bannerbanner
Latin Amerika Mitolojisi
Latin Amerika Mitolojisi

Полная версия

Latin Amerika Mitolojisi

Язык: tr
Год издания: 2024
Добавлена:
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
3 из 5

IV. Yüce Tanrılar

Kozmik ve astral tarafta Aztek panteonunun egemen güçleri, Yeryüzünün Ağzı Açık Çeneleri, kuşatıcı bir Büyük Yılan olan Deniz ve Yeraltı Dünyası’nın Kurukafa Tanrısı’dır. Yukarıda ise Güneş, hayat bahşedici ışınlarının kuşağını giyer. Ay, bir tavşan tarafından işaretlenmiş olarak temsil edilir (çünkü Meksika efsanesine göre Ay, Güneş kadar parlak bir şekilde parlarken Güneş, Ay’ın yüzüne bir tavşan fırlatarak onu karartır). Ve son olarak Büyük Yıldız, “Şafak Evindeki Efendi”, Venüs gezegeni, karakteristik olarak kırmızı ve beyaz çizgili bir gövdeyle, şimdi Sabahyıldızı, şimdi Akşamyıldızı olarak gösterilmiştir. Güneş ve Venüs, Ay’dan çok daha önemlidir. Çünkü onların devir süreleri (sırasıyla 365 ile 584 gün) Tonalamatl (260 gün) ile birlikte takvim hesaplamalarının temelini oluşturur. Uzayın dört anayönünün ve zamanın bölümlerinin idarecileri, bu kozmos tanrıları altında çok sayıda karmaşık gruplar halinde sıralanmıştır.

Ancak kozmik bakımdan bu kadar önemli olan tanrılar, politik ya da mitolojik olarak aynı ölçüde önemli değildir çünkü Az-teklerin büyük tanrıları, bilinçli olarak politik olan diğer halklarınki gibi devlet yönetimi faaliyetlerine (savaş, tarım ve siyasi kader) başkanlık edenlerdi. Aztek başkentindeki merkezi teocalli, egemen kabilenin savaş tanrısı ve ulusal tanrısı olan Huitzilopochtli’nin tapınağıydı. Bernal Diaz’ın tarif ettiği pazaryerinin üstündeki teocalli, savaş tanrısının annesi Coatlicue’ye, tüm Nahua kabilelerinin her şeye gücü yeten tanrısı Tezcatlipoca’ya adanmıştı. İkinci bir tapınak ise yağmur tanrısı Tlaloc’a adanmıştı. Geleneğe göre Tlaloc inancı, ilk Nahuaların gelişinden daha eskiydi. Piramidal formdan ziyade dairesel olarak inşa edilmiş üçüncü bir tapınakta, belki de en eski tanrı olan rüzgâr ve havanın efendisi Quetzalcoatl’ın (“Tüy-Yılan”) türbesi vardı. Bunlar (Huitzilopochtli, Tezcatlipoca, Quetzalcoatl ve Tlaloc) Aztek panteonundaki pitoresk vurguda üstün olan tanrılardır.

1) Huitzilopochtli

Huitzilopochtli’nin büyük teocallisi Tenochtitlan’ın merkezindeydi ve 1486 yılında, son Montezuma’dan önceki İmparator Ahuitzotl tarafından çok sayıda tutsak savaşçının (tarihçilere inanacak olursak altmış ila seksen bin) kurban edilmesiyle hizmete açıldı. Piramidal yapının platformunda, savaş tanrısının tapınağını ve aynı zamanda (pazaryerindeki tapınak durumunda olduğu gibi) bir Tlaloc tapınağını taşıyan, geleneğe göre bin savaşçılık bir alan vardı. 1520’de Cortez ve arkadaşları en pitoresk savaşlarını burada verdiler; tapınak merdivenlerini tırmandılar, zirveyi dört yüz kadar Aztek savaşçısından temizlediler, tapınakları yaktılar ve tanrıların putlarını aşağıdaki kaldırımlara fırlattılar. Fetihten sonra tapınak yerle bir edildi ve hâlâ Meksika Şehri’ni süsleyen Katedral, batıl inançlar için muhtemelen dünyadaki herhangi bir yerden daha fazla insan kanının döküldüğü bir yerin üzerine veya yakınına dikildi.

