bannerbanner
Hasan Mellah yahut Sır İçinde Esrar
Hasan Mellah yahut Sır İçinde Esrar

Полная версия

Hasan Mellah yahut Sır İçinde Esrar

Язык: tr
Год издания: 2023
Добавлена:
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
9 из 17

Derken Sinyor Alfons çıkageldi.

Alfons: “Vay efendim, sefalar getirdiniz.”

Pavlos: (hiddetlice) “Allah ömürler versin efendim!”

Alfons: (hiddetin farkında olarak) “Niçin Cuzella’nın yanına gitmediniz, yoksa giyiniyor mu? Böyle tekellüflere hacet yok ama çocuktur.”

Pavlos: “Şimdiki hâlde bu gibi teklifler, tekellüfler ile uğraşmaya hiç vaktim yok.”

Alfons: “Ne o, bir perişanlık eseri gösteriyorsunuz?”

Pavlos: “Perişanlık ki perişanlık. Bu memlekette Pavlos ikileşmiş, haberiniz yok mu?”

Herifin bu lakırtısına Alfons ne mana verebileceğini düşünerek bir müddet başını göğsüne indirdi. Sonra güya düşündüğü şey hatırına gelmiş gibi büyük bir ehemmiyetle başını kaldırarak:

Alfons: “Cuzella başkasını mı seviyor diyorsunuz? Çünkü ‘Pavlos ikileşti.’ sözünden bu anlaşılıyor.”

Pavlos: “Evet, orası da var ya! Fakat doğrusu Pavlos ikileşti.”

Şu giriş ile Pavlos, Cadiz’de bu namla ticaret eden zaten beş kişiden oluşan, yani “Pavlos ve Ortakları” namıyla bir kumpanyanın reisi olduğunu, kısacası geçen gece Hasan’ın Cuzella’ya vermiş olduğu malumatın hepsini Alfons’a hikâye etti.

Alfons: “Ee, ne zararı var? Varsın öyle olsun.”

Pavlos: “Evet ama Üçüncü Pavlos buraya gelmiş. O adam gerçi kumpanyamızın azasıdır. Lakin bu dünya yüzünde ya o ya ben demektir.”

Alfons: “Niye?”

Pavlos: “Niye olduğunu sormanız lazım değil. Onun selameti benim ölümümde, benim selametim onun ölümündedir.”

Alfons: “Acayip!”

Pavlos: “Evet, biraz acayiptir. Daha acayibini isterseniz bu zat, kerimeniz Cuzella’yı seviyor.”

Alfons: “Nasıl sevmiş?”

Pavlos: “Orasını bilmem. Bildiğim şu ki o Cuzella’yı, Cuzella onu, yani ikisi birbirini seviyor. Hatta konuşmuşlar bile.”

Alfons: “Korkarım bu bir düşman iftirası olmalı.”

Pavlos: “Hayır efendim, hayır. Ben işi birinden haber aldım.”

Alfons: “Üçüncü Pavlos’u buralarda gördünüz de mi?”

Pavlos: “Benim onu görmem ihtimali var mıdır? O da bana hiç kendisini gösterebilir mi? Buraya bir rahip ile beraber gelmiş. Benim burada muamelem olan bir sarrafa bu rahip ile emir gönderip para aldırmış. Ben o rahip ile konuştum. Rahip, arkadaşının sırlarını bana söyledi.”

Alfons: “Nasıl söyleyebilir ki, hem böyle bir tesadüf…”

Pavlos: “Tesadüf değil. Buraya Üçüncü Pavlos gelmiş olduğunu ve yanında, filan kıyafette bir rahip bulunduğunu bana sarrafım haber verdi. Ben de rahibi özellikle bulup sordum. Herif beni tanımadığı cihetle hepsini söyledi.”

Alfons: “Hayır efendim, hayır. Siz boş yere telaş ediyorsunuz. Hatta Cuzella’yı sahiden sevse bile buraya gelmek için refakat ettiği rahip neden bilsin?”

Pavlos: (yürek çarpıntısıyla) “Canım niçin böyle söylüyorsunuz? Ben olanı biteni haber aldım diyorum. Daha ister misiniz? Rahip buraya, sizin konağınıza girmiş. Cuzella’nın odasına girmiş. Cuzella ile konuşmuş. Hatta Cuzella’nın öğretmeni Marie dahi orada imiş. Söylettim diyorum efendim, söylettim. Herifi âdeta sorguya çektim.”

