bannerbanner
Kızılderili Mitolojisi
Kızılderili Mitolojisi

Полная версия

Kızılderili Mitolojisi

Язык: tr
Год издания: 2024
Добавлена:
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
5 из 6

Bu listeyi daha fazla uzatmak hem yorucu hem de gereksiz olur. Ancak liste yine de tam olarak bitmiş değil. Bu sayıya nasıl evrensel bir şekilde kutsal bir özellik verildiğini ve bunun nasıl daima aynı şekilde dört ana yöne duyulan bir saygıya kadar izlenebilir olduğunu göstermek için, iki kıtada yaşayan kabilelerden ve her türlü kültür aşamasından (Kolombiya’nın Muyscaları ve Louisiana’nın Natchezleri, Guatemala’nın Kiçeleri ve Orinoko’nun Karipleri) çok sayıda örnek verilebilir. Sayının daha sıradışı bazı uygulamalardaki kullanımının gösterilmesi yeterli olacaktır.

Azteklere ve Mayalara özgü takvimlerde ayların, her biri çalışma günü kadar gün içeren dört haftaya bölündüğü; bunların göstergelerinin dört döneme ayrıldığı ve bu insanların dünyanın dört evreden geçmiş olduğuna inandıkları biliniyor.

Pek çok resim yazısında haftanın bu günlerinin sırasıyla kuzey, güney, doğu ve batı olarak yerleştirildiği ve Maya dilinde gösterge köşelerinin bunların benimsenmesinin sebebini ima ederek dört ana yönün isimlerini taşıdığı yeterince vurgulanmamıştır.92 Bu tesadüfi olamaz. Yılın dört mevsime bölünmesi (eski Aryan takviminin üçe bölünmesi gibi temelini doğadan almayan bir bölümlendirme) pek çok kabile arasında bilinmiyordu ama bu uygulama; Algonkinler, Çerokiler, Çoktavlar, Krikler, Aztekler, Muiskalar, Perulular ve Arukanyalılar tarafından çok eski zamanlarda benimsenmiştir. Mevsimlerin bitmek tükenmez kavgalar ve rüzgârlara hükmeden dört hava devinin değişkenlik gösteren talihi sonucu oluştuğu düşünülüyordu.

Bu tekdüze tekrarın ve sayının kutsallığının püf noktasını mitolojide ve dahası, bunu kan gücünün veya denetleme niteliğinin üzerinde olan dini duyguların doğal ifade biçimlerinde aramalıyız. Bu biçimlerden biri, gördüğümüz üzere, ilahın rüzgârla özleştirilmesine yol açmıştır ve bu özdeşlik, meseledeki muammayı çözecek olan şeydir. Evrensel olarak, dört ana yönün ruhlarının o yönlerden esen rüzgârların içinde olduğu hayal edilmiştir. Bu yönlerin ve bunlara denk gelen rüzgârların isimleri genellikle aynıdır ve aynı olmadığında da bunlar arasında çok sıkı bir ilişki mevcuttur. Sözgelimi Mayaların, Huastekaların ve Orta Amerika’daki Moseoların dillerini ele alalım. Bu dillerin hepsinde kuzey kelimesi kuzey rüzgârı ile eşanlamlıdır ve bu durum diğer üç yön için de geçerlidir. Veya yine Dakotaların dilinde “gökkubbenin dört köşesi” olarak çevrilen tate-ouye-toba kelimesi, kelimesi kelimesine “dört rüzgârın geldiği yer” anlamına gelir.93 Bu liste kolaylıkla genişletilebilir ama bu kadar örnek yeterlidir. Hava hareketlerinin düşüncede ve dilde ruhun etkinlikleri ve Tanrı düşüncesiyle ne kadar yakından ilişkili olduğunu hatırlayalım. Bu ilişkinin; şimşeklere ve fırtınalara, yüzleri serinleten meltemlere, ormanları yerle bir eden kasırgalara sebep olan rüzgârların gücünden nasıl bir destek bulduğunu; rüzgârların tohumu verimli kılmak ve buruşmuş yapraklara hayat vermesi için yağmuru nasıl çağırdığını; avcılara avı takip etmeleri için nasıl yardımcı olduğunu ve değişen mevsimlere nasıl öncülük ettiğini; insanın rahatı ve yaşamıyla nasıl da yakından ilgili olduğunu düşünelim. Bunları düşündüğümüzde rüzgârların doğanın çocuğunun zihninde diğer tüm tanrıların yerini işgal etmiş olması tuhaf görünmeyecektir. Özellikle yağmur getiren veya yağmuru engelleyen tanrılar. Azteklerin yağmur tanrılarına duaları, “Yeryüzünün dört köşesinde (kuzeyde, güneyde, doğuda ve batıda) oturan sen,” diye başlamaktaydı.94 Zira yiyecekler yani insanın hayatı, deyim yerindeyse, uygun gördüklerinde bağışlamak veya mahrum etmek üzere gökte depolanmış bir halde bu tanrıların yetkisindeydi. Eski peygamberleri ölülerin ruhlarını kuru kemikli vadiye geri çağırmaya yönlendiren bunlardı. “Bize rüzgârdan haber ver insanın oğlu, rüzgârdan haber ver, rüzgârlara söyle, böyle dedi dört rüzgârdan ortaya çıkan Yüce Tanrı, ey nefes, bu maktullerin üzerine es ki yaşayabilsinler.” (Ezek. Xxxvii. 9.).