Savaş tanrısının ismi Huitzilopochtli (ya da Uitzilopochtli), ima ettiği şey bakımından tuhaf bir şekilde masumdur: “Güneyin Sinek Kuşu” (kelimenin tam anlamıyla, “Sol Tarafın Uğultulu Kuşu”, zira Nahualar, yönleri adlandırırken güneye güneşin “sol”u derler). Sol bacağındaki sinek kuşu tüyleri, tanrısallık işaretinin bir parçasını oluşturuyordu; ateş yılanı, Xiuhcoatl başka bir semboldü ve taşıdığı mızrak fırlatıcı yılan gibi bir şekle sahipti; silahları arasında kuş tüyü toplarla donatılmış oklar vardı. Tutsak savaşçıların, kurban kayasına zincirlenmiş halde ucu açık silahlarla silahlandırıldığı ve Aztek şampiyonlarıyla ölümüne savaşmaya zorlandıkları gladyatör kurbanları onun şanına yakışırdı. Yerli masalların en romantiklerinden biri, Tlascalan reisi Tlahuicol’un kurnazca yakalanmasını anlatır. Tlahuicol, o kadar ünlüydü ki Montezuma ona her zamanki gibi kurban edilerek ölmek yerine vatandaşlık teklif etti ve hatta onu Tlascalan’ın kayda değer zaferler kazandığı bir askeri seferin başına gönderdi. Ancak reis, bir savaşçının kurban taşında ölme hakkını iddia ederek tüm lütuf tekliflerini reddetti ve sonunda, üç yıllık esaretten sonra Montezuma, çok istenilen ayrıcalığı kabul etti. Tlascalan’ın nihayet yenilmeden önce sekiz Aztek savaşçısını öldürdüğü ve yirmisini yaraladığı söyleniyor. Tlascalan tanrısı Camaxtli, Tarascan Curicaveri, Chichimec Mixcoatl ve Tepanec ve Otomi’nin kabile tanrısı Otontecutli veya Xocotl’un, Huitzilopochtli ile aynı olmasa da benzer olduğu belirtilebilir.

Sahagun’un aktardığı Huitzilopochtli’nin doğum efsanesi, tanrısallık karakterine ışık tutar. Coatepec’te (Yılanlı Dağ) yaşayan annesi Coatlicue (Yılan Dokuma Etekli Kadın), Coyolxauhqui (Yüzü Çanlarla Boyanmış Olan) adında bir kızdan ve birçok oğlandan oluşan bir aileye sahipti. Bu çocuklar birlikte Centzonuitznaua (Dört Yüz Güneyli) olarak bilinirler. Kadın, bir gün dağda kefaretini öderken üzerine bir tüy yumağı düştü ve bunu koynuna koyduktan kısa bir süre sonra hamile olduğu görüldü. Coyolxauhqui tarafından teşvik edilen oğulları, içine düştüklerini düşündükleri utancı ortadan kaldırmak için annelerini öldürmeyi planladılar ama Coatlicue korkmuş olsa da doğmamış çocuk ona korkmamasını emretti. Dört Yüz’den biri hainlik ederek henüz doğmamış olan Huitzilopochtli’ye, düşman kardeşlerin yaklaşmakta olduğunu bildirdi. Onlar gelir gelmez tanrı, tam teçhizat bir şekilde doğdu. Mavi bir kalkan ve cirit taşıyordu, dudakları maviye boyanmıştı, kafası kuş tüyleriyle ve sol bacağı sinek kuşu tüyleriyle süslenmişti. Hizmetçisine yılan şeklinde bir meşale yakmasını emretti. Bu, Xiuhcoatl ile Coyolxauhqui’yi öldürdü ve vücudunu yok ederek başını Coatepec’in zirvesine yerleştirdi. Sonra silahlarını alarak Centzonuitznaua’yı kovaladı ve öldürdü, aralarından çok azı Güney’deki Uitztlampa’ya (Dikenli Yer) kaçmayı başardı.

