![Hasan Mellah yahut Sır İçinde Esrar](/covers_330/69429169.jpg)
Полная версия
Hasan Mellah yahut Sır İçinde Esrar
Hasılı, Alfons, zaptiyelerin kumandanı bulunan teğmen ile beraber gürültüyü yatıştırdı. Üç hırsızı tutmuşlar, birisini darp ettiklerinin sebebi kaç kişi olduklarını söyletmek içinmiş. Herif dayağa dayanamayarak “Dört kişiydik, birisi şuradan konağın içine girdi.” diye Hasan Mellah’ın girmiş olduğu ağacı gösterdi. Dolayısıyla zaptiyeler, uşaklar çepeçevre konağın etrafını sardılar. Teğmen ile Alfons ve bir uşak, bir de onbaşı konağın içine girip aramaya başladılar.
En evvel Cuzella’nın odasına girecekleri tabiidir. Kızı uykuda buldular. O kadar derin uykuya dalmış ki bu kadar gürültüyü duymamış! Babası kızı uyandırdı. Cuzella uyku sersemliğiyle, gece yarısı buraya gelmekte mana nedir, diye pederini azarlamaya başladı. Alfons “Ne diyorsun be canım! Konağı haydutlar basmışlar. Üçünü tuttuk, birisi işte senin pencerenden içeriye girmiş, şimdi onu arıyoruz. Kalk bakalım!” yollu tafsilat vererek ve bir yandan dahi kızın göstermekte olduğu korku ve dehşeti teskin ederek aramaya başladılar. Odanın her tarafını aradılar. Kimseler yok. Ne yatak altı kaldı ne kütüphane ne müze… Kütüphanenin içine insan değil, kedi bile giremezdi. Zira kitaplar sımsıkı birleştirilmişti! Sonra konağın içini iğne arar gibi aradılar. Helalara, kuyulara, su hazinesine varıncaya kadar hep aramadıkları bir yer bırakmadılar. Mümkün değil kimseyi bulamadılar.
Alfons: (kızına) “Canım, işte şu ağaçtan gelmiş, girmiş diyorlar. Hiç duymadın mı? Görmedin mi?”
Cuzella: “Duydum, duydum.”
Zaptiye teğmeni: “Duydunuzsa söyleseniz ya!”
Cuzella: “Sizin gürültünüzden evvelceydi.”
Alfons: “Öyle olacak ya! Ee, ne oldu bakalım?”
Cuzella: “Odanın içinden bir hayal, biraz da şamata ile pencereden çıkıp kaçıyor gibi bir şey gördüm ama ehemmiyet vermemiştim.”
Alfons: “Amma ehemmiyet verilmeyecek şey ha! İşte hırsız o imiş.”
Zaptiye teğmeni: “Demek oluyor ki pencereden çıkıp o da bahçeye girmiş.”
Onbaşı: “Öyle olmalı.”
Bunun üzerine odanın yalnız penceresini açık bulup kapısının arkadan sürmeli bulunması dahi hırsızın ancak oda içine kadar girebildiğini ve gürültüyü duyunca yine girdiği mahalden kaçtığını ispat etmesine ve hele oda içinde bir şeyin eksik olmadığı dahi hırsızın hiçbir şey çalamadan kaçtığını meydana koyduğuna binaen, herifin her hâlde konak içinde olmadığına hükmedilmiş ve bahçeyi dahi enine boyuna aradıkları hâlde, herif bulunamayınca artık kaçtığına inanılmıştı.
Zaptiyeler, üç hırsızı alıp gittiler. Alfons ise kızını korkudan muhafaza etmek için birkaç lakırtı söyleyip nihayet kız işin hiç farkında olmadığı ve şimdi yatarsa rahat rahat uyuyabileceği hakkında pederine teminat vermekle o dahi “Ben de gidip rahatıma bakayım. Köpekler bir hamle ettilerse biz de ağızlarına sırık sokup dişlerini kırdık. Artık bir daha gelemezler.” diye çıktı, odasına gitti.
Lakin bunların ikisinin de sabaha kadar gözlerine uyku girdi mi zannedersiniz? Alfons bin türlü dehşetlerin, merakların hücumuyla uyuyamadı. Kız ise kütüphane içindeki sevgilisiyle meşguliyetten dolayı uyuyamadı. Şöyle ki:
Babasını baştan savdıktan sonra kütüphanenin alt dolabının kapısını açıp kitaplar arkasından ve dolap içinden çıkan bir ses ile aşağıdaki gibi konuşmaya başladılar.