Eskimo din adamları, aynı amaçla en yüce varlık olarak Sillam Innua’ya (Rüzgârların Sahibi) dua ederlerdi. Ölüler diyarına Silliam Aipane (Rüzgârların Evi) diyorlardı. Hastaya yeni bir ruh çağırdıklarında veya belalı bir ruha evine geri dönmesini buyurduklarında dualarını her zaman, dört ana yönden esen rüzgârlara yöneltiyorlardı: Pauna’ya (doğu), Sauna’ya (batı), Kauna’ya (güney) ve Auna’ya (kuzey).95

Bunlar yağmur getiriciler, hayat vericiler oldukları için bunları ırkımızın babaları olarak adlandırmak abartılı bir metafor değildi. Kıta üzerindeki neredeyse her ulus, köklerinin dört erkek kardeşe dayandığına dair anlaşılması güç bir geleneğe sahip gibi gözüküyor. Buna göre, bir zamanlar dört lider veya prens tarafından yönetiliyorlar veya bir şekilde eski geleneksel tarihlerini dört önemli kişiliğin görünüşü ve eylemleriyle ilişkilendiriyorlardı. Mitler, kimi zaman bu efsanevi karakterleri rüzgârların ruhları olarak açık bir şekilde tanımlar, bazense onları çirkin, anlamsız metaforlarla gizler. Kimi zamansa yine onları gerçek tarihin içine öylesine serpiştirir ki kurguyu gerçeklerden ayıran çizgiyi nereye çekeceğimizi bilemeyiz.

Bu mitin gelişimini, en basit söyleminden başlayarak adım adım takip etmeye çalışacağım. Başlarda ayrıntılı anlatılar ve kültürlü ulusların daha belirgin kişileştirmeleriyle mitin gerçek anlamını gizleyen bir şey yoktur. Ancak daha sonra bu mit, ana hatları belirginleşince kendisini dünyaya gerçek tarih olarak yutturmuştur.

Mitin en basit formuna yalnızca Algonkinlerde ve Dakotalarda rastlanır. Bu iki halk, kökenlerini dört ataya kadar geri götürür. Bunlar; evrenin ilk oluşumlarından çeşitli şekillerde sorumlu olan, insan mı tanrı mı olduklarının ayrımı tam olarak yapılmamış ama çok kesin bir şekilde dört rüzgârla özdeşleştirilen karakterlerdir. Dünyanın, üreme süreciyle veya diğer bazı belirsiz yollarla bunların birinden mi yoksa hepsinden mi nüfuslandığı hakkında eskiler bir şey söylememiş veya aynı fikirde değillerdir.96