Alfons: (birdenbire aklına bir şey gelmiş gibi bir tavırla) “Anladım, anladım. Bu rahip genç, güzelce bir şey değil mi?”

Pavlos: “Evet, sakalı, bıyığı tıraşlı. Gözü ağrıyormuş da gözlerinin üstüne kadar bir siyah canfes bağlamış.”

Alfons: “Benim gördüğüm zaman gözleri ağrımıyordu.”

Pavlos: “Siz onu nerede gördünüz?”

Alfons: “Burada.”

Pavlos: (yürek çarpıntısıyla) “Burada, konağınızda, değil mi? O rahip işte.”

Alfons: “Evet ama o herif sizin rakibinizin arkadaşı değil. Bizim Marie’nin ahbabı imiş. Manastırdan gelmiş de kendisini araya araya burada bulmuş.”

Pavlos: “O habislerin hepsi birbiriyle ahbap değil, âdeta kardeş, kız kardeştirler. Artık Marie’den de emin olmayınız.

Alfons: “Canım, kız benim değil mi, istediğime veririm.”

Pavlos: “Öyle ama el oğlu alır. Hem de size şunu da haber vermeliyim ki bu herif Müslüman’dır.”

Alfons: (yüreği ağzına gelerek) “Müslüman mıdır? Müslüman ise kızımı nasıl alacak?”

Pavlos: “Onlar alırlar. Çünkü dinsiz olanlardan başka Yahudilerden ve Hristiyanlardan da kız alabilirler. Yalnız kendileri için kâfir kızları şiddetle haramdır.”

Alfons: “Güzel ama ben verebilir miyim?”

Pavlos: “Kızınız herifi seviyormuş diyorum, seviyormuş! Evlilik de vaat etmiş. Herif mutlaka alır. Ona Hasan Mellah derler. Fas’ta Sidi Osman’ın oğludur.”

Alfons: “Sidi Osman’ın oğlu ha! (büyük bir ehemmiyetle) Öyleyse belanın pek büyüğüne çatmışız. O herifin oğlu dahi mutlaka kendisi gibidir.”

Sidi Osman ismi Fas’a yakın olan mahallere yıldırım gibi aksetmiş olduğundan Alfons her şeyden ziyade kızına taarruz eden adamın Müslüman olması bir yana, Sidi Osman’ın oğlu olmasına ehemmiyet vererek bu konuda pek kuvvetli bir tedbire lüzum gördü.

Alfons: “Ee, bu müşkülün çaresi?..”

Pavlos: “Bu müşkülün çaresi kolay. Bu herif şimdi Fas hükûmetinin eline geçse parça parça paralar.”

Alfons: “Ee!”

Pavlos: “Gidip bizim mutasarrıfı görürsünüz. Eğer bu herifi tutup Fas devletine teslim ederse Fas tarafından alacağı büyük mükâfattan başka, benim tarafımdan da istediğiniz kadar rüşvet teklif edersiniz.”

Alfons: “İyi ama bir mutasarrıf bu işi yapabilir mi? Onu devlet makamına kadar arz etmeli. Çünkü bir yabacıyı yerine teslim etmek…”

Pavlos: “Biz bu herife eşkıya nazarıyla bakarız. Eşkıyadandır diye teslim ettiğimizi icap eden yerlere yazarız.”

Alfons: “İşte, bak öyle olur.”

Damat ile kayınpeder biçare Hasan aleyhinde bu kararı verdiler ve bunun nasıl ve ne yolla icrası mümkün olacağını dahi konuştular.

Alfons, damadına o kadar teminat verdi ki Pavlos mutlaka kızı kendisine verip başka birisine vermeyeceğinden emin oldu. Bu vaat, Pavlos’un elemlerini gidermeye yaradı. Alfons, her ne kadar Cuzella’yı bir daha göstermek istediyse de Pavlos böyle perişan hâliyle Cuzella’yı görmenin uygun olmayacağından bahisle artık dönmek için izin istedi ve kalktı gitti.