Cuzella: “Herifleri tuttular, götürdüler.”
Hasan: “Size kurban olsunlar.”
Cuzella: “Burasını da açtılar ama senin burada olduğuna şüphe bile etmediler.”
Hasan: “Beni lütuflarınızla muradıma erdirmek için ölümden alıkoydunuz demek. Fakat çıkıp bir daha yüzünüzü görmeyecek miyim?”
Cuzella: “Bu gece, yarın ve belki bir iki gün kadar olamayacak.”
Hasan: “Aman! Ben bir daha yüzünüzü görmek için ölüme razıyım.”
Cuzella: “Ben razı değilim. Şimdi bu lakırtıları bırakalım da biraz işimizi düşünelim.”
Hasan: “Bu hâlde mi?”
Cuzella: “Zararı yok, bu kadarcık bir azaba katlanalım. Ölümü gözüne alan bir adam için bu kadar azap çok değildir.”
Hasan: “Hakkınız var; hayatım, ölümüm elinizdedir.”
Cuzella: “Ben bu sırrı öğretmenim Marie’ye açmak isterim.”
Hasan: “Ondan emin olabilecek misiniz.”
Cuzella: “Senden emin olduğum kadar…”
Hasan: “Öyleyse pek münasip. Zaten bana da bir vasıtanın lüzumu vardır. Bir emir yazıp da para, elbise, filan getirtmek isterim. Buradan şu kıyafetle çıkmak, kendimi ilan etmek demektir.”
Cuzella: “Marie hepsini yapar. Lakin biz seninle ne yapacağız?”
Hasan: “Her emri sizden alacağım.”
Cuzella: “Ben durumu doğrudan doğruya babama söyleyeceğim.”
Hasan: “Siz bilirsiniz ama bu gece yahut yarın değil ha!..”
Cuzella: “Hayır, hele bu geceki vakanın üzerinden biraz vakit geçsin, bakalım.”
Hasan: “Şimdi sorulacak bir şey değil ama sabredemiyorum, soracağım. Ya, Allah korusun, babanız itiraz edecek olursa?”
Cuzella: “O zaman da emir senin.”
Hasan: “Her hâlde benim mi?”
Cuzella: “Onu anlayamadım.”
Hasan: “Yani demek istiyorum ki sizi başka bir memlekete davet edebilecek miyim?”
Cuzella: “Dünyanın öbür ucuna kadar. Yalnız buna mecbur olmayınca, pek ziyade mecburiyet görmeyince teşebbüs etmeyeceğiz. Zira ne kadar olsa babamızdır. Ne kadar olsa baba evidir, pek kolay terk edilemez.”
Bunlar şu kadarcık konuşmayı bir hayli vakitte edebildiler. Zira Alfons’un gelip dinlemesi veyahut gece ve her taraf sessiz olmak münasebetiyle lakırtılarının Alfons’a kadar gitmesi gibi ihtimaller bir taraftan tazyik ettiği gibi diğer taraftan da gerek kızın ve gerek Hasan’ın akşamdan ve belki de gündüzden beri geçen hâller üzerine yürek çarpıntıları artık kemale varmış olduğundan üç kelimeden ibaret bir lakırtıyı bile üç defa nefes almayınca söyleyemezlerdi.
Şafak söktü. Uşaklar, bahçıvanlar filanlar kalkıp birer ikişer hırsızın çıkmış olduğu ağacı ziyarete geliyorlar ve orada birbiriyle ettikleri lakırtıyı ta kütüphane içindeki Hasan’a kadar işittirebiliyorlardı. Dolayısıyla kız mecburen kütüphanenin kapısını kilitleyip yatağına geldi. Geldi ama hayalini dolap içindeki Hasan’a arkadaş bıraktı.