Bu mit, görünüşe göre Huitzilopochtli’yi güney güneşinin bir tanrısı olarak tanımlamaktadır. Düşman kız kardeş aydır; erkek kardeşler, yükselen güneş (mavi kalkanı kesinlikle gün ışığının aydınlattığı gökyüzünün mavi kalkanıdır) tarafından göklerden sürülen yıldızlardır. Oklarının ucundaki kuş tüyü toplarsa muhtemelen bulut sembolleridir. Sahagun kutsal bir ayini tarif eder: Tanrının tahıldan yapılmış bedeninin bir sureti, bir yıl boyunca tanrıya hizmet eden bir grup genç tarafından yenildi. Gençlerin görevleri o kadar ağırdı ki genç adamlar bazen ülkeden kaçarak düşmanları tarafından öldürülmeyi tercih ettiler (bu, burada şövalyevari bir yükselişle bağlantılı bir çile olduğu şüphesine yol açan bir ifadedir). Huitzilopochtli kesinlikle bir savaş tanrısıydı ve ona bağlı olanlar muhtemelen savaşçının ölümünü istediler, bu da sıradan insanların kaderi olan karanlık Mictlan’a iniş yerine gökyüzüne yükselmek anlamına geliyordu. Bu bağlamda tanrının adı ve uğuldayan kuş tüyü nişanı önem kazanır; zira yine Sahagun, yükselen savaşçıların ruhlarının dört yıl sonra, “yeryüzünde sinek kuşlarının yaptığı gibi, göğün çiçeklerinden tatlıyı çeken zengin tüylere ve parlak renklere sahip çeşitli türlerde kuşlara dönüştüklerini” anlatır.


2) Tezcatlipoca

Tezcatlipoca ya da “Tüttüren Ayna”, en göze çarpan simgesi olan ayna nedeniyle bu şekilde adlandırılmıştır. Bu aynadan bazen bir duman sarmalının yükseldiği tasvir edilir ve tanrının yeryüzünde, gökyüzünde ve cehennemde olan biten her şeyi gördüğü ayna budur. Ayna, mitolojide sıklıkla yeraltı dünyasının kapıları zamanından önce kapandığında kopmuş gibi tasvir edilen ayaklarından birinin yerine geçiyor olarak gösterilir (Meksika panteonunda bir ayağın kaybı veya anormalliği yaygındır). Tezcatlipoca’nın birçok işlevinden biri batan güneşin tanrısı olmasıdır. Diğer yönlerden o bir ay tanrısıdır, akşam göğünün ayıdır; aynı zamanda gecenin tanrısıdır ya da bazen gözleri bağlı, yeraltı dünyasının ve ölülerin tanrısıdır. Takvim çizelgelerinde kuzey göklerinin naibi olarak temsil edilir ancak bazen (muhtemelen Huitzilopochtli ile tanımlanır) güneyin hükümdarı olur. O, muhtemelen, aynasıyla sembolize edilen, bazen ateşli, bazen bulanık, kuşatılmış evreni yansıtan değişken göklerin vücut bulmuş halidir. O, kırmızı ve siyah Tezcatlipoca’dır (gündüzü ve gecenin seması). Kuzeyin Savaşçısı ve Güneyin Savaşçısı, Meksika enleminde, başucunun kuzeyine ve güneyine doğru değişen mevsimlerle doruğa ulaşan yıllık güneşin rotasını simgeler. Sembolleri arasında semavi ateşlerin sembolü olan Ateş Yılanı bulunur ve yine o, yeraltı dünyasının, kan akıtan kefaretin ve insan kurban etmenin Taş-Bıçak Tanrısı İztli-Tezcatlipoca’dır. Sahagun, onun gittiği her yerde savaşlar, düşmanlıklar ve nifaklar çıkardığını, yine de dünyanın hükümdarı olduğunu ve tüm refahın ve zenginliklerin ondan çıktığını söyler. Genellikle Meksikalılar için tutulmanın ejderhası, bir kurt-canavarı ve büyücülerin hamisi olan bir jaguar olarak temsil edilir. Kavşaklar, her yolu kat eden tanrı Tezcatlipoca’nın mevkileriyle işaretlenmişti ve ona Sihirbaz ve Dönüştürücü deniliyordu. O, haddi zatında görünmez ve soyuttu; her şeye nüfuz ediyordu ya da insanlara göründüğünde uçuşan bir gölge gibiydi fakat yine de insanları cezbetmek ve sınamak için çok çeşitli canavar şekillerine girebilir, onları hastalık ve ölümle sarsabilirdi. Gece Rüzgârı Yoalli Ehecatl olarak, kötülük yapanları aramak için ortalıkta dolaşıyordu ve günahkârlar itirafta bulunacakları zaman onu çağırıyorlardı. Öte yandan o, “Genç” (Telpochtli) idi ve Omacatl (İki Kamış) sıfatıyla ziyafetlerin ve şenliklerin efendisiydi.

