
Полная версия
Ejderhanın Evrimi
Bazı hayati ihtiyaçlar veya zorlayıcı şartlar, insanları belli bir akıl yürütme dizisine girişmeye veya araştırmalarının sonucu olan çözümler üretmeye zorladığında, bunların gerçekleşmesi pek çok şarta bağlıdır. İnsanın bilgi ve tecrübe düzeyi ile yakınlarından edindiği fikirlerin, neticenin şekillenmesinde şüphesiz ki büyük bir payı olacaktır. Temel fizik veya biyolojiyle ilgili basit bir meselede bile insanın ilgisi sadece belirli unsurlara yönelecektir. Bazı unsurlar insanın ilgisini zorla çekmeye çalışsa bile bilgisinin sınırlı olması tamamıyla eksik bir kavrayış geliştirmesine yol açacaktır. Bununla birlikte insan, değerini anladığı unsurları izah etmek için işe yarayan bir varsayım geliştirebilir. Bu varsayım ona mantıklı ve akla uygun olduğu kadar tamamıyla eksiksiz ve kusursuz gibi gözükse de onun çözümü kendisinden sonrakilere yalnızca gülünç gelecektir. Çünkü bu insanlar maddenin özellikleri ve canlıların doğası hakkında çok daha geniş bir bilgiye sahip olup aynı meseleye tamamıyla farklı bir şekilde yaklaşacaklardır.
Bununla birlikte, yalnızca bir grup olgu hakkında deneysel bir izah geliştirilince bilimsel bir yönteme ulaşılır. Bu bilimsel yöntemin, insan zihninin genel eğiliminin bu teoriyi benzerlikler ve hayali türdeşlikler yoluyla desteklemesinden bir farkı yoktur. Başka bir ifadeyle, tekil gerçekliklerden tümele ulaşılır. Çoğu durumda bu zihinsel sürecin çok erken başladığı unutulmamalıdır. Teorilerin kurulmasında benzerliklerin rolü çok belirgindir.
Bunun gibi pek çok etmen, herhangi bir inancın şekillenmesinde doğrudan ya da dolaylı bir şekilde bir ilke gereği rol oynar. Bu yüzden tarihçilerin işi zordur. Devasa yapıların inşa edilmesindeki gerçek dayanağın kökenini (çok geniş genellemelerin yapılmasında açıkça rol oynayan etkenler arasından) ortaya çıkarmak gibi genellikle oldukça zor bir işle uğraşırlar. Burada bu iki temel konuya değinmemin iki sebebi var. Birincisi, bu konular etnograflar tarafından sıklıkla ihmal edilmektedir. İkinci sebep, oldukça fazla etkenin rol aldığı bu tarihi olayları burada ele alacak olmamdır. Bu etkenlerin bir kısmını elerken, ilkel insan düşüncesinin karmaşık yapısında göze çarpan ufak noktalardan daha fazlasını da keşfetmediğimi açıkça belirtmek istiyorum.
Bu temel psikolojik değerlendirmelerden varılan bir diğer sonuç, kullanılan kelimelerin ister istemez oluşturabileceği yanlış anlamalara karşı ihtiyatlı davranılması gerektiğinin son derece önemli olduğudur. Çağlar boyunca kelimelerin asıl anlamları bizim pek çok düşüncemizi ifade etmek için kullanıldı. Kelimeler, insanın arzularını ifade etmedeki değişkenliğinin bir nevi yansıması olan anlamlarla son derece zenginleşti. Antik dönemi ele alan pek çok yazar böyle kelimeleri kullanmaktadır. Sözgelimi “ruh”, “din” ve “tanrılar” gibi ifadelerin çağdaş anlamlarıyla kullanılması güçlüğe ve yanlış anlaşılmalara sebep olur.