Kriklere gelindiğinde durum daha karmaşıktır. Krik mitinde yeryüzünün dört köşesinden gelen dört insandan bahsedilir. Bu insanlar, onlara kutsal ateşi getirmişler ve yedi kutsal bitkiden bahsetmişlerdir. Bunlara Hi-you-yul-gee deniyordu. Onlara bu hizmeti yaptıktan sonra bu cömert ziyaretçiler bir bulutun içinde kaybolmuş ve geldikleri yere geri dönmüşler. Bir başka ve daha eski bir efsaneye göre Krikler ilk başta dört klana ve dört kadın atadan gelen bir soya bölünmüştür. Bu dört atanın, dört ana yönden gelen arkadaş canlısı dört koruyucu olduğu açıktır.97

Haiti’nin kadim sakinlerinin, İspanyollarla ilk kez karşılaştıklarında, soylarına ilişki benzer bir hikâyeleri vardı. Peter Martyr, bu hikâyeyi hikâyenin saçmalığı için çeşitli özürler ve gülünçlüğü hakkında uyarlarla anlatmaktadır. Belki de bu hata, anlam eksikliğinden daha çok onun kavrayışındaki eksiklikten kaynaklanıyordu. Hikâye mealen şöyleydi: insanlar mağaralarda yaşıyorlardı ve güneşin kavurucu ışınları tarafından yok edilmişlerdi. Türlerini devam ettirme şanslarından, yılan balıkları kadar hızlı ve kaypak olan dört kadına yakalanıp onlara tabi oluncaya kadar mahrumdular. Bu kadınlar, insan ırkının analarıdır. Veya yine, bir kralın yeryüzünün tüm suyunu içinde barındıran kocaman bir kabağı olduğu söyleniyordu. Dünyaya tek seferde gelişleri annelerinin canına mal olan dört erkek kardeş, balık tutmak için kabağın içine maceraya atıldılar, balıkları tuttular ama yaşlı kralın gelişiyle korkarak balığı yere düşürdüler. Balık parçalara ayrıldı ve suyu yeryüzüne saçtı. Böylece şimdiki denizler, göller ve nehirler oluştu. Bu kardeşler zamanla bir ulusun babaları haline geldiler ve inanışlarına göre insanlar onların soyunu takip ettiler.98 Gördüğümüz önceki örnekleri hesaba kattığımızda, bu dörtlü grubun içinde bir kez daha dört rüzgârı (çok hızlı ve çok hareketli yağmur getirenler) görmek için canlı bir hayal gücüne gerek yoktur.

Navaholar, Kuzey Meksika’da yaşayan yabani bir kabiledir. Mealen şöyle bir alegorileri vardır: İlk insan güve solucanı şeklinde yerden çıktığında ana yönlerin dört ruhu zaten oradaymış ve bu ruhlar onu bağırarak selamlamışlar, “Hey, o bizim ırkımızdan.”99 Bu, aynı eski hikâyeyi anlatmak için basit ve zayıf bir girişimdir.

Haitililer, Yucatanlı Mayalarla muhtemelen akrabaydı. Mayalar, kesinlikle onların efsanelerini paylaşıyorlardı. Zira Bay Stephens’ın seyahatleri sırasında bulduğu antik bir el yazmasına göre Tutul Xiu denilen dört ebeveyni veya lideri anımsıyor gibi gözüküyorlar. Bununla birlikte bu aslında, Orta Amerika ve Meksika’nın tüm medeni uluslarının bir özelliğiydi. Mitlerle ilgili tesadüfi bir yorumlamayı kabul etmek istemeyen bir yazar, buna şaşkınlıkla değinir: “Aztek ve Toltec tarihlerinin hepsinde sürekli ortaya çıkan dört karakter vardır. Bunlar rahip veya tanrıların elçileri olarak ya da gizli ve kılık değiştirmiş kral; göç sırasında kabilelerin rehberleri ve şefleri ya da krallıklarının kurulmasından sonra kral olarak görünürler. Hatta fetih zamanında bile Guatemala’da veya Meksika’da her zaman, yüce hükümeti oluşturan dört prens vardır.”100 Bu dörtlü bölünme, ortak bir tarihe değil, ortak bir yapıya işaret eder. Sayıca dört tane olup tüm antik efsanelerde rol oynayan eski kahramanlar ve yarı tanrılar etten kemikten insan değillerdi, bereketli yağmurları getiren görünmez hava akımlarıydı.