Hasan ile Cuzella’nın aşkları hakkında buraya kadar verdiğimiz malumat kısaca muhakeme edilecek olsa bunların alakalarının bu kadar süratine hayret olunur. Gerçi Cuzella, Hasan’ın resmiyle daha iştigal ede ede zaten bir dereceye kadar ona gönül vermişse de bir kimseye âşık olabilmek için onun sadece yüzü yetmeyip ahlak da güzellik kadar gereklidir. Hele Hasan ise o geceye kadar kızı rüyada bile görmemişti. İşte işin bu ciheti düşünülürse hayret değil, bu alaka ihtimal ki istibat bile edilir.
Ancak bu yolda edilecek muhakemeleri eksik bırakmayıp etrafıyla etmek lazımdır. Gerçi âşık olmak için yalnız güzellik yetmeyip ahlak dahi lazımdır. Ya gece yarısı hırsızlık ve icabına göre yaralama ve lüzumuna göre katli bile göze aldırmış ve özellikle deniz haydudu olmak münasebetiyle tutulduğu anda asılacağını bilip durmakta bulunmuş olan bir herif, haydut olmadıktan başka şayet âşık sıfatıyla gelip de tutulursa kızın iffet şöhretine halel geleceğinden, bu iffeti muhafaza için asılmayı dahi göze aldırmak kadar bir ahlak örneği olabilir mi? Öteden beri simasından hoşlandığı bir adamdan ilk görüşmede böyle bir örnek dahi görürse Cuzella’nın derhâl kalben bağlanması pek tabiidir. Hasan’a gelince; biçare çocuk, kendisini eşkıyanın melunca arkadaşlığından kurtarmayı ve özellikle de daha evvelki tehlike bir yana, haydutlar elinden canını kurtardıktan sonra arkadaşlıklarından da sıyrılmayı dünyaya yeniden gelmiş olmak kadar büyük bilirken bir de tenha bir mahalde, öteden beri resmine tapmakta bulunan bir melek yüzlünün, kendisine hürriyetini, hayatını, vücudunu teklif ettiğini görür ve bu hâl zaten büyük bir saadet olmaktan başka, kendi selametinin dahi temel vesilesi olduğunu müşahede ederse alaka etmez de ne yapar?
Hem de böyle, kendiliğinden doğan bu alakanın, en büyük kuvvet ve şiddetiyle doğmuş olacağı dahi başkaca üzerinde durulmaya değer bir durumdur.
Sabah oldu, güneş doğarak âleme taze bir neşe getirdi. Bir aralık Cuzella’nın hizmetçisi Angelino, yanına girip sütlü kahvesini getirdi. Cuzella o gece bir hayli müddet uyanık kalıp acıktığından kahvenin pandispanyasını ziyadece istedi. Kız pandispanyayı getirmeye gidince derhâl kalkıp iki satır bir mektup yazdı, hazırladı. Sonra hizmetçi döndüğünde mektubu verip bir uşak ile beraber rahibeler cemiyetine giderek, mektubu Öğretmen Marie’ye vermesini tembihleyerek kızı savdı. Ondan sonra kütüphane kapısını açarak ve birkaç kitap çıkarıp bu suretle dar bir pencere peyda ederek pandispanyayı kahveye batırıp Hasan’ın ağzına vermeye başladı. Bu hâle Hasan hayretle, kız bir dereceye kadar üzülerek bakıyordu. Ancak Cuzella “Seni güvercinim gibi besliyorum.” demesiyle Hasan böyle bir lütfa pek ziyade memnun oldu ve Hasan’ın memnuniyeti kızı dahi memnun etti.
İhtiyatın bu derecesi konağın içini arayacakları zamana mahsus olduğuna göre, Hasan’ın hâlâ mahpus kalmasının, aşırı bir ihtiyat olduğu açıktır. Fakat ne fayda ki ister korkuya yorulsun ister başka bir şeye, biçare Hasan bu dar mahbes içinde mahpusluk belasını biraz çekmeye mecbur oldu.
Cuzella âdeta iki adamın kahvaltı edebileceği kadar pandispanyayı tamamen Hasan’a yedirip kendisi o sabah kahvesiz kaldı.
Tam güvercinini besleyip yuvasının dahi kapısını kapayarak ayağa kalkmıştı, pederinin hizmetkârı gelip Alfons’un biraz kendisini görmek istediğini haber verdi ve Cuzella’nın uygun görmesi üzerine hizmetkâr gidip biraz sonra Alfons geldi.
Alfons: “Geceyi nasıl geçirdin kızım?”