Mesela, “ruh” ve “ruhsal töz” kelimelerinin ilk veya görece ilkel insanlarla ilgili literatürdeki kullanımında pek çok anlaşmazlık vardır. Çünkü pek çok durumda bu insanların, “hayat” veya “hayati ilke” kelimeleriyle tam olarak vücuttaki yokluğu ölüm demek olan bir şeyi ima etmeye çalıştıkları çok açıktır. Ancak böyle bir kelimeyi basitçe “hayat” diye çevirmek yetersizdir. Çünkü bütün bu insanlar, “hayat”ın “nefes”le özdeşliği veya maddi tözün doğasındaki varlığı hakkında benzer bir teorik görüşe sahiptir. Kendi dilimizde tamamıyla aynı düşünceyi ifade edecek bir kelime veya tabir bulmak elbette imkânsızdır. Çünkü her bölgenin veya toplumun kendine özgü sembollerini ifade etmede yetersiz kalan, kelimeler arasındaki değişen küçük anlam farklılıkları her toplulukta vardır. “Hayati öz” ifadesi, bu durum için en uygun örnektir.
Rylands’daki konferansımda12 şu anda bütünüyle dünyanın ortak mirası olan medeniyetin unsurlarının dünya genelindeki yayılımı hakkında kabataslak bir çerçeve çizdim. Antik Mısır’ın birtakım sanat, gelenek ve inançların gelişiminde oynadığı rolden bahsettim. Mevcut çalışmada bu gelişim sürecinin bazı taraflarını daha ayrıntılı bir şekilde incelemeyi ve Mısır’ın mumyalama pratiğinin geniş etki alanı ile onun meydana çıkardığı yeni düşünce silsilesini irdelemeyi amaçlıyorum. Bu uygulama, kendisinden önce bilinmeyen sanatların ve zanaatların bulunmasında ufuk açıcı olmuş ve bu etkili düşünsel birikimle birlikte, geleneklerin ve inançların karmaşık yapısını şekillendirmiştir.
Bununla beraber, mumyalama pratiğinin medeniyetin gelişimiyle olan ilişkisinden bahsederken yalnızca bir kültürü şekillendiren bir etkiden söz etmiyorum. Mumyalamanın Mısırlılara ifade ettiği anlamı belirlemede genel dünya felsefesinin oynadığı rolü ve doğa olaylarının anlamına ilişkin mevcut öğretilerin üzerindeki bu etkilere verilen tepkileri de aklımdan çıkarmıyorum.
Şüphesiz ilk olarak, ölüyü mumyalamak gibi böylesine fantastik ve korkunç bir uygulama ile medeniyetin inşası arasında ne tür bir bağlantı olabileceği sorusuyla karşılaşacağım. Sanatlar, zanaatlar, gelenekler, inançlar, toplumsal ve politik kurumlar gibi medeniyetin birincil unsurlarının gelişiminin yönünü doğrudan ya da dolaylı olarak böylesine bir uygulamanın değiştirmesi mümkün müdür?
Önceki yazılarım ve konferanslarımda13 bu geleneğin Profesör Lethaby’nin “medeniyetin temeli” olarak adlandırdığı sanat ve marangozluk, taşçılık gibi zanaatların bulunmasıyla nasıl yakından bir ilişki içinde olduğunu gösterdim. Bunun yanı sıra, tapınakların evrimi ve bedensel olarak yeniden canlanma fikriyle bağlantılı bir şekilde gelişen dini inançların ve törenlerin şekillenmesinde mumyalama geleneğinin etkin bir rolü olduğunu açıkladım. Ayrıca mumyalama uygulamasının, medeniyet tarihindeki dolaylı tesirlerinin önemine de değindim. Mumyalama geleneği, tarihin kaydettiği ilk büyük deniz seferlerini teşvik etmiştir.14 Mısırlıların Akdeniz ve Kızıldeniz’deki deniz ticaretine girişmesinde başlıca neden, yüzyıllar boyunca mumyalama ve dini törenlerde kullanılması için gereken reçine ve balsam arayışı ile tabut yapımı için gereken kereste ihtiyacıdır. Sonuç olarak bu yolla kazanılan bilgi ve tecrübeler Mısırlılar ve onların ardıllarının daha uzak denizlere yelken açmalarını mümkün kılmıştır. Böyle bir ilişkinin etkisinin büyüklüğünü tam olarak hesaplamak mümkün değildir. Bu etki yalnızca bizim ortak medeniyetimizin tohumlarının dünya geneline saçılmasını sağlamamış, bununla birlikte farklı tarihleri ve gelenekleri olan insanların yakın bir temas içerisine girmesini de sağlamıştır.