Bunlar, Yucatek mitolojisinde devasa karyatidler101 gibi üstten sarkan gökyüzünü destekleyerek dünyanın her bir köşesinde tek başına durması gereken dört tanrı Bacab’ın dengiydi. Büyük tufanda diğer bütün tanrılar ve insanlar sular tarafından yutulurken insan ırkını yeniden türetmek için yalnızca bunlar kaçmışlardı. Kan, Muluc, Ix ve Cauac isimleriyle bilinen dörtlü; sırasıyla doğuyu, kuzeyi, batıyı ve güneyi temsil eder ve Doğu sembolizminde olduğu gibi burada da pusulanın her bir yönü bir renkle belirtiliyordu. Doğu sarı, güney kırmızı, batı siyah ve kuzey beyazla temsil edilmişti. Bu gizemli kişiliklerin isimleri kısmen bizim Dominikal harflerle102 yaptığımız gibi kullanılarak Maya takvimine uyarlanmıştı ve bunların uğurlu veya uğursuz kombinasyonlarıyla yargı astrolojisi sistemleri düzenleniyordu. Bunlar yağmur tanrılarıydı ve Chac (Kızıllar) unvanıyla en yüce güçlerden sorumlu baş görevlilerdi. Bu bakımdan dini merasimlerde dört yaşlı adam tarafından temsil ediliyorlardı. Baş rahibe resmi işlerinde sürekli yardımcı olan görevlilerdi.103 Kızılderililerin en medeni olan bu kolunda, başka her yerde olduğu gibi, ulusal efsanelere, sanatlara ve bilimlere özgün bir dış görünüm kazandırarak diğer karakterlerden daha çok öne çıkan dört mitolojik karaktere rastlıyoruz. Bir kez daha bunlar arasında dört ana yönün ve dört rüzgârın kişileştirilmelerini şaşmaz işaretlerle fark ediyoruz.

Gerçek karakterlerinin bütünlüğünü kaybettiklerine nadiren rastlarız. Kiçe efsanelerinde, ilk defa Cennet’in Kalbi Hurakan (Hareketli Hava) tarafından yaratılan dört insanın, son derece keskin gözlü ve hızlı olduklarını anlatılır: “Gökyüzünün ve yeryüzünün dört köşesinde ve dört açısında var olan her şeyi ölçer ve görürlerdi.” Yaratıcılarının “hasat mevsimi yaklaştığında ortaya çıkarmak ve üretmek” tasarımını gözlerine bir bulut esinceye, yüzleri aynada nefes alırkenki gibi görününceye kadar yerine getirmediler. Daha sonra türümüzün dört anasını onlara eş olarak verdi. İsimleri şunlardı: Alçalan Su, Güzel Su, Yılanların Suyu ve Kuşların Suyu.104 Bu anlatıda apaçık bir mitten başka bir şey görebilen kişi, Euhemeros’u bile hayrete düşürecek kadar realisttir.

Bu Aztek efsanelerinde söz konusu ilk insanların dışında, doğanın işleyişi hakkında derin bir düşünüşün izini taşıyan, ilkine dünyevi anlayışın semavi aşaması olarak karşılık gelen dörtlü bir grup vardır. Bu, her şeyin var olmasından sorumlu bir Yüce Neden’i oluşturan dört kişilikte görülür (veya belki de eylem şekilleri demeliyiz): Harukan, nefes, rüzgâr, İlahi Ruh. Bunlar; yaratan, biçim veren, hayat veren ve çoğaltandır.105

Rüzgârların hareketleriyle ilgili kadim inancın kisvesine bürünmüş doğal yaşamın kökeni ve yasalarıyla ilgili bu önemli ve olağanüstü inceleme, karşılaşmayı pek beklemediğimiz derin bir düşünceyi ortaya çıkarır. Belki de Kızılderililerde metafizik benzeri bir şeyin tek örneğidir. Bu, Kiçe efsanelerinin daha eski bölümlerinde açıkça görülür ve iki çevirisinde de kaybolmuş olmasına rağmen kesinlikle yerli kökenlidir.