Pavlos gittikten sonra Alfons başka hiçbir şeye bakmayıp çıldırmışçasına bir hiddet ve gazapla kalktı, kızının odasına gitti.

Hatta yoklamadan gitti.

Alfons: “Anladım efendim meramınızı!”

Cuzella: (fütursuzca) “Neyi?”

Alfons: “Pek güzel bir lakırtı. İşte, Üçüncü Pavlos namında bir Müslüman’ı seviyormuşsunuz.”

Cuzella: (büyük bir cesaretle) “Müslüman olduğunu bilmem. Fakat inkâr da etmem. İftiharla söylüyorum ki Üçüncü Pavlos’u seviyorum. Sizin Beşinci Pavlos da üç dört yüz bin taler sermayesiyle kendisine başka bir zevce bulsun.”

Alfons: “Ne halt eder?..”

Cuzella: “En evvel, en sonra söyleyeceğim söz budur! İşte, ben bu haltı ettim! Bunun üzerine beni annemin yanına gönderebilmek de sizin elinizdedir!”

Kız bu lakırtıyı o kadar cesaretle söyledi ki Alfons kim bilir nasıl kötü bir niyetle gayet şiddetli bir hareket etmişti. Fakat birdenbire yine bir durgunluk gösterip kızın yüzüne bir an baktıktan sonra tersine persine dönüp odadan çıktı, gitti.

Zanneder misiniz ki pederinin gösterdiği çılgınlık Cuzella’ya bir nevi tesir edebildi? Asla! Yalnız Üçüncü Pavlos’un Müslüman olduğu hakkında pederinin verdiği malumat biraz zihnini meşgul etti. Biraz değil gittikçe arta arta bir hayli meşgul edebildi. Pek çok şeyler düşündü. Lakin ne düşündüğünü burada kaydedemeyiz. Zira ne düşündüğünü kendisi dahi bilmiyordu. Bir saniye içinde bir türlü, diğer saniyede onun tersine düşünüyordu.

Kızcağız işin bu cihetini Marie ile birlikte müzakere etmek için, rahibeye bir hizmetkâr göndermek istedi. Ancak giden hizmetkâr tam konak kapısından çıkarken Alfons görüp men ile avazı çıktığı kadar haykıra haykıra “Asıl fesat o rahibe olacak kaltak değil mi? Onu bir daha burada görmemeliyim! Vallahi pek fena ederim!” dediğini Cuzella işitince işte o zaman işe ehemmiyet verdi.

Cuzella’nın o akşamki, o geceki hâli acınacak kadar bir hâl idi. Bir hâle geldi ki kızcağız ne babasının tehdidine ve ne de Üçüncü Pavlos’un Müslüman olduğuna ehemmiyet vermeyip yalnız Marie’den ümit ettiği yardımdan mahrum kalacağı cihetle üzülüyordu.

Gece sabaha kadar uyumadı dersek hata etmemiş oluruz. Zaten yetmiş iki saat kadar müddet içinde, belki yetmiş iki dakika kadar da gözlerine uyku girmedi. Hasan’ın resmini elinden düşürmeyip bu resme bakıyor, bir de hırsızın girmiş olduğu pencereye gözlerini çevirip âdeta çocuğun hayali içeriye giriyor zannediyordu.

O gece şafakla beraber hizmetçisi Angelino’yu bir davetname ile Marie’ye gönderdi. Angelino, pederinin şiddetini bildiği cihetle ilk önce biraz tereddüt göstermişti. Fakat Cuzella “Ne olursa olsun, isterse beni öldürsün, mutlaka götürmeli.” diye her şeyi göze aldırarak ısrar etmesiyle kız dahi çarnaçar götürdü.

Marie geldi. Alfons henüz yatağında bulunduğu cihetle ona görünmeden Cuzella’nın odasına girdi. Cuzella her şeyden evvel olan biteni Marie’ye hikâye edip Hasan aleyhinde verilen karardan haberi olmadığı cihetle onu haber verememişti. Marie, Alfons’un kendi aleyhindeki şiddetine hayret etti. Fakat bu şiddetin dahi mutlaka Pavlos tarafından gelmiş olacağını kestirerek o da ona karşı düşmanlığa hazırlandı.