Mumyalamanın etkilerinin diğer yanlarını zaten ele aldığım için bu konuyu burada daha fazla incelemek niyetinde değilim. Mumyalamanın tıp ve eczacılık tarihini hangi açılardan etkilediğinden bahsedeceğim. İnsan kadavralarını kesme fikri, 3000 yıldır, başta Yunanistan olmak üzere pek çok yerde yasaktı ama Mısırlıları tanıdıkça Batlamyusçu Yunan hekimler için bunun yapılması ve daha sonra İskenderiye’de insan vücudunun sistemli bir şekilde incelenmesi mümkün olmuştur. Anatomi bilgisi ve tıp bilimi bu temel üzerine kuruludur.15 Ama mumyalama uygulamasının diğer pek çok aşamasının da tıp ve eczacılıkla ilgili bilgi ve yöntemlerin gelişmesinde büyük payı vardır.16
Öyleyse, ilk bakışta Mısırlıların mumyalama uygulamasının; mimari, deniz ticareti ve tıp biliminin gelişimiyle yakın bir şekilde ilişkili olduğunu gösteren bulgular vardır. Ancak burada asıl üzerinde durduğum konu, bu uygulamanın insanın en içsel inançlarını şekillendirmede oynadığı çok büyük rol ve onun, dini ilhamın ve bilimsel düşüncenin rotasını tayin ediciliğidir. Bu rol yalnızca Mısırlılara değil, yüzyıllar sonrasında bütün dünyaya aittir.
Bu uygulama insan düşüncesi üzerinde derin bir etki yaratmıştır. Muhtemelen Avrupa’da Orinyasiyen döneminden17 itibaren gelişmeye başlayan fizyoloji ile psikolojinin muğlak ve yarım bıraktığı fikirler, Mısırlıların mumyalama yöntemiyle birlikte bir anda sağlam bir iskelete ve nihai bir şekle bürünmüştür. Fakat aynı zamanda bu yeni dünya görüşü ilk ilahların icadında kendine bir yer bulmamasına rağmen, bu ilahlara sahip olduklarından çok daha somut bir şekil verdi. Tüm dini ritüellerin sonradan dayandığı temellerin kurulmasında ve mumyalama uygulamasıyla gelişen ayinleri yönetmek için bir ruhban sınıfının oluşmasında büyük rol oynadı.
Taş İşçiliğinin Oluşması
Geçtiğimiz birkaç yıldır tekrar tekrar, modern etnoloji çalışmaları görüşlerinin çoğunun altında yatan temel yanlışlıkları gösterdim. Burada bu eleştirileri yinelemek gibi bir niyetim yok.18 Ancak, biri etnologların çalışmalarını bir kenara bırakıp bu etnologların uzmanı oldukları konularla benzer alanlarda araştırma yapan bilim insanları tarafından yazılan tarihe yöneldiklerinde, benim ileri sürdüğüm görüşlerin çoğu zaman sorgulanmaya ve yorumlanmaya gerek kalmadan apaçık doğrular olarak kabul edilecek olması önemlidir.
Profesör W. R. Lethaby tarafından Home University Library için yazılmış Architecture isimli kısa fakat dört dörtlük kitapta bu ilginç gerçek, çok güzel bir şekilde örneklendirilmektedir. Dikkate alınmasını umduğum bazı fikirleri çok anlaşılır bir şekilde sunduğu için bu özel kitaba atıfta bulunuyorum: “Yeryüzünü iki sanat değiştirmiştir: Tarım ve mimari” (s. 1). “Daha yüksek bir mimari” medeniyetin temeli olarak tanımladığı “Mısır sanatıdır” (s. 66). Çünkü Mısır’da “mimariye ilişkin her şeyin nüvesini bulabiliriz” (s. 21).