Nereye gidersek gidelim aynı hikâyeyle karşılaşıyoruz. İnka İmparatorluğu, kayıt işinden sorumlu Amauta isimli rahiplerin kutsal ilahilerinde dört erkek kardeşe ve onların eşlerine dayandırılıyordu. Bu mitolojik medenileştiricilerin Pacari tampu denilen bir mağaran çıktıkları söylenir. Pacari tampu “Varoluş Evi” anlamına gelebilir ve bunlar, Aztek efsanesinde insanlar için dünyayı Tonacatepce’den (bizi var eden dağ) yaratan dört kahramanı anımsatır. Tonacatepce, Şafağın Konutları anlamına gelebilir (zira bu mitolojik isimlerin pek çoğu gibi bu da çifte bir yapı taşıması için bilerek seçilmiş gibi gözüküyor) ki bu, ulusun doğduğu yer olarak Uzakdoğu’da Tula’ya işaret eden bir başka Aztek efsanesini anımsatıyor. Mağaranın kendisi dikkatli okurlara Eolus mağarasını anımsatır veya İrokuaların, efendilerinin içinde rüzgârları hapsettiğini anlattıkları mağarayla kıyaslanabilir.106 Bu kardeşler, ortak bir soydan gelmiyorlardı. Sesleriyle yeryüzünü titretebiliyor, elleriyle dağları bir araya yığabiliyorlardı. Gök gürültüsü tanrısı gibi tepelerin üstünde duruyorlar ve yeryüzünün dört köşesine sapanla taş savuruyorlardı. Bir tanesi yenilince yukarıya, gökyüzüne kaçıyor veya taşa dönüşüyordu. Arazinin sahibi olan vahşilerin barbarca alışkanlıklarından vazgeçip toprağı sürmeye başlamalarını sağlayan şey, bunların yardımı ve nasihatiydi. Hiç şüphe yok ki bu hikâye, uzun zamandır izini sürdüğümüz Protean mitinin başka bir versiyonun ibarettir.107

Kıtadaki diğer pek çok kabile arasında aynı efsanenin izlerine rastlıyoruz ancak elimizde inceleme yapmak için yeterli güvenilir veri yok. Bunlardan dipnotta bahsetmek yeterlidir. Çünkü anlamlarını çözebilirsek bunların da bizi dört rüzgâra götürme ihtimali çok yüksektir.108

Bununla birlikte kimse, insanın kökenine ilişkin tek mitin bu olduğunu düşünmesin. Bu, pek çok mitten yalnızca bir tanesiydi. Zira, daha sonra göstermeye çalışacağım üzere, böyle mitlerin oluşumunu yöneten yasalar büyük biçim uyuşmazlıklarına izin vermekle kalmaz, aynı zamanda bunu dikte ederdi. Yağmur getiriciler olarak rüzgarların hareketini ifade etmek için yaratıcı hayal gücünün değindiği tek görüntü olmaktan da aynı derecede uzaktı. Bunlardan çok vardı, ancak hepsi çift yönlü (yeryüzünün köşelerinden veya dışarıdan merkezi noktaya doğru esmesi gereken rüzgârlar olarak) bir ayrıma dahil edilebilir. Bunlardan şu şekillerde bahsedilir: Dünyevi düzlemin köşelerinde duran ve yağmur püskürten tosbağalar,109 gökkubbeyi ayakta tutan ve devasa ciğerlerinden rüzgârlar üfüren dört tane kocaman karyatid,110 ilkel dünyanın sularını boşaltarak yüksekteki kırık su kabağından akan dört nehir,111 cennetten mısır getiren dört hayvan,112 hava tanrısının gönderdiği dört elçi ve (daha inceliksiz bir kinaye yöntemiyle) ana yönlere doğru fırlatılır fırlatılmaz yabani pirinç, tütün ve mısıra dönüşen tükürük.113