Marie: “Hepsi güzel, hepsi kolay. Fakat Üçüncü Pavlos’un Müslüman olduğuna ne dersiniz?”

Cuzella: “Ah Marie’ciğim, ona hiçbir şey diyemiyorum. Nazarımda dinlerin cümlesi, insanları bir tanrının ibadetine davet ediyor ki yeri göğü, bütün âlemi o tanrı yaratmıştır. Hiçbir din yoktur ki yüce Tanrı’yı bizden az takdis etsin. Hiçbir din yoktur ki yüce Tanrı’ya bizden az yalvarsın. Dinlerin cümlesi iyilikleri tavsiye, kötülükleri menetmiyor mu?”

Marie: “Öyle ama Müslümanlık bizim dinin aleyhindedir?”

Cuzella: “Bana rahmetli Sipros bunun aksini söylüyordu. Bir din diğerinin aleyhinde olamaz. Bir politika erbabı, diğer politika erbabının aleyhinde olur, derdi. Müslümanlar, Protestanlık kadar dinimizin aleyhinde kıyam ettiler mi? Hâlbuki biz Protestanları yine de tekfir edemeyiz. Ne hacet? Rahmetli derdi ki Müslümanlar dahi Hazreti İsa’yı tanırlar.”

Marie: “Gerçi hakkınız var, tanırlar. Lakin nikâhınız…”

Cuzella: “Marie’ciğim, dinden maksat nedir? Cenabıhakk’a ve öteki inanacak şeylere inanmak ve onları takdis etmek değil mi? Ben nerede olsam bunu yaparım. Hristiyanların başka milletten kocaya varmalarına gelince, bunların da birincisi ben olacak değilim. Endülüs tarihinde az İspanyol kızının esamisi görülmez ki Müslüman kocaya varmıştır. Hem de Müslümanlar, eğer karıları Hristiyan ise dinlerine asla müdahale etmezler. Ondan sonra şark tarafında İstanbul imparatorları bile Osmanlı prenslerine kız vermiştir. Bu hâl Fransa’da dahi vukuya geldi. Hasılı, Hasan mı Pavlos mu diyeceğiz, beni seven adam muhabbette devam ettikten sonra, ona, o kadarcık nazım geçmez mi ki bana itikaden taarruz etmesin?”

Marie: “Elbette taarruz etmez.”

Cuzella: “Hatta ismimi bile değiştirmez. Nihayet ben bu Arap’ı seviyorum, çıldırıyorum. Ben onun için canımı bile feda etmeyi göze aldırıyorum. Artık onun Müslüman olması ve benim Hristiyan olmam bu muhabbeti menedemez. Sen şimdi git. Kendisini gör. Babamın şiddetini haber ver. İşin bir kolayına baksın.”

Marie: “Nasıl kolayına baksın, bakalım?”

Cuzella: “O bilir. Nasıl bakarsa baksın. Ben yalnız emirlerine muntazırım. Haydi diyorum, haydi, sen git. Zira şimdi babam uyanırsa iş fena olur.”

Marie bu meselede yalnız dostu, öğrencisi, filanı Cuzella’nın arzusuna hizmet etmeyi göze aldırıp kızın din hususundaki fikir hürriyeti ve itikat genişliğine biraz canı sıkılmış ve ona bu hâlin rahmetli öğretmeninden geldiğini dahi anlayıp tek âdet yerini bulsun diye, ona da bir “Huda taksiratını affeylesin!” demiş idiyse de Müslümanların evlendikleri Hristiyan kızlara dince taarruz etmedikten başka hatta zevcesinin dinini muhafazaya bile gayret ettikleri hakkında bazı kitaplarda gördüğü fıkralar da hatırına gelerek zaruri ses çıkarmamıştı. Marie gittikten sonra Cuzella bir küçük düşünceye vardı. Yarım saat kadar başı göğsü üzerinde kalıp nihayet kalktı ve tatmin olmuş bir tavırla odasının içinde gezinmeye ve kitaplarını gözden geçirmeye başladı. Bu düşünce ile verdiği karar ise hiç şüphe yoktur ki şu idi:

Âşığım beni mutlaka kaçırmaya mecbur olacaktır. Ben de kaçarım. Babamın şiddetini başka türlü menetmek mümkün değildir. Elbette kaçarım. Âlemde macerası olan biri de ben olayım.