Bununla birlikte Profesör Lethaby, Mısırlıların sanatlarını muhtemelen Babil’den öğrendikleri gibi tamamen mesnetsiz bir varsayımda bulunarak bu konu hakkındaki yaygın görüşün üstünlüğünü kabul eder. Lethaby, “Mezopotamya’nın erken dönemleri hakkında hiçbir şeyin bilinmediğini veya çok az şeyin bilindiğini” itiraf etmesine rağmen bu tuhaf iddiasını ileri sürmektedir. Uzak geçmişte Babil sanatı medeni bir sanattı. Söylendiği gibi, bu sanatla Mısır’ın firavunlar dönemindeki sanat arasında büyük benzerlikler vardı. “Yine de Mısır, Asya’dan bir şeyler almışa benzemektedir, bunun tersi doğru değildir.” (Profesör bu fikri için hiçbir kanıt göstermez. Zaten kesin olmamakla beraber, inşaat için tuğlanın icadı dışında hiçbir kanıt da yoktur.) “Babil’deki sanatın kaynağı Mısırlılarınki kadar iyi bilinseydi, mimari tarihi Mısır yerine Asya’da başlatılabilirdi” (s. 67).
Ardından Profesör, bilinen gerçekler hakkında daha ikna edici bir şekilde konuşarak şunları söylemektedir (s. 82):
Antik Yunan, sanattaki üretkenlik döneminin bittiği durgunluk dönemine girdiğinde Tuban Cain ve Daedalus gibi zanaat ustaları, zorunlu olarak kültürün erken döneminin çocuklarıydılar. Mısır’ın yeniden dirilmeyeceği gerçeği, Yunanlara Mısır yadigârlarını toplama, yorumlama ve mükemmelleştirme görevini yükledi. Tekdüze modern dünyanın gösterdiği gibi, sanat izole bölgelerde hiçbir zaman gelişmedi. Dahası, Japonya gibi herhangi bir yeni ulus, bir kültür dairesine girecekse “ödünç para” almak zorundadır. Japon bilimi kendi kendine ne kadar gelişebildiyse Yunan sanatı da o kadar gelişebildi. Tapınak ve müstahkem şehir fikirleri dünyanın diğer bölgelerine doğudan yayılmış olmalıdır. Kare odalı evler, sütun düzenleri, iyi duvar işçiliği, bunların hepsi Mısır kökenliydi.
Mısırlıların ölüyü muhafaza etme ve ölünün refahı için yeterli koşulları sağlama girişimlerinin aşamalı olarak anıt mezarların abartılmasına yol açtığının öneminden daha önce başka bir yerde19 söz etmiştim. Zaman içinde bunlar Mısırlıları taşı yontmaya20 zorlamış, sonraları ise toprak üzerine şapel dikmek için tuğla yerine taşın kullanılmasına yol açmıştır. Böylece Mısırlıların ölü gömme gelenekleri mumyalama fikriyle birlikte gelişmiştir. Elimizde bunu destekleyen çok kesin bulgular vardır. Bu bulguları özenle inceleyen biri, tapınaklar veya evler yapmak için uygun bir madde olarak taşın insanlar tarafından sezgisel olarak seçilmediği ve insanların taş ocağı kurup böyle amaçlar için taşı işlemeye başladıkları sonucunu zorunlu olarak çıkaracaktır.
İnşa için taşın ilk kullanımı ile mumyalama uygulaması arasında çok yakın bir ilişki vardır. Bu ilişki, “Kutsallık, ritüelin hakkaniyeti, büyülü kararlılık ve bunun evrenle uyumunun yanı sıra şekille oranın mükemmelliği fikri”nin taş binalarla ilişkili olmasının muhtemel sebebidir ve Profesör Lethaby’nin öne sürdüğü gibi “sanatın büyüsündeki harikalığın” soyut anlamı burada etkili değildir.