Tezcatlipoca’nın göklerle ve göğün tüm nefesleriyle özdeşleşmiş, her şeyde çift taraflı olan Büyük Dönüştürücü olduğu açıktır: Gündüz, gece; yaşam, ölüm; iyi, kötü. O, diğer Meksika tanrılarından daha fazla saygı görmüş gibi görünüyor ve geleneğin kendisine atfettiği üstünlüğü (siyasi değil, dini) fazlasıyla hak ediyor. Sahagun’un yazıya döktüğü duaların en dikkate değer olanı, bu tanrı için şiirsel bir saygıyla doludur. Kayıt olarak sadece bu yakarışlara sahipsek (korkunç insan kurbanlarının hikâyeleri de değil), bunların Aztek bestecilerine saf ve asil bir dini duygu atfetmeliyiz. Belki de öyle olma sebebi insanların her yerde yaptıklarının, onları harekete geçiren inançlardan daha kötü görünmesiydi. Söz gelimi veba zamanında rahipler şu şekilde dua ediyorlardı:

“Kanatları altında koruma, savunma ve sığınma aradığımız yüce Rabbimiz! Hava ve gece gibi görünmez, elle tutulamazsın. Alçakgönüllülük ve acizlik içinde geliyorum, Majesteleri’nin huzuruna çıkmaya cüret ediyorum. Boğuluyormuş ve kekeliyormuş gibi sözlerimi söyleyerek geliyorum; sözüm yoldan sapan ve tökezleyenin yolu gibi afakidir. Senin lütfunu hak etme ümidinden ziyade, bana karşı gazabını uyandırma korkusuna sahibim. Ama Tanrım, bedenime istediğini yap çünkü gerçekten cennette ve cehennemde aldığın öğütlere göre bizi terk ettin. Ah, keder! Öfken ve gazabın her gün üzerimize yağıyor…

“Ya Rab, çok naziksin! Biliyorsun ki biz ölümlüler cezalandırıldıklarında ağlayan ve inleyen, hatalarından tövbe eden çocuklara benziyoruz. Senin cezalarınla mahvolmuş bu insanlar kendilerini bu yüzden acıyla kınıyorlar. Senin huzurunda itiraf ediyorlar; kötülüklerinin kefaretini ödeyerek kendilerine kefaret dayatıyorlar. Çok iyi, çok şefkatli, çok asil, çok değerli Rabbim, verdiğin azap yetsin ve zulmederek gönderdiğin kötülükler artık son bulsun!”

Duaların her yerinde tanrının tasvirleri bulunur. Aztek yakarışlarına çok benzer görünen bir tür hayattan beziş melankolisini yansıtan pek çok dua vardır. Yeni kral taç giydiğinde rahip dua eder: “Muhtemelen kendini yüksek görevine layık gördüğü için orada uzun süre devam etmeyi düşünecektir. Bu onun için bir keder rüyası olmayacak mı? Kendini şatafatlı bir gösteri zannederek dünyayı hor görmedikçe senin ellerine geçen bu saygınlıkta bir gurur ve küstahlık fırsatı bulacak mı? Majesteleri onun birkaç kısa gün içinde nereye geleceğini çok iyi biliyor; zira biz insanlar, sizin gösteriniziz, tiyatronuzuz; kahkahalarınıza ve eğlencenize hizmet ediyoruz.” Ve kral öldüğünde: “Ona bu dünyada tatlılığının ve nezaketinin çok azını tattırdın, bir anda yok olan vasiyet gibi gözlerinin önünden geçti; onu yerleştirdiğin ve hizmetinde gözyaşları içinde birkaç gün geçirdiği, Majesteleri’ne adanmış dualarını soluduğu makamın saygınlığı budur.” Yine: “Görünmez ve kavranılmazsın ve bakışının taşlara ve ağaçların kalplerine girdiğine ve orada gizli olan her şeyi açıkça gördüğüne inanıyoruz. Öyleyse kalplerimizde ve düşüncelerimizde olanı görüyor ve idrak ediyor musun? Senin önünde canlarımız bir duman esintisi veya yerden yükselen bir buhar gibidir.”