Cuzella: “Sizden sonra pek vahşet geldi.”
Alfons: “Niçin haber vermedin öyleyse?”
Cuzella: “Sizi rahatsız etmeyeyim diye. Lakin şimdi Marie’ye bir mektup yazdım. Gelsin, bir iki gün birlikte oturalım.”
Alfons: “Pek isabet ettin. Beni hükûmetten çağırdılar. Malum ya, haydutlar işi içindir. Oradan da biraz Sinyor Pavlos’a gideceğim. Selam götüreyim mi?”
Cuzella: “Nasıl olur ya!”
Alfons: (yılışarak) “Nasıl olacak ya, dostunuz Cuzella mahsus selam edip hatırınızı da sual eder, diyeceğim.”
Cuzella: (soğuk bir çehre ile) “Ben böyle demiyorum ki…”
Alfons: “Ah ne inatçısın, ne dik başlısın. İşte ben böyle söyleyeceğim. Zaten senin bir özür borcun yok muydu?”
Babası şu lakırtı üzerine kızından şiddetli bir cevap alacağını tahmin ettiği cihetle sözünü bitirir bitirmez “Seni bu kadar gördüm ya, artık gideyim.” diyerek kapıdan çıktı ve kızın hazırlamış olduğu lakırtılar ağzında kaldı.
Üçüncü Bölüm
Babası çıkıp gittikten ve ayaklarının sesi dahi kaybolduktan sonra, Cuzella kütüphaneye sokulup kapısını açmaya başlamıştı. Besbelli, yine Hasan ile dertleşecekti. Ancak uzaktan uzağa peyda olan yeni bir ayak patırtısı buna engel oldu.
Patırtı yaklaşa yaklaşa oda kapısına kadar geldi ve Öğretmen Marie ses vermekle Cuzella dahi kapıyı açıp öğretmenini içeriye aldı.
Marie: “Daha elbisenizi giymemişsiniz.”
Cuzella: “Bizim başımıza gelenleri işittiniz mi?”
Marie: (ızdırapla) “İşittim ya, işittim ya! Hizmetçiniz söyledi. Ne kadar meraklandım. Bir de kale kapısı yanından geçerken, üç tane de darağacı hazırlandığını görmeyeyim mi?”
Cuzella: “İşte, bize gelen haydutlar içindir.”
Marie: “Anladım ya, anladım ya! Aman ya Rabbi, kim bilir ne kadar korkmuşsunuzdur.”
Cuzella: “Kim, ben mi?”
Marie: “Öyle ya, herif sizin odanıza buradan girmiş diyorlar. Şu pencereden girdi, değil mi?”
Cuzella: “Evet, oradan girmiş diyorlar ama ben hiç korkmadım.” Marie: “Nasıl korkmadınız?”
Cuzella: “Aradılar, taradılar, kimseyi bulamadılar. Kimse olmadıktan sonra niye korkayım?”
Marie: “Ne kadar cesursunuz.”
Cuzella: “Ama sonra bir ürküntü geldi. Sizi de mahsus…”
Marie: “Yazmışsınız ya işte.”
Malum vaka üzerine bir yandan konuşulup diğer taraftan da Cuzella elini yüzünü yıkadı ve her günkü elbisesini giyindi. Sonra ikisi karşı karşıya oturup konuşmakta idiler. Derken, uşak görüşmek için izin istemekle, Cuzella, herifi içeriye almak istemeyerek kendisi çıktı. Biraz sonra gelip:
Cuzella: (dik bir sesle) “Herifleri uyuşturmuşlar.”
Marie: (yüreği çarparak) “Asmışlar mı?”
Cuzella: “Çoktan.”
Marie: “Vah, vah, vah! Niçin ederler de niçin asılırlar?”
Cuzella: “Ee, herkes bir ümidi arkasında her belaya uğrar. Emel denilen şey, görünüşte emel ise de hakikatte elemdir.”
Marie: “Öyledir kızım, öyledir. Ah, dünyada ümitsiz, emelsiz bulunmak ne kadar iyidir ama elden gelmiyor.”
Cuzella: “Şimdi mesele o değil. Bizim nişan meselemiz en ziyade ehemmiyet aldı.”
Marie: “Hangi nişan meselesi? Reddettinizdi ya?”