Cennetin yüksek tepesinde oturan dünyanın efendisinin sarayından sürekli olarak, yeryüzüne hayat verip onu bereketlendiren dört rüzgâr eser ve dört nehir akar. Eski İran mitlerinde tüm besleyici nehirlerin ana yönlere doğru dalgalandığı yerde tanrısal bir çeşmeden (Ahura Mazda’nın bakire kızı Arduisur) bahsedilir. Tibetliler, kutsal Himavata dağının üzerinde hayat ağacı Zampu’nun yetiştiğine ve bu ağacın köklerinden çıkan hayat suyunun dört akarsuyla dünyanın dört köşesine doğru aktığına inanır. Ayrıca aynı hikâye Kouantun Dağı’ndaki Çinliler, Meru Dağı’ındaki Brahmanlar ve Kafkasya’daki Elburz Dağı’nda yaşayan Persler tarafından da anlatılır.114 Bütün uluslar, kutsal dağlarını “dünyanın merkezi” olarak adlandırır; bunun sebebi yalnızca kutsal dağın yaşanabilir dünyanın merkezi olduğuna inanılması değil ayrıca bu sayede, tıpkı göbek kordonundan geçen cenin gibi, yeryüzünün bereketlenmesidir. Bunlar her şeyden çok; bereketli, keyif ve huzur verici manzaralar ve ebedi gençlik olarak düşünüldü. Orada şifalı sular aktı, hayat ağacı çiçek açtı. Buralar, tanrıların ve insanların buluşma noktası için uygundu. Böylelikle, yeryüzü cennetinin hikâyesi oluştu: Feridun’un gül bahçesi ve dünyanın cennet bahçeleri. İsim, kökeni gösterir. Zira paradise115

Конец ознакомительного фрагмента.

Текст предоставлен ООО «Литрес».

Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

1

Waitz, Anthropologie der Naturvölker, s.256.

2

Carriere, Die Kunst im Zusammenhang der Culturentwickelung, s.66.

3

Doğrusunu söylemek gerekirse Afrika’nın bası kıyısında yaşayan Yebuların çokbireşimli bir dil konuştukları ve diğer taraftan Meksika’da yaşayan Otomilerin Çince gibi tek heceli bir dilleri olduğu söylenir. Max Meuller daha da ileriye giderek Turan dillerinde bitişme süreci denen şeyin Amerika’da çokbireşimli olarak adlandırılan şeyle aynı olduğunu ileri sürer. Bu görüş, kabul edilemez. İlkinde kökler aynı kalıp biçimlendirici unsur alırlar ve ön ekler kullanılmaz; ikincisindeyse ön ekler yaygındır ve biçimlendirici unsurlar kökle harmanlanır. Her ikisi de yapısal değişiklik geçirir. Bunlar çok önemli ayrımlardır.

4

Gaius Cornelius Tacitus MS 56-120 yılları arasında Roma’da yaşamış hatip, avukat, senatör ve tarihçidir. İmparatorluğun kuzeyindeki Germenler üzerine yazdığı eserleriyle tanınır. (ç.n.)

5

Grimm, Geschicte der Deutschen Sprache, s. 571.

6

Quarto 4’e 4 ölçülerinde basılan kitaplardır. Tam bir kâğıdın bir yüzüne 4, öteki yüzüne de 4 sayfa basılıp katlanır ve 8 sayfalık formalar elde edilir. (ç.n.)

7

Peter Martyr d’Anghiera (1457-1526), Keşifler Çağında İspanya hizmetinde görev alan İtalyan bir tarihçiydi. (ç.n.)

8

Peter Martyr, De Insulis nuper Repertis, s. 354, 1574.

9

Bunlara Waitz’de rastlanabilir, Anthrop. Der Naturvoelker, iv, s. 173.

10

Tomás de Torquemada (1420-1498), İspanya kralı V. Ferdinand döneminde görev yapan İspanyol engizisyonu lideri. (ç.n)

11

Bu konuda tek kaynak: Diego de Landa, Relacion de las Cosas de Yucatan. Ed. Brasseur, Paris, 1864, s. 318. Bu açıklama, orijinal metinde son derece belirsizdir. Buna yalnızca, yazarın dedikleri bir şey ifade ediyormuşçasına bir anlam verdim.