Sahagun, belki de Aztek yılındaki en çarpıcı ayinin, Paskalya dönemine yakın bir zamanda Tezcatlipoca’ya kurban verilmesi olduğunu söylüyor. Geçen yıl, bu amaç için eğitilmiş, fiziksel olarak kusursuz ve mümkün olan tüm başarılara sahip bir grup tutsak arasından bir genç seçilmişti. Genç, şarkı söylemeyi ve flüt çalmayı, çiçek taşımayı ve zarafetle sigara içmeyi öğrendi; gösterişli giysiler giymişti ve kendine sürekli olarak sekiz uşak eşlik ediyordu. Kral, “Onu zaten bir tanrı olarak kabul ettiği” için teçhizatını kendi sağladı. Yaklaşık bir yıl boyunca bu genç eğlendi ve ziyafet çekti, soylular tarafından onurlandırıldı ve halk tarafından Tezcatlipoca’nın canlı örneği olarak hürmet gördü. Festivalden yirmi gün önce üniforması değişti ve uzun saçları bir Aztek kabile reisi gibi yapıldı. Özenle yetiştirilmiş dört bakire ona eş olarak verildi. Bunlar dört tanrıça adıyla anılır: Xochiquetzal (Çiçek Açan Küesal Tüyü), Xilonen (Genç Mısır), Atlatonan (Kıyı Tanrıçası) ve Uixtociuatl (Tuzlu Su Tanrıçası). Kurbandan beş gün önce bir dizi şölen ve dans başlatıldı, sonraki dört günün her birinde şehrin ayrı mahallelerinde devam edildi. Ardından son gün geldi: Genç, şehrin ötesine götürüldü; tanrıça eşleri onu terk etti; genç, ayinin tamamlanması için yol kenarındaki küçük bir tapınağa getirildi. Her etapta bir flüt kırarak dört etabı tırmandı. Sonunda tepede ele geçirildi ve tek bir darbeyle göğsünü açan rahip, kalbini güneşe sundu. Hemen bir sonraki yıl için başka bir genç seçildi çünkü Tezcatlipoca asla ölmemelidir. Sahagun’un ifade ettiğine göre bu gencin kaderinin, zenginliğe sahip olanların ve yaşamları boyunca zevk için yaşayanların hayatlarını keder ve yoksulluk içinde sonlandıracaklarına işaret ettiği söyleniyordu. Torquemada daha sert bir şekilde, “Kurbanın ruhu cehennemdeki sahte tanrılarının yanına indi,” yorumunu yapıyor. Bununla birlikte günümüzün araştırmacısı için bu ayin, ölen ve yeniden doğan tanrının bir başka önemli sembolüdür.

Efsanede Tezcatlipoca, Toltek şehri Tollan’ın hükümdarı ve tanrısı Quetzalcoatl’ın düşmanı olarak başrol oynar. Hikâyenin Sahagun sürümünde üç sihirbaz, Huitzilopochtli, Titlacauan (Tezcatlipoca’nın bir sıfatı olan “Biz Onun Köleleriyiz”) ve diğerlerinin küçük kardeşi Tlacauepan, büyü ve kurnazlıkla Quetzalcoatl’ı ülkeden sürmeyi ve Toltek gücünü devirmeyi üstlenirler. Üç tanrı açıkça Nahuatlan uluslarının kabile tanrılarıdır ve efsanelerde başrolü oynayan Tezcatlipoca, bu erken dönemde açıkça birinci öneme sahip tanrı, muhtemelen tüm Nahuaların baş tanrısıdır. Aynı zamanda, neredeyse Fetih arifesinde Aztek konfederasyonunun önde gelen ortağı olan Tezcuco’nun en önde gelen tanrısıydı. Hikâyenin devamında Quetzalcoatl hastadır. Tezcatlipoca yaşlı bir adam, bir doktor kılığında ortaya çıkar ve hasta tanrıya ilaç değil, onu sarhoş eden bir likör verir. Texcatlipoca daha sonra garip bir kabilenin çıplak bir Kızılderilisi olan yeşil biber satıcısı şeklini alır ve Toltek’in dünyevi şefi Uemac’ın sarayının önünde yürür. Burada şefin kızı onu görür ve ona âşık olur. Uemac, yabancının önüne getirilmesini emreder ve Toueyo’ya (yabancı kendisini böyle takdim eder) neden diğer erkekler gibi giyinmediğini sorar. Toueyo, “Ülkemin âdeti değil,” diye cevap verir. “Kızıma geçici hevesle ilham verdin; onu tedavi etmelisin,” der Uemac. “Bu imkânsız, beni öldür; ölebilirim çünkü böyle sözleri hak etmiyorum çünkü sadece dürüst bir hayat sürmek için uğraşıyorum.” “Yine de onu iyileştireceksin,” diye yanıtlar şef, “olması gereken bu, korkma.” Böylece kızının yabancıyla evlenmesini sağlar ve o, Toltekler arasında bir reis olur. Yeni yurttaşları için bir zafer kazanarak Tollan’da bir ziyafet verir. Kalabalık toplandığında, sarhoş oluncaya veya kendilerinden geçinceye kadar onları kendi şarkısıyla dans ettirir. Bir vadide dans ederler ve kayaya dönüşürler. Bir köprüden düşerler ve aşağıdaki denizde taşa dönüşürler. Tezcatlipoca, Tlacauepan ile birlikte, Tollan’ın pazaryerinde ortaya çıkar ve bebek Huitzilopochtli’yi elinin üzerinde dans ettirir. Yakınlarda toplanan insanlar, aralarından birkaçını ezerek öldürür. Öfkeyle sanatçıları öldürürler ve Tlacauepan’ın tavsiyesi üzerine onları dışarı çıkarmak için vücutlarına ip bağlarlar ama iplere dokunanların hepsi ölür. Bu ve diğer sihirli araçlarla çok sayıda Toltek katledilir ve egemenliklerine son verilir.