Cuzella: “Ah, meğer biz reddedememişiz. Pavlos diz üstüne çöktüğü zaman ona saygı gösterip, kolundan tutup kaldırmıştım. Meğer bu hareket arzusunu kabul etmek demekmiş.”
Marie: “Ee, siz reddettim dedinizdi?”
Cuzella: “Sonra Pavlos yine yüzüğü takdim edince reddettim. Babam bu hâli küçümseme sayarak özür dilememi talep ediyor. Hâlbuki özür dilemek, nişanı kabul etmek olmayacak mı?”
Kütüphane içinde bu lakırtıları işiten Hasan Mellah’ın ne hâllere girmiş olduğunu mülahazadan uzak tutmamalıdır.
Marie: “Şimdi ne yapacaksınız? Artık kabule mecbur olacaksınız öyle değil mi?”
Cuzella: (yanı başından resmi alıp göstererek) “Bu varken ben Pavlos’a varabilir miyim?”
Marie: “A kızım, artık cansız bir resme mi varacaksınız?”
Cuzella: (tebessümle) “Hayır, kilisede cansız resimlere tapıyoruz ya, ben de buna tapacağım.”
Marie: “Sus Allah’ı seversen, onlar muhtıradır.”16
Cuzella: “Bu da muhtıra olsun.”
Kız bu sözleri fevkalade bir rahatlıkla söyledikten sonra birdenbire yüzünü asıp:
Cuzella: “Siz benim dostum olsanız, beni sevseniz, benim saadetimi isteseniz böyle söylemezdiniz.”
Marie: “Üç şart koydunuz ki ben, üçü de bendedir diye iftihar edebilirim. Sizin dostunuz olmasam başka kimin dostu olabilirim? Sizi sevmesem sizin saadetinizi istemezdim…”
Cuzella: “Ya niçin bu resme ehemmiyet vermiyorsunuz? Pavlos’a varmaya beni mecbur ediyorsunuz?”
Marie: “Dedim ya, bu bir resim. Pavlos, gerçi bu kadar değil ama ne kadar zeki, cerbezeli, zengin bir adam.”
Cuzella: “Ben farz ediyorum ki bu resim daha cerbezeli, daha zengin.”
Marie: “Farz ile, hayal ile yaşayacaksanız güzel!”
Cuzella: “Ne yapayım? Şimdilik öyle yaşıyorum. Hem neler hayal ettim, bilseniz gülersiniz.”
Marie: “Söyleyiniz bakalım.”
Cuzella: “Gülersiniz diyorum.”
Marie: “Ne zararı var? Ağlayacağımıza gülelim.”
Cuzella: “Pencereden hırsız girmiş demiyorlar mı? Herkes dağıldıktan sonra yatağıma girip resmi elime aldım. Hayal ettim ki buraya hırsız gerçekten giriyormuş. Ben de girdiğini görüyormuşum.”
Marie: “Korkudan çıldırmak işten bile değil.”
Cuzella: “Hayır korkmamışım, ses de çıkarmamışım. Hırsız her tarafa bakındığı sırada beni görmüş.”
Marie: “Uykudadır diye sesini çıkarmaz.”
Cuzella: “Bilakis gözlerimin açık olduğunu da görmüş.”
Marie: (yürek çarpıntısıyla) “Aman ya Rabbi, yoksa hırsızı böylece gördünüz mü?”
Cuzella: “Görsem herif kaçabilir miydi? Ben size hayalimi tasvir ediyorum.”
Marie: “Bir tasvir ediyorsunuz ki âdeta olmuş gibi.”
Cuzella: “Herif beni uyanık görünce ne yaparım? Aman, canımıza kıyma da ne istersen al, git derim.”
Marie: “Öyle ya, hırsız bu.”
Cuzella: “Meğer herif hırsız değilmiş.”
Marie: “Ya!..”
Cuzella: “Bu resmin sahibi imiş.”
Marie: “Deme Allah’ı seversen.”
Cuzella: “Canım hayal bu ya.”
Marie: “Of! Yüreğimi oynattınız. Ne kadar da ciddi hayal ediyorsunuz…”
Cuzella: “Derken, herif iki diz üstüne çöküp bana aşkını ilan etmiş.”
Marie: “Artık o zaman kim bilir ne kadar zevk duymuşsunuz.”