12

Humboldt, Vues des Cordillères, s.72.

13

Desjardins, Le Pérou avant la Conquête Espagnole, s.122: Paris, 1858.

14

Ximenes tarafından verilen bir örnek, Origen de los Indios de Guatemala, s. 166: Viyana, 1856.

15

George Copway, Traditional History of the Ojibway Nation, s. 130, London, 1850.

16

Morse, Report on the Indian Tribes, s.352.

17

Kâğıda döktüklerimi, hafızama da kazırım. (ç.n)

18

Gomara, De Ayllon’ın Atlantik kıyısında Hatteras Burnu yakınlarında geyik sürüsü güden ve bunların sütüyle peynir yapan kabileler bulduğunu ileri sürmektedir (Hist. de las Indias, s.43). Bu ifadeye hiç önem vermiyorum. Bundan bahsetmemim tek sebebi, bu bölgede yaşayan artık nesli tükenmiş kabileler hakkında diğer bazı ilginç bildirimlerle bağlantı kurmaktır. Hem De Ayllon hem Lawsom, bu insanların çok açık tenli olduklarından bahseder. Lawsom; sarı saçlı, mavi gözlü ve açık tenli pek çok insan görmüştür; bu insanlar patates (veya yer fıstığı), tütün ve pamuk yetiştiriyorlarmış (Humboldt); zamanı, altmış parçaya ayrılmış ahşap disklerle hesaplıyorlarmış (Lederer); ve bu en ölçülü tespit, İzlanda Destanlarında İskandinavyalı deniz gezginlerinin on birinci yüzyılda kendi ten renklerine sahip, örme uzun kıyafetler giyen ve en az kendileri kadar medeni olan insanlar buldukları gizemli Beyaz İnsanın Diyarı veya Büyük İrlanda’yı tam da bu enleme yerleştirmektedir.

19

Eskimo ismi, Algonkin dilindeki Eskimantick (çiğ et yiyiciler) kelimesinden gelmektedir. Eskimoların bir zamanlar Atlantik kıyısının epey güneyine hâkim olduklarına inanmamız için geçerli sebebimiz var. İskandinavyalılar, 1000 yılında muhtemelen Rhode Island yakınlarındaki Vinland’ın, yerlileriyle karşılaştılar ve bu insanlar Labrador’dan bildikleriyle aynı ırktı. Bunlara Skralingar (ufak tefekler) diye hitap ediyorlar ve onları çok sayıda ve kısa boylu olarak tarif etmekteler (Eric Rothens Saga, Saganbibliothek, s.214). İlginçtir ki, yaklaşık 1300’lerde Virginia kıyılarına yerleşen Tuscaroraların efsaneleri, orada karşılaştıkları ırktan çiğ et yiyiciler ve mısırdan bihaber olarak bahsetmektedir.

20

Richardson, Arctic Expedition, s. 374.

21

Washington Üniversitesi’nden merhum Profesör W. W. Turner ve Berlin Üniversitesi’nden Profesör Buschmann, bu geniş çapta dağılmış ailenin sınırlarını izleyen iki akademisyendir. İsimleri, Britanya Amerika’sındaki Athabasca Gölü’nden gelmektedir.

22

Çeroki dili, İrokua diliyle sınırlı sayıda ortak kelimeye sahiptir ancak dildeki yapısal benzerlik yakındır. İsmin kökeni bilinmiyor. İsim şüphesiz, Tellico, esasen Tsaliko, Nehri’ninkiyle neredeyse aynı şekilde (Ramsey, Annals of Tennessee, s. 87), çoğul bir form olarak Tsalakie şeklinde yazılmalıdır. Adair’in cheera (ateş) sözcüğünden türetimi faydasızdır, zira dillerinde böyle bir kelime yoktur.