3) Quetzalcoatl

Yeni Dünya mitolojik figürlerinin en ünlüsü ve pitoreski olanı Quetzalcoatl’ınkidir ancak onun ünü, öncelikle inancının mutlak öneminden ziyade, beyaz adamların gelişiyle ve inançlarıyla olan ilişkisinden kaynaklanmaktadır. Yerli geleneğe göre Quetzalcoatl, Anahuac’ın Altın Çağı’nda Tollan’ın bilge ve iyi hükümdarı, kanun koyucu, sanat öğretmeni ve arınmış bir dinin kurucusuydu. Kötü büyücülerin entrikaları sonucu krallığından sürülünce doğu denizi üzerinden bolluk ülkesi Tlapallan’a doğru yola çıktı ve geri dönüp gelecekte bir gün ayrıldığı günün yıldönümünde müşfik inancını yeniden tesis edeceğine dair söz verdi. Uzun bir cüppe giymiş, sakallı ve beyaz yaşlı bir adam olarak tarif ediliyordu; diğer gök tanrılarında olduğu gibi haçlar onun temsilleri ve türbeleriyle ilişkilendiriliyordu. Cortez karaya çıktığında, Meksikalılar Quetzalcoatl’ın dönüşünü bekliyorlardı ve Sahagun’a göre, İspanyolların gemilerini ilk gören gözcüler, yaklaşan tanrıyı izlemek için gönderilmişti. Beyaz adamlar (belki de parlayan zırhları, cüppeli rahipleri, haçlarından dolayı) kaçınılmaz şekilde tanrı olarak kabul edildi ve Montezuma’nın onlara gönderdiği hediyeler arasında turkuaz maske, tüylü manto ve tanrıya uygun diğer giysiler de vardı. İnancın, ilerlemelerinin ilk aşamalarında İspanyollara büyük ölçüde yardımcı olduğu kesindir ve hırslarına bu kadar yardımcı olan mitin hayal güçlerine hitap etmiş olması şaşırtıcı değildir. Misyoner rahipler, yerli gelenekler hakkında bir miktar fikir edinerek ve aralarında Hıristiyanlığınkine benzer fikirler, amblemler ve ayinlere rastlayınca (tufan, haç, vaftiz, ayinler, günah çıkarma) cüppeli ve sakallı din reformcusu figüründe bir Hıristiyan öğreticisi gördüler ve onu Havari Aziz Thomas ile özdeşleştirmekte gecikmediler. Orta Amerika’da, And bölgesinde ve hatta Güney Amerika’da yaygın olarak neredeyse aynı hikâyeye rastlanınca aynı açıklama kabul edildi ve Aziz’in gezintileri, Marco Polo’nun ya da göklere çıkarılan başka bir gezginin hayallerinin ötesine geçti. Mucizelerinin anıtları ise hâlâ Meksika’dan La Plata havzası kadar uzak bölgelerde sergileniyor. Doğal olarak konuya olan ilgi de zamanla azalmadı. Quetzalcoatl mitini ister Avrupa fikirleriyle olan ilişkisi açısından, isterse iki Amerika kıtasındaki yerli benzerleri açısından değerlendirelim, Yeni Dünya’ya ilişkin başka herhangi bir anlatının kolay kolay yaklaşamayacağı bir ilgi çeşitliliği sunar.