Cuzella: “Şüphe mi edersiniz ya? Hem bakınız, dahası var. Ah, hayal âlemi ne geniştir. Hırsız bana demiş ki: ‘Benim buraya böyle hırsız kıyafetinde gelişim, şayet tutulursam beni hırsız diye assınlar da tek Cuzella’nın odasına bir âşık girmiş demesinler diyedir.’ ”
Marie: “Çok ince fikir.”
Cuzella: “Böyle bir adam Pavlos’tan daha dirayetli, daha fedakâr sayılır ya!”
Marie: “Ressam bu resmi istediği yolda tasvir etmiş olduğu gibi siz de ahlakını istediğiniz yolda hayal edebiliyorsunuz.”
Cuzella: (tebessümle) “Ya zenginliği?”
Marie: “Zenginmiş de ha? Elbette, hayal bu ya? İstediğiniz kadar mal veriniz.”
Cuzella: “Pavlos’tan birkaç derece ziyade. Nihayet birbirimize vaatler vermişiz, teminatlar vermişiz. Kıyamet!”
Marie: (şaşırmışçasına) “Ne güzel hayal! Her hayal böyle olsaydı.”
Cuzella: “Marie!”
Marie: “Buyurunuz.”
Cuzella: “İş hayalden ibaret ya! Ya ben bu hayale hakikat kadar vücut verip de bu gece sabahlara kadar gözlerime uyku girmemişse ne dersiniz?”
Marie: “Bu kadar uzak bir hayale vücut verişe hayret ederim.”
Cuzella: “Ah, Marie’ciğim, Marie’ciğim, aşkın ne olduğunu bilirseniz…”
Marie: “Vay, o ne? Sizden garip bir kelime işittim. Aşk filan diyorsunuz.”
Cuzella: “Şüphe mi ediyorsunuz?”
Marie: “Şüphe değil hayret ediyorum.”
Cuzella: “Niçin, siz beni odundan mı yapılmış sandınız?”
Marie: “Hayır ama bir kimseye alakanız olduğunu bilmiyordum.”
Cuzella: “İşte, alaka ettiğimi söyledim ya!”
Marie: “Vay, bu resme mi alakanız var?”
Cuzella: “Daha hâlâ anlayamadınız mı?”
Marie: “Anlamıştım ya, fakat şimdi bütün bütün emin oldum.”
Cuzella: “Yok ama size bunu sordum. Ya bu hayale vücut vermişsem siz ne yapardınız?”
Marie: “Ben ne yapardım? Hayalinizin kuvvetine şaşardım.”
Cuzella: “Of, istediğim gibi söylemiyorsunuz.”
Marie: “Nasıl söyleyim ya?”
Cuzella: “Bu resim sahibiyle izdivacıma yardım etmez miydiniz?”
Marie: “Aa! Korkarım siz aklınızı bozuyorsunuz. Bir hayal üzerine bu kadar şüphesizce davranış…”
Cuzella: “Canım, hayal meyal sizin nenize lazım? Siz de hayal olarak cevap veriniz.”
Marie: “Pek iyi, madem siz bu kadar âşıksınız, ben de sizin dostunuzum. Elbette elimden geldiği kadar, daha ziyade bile yardım ederdim.”
Cuzella: “Ama sizin bu hayaliniz benim kadar kuvvetli mi bakalım?”
Marie: “Değilse bile kuvvetli farz ediniz. Hayal değil mi?”
Cuzella: “Şimdi bu gece gelen hırsız, bu resmin sahibi ve benim âşığım olsa da birbirimizle vaatleşmiş olsak izdivacımıza yardım ederdiniz ha?”
Marie: “O kadar ihtimalleri bir yere toplayabiliyorsunuz da benim size bu kadar dost olduğumu niçin bütün bu ihtimallerin içine katmıyorsunuz?”
Cuzella: “Dedim ya, eğer sizi kendime pek sadık dost kabul etsem…”
Marie: “Allah Allah!”
Cuzella: “Pek iyi, yemin eder misiniz?”
Marie: “Hazreti İsa buyurmuştur ki ne Allah’ın ismine ne kendi ismine ne göklere ne yerlere yemin etmeyelim. Yeminimiz ‘evet’ yahut ‘hayır’ olsun.”
