatorluğun gayrı Rus halklarını Hristiyanlaştırması ve Ruslarla birleştirmesi büyük önem teşkil etmiştir. Çarlık Hükümeti bu halkları anadillerinden koparma ve inandıkları dinden uzaklaştırma yöntemiyle Ruslaştırma politikasını yürütmüştür. Bu amaçla 1869’da Moskova’da bu ideolojik görevi üstlenmek için özel bir misyonerlik cemiyeti kurulmuştur. Çarlık Hükümeti sürecin zor taraflarını iyi bildiği için farklı dillerde konuşan halkları Ruslarla asimile etme aşamasında şiddete başvurmanın yanı sıra, sömürgeleştirmede daha güvenilir bir yöntem uygulayarak Rus köylülerini asimile edilen topraklara yeniden yerleştirme yönünde karar almıştır. Bu karara bağlı olarak 1868’de ‘Göç Komitesi’ kurulmuş ve misyoner kadroları oluşturulmuştur. Benzer bir durum ‘Yabancı İşler Bürosu’ adı altında 1824’te ABD’de de hayata geçirilmiştir. Ruslaştırma politikasının Göç Komitesi’nin faaliyetleriyle bağlantılı olarak sürdürülmesi amaçlandığı için ‘Ruslaştırma Meclisi’ kurulmuş ve yürütülen politikayla ilgili tüm yetkiler bu meclise aktarılmıştır.

На страницу:
2 из 6