Tanrının adı quetzal (bu kelime, Pharomacrus mocinno’nun uzun, yeşil kuyruk tüylerine işaret eder) ve coatl (yılan) sözcüklerinden oluşur. Dolayısıyla “Yeşil Tüylü Yılan” anlamına gelir ve Quetzalcoatl’ı, kuzeydeki Hopi ve Zuñilerde olduğu kadar güneydeki And halkları arasında da tüylü yılanın bir sembolü olduğu semavi güçler grubuna sokar. Sahagun, Quetzalcoatl’ın “yağmur tanrıları için yağmur yağdırsınlar diye yolları süpüren” bir rüzgâr tanrısı olduğunu söyler. Küesal tüyleri, yeşillenen bitki örtüsünün bir simgesiydi ve Tüylü Yılan Tanrısı’nın başlangıçta yağmur bulutlarının bir tanrısı, gökkuşağının veya şimşeklerin gök yılanı düzenlemesi olması tamamen muhtemeldir. Tanrı’nın özelliği olan turkuaz yılan maskesi ya da kuş maskesi kuşkusuz gökyüzünün bir sembolüdür ve diğer gök tanrıları gibi yılan şeklinde bir mızrak fırlatıcı taşır. Sakal (bazen diğer Meksika tanrılarında da olan) belki azalan yağmurun, belki de (bazı Navaho figürlerinde olduğu gibi) polen veya döllenmenin bir sembolüdür. İlginçtir ki Quetzalcoatl, geleneğin ummamıza yol açtığı beyaz tanrı olarak değil, tipik olarak koyu renkli bir gövdeyle gösterilir; hem koyu renk hem de efsane cübbesi yağmur bulutlarının amblemi olabilir.

Beyazlığının geleneği yıldız çağrışımlarından gelebilir çünkü bazen ay veya güneş amblemleriyle gösterilse de daha özel olarak Sabahyıldızıyla tanımlanır. Quauhtitlan Yıllıkları’na göre Quetzalcoatl, Tollan’dan sürüldüğünde doğu denizinin kıyılarında kendini yakmış ve küllerinden parlak tüylü kuşlar yükselmiştir (güneşe yükselen savaşçı ruhların sembolleri); kalbiyse ihtişam içinde yükselmeden önce yeraltı dünyasında sekiz gün dolaşan Sabahyıldızı olmuştur. Birçok efsanede Quetzalcoatl, genellikle bir antagonist (düşmanca) olarak Tezcatlipoca ile ilişkilendirilir. Mendieta tarafından anlatılan bir hikâyeye inanacak olursak Tezcatlipoca, Quetzalcoatl’ı top oyununda (doğrudan göksel kürelerin hareketlerini simgeleyen bir oyun) yenerek onu karadan doğuya doğru fırlatmış ve Quetzalcoatl burada güneşle karşılaşarak yanmıştır. Seler bu hikâyeyi (açık bir şekilde Quetzalcoatl Yıllıkları’nda ve Sahagun tarafından anlatılan Quetzalcoatl’ın sürgünü hakkındaki hikâyenin bir türevi) yükselen güneş tarafından tüketilmek üzere gece tarafından geri sürülen sabah ayı hakkındaki bir efsane olarak yorumlar. Aksi yöndeki bir hikâye, Tezcatlipoca’yı (güneş) Quetzalcoatl’ın sopasının gazabına uğramış, gecenin insan yiyen iblisi jaguara dönüşmüş olarak tasvir eder. Quetzalcoatl ise onun yerine güneş olur. Normalde Quetzalcoatl, doğu semalarının bir tanrısıdır ve bazen, o bölgedeki göklerin karyatidleri veya destekçisi olarak resmedilir.

O, belki de bu karakterde yaşamın efendisi olarak düşünülmüştür; bu, canlandırıcı yağmurlarla ve yaşamın nefesi olan rüzgârla olan ilişkisiyle doğal olarak yoğunlaşan