Cuzella: “Demek oluyor ki şimdi sizin evetlerinizi hep yemin olarak kabul edeceğim.”
Marie: “Evet, fakat vallahi size bir hâl olmuş. Hiç de dünyada bu kadar âşıkane hayal görmedim.”
Cuzella: (ciddi bir tavırla) “Yok ama verdiğiniz sözü hayal olarak vermeyeceksiniz, ciddi olarak vereceksiniz.”
Marie: “Sizinki ciddi ise benimki de ciddidir.”
Cuzella: “Pekâlâ, işte büyük bir şükranlıkla söylüyorum ki benimki hayal değil ciddidir.”
Cuzella bu lakırtıyı söyler söylemez Marie’nin kolundan tutup kütüphane kapısına götürür. Kapıyı açıp bir sıra kitaplardan birkaçını kaldırarak Hasan’ı gösterir. Marie çocuğu görünce büyük bir hayretle “Ay!” diye haykırmak isterse de Cuzella ağzını kapayıp tekrar kütüphaneyi kilitler. Sonra aralarında geçen sözleri ciddi bir tavırla bir daha tekrar ettikten ve Marie’den vaadi dahi ciddi olarak aldıktan sonra, yine kütüphaneye gelip Hasan’ı bir daha görürler. Hasan dahi Marie ile birkaç lakırtı konuşur ve bu işte kendilerine edeceği hizmetten dolayı teşekkür ettikten başka, istediği kadar mükâfat dahi vadeder.
Marie, Hasan’ı bu sıkıntılı yerden çıkarmak lazım olduğunu Cuzella’ya hatırlatmıştı. Gerçi Cuzella’nın pek ziyade merakından dolayı razı olmamak istediyse de Hasan küçük bir emir yazıncaya kadar çıkmasını rica etmekle müsaade gösterdi.
Çocuğu çıkardılar. Cuzella gündüz gözüyle bir daha temaşa edince ve Marie dahi bakınca gerçekten tam elde bulunan resmin sahibi olduğu anlaşılmıştı. Bu kadar güzel ve necip bir vücudun, bu pelaspuş17 bir hâlde olmasına Marie hayret etmedi değil. Lakin dönen fırıldağı artık iyice bildiğinden hayretini yendi. Hasan ise gayet güzel bir İspanyol hattı ile Pavlos damgası bulunan kâğıda emrini yazıp da yine imzayı Pavlos koyunca Marie işte o zaman şaşırdı. “Bu ne, bu imza kimin imzası?” diye uzun uzadıya suallere kalkışacaktı. Cuzella “Ben size bunları sonra anlatırım.” diye suallerin önünü aldı.
Hasan emri yazıp bitirdikten sonra Marie’ye “Efendim, bu emri büyücek bir sarrafa götürüp mazmunu gereğince parayı alırsınız. En evvel bir kat elbise isterim.” dediyse de Marie “Siz burada hangi elbiseyi giyseniz uyamaz. Hem de ben buraya mensup olduğum hâlde, Pavlos imzasıyla böyle bir emri götürürsem, bir sahte emrin benim elimle gitmesi Sinyor Alfons için de iyi değildir. Ben size bir kat rahip elbisesi getireyim, siz o elbiseyi giyip artık her istediğinizi yaparsınız.” dedi.
Marie’nin bu çekingenliği yersizdi. Fakat ahvali kendisine uzun uzadıya anlatmaya vakit olmadıktan başka, Hasan rahip elbisesini daha ziyade işe yarar bulduğundan Marie’nin görüşünü kabul etti.
Nihayet çocuğu yine dolaba koydular. Cuzella ile Marie tekrar sohbete başladılar. O zaman Cuzella, Marie’ye, Pavlos demenin ne demek olduğunu anlattı. Bu hâlde Marie evvelki görüşünün yersiz olduğunu kendisi dahi anladı ise de rahip elbisesiyle her işin daha layıklı bir yolda görüleceği kararlaştırılmış olduğundan bu karar bozulmadı.
Sözün kısası, Marie bir saate kadar geleceği vaadiyle gitti. Bu bir saat vakti Cuzella ile Hasan, yine öteden beriden konuşarak geçirdiler. Ve konaktan çıktıktan sonra nasıl ve ne vasıta ile haberleşeceklerini ve birbirlerini nasıl görüp hasret gidereceklerini söyleştiler.