İnsan bir kere âlemde macera sahibi olmayı ve baba evinden de ayrılmayı göze aldırırsa ne kadar rahatlar? Özellikle henüz on beş on altı yaşında bulunan bir kızın bunu göze aldırması, ölümü göze aldırmak kadar bir şeydir.

Beşinci Bölüm

Cuzella’nın Marie’ye fikrini açarak hürriyetini Hasan Mellah’ın eline teslim edeceği hakkında bir haber ile kendisini Hasan’ın yanına gönderdiği sabah Alfons yatağından kalktığı vakit, o gece görmüş olduğu pek karışık rüyaların şerrinden kendisini muhafaza etmesi için Cenabıhakk’a dua etmişti.

Dünkü gün Pavlos ile verdikleri kararı hâlâ beğenmekle beraber, Alfons kendisi dahi bir yol buldu. Kızının bir Arap ile sevişmesi konağına haydutların girişinden birkaç gün sonra duyulmuş olmasından ve özellikle bir haydudun yakayı ele vermeyip kaçmasından anlayarak yine o zamandan beri Cartagena’ya geldiği söylenen Üçüncü Pavlos’un, deniz haydutlarından olduğunu dahi hükûmete haber verirse hakkında daha ziyade şiddet celbedeceğini kestirdi.

İşte Pavlos ile verdikleri karara bu düşünceyi de ilave ederek, bir hayvana binerek hükûmet dairesine vardı ve mutasarrıf bulunan zat ile görüşmek istedi. Hükûmet memurlarının en büyük riayetini18 kazanmak için ya kendisinden büyük bir memur olmak veyahut ahaliden ise hükûmet memuruna bir ihsan edebilmek derecesinde zengin bulunmak gerekeceği malumdur. Bizim Sinyor Alfons ise bir mutasarrıfın riayetine mazhar olacak şahısların ikinci kısmındandı ki bu ikinci kısım bir derece birinci kısma dahi üstün gelebilirdi.

Sözün kısası, mutasarrıf Alfons’un istediği görüşmeyi reddedemeyerek bir odada gizlice kendisini huzuruna kabul etti. Bu odada mutasarrıf ile Alfons arasında konuşulanları bilmek, herkesin merak edeceği bir şeydir. Lakin böyle bir hükûmet dairesinde, gizli olarak konuşulanları kim işitebilir? Nihayet biz meselenin neye dair olduğunu biliyoruz ve Alfons’un teklif ettiği şeyin kabul olunduğunu da görüşmeden sonra mutasarrıfın vermiş olduğu emirlerden anlıyoruz.

Görüşme son bulup da Alfons memnunen konağına döndüğü zaman mutasarrıf, hükûmet makamına münasebet aldıracağı tavrı bildirip polis zabitini huzuruna çağırdı. Zabit gelince emirlerini vermeye başladı:

Mutasarrıf: “Beş, altı günden beri bu memlekette bir Arap bulunuyormuş.”

Zabit: “İskelede bir hayli Arap vardır efendim.”

Mutasarrıf: “Yok, öyle gemici takımından adam değil. Faslı Sidi Osman’ın oğluymuş.”

Zabit: “Sidi Osman’ın oğlu mu?”

Mutasarrıf: “Evet ama kendisi kıyafet değiştirmiş ve gizleniyormuş. Daima ruhbanlarla düşüp kalkıyormuş. Hatta kendi maiyetinde de bir rahip varmış.”

Zabit: “O rahibi bildim efendim, genç bir adam. Sidi Osman’ın oğlunu bilmem ve haber dahi alamadımsa da yeni gelen rahibi haber aldım. Arap’ı dahi ondan anlayabilirim.”

Mutasarrıf: “Tamam, Arap’ı tutup hemen hapse atmalı.”

Zabit: “Hapse mi?”

Mutasarrıf: “Evet, sonra gelip bana haber vermeli.”

Zabit: “Başüstüne efendim ama…”

Mutasarrıf: “Aması, filanı yok. O adamı Fas hükûmetine teslim edeceğiz. Bunun için devletimizle Fas hükûmeti arasında haberleşme yapılmış, işe karar verilmiş. Emrim kesindir, haydi bakalım.”