Başlangıçta taş yalnızca böyle kutsal amaçlar için kullanıldı ve yalnızca Firavun saraylarını inşa etmek için bu hakka sahipti. Çünkü Firavun tanrısaldı, güneş tanrısının oğlu ve onun yeryüzünde cisim bulmuş haliydi. Mısır uygulamaları böyle kısıtlamaların olmadığı diğer ülkelere ulaştığında bu katı tabu yıkılabildi.
Hıristiyanlık dönemlerine kadar Roma’da bile “en büyük yerel evler ve sivil binalar sıvalı tuğladan yapılıyordu. İşlenmiş taş; büyük anıtlar, zafer kemerleri, tiyatrolar, tapınaklar ve bilhassa Kolezyum için kullanılmaktaydı” (Lethaby, a.g.e. s. 120).
Bununla birlikte, sivil binalarda taşın kullanılmasını yasaklayan bu hiyerarşik geleneğin yıkılmasında en çok Roma’nın etkisi vardır. “Roma mimarisinde teknik unsurlar hâkim oldu. Geleneği yıkıp mimariyi modern bir şekle sokan ve onu bir kez daha serbest kılan şey buydu” (s. 130).
Mısır yalnızca taşın binalarda kullanılmaya başlamasından sorumlu değildi. Dört bin yıl boyunca Mısır, mimaride yeni yöntemlerin mucidi olmaya devam etti. Zaman zaman Mısır’da geliştirilen inşaat yöntemleri komşuları tarafından benimsendi ve dünyanın dört tarafına yayıldı. Mısır Piramit Çağı’nın kuyu mezarları ve mastabas’ları Doğu Akdeniz21 havzasındaki çeşitli yerlerde, her bir bölge için farklı bazı küçük değişimlerle benimsendi. Bunlar, daha sonraki çağlarda taş gömüt inşa eden göçebeler tarafından kabaca kopya edilen modellere dönüştü. Girit ve Miken mezarlarının çevresi, Orta Krallık dönemindeki Mısır Piramitleri’nin kare şeklindeki ilk örneklerin açıkça yerel bir uyarlamasıydı. “Bu Ege sanatı Mısır’dan ithal edilirken ve belki de Mısır’a ihraç edilirken, ideal halini bronz çağ etkisinin açıkça görüldüğü Kuzey ve Batı Avrupa’da bulmuştur” (Lethaby, s. 78). İber Yarımadası’nın, Britanya’nın, İrlanda’daki New Grange’ın ve Orkneys’deki Maes Howe’un odalı evleri bunun en iyi örnekleridir.22 Tıpkı basamaklı taş piramitlerin, Babil ve Mısır medeniyetlerinin temaslarının izlerini gösterdiği gibi, doğuda da bu Ege modifikasyonlarının etkisinin Hindistan’da Seylan’ın stupa’larında ve dagaba’larında görülmesi mümkündür.
Profesör Lethaby, Hıristiyan kiliselerindeki Mısır etkisine dikkati çekmektedir (s. 133). Bunun yanı sıra bu etki diğer pek çok yapının detaylarında görülmektedir (s. 133): kubbeli çatılarda, ikonografide, sembolizmde, Bizans mimarisinin dekorasyonunda (s. 138) ve bütün İslam yapılarında.
Mısır etkisi; Yunan, Roma ve Hıristiyanlık mimarisinde görüldüğü gibi İslam mimarisinde de görülmektedir. Tıpkı İslam dini gibi, bu yapılar da Arap menşeili değildir. “İlkel Arap sanatı oldukça önemsizdir. Hz. Muhammed ve onun takipçileri çok kısa bir sürede zengin ve güçlü bir imparatorluk kurduklarında Kuzey Afrika’dan İran’a kadar fethedilen toprakların sanatı ve sanatçıları da benimsendi” (s. 158). Bu etkinin batıda İspanya’ya, doğuda ise Endonezya’ya kadar nasıl yayıldığı malumdur. “Yaklaşık olarak MÖ 280’de inşa edilen azametli İskenderiye Feneri, neredeyse bütün yüksek ve başka yapılardan bağımsız kulelerin atasıdır (…) Britanya kıyılarında, Dover’da bile bir dereceye kadar İskenderiye Feneri’nin taklitleri olan yapılarla karşılaşırız.” Boulogne Feneri, Ravenna yuvarlak kulesi ve İrlanda gibi Avrupa’nın farklı uçlarında görülen taklitleri bu etkinin diğer örnekleridir. Ayrıca İskenderiye Feneri “Batıdaki kuleleri etkilediği gibi İslam minarelerinin ilk örneklerini de son derece etkilemiştir” (s. 115).