Marie geldi. Rahip elbisesini tamamıyla getirdikten başka fazla olarak bir de ustura getirmişti. Hasan hepsinden çok bunu beğendi. Cuzella’nın tuvalet takımları başında tıraş olarak elini, yüzünü dahi yıkadıktan sonra giyinip güzel bir rahip oldu ki tarif kabul etmez. Bir kere bu kıyafete girdikten sonra sandalyenin birisi üzerine geçip yan geldi, oturdu ve rahat rahat konuşmaya başladı.
Cuzella: “Artık gitmelisin?”
Hasan: “Nereye?”
Cuzella: “Aman, nerede, nasıl kendini kurtarıp işimize muvaffak olacaksan oraya gitmelisin.”
Hasan: “Güçlük bir kere bu kıyafete girinceye kadardı. Şimdi isterse pederiniz de gelsin beraber konuşalım. Ben Marie’nin ahbabı değil miyim ya? Manastırdan kalkıp özel olarak kendisini görmeye gelmemiş miyim?”
Marie: (gülerek) “Öyle ya, artık kim isterse gelsin.”
Cuzella: “Gerçekten de öyle. Ne kadar da dirayetlisin.”
Sözün kısası, âlemde her suizanna, her şüpheye, her bela ve musibete siper demek olan rahip cübbesi sayesinde Hasan, sevgilisi Cuzella ile doya doya ve fakat daha doğrusu doyamaya doyamaya görüşüp nihayet kalktı. Hiçbir şeye aldırmadan divanhaneden geçip büyük merdivenden inerek konağın kapısından çıkarken Alfons’a rast gelip papazca bir selam verdikten sonra çıktı, gitti.
Alfons içeriye girip de kızı Marie ile görüştüğü zaman, bu rahibi dahi sormuştu. Marie “Benim eski ahbabımdan, pek güzel bir adamdır. Manastırdan gelmiş, beni burada haber almasıyla buraya kadar gelip Cuzella ile de görüştü.” cevabını verince bu cevap muhatabı susturmuştu.
Alfons kızına, haydutların asıldığına dair havadisi verdikten başka, limanda bir haydut gemisi olduğunu ve yakayı ele vermeden kaçtığını ve mutlaka tutulan haydutların bu gemiden olup konaktan kaçan herifin verdiği haber üzerine kaçmış olduklarını dahi söyledi ki bu sözler kızına bir tebessüm vermişti. Bu haberleri verdikten sonra Alfons’un birinci işi pencere altındaki sözü geçen ağacı kestirmek ve ikinci işi de alt katta olduğu gibi, konağın üst katı için de demir parmaklık ısmarlamak oldu.
Dördüncü Bölüm
“Sinyor Alfons’un konağına deniz hırsızları girmiş. Üçünü tutmuşlar, asmışlar, birisi kaçmış. Limanda bulunan gemileri dahi ertesi sabah erkenden firar etmiş. Aman ya Rabbi, ne cesaret?” gibi lakırtılar birkaç gün Cartagena ahalisini meşgul etmişti. Alfons ise hemen her sabah, her akşam nişan meselesinden ve Sinyor Pavlos’tan özür dilenmesi durumundan dolayı Cuzella’yı sıkıştırmaktan geri durmuyordu. Lakin bir iki gün sonra, öyle bir durum ortaya çıktı ki onun sebep olduğu telaş, nişan ve özür meselesini dahi unutturdu.
Şöyle ki:
Bir gün ikindiüzeri Sinyor Pavlos, kayınpederi olacak Alfons’un konağına geldi. Alfons orada bulunmadığından kendisine özel olarak adam gönderip babası gelinceye kadar kızının yanında bulunmak isteyeceği zannolunur idiyse de hiç böyle bir arzuda bulunmadı.
Alfons’un odasında bir aşağı beş yukarı geziniyor ve aralıkta bir de aynaya bakarak saçlarını karıştırıyordu. Bu gibi telaşlar bazen hayırlı işler için edilir ama o gün Pavlos’ta görülen telaşın öyle hayırlı bir iş için olmadığı, zaten lokma gözlerinin fal taşı gibi açılıp burnunun, kulaklarının dahi kabarmasından anlaşılıyordu.