Polis zabiti, mutasarrıftan aldığı emir üzerine kendi dairesine gelince, hafiyelere, filanlara gereken emirleri vererek her birini bir tarafa gönderdi ve Madrid Oteli denilen hana dahi iki zabit gönderip birkaç günden beri orada misafir olarak ikamet eden Rahip Policon Efendi’yi de davet etti. Zabitler rahibi incitmeyerek izzet ve ihtiramla kaldırdılar, polis reisinin karşısına getirdiler. Polis en evvel kendisini şu suretle sorguya çekti

Sual: “Siz rahip Policon Efendi imişsiniz.

Cevap: “Evet efendim.”

Sual: “Bu şehre nereden geldiniz efendim? “

Cevap: “Portekiz’den.”

S: “Demek oluyor ki yabancısınız?”

C: “Rahip kısmı kimseye yabancı olmaz efendim.”

S: “Bir Arap’ın maiyetiyle buraya gelmişsiniz?”

C: “Hayır efendim.”

S: “Rahip kısmına gerçeğe aykırı konuşmak yakışmaz ya?”

C: “Evet, gerçeğe aykırı konuşmak yakışmadığı için hayır dedim.”

S: “Ya kiminle geldiniz efendim?”

C: “Cadiz şehrinde ticaretle meluf ve meşhur olan Pavlos’un ortaklarından genç bir sinyor ile geldim.”

S: “İşte sorduğumuz adam odur. O adam Arap imiş.”

C: “Yanlışınız var efendim, o adam benden iyi İspanyolca biliyor.”

S: “Siz lisan bilmeye bakmayınız. Ondan iyi Arapça bilen İspanyol dahi bulunabilir.”

C: “Eğer dediğiniz doğru ise bana hayret verir. Neyse efendim, işte ben o adamla buraya geldim. Bana çok hürmet etti. Bir hayli ihsanına da nail oldum.”

S: “Şimdi o adam nerededir?”

C: “Bak, orasını bilemem. Çünkü bu zat beni Madrid Oteline indirdi. Kendisi bazı işleri için başka yere gitti.”

S: “Kendinize zahmet vermeseniz daha iyi olmaz mı?”

C: “Estağfurullah, ne zahmet vereyim?”

S: “Şu adamın nerede ikamet ettiğini bize haber verseniz. Zira kendisi gizli ve değişik kıyafette imiş.”

C: “Nerede ikamet ettiğini bilseydim haber veririm.”

S: “Demek oluyor ki mutlaka bilmiyorsunuz?”

C: “Evet, bilmiyorum. Bildiğim kadarını söyledim.”

Bu sorgulama bittikten sonra polis zabiti kalkıp mutasarrıfın huzuruna gitti ve ifade tutanağını arz etti. Mutasarrıf, ifade tutanağını okuduktan sonra “Bu Allah adamı papaz, fena adam değil. İstediğimiz malumatı verecek ama siz sualin yolunu bilemediniz. Şunu buraya getiriniz.” dedi. Rahibi alıp mutasarrıfın huzuruna getirdiler. Orada da şu suretle sorgulandı:

S: “Siz Arap’ın nerede ikamet ettiğini bilmediğinizi söylüyorsunuz.

Hâlbuki Üçüncü Pavlos namını alan bu Arap için sarraftan akçe almış olduğunuz bizce malumdur.

C: “Evet efendim, doğrudur. Bana bir köylü adamla emir göndermişti. Ben de bu emri sarrafa verip bu akçeyi alarak kendisine gönderdim. Yok, estağfurullah yalan söylemem. Yüz talerini bana vermiş olduğundan o kadarını alıkoyup geri kalan iki bin dokuz yüz taleri gönderdim.”

S: “O zaman bu adam köylerde miymiş?”

C: “Evet efendim, köyden köye seyahat ediyormuş.”

S: “Pekâlâ, siz burada misafir bulunan kibardan bir zata o Arap’ın burada bir kıza alakası olduğunu da haber vermişsiniz.”

C: “Evet efendim, bir genç adam sormuştu da haber vermiştim.”

S: “Alakası kime imiş?”