Profesör Lethaby’nin nefis kısa kitabından, yaklaşık 4000 yıl boyunca Mısır’ın “medeniyetin temelini” kurup geliştirirken dünya tarihine yapmış olduğu büyük etkiyi göstermek için pek çok alıntı yaptım. Bu, dışa doğru geniş çaplı yayılım çoğunlukla yabancılar tarafından gerçekleştirildi. Bu insanlar, Mısırlılar çeşitli ürünleri daha uzak coğrafyalara götürmeden önce hünerlerini onlardan kazanan insanlardı. Ancak bu durum, Mısır’ın mimaride esin kaynağının asıl merkezi olduğu gerçeğini değiştirmemektedir.
Mısır’a özgü olan bu sanatın üretilmesini sağlayan asıl güdü ölünün refahını koruma ve sağlama alma arzusuydu. Bu amaca atfedilen değer, mumyalama uygulamasının gelişmesiyle yakından ilişkiliydi.
Artık dikkatimi mimari sanatının yayılımının genel durumu hakkındaki bu somut ve kalıcı bulgularla, mumyalama uygulamasıyla yakın bir ilişki içinde gelişmiş olan “medeniyetin temellerini” oluşturan insan düşüncesinin ve arzularının dışavurumu hakkındaki konulara verebilirim.
Profesör Lethaby’nin mimariyi ve tarımı, yeryüzünü değiştiren iki sanat olarak kabul ettiğinden söz etmiştim. Medeniyetin bu iki unsurunun etkisinin, dünyanın her yerinde birbirleriyle iç içe bir şekilde yayılmış olması oldukça ilginçtir. Dünyanın pek çok yerinde inşaat için taş kullanımı ve Mısır’ın mimari yöntemleri erken Babil ve Mısır’la çok yakından ilişkili olan tarımın ve sulamanın çok farklı bir şekliyle birlikte tarih sahnesindeki yerlerini aldılar.23
Mısır’ın ilk inanç sisteminin şekillenmesinde tarımın da çok büyük etkisi vardır.
Şimdi öncelikle, ilk mumyaların bazı özelliklerinden bahsedeceğim. Daha sonra, ölü mumyalama sanatının icrasıyla ortaya konan fikirlerin ilk tarım teorileri tarafından nasıl şekillendirildiğini ve bunların birbirlerini nasıl etkilediğini ele alacağım.
Mumyalamanın Kökeni
Cesedin varlığının güvence altına alınması fikrinin, abartılı mezarların yapılmasına yol açmasına zaten değinmiştim. Ölüyü korumak için özel tedbirler alınmış, bu durum tabutların icadına ve ölüler için hazırlanan, adak olarak sunulan yiyecek ve erzak miktarlarının gittikçe artmasıyla ebatları büyüyen belirli mezarların yapılmasına neden olmuştu. Ölüyü çok daha etkin bir şekilde korumak ve onun bakımını üstlenmek için alınan bu tedbirler bütün bu özenin esas amacını aştı. Çünkü böyle özenli bir mezara gömülünce, ceset artık kurumuyor ve doğal olaylardan korunuyordu. Ceset, sıcak ve kuru bir toprakta açılan basit bir mezara tabutsuz yerleştirilince bozulmalara karşı daha dayanıksız oluyordu.
Bu uygulamaların İlk Hanedan zamanından önce yapılıyor olması, öne sürmekte olduğum görüş açısından büyük bir önem arz etmektedir. Bu sayede ilk Mısırlılar hem tahta tabut ve taş lahdi icat edip taştan binalar yapmaya başladılar hem de cesedi yapay bir şekilde koruyacak teknikler geliştirdiler.