23

Algonkin tabiri, agomeegwin’in (diğer kıyının sakinleri) bozulmuş hali olabilir. Genellikle eş anlamlı olarak kullanılan Algic, Bay Schoolcraft’ın “Alleghany ve Atlantic” sözcüklerinden türettiği bir sıfattır (Algic Rescearches, ii, s. 12). Bunu kabul etmek için hiçbir sebep yok. Algonkin hem isim hem de sıfat olarak kullanılabilir. İrokua, yerli dilindeki hiro ile koue kelimelerinin Fransızca bir birleşimidir. Bunlar bir kabul veya beğeni nidası olarak kurultaylarında sıklıkla duyulan tabirlerdi.

24

Apalachian; Krikçe büyük deniz, okyanus anlamına gelen apala ile insan anlamındaki chi ekinin birleşimi olan iki kelimeden oluşmaktadır ve okyanus kıyısında ikamet edenler anlamına gelmektedir. Natchezlerin Mayaların soyundan geldiğini tahmin edip yüz kadar Natchez sözcüğünü Maya lehçelerindeki eşdeğerleriyle dikkatli bir şekilde inceleyerek kanıtlayan ilk kişiyim. Bunlar arasında beş tanesi, Panuco Nehri ahalisi Huastecaların diline özgü kelimelerle, on üçü Huasteca ve Maya ile ortak kelimelerle, otuz dokuzu ikinci dilde benzer anlama gelen kelimelerle az çok belirgin benzerliklere sahiptir. Bu benzerlik; bir, iki, dört, yedi, sekiz, yirmi gibi sayılarla örneklendirilebilir. Natchez dilinde bunlar şöyledir: hu, ah, gan, uk-woh, upku-tepish, oka-poo. Maya dilinde ise şöyledir: hu, ca, can, uk, uapxa, hunkal (bkz. Am. Hist. Mag., New Series, cilt I, s. 16. Ocak 1867).

25

Yerli dilinde Dakota, arkadaşlar veya müttefikler anlamına gelir.

26

Rep. Of the Commissioner of Indian Affairs, 1854, s. 209.

27

Professor Buschmann’a göre Aztek kelimesi muhtemelen iztac (beyaz) kelimesinden gelmektedir ve Nahuatlacatl, Naguatl (temiz ses) dilini konuşanlar anlamına gelmektedir. Bununla birlikte Abbé Brasseur (de Bourbourg) ikinci kelimeyi Kiçece nawal (zekâ) kelimesinden türetmekte ve şu inanılmaz bilgiyi eklemektedir: Bu kelime, İngilizce know all (hepsini bil) ile özdeştir (Hist. du Mexique. s.102). Onun teorisine göre, Orta Amerika’nın birçok dili; İngilizce, Almanca ve akraba diller gibi eski Indo-Germen kolundan gelmektedir. Toltecatl kelimesinden gelen Toltec, Tollan’ın sakinleri anlamına gelir (ikincisi tolinden geliyor olabilir) ve sazlık yeri ifade eder. Genellikle Toltecatl’a atfedilen zanaatkâr ifadesi, daha geç tarihlidir ve bu eski halkın ünlü sanatsal yeteneğinden gelir (Buschmann, Aztek. Ortsnamen, s.682: Berlin, 1852). Tolteklerden genellikle Nahuaların öncülü olarak bahsedilir ancak Tlaskaltekler ve Cholula yerlileri aslında Tolteklerdir, tabi bu ikinci isme yalnızca mitolojik bir anlam vermediğimiz taktirde. İki Aztek kolunun ilk göçleri ve ilişkileri, laf arasında, hala tamamen belirsizdir. Şoşoniler, kendileriyle ilk kez karşılaşıldığında Missouri’nin engin suları kadar kuzeyde ve şu anda Black Feetlerin oturduğu arazide yerleşiklerdi. Komançi, Wihinasht, Utah ve benzer grupları içeren dillerinin Azteklerin diliyle pek çok göze parçan benzerliği olduğu ilk kez Profesör Buschmann tarafından büyük çalışmasında gösterilmiştir, Uber die Spuren der Aztekischen Sprache im nördlichen Mexico und höhren Amerikanischen Norden, s.648: Berlin, 1854.

На страницу:
5 из 6