C: “Burada Alfons namında bir tüccar varmış. Onun kızına alaka etmiş. Kız da kendisini severmiş. Bana bunu kendisi haber verdi.”

S: “Ee, şimdi bu adamın nerede olduğunu mutlaka bilir misiniz?”

C: “Bu adam ya Cartagena içindedir ya köylerin birisinde.”

S: “Onu biz de biliriz. Fakat ikamet yerini soruyoruz.”

C: “Onu bilmiyorum efendim. Gerçi bana birkaç defa geldi ama ben ona gitmediğim için yerini öğrenmeye de lüzum görmedim. Benim neme lazım? Ben dünyadan el çekmiş bir adamım. Biraz ihsanına nail olduğum kâfidir.”

S: “Papaz efendi, sonra biz işi meydana çıkarırsak mahcup olmaz mısınız?”

C: “Affedersiniz efendim. Beni yalancı yerine koyup da bu kadar tahkir etmek bana layık değildir. Sonra ben de derim ki, ya o zaman iş benim dediğim gibi meydana çıkarsa, yani ben o adamın Müslüman olduğunu bilmediğim gibi ikamet yerini dahi bilmediğim ortaya çıkarsa siz de mahcup olmaz mısınız?”

S: “Ama bizim elimizde hükûmet hakkı var, sorarız.”

C: “Ben de o hakkı tanıdığım için doğru cevap veriyorum ki baskı ve hakaret görmeyeyim diye. Hatta kusursuz tevazumdandır ki yabancı olduğumu belirterek sizden daha ziyade bir hürmet bile istemiyorum.”

Sorgu bu şekle dökülünce mutasarrıf işin ehemmiyetini anlayarak rahibi salıverdi. Fakat polislere dahi bu rahibin daima nezaret altında tutulmasını tembih etti.

Rahip Policon Efendi hükûmet kapısından çıkınca doğruca oteline gidip odasına girdi. Odacı “Şimdi bir rahibe gelip sizi aradı ve hatta biraz da beklediyse de gelmediğinizi görünce bir mektup yazıp bıraktı, gitti.” dedi. Rahip efendi mektubu açıp şu suretle okudu:

Kardeşim,

Cuzella pek fena bir baskı altına alınmış. Bu baskılar ise hep Pavlos tarafından verilen fesat üzerine vuku bulmuş. Artık ne yapmak lazım gelirse yapmanızı istiyor.

İmzaMarie

Okuyucular bilir ki Rahip Policon Efendi, Rahibe Marie’nin deniz haydudundan ve diğer tabirle Hasan Mellah’tan bozma olarak düzüp koştuğu rahiptir. Şimdi Hasan Mellah, bir kere düşünce deryasına dalıp her hâli gözünün önüne getirerek muvazene ve tatbik ettikten sonra anladı ki bu vesile dahi Pavlos tarafından gelmiştir.

Pavlos gibi lanetlenmiş bir şeytana karşı durmak, Hasan’ın iktidarının pek de haricinde değildi. Ancak kendisi bir yabancı memlekette bulunduğu hâlde işin içinde hükûmet parmağının da bulunması biraz zorluğa yol açmaktaydı.

Hasan o gün hiçbir tarafa hareket etmedi. Ta akşama kadar, işe hangi ucundan başlayacağını düşünmekle meşgul oldu. Gerçi eline birkaç ipucu geçti ama her biri de bir mâniye tesadüf ediyordu. Zira Pavlos’u olduğu yerde basıp vurmak, siyaset pençesinde mahvolmaya ve kızı kaçırmaya çalışmak yakayı ele vermeye yol açacağı ehemmiyet nazarına alınmayacak hâllerden değildir. Ama yine de kızı kaçırmaktan başka çare bulamadı. Çünkü kendisi ne kadar tehlike içinde idiyse kızın dahi o kadar tehlikede olduğunu anlamıştı. Bunun için akşam olup da yemeğini yedikten sonra, rahip efendi odasına çekilip her zaman yaptığı gibi kapandı kaldı. Rahibin odasına kapanması, Hasan Mellah’ın kıyafetini değiştirip dışarı çıkması demek olacağı birazcık düşünme ile malum olur.