Bu uygulamalar, ilk gerçek mimarinin ve mumyalama sanatının gelişimini tetiklemesinin yanı sıra, düşünce ve inanç dünyasında buna denk olan önemli sonuçların da doğmasını sağladı. Mumyalama uygulaması, en başından beri iki amaçla yapılmaktaydı. Birinci amaç, ölünün görünüşünde en az hasarla cesedin asıl dokusunu korumaktı. İkincisi ise sanki hayattaymış gibi ölünün suretini saklamaktı. İlk başta eğer mümkünse, cesedin kendisinin bir taklidini yapmaya çalışmak veya bu mümkün değilse bunun yerine cesedi sargılama veya büstünü yapma fikri çok doğaldı. Kısa süre içinde ilk mumyalamaların, insanın canlı olduğu haliyle farkına varılır bir şekilde benzerliğini korumadaki başarısından öte bir gücü olduğu kısa bir sürede fark edildi. Yine de zaman zaman böyle denemeler XXI. Hanedan zamanında sıklıkla yapıldı. Bu dönemde cerrahlar, seleflerinin belki de 2500 yıldır boşuna uğraştıkları şeye, nihayetinde kendilerinin ulaştığına ikna oldular.24
İlk Mumyalar
Mısırlıların mumyalama teşebbüslerinin bilinen ilk örneğinde (İkinci Haneden) ceset bedenin şeklini temsil edecek şekilde çok sayıda bandajla sarılır. 1892’de Profesör Flinders Petrie tarafından Medûm’da bulunan muhtemelen Beşinci Hanedan dönemine ait mumya, reçine zamkı sürülmüş üstünkörü bir bandajla sarılıdır; vücudun şekli, plastikle kalıba dökülmüştür. Yüzün modellenmesine,25 organların yeniden üretilmesine, kimliğin ve cinsiyetin anlaşılmasına hiçbir kuşku bırakmayacak kadar itina gösterilmiştir. Profesör Junker, bu uygulamanın ilginç çeşitlerini tasvir etmektedir.26 İki mezarda da vücutlar, alçıyla sıva yapılarak kaplanmıştır. Öncelikle ceset iyi bir keten kumaşla sarılıp üstüne sıva yapılmış ve en son bedenin şeklinde kalıba dökülmüştür (s. 252). Ancak diğer iki örnekte vücudun tamamı kaplanmamış, yalnızca başları alçıyla kaplanmıştır.

2. şekil: Cecil Firth tarafından yapılan suluboya tasvir. Medum’da bulunan ilk mumyalardan birinin Prof. Flinders Petrie tarafından yapılan tamirini gösteriyor. Mumya şu anda Londra’da Museum of the Royal College of Surgeons’da saklanıyor.

3. şekil: Teta Piramidi’nde bulunan bir yüz kalıbından alınan suret.
Profesör Junker, “Görünüşe bakılırsa baş; tatma, görme, koklama ve duyma aracı olduğu için vücudun en önemli kısmı olarak kabul ediliyordu,” diyerek bunun böyle yapıldığını öne sürmektedir. Ancak buna ilaveten, yüzün kişinin kimliğini göstermesi gibi çok bariz bir sebep de söz konusudur. Çünkü bu parçaların modellenmesindeki başlıca amaç, eğer yok edilmediyse, değişim geçiren bedenin şeklinin onarımıdır. Parçaların reçine ve alçı gibi sağlam maddelerle onarılmadığı diğer durumlarda baş, çarşafa sarılı bir şekilde modellenir ve yüzün canlıymış gibi görünmesi için gözler bunun üzerinden boyanırdı.
Bu olgular, ölünün parçalarını yeniden üretmek ve benzerliğini korumak için girişilen bu ilk çabaların sarılı mumyanın oluşmasını sağladığını açık bir şekilde göstermektedir. Böylelikle mumya, bedensel olarak ölüden artakalanları temsil eden bir tasvir oluşturma aracıydı. Cenaze merasimlerinin asıl manasına ilişkin kesin fikir ayrılıkları göz önüne alındığında bu gerçekleri hatırda tutmakta fayda vardır.
J. Quibell’in Sakkara’daki27 kazılar esnasında yapmış olduğu keşif, bu uygulamaların bir sonucu olarak Piramit Çağı’nda yeni bir yöntemin geliştirilmiş olabileceğini göstermektedir: Ölüden maske yapımı. Çünkü Quinbell, maskenin doğrudan Firavun Teta’nın yüzünden yapılmış olabileceğini bulmuştu.
Ayrıca bu sıralarda, ölen kişinin kafasının gerçek boyutlarıyla yeniden üretilmesi ve bunu mezar odasındaki gerçek bedenin yanına koyma uygulaması başladı. Adlandırıldıkları şekliyle bu “yedek kafalar” genellikle saf kireçtaşından yapılırdı. Ancak Junker, Nil Nehri’nin çamurundan yapılmış bir tanesine de denk gelmiştir.28
Junker, alçı kaplı kafalar ile yedek kafaların arasında yakın bir ilişki olduğuna inanmaktadır. İkisi de aynı fikrin dışavurumudur. Bu fikir, gerçek vücut tüm tanınabilir özelliklerini kaybettiğinde ölünün gerçek haline benzerliğini koruma fikridir. Uygulanan yöntemlerden bir tanesinin amacı gerçek vücut ve kopyayı bir nesnede birleştirmekken, diğer bir amaç ise cesetten ayrı olarak çürüdüğünde cesedin yerini alabilecek gerçeğine daha uygun tasvirler yapmaktır.
Junker daha başka şunları söyler: “Yedek kafaların (…) heykel odası ve muhtemelen hiç heykeli olmayan mezarlarda bulunma şansı ya hiç yoktur ya da çok azdır. Bütün vücudun heykeli tamamen, hiç olmadı kısmen, fikir daha sonra değişikliğe uğrasa da çürüyen vücudun yerini alması amacıyla yapılmıştır. Ölünün suretinin tümü gösterilmeye başlandığında (günümüzde genellikle serdab olarak adlandırılan özel gizli odalarda) yedek kafayı mastaba’ya koymak gereksizleşti.” Antik Mısırlılar serdab için pr-twt veya “heykel evi” diyorlardı. Bunlar, Mısırlılar tarafından ka-evi29 olarak bilinen mastaba içinde mezar mabedini şekillendiren bir grup odaydı.
Ölünün heykelini yapma geleneği tam olarak yerleştiğinde bile mumyanın şeklini onarma veya onu sarma fikrinden hiçbir zaman vazgeçilmediğini unutmamak gerekir. XVIII, XXI ve XXII. hanedanlar döneminde mumyanın bedeninin koruyucu bir şekilde sarılması ve yapay gereçlerle mumyaya gerçeğe uygun bir görüntü verme çabaları bunun kanıtıdır. Yeni İmparatorluk ve Roma İmparatorluğu dönemlerinde sarılı mumya kimi zaman heykelleştirilirdi. Ancak Mısır tarihi boyunca sarılı mumya için boyalı maske yapmak veya Hıristiyanlığın ilk zamanlarında ölünün basit bir tasvirini yapmak için bu uygulama pek yaygın değildi.

4. şekil: Piramitler Çağı’nda Mısırlı bir kadının tasvir heykeli.
Bu gelenek sayesinde, onun asıl değeri hiçbir zaman unutulmadı. Profesör Garstang, sarılı mumyalara boyalı maskeler takıldığı XII. Hanedan döneminde30 mezarlarda hiçbir heykel veya heykelciğin bulunmadığı gerçeğinin altını çizer. Görünüşe bakılırsa cenazeci, mumyanın31 gerçeğe uygun şekilde yapılan maskeleri sayesinde heykellerin yapılma amacını yerini getirdiğini fark etmişe benziyor. Ayrıca Yeni İmparatorluk döneminde, asıl mumyayı gerçeğe uygun bir hale getirmek amacıyla sarmak ve modellemek, heykel ihtiyacını gereksiz kılıyordu.