Ortalık tam gereği gibi karanlık olduktan sonra, Hasan Mellah bir Maltız kaptanı kıyafetiyle otelden çıktı. Kapı önünde işsiz güçsüz gezen adamların gezindikleri gibi bir aşağı beş yukarı gezinir bazı adamlar gördü ve bunların hafiye olduklarını anladı. Biraz ötede polis formasıyla birkaç adama daha rast gelmişti. Hepsinin arasından serbest serbest geçerek iskeleye vardı ve gemicice bir ıslık çalıp bir de Maltız ismi seslenince uzaktan, iki direkli bir gemiden birkaç tayfa sandala atlayarak sahile geldiler. Kaptanı alıp gemiye çıkardılar.

Kaptan o gece sabaha karşı hareket edeceklerini haber vererek her şeyin hazır olmasını emretti. Hâlbuki gemi henüz dört günden beri bu limana gelip gelir gelmez her malzemeyi dahi düzmüş, koşmuş olduğundan istenildiği anda denize çıkabilirdi. Hasan Mellah geminin ikinci kaptanıyla ta baş tarafa gidip ağız ağıza birkaç lakırtı konuştular. Ondan sonra bunlar ve gerek hoca, reis ve lostromo, kıç kamaraya inip birkaç şişe Fransız şarabı açtırarak içmeye başladılar.

Gemi içinde bulunanlar, bu kaptanı henüz tayin edilmiş bildiklerinden kendilerini beğendirmek için ne yapacaklarını bilemiyorlardı. Hasan dahi henüz maiyetine almış olduğu adamları kendisine ısındırmak için iltifat ve riayetten ve vaatlerde bulunmaktan geri durmuyordu. Hava yaz olduğu için pek de geç kalmayan gece yarısına kadar beraber oturdular. Sonra kaptan, kendisinin bir saate kadar geleceğini arkadaşlarına haber vererek sahile çıkmak için sandala bindi. Gece yarısı nasıl bir mukaddes niyetle sahile çıktığını düşünürsek Hasan’ın yüreğinde olan memnuniyetin derecesini hesaplayabiliriz. Özellikle tam kendisi sandala girerken hareket üzere bulunan bir geminin tayfaları hareket şarkısını söylüyorlardı ki öyle bir hâlde bu şarkı dahi Hasan’ın yüreğine ziyadesiyle tesirden geri kalmıyordu.

Hasan sahile vardı. Bir aralık tayfalardan birisini beraber almak istedi. Ancak buna sonradan lüzum görmedikten başka belki zararını dahi hissederek Alfons’un konağına doğru yalnız başına yola çıktı.

Yolda giderken Hasan’ın yürek çarpıntısına nihayet yoktu. “Acaba uykuda mıdır? Kendisine evvelce bir haber göndermeye de muvaffak olamadım. Ya telaş ile rıza göstermeyecek olursa?..” gibi nice düşünceler yürek çarpıntısını arttırdıkça arttırarak çocuğu boğmak derecesine varmıştı.

Sözün kısası, gide gide konağa vardı. Ne görse iyi? Kendisi artık herkesi uykuda bulacağını hesap ederken, herkesi ayakta buldu. Hem de nasıl ayakta? Âdeta konağa haydutların girmiş olduğu geceden beş beter!

Alfons avazı çıktığı kadar haykırmakta, uşaklar içinde bir velvele, bir kıyamet! Zaptiyeler ile seyirciler karmakarışık!

Hasan bu hâli görünce birdenbire yüreği hopladı. “Mutlaka kıza bir şey oldu.” dedi. Konağın içine girmeye de cesaret edemiyordu.

Her ağızdan bin lakırtı çıktığı cihetle, hiçbirisinden bir şey anlayamıyordu. Nihayet “Bu kadar halk içinde beni kim tanır?” diye bahçeye kadar girdi. Gerek Angelino ve gerek aşçılara varıncaya kadar konak halkının hepsini birer birer görüp ortada yalnız Cuzella’yı göremiyordu.

Merakından çatlayacak! Alfons’un “Eyvahlar olsun, başıma bu bela da mı geldi?” diye haykırdığını işittikçe Cuzella’nın ya kendisine kıymış olduğunu yahut Pavlos tarafından vurulmuş olduğunu anlayarak az kaldı ki kendisini meydana koyup ortaya atsın!

На страницу:
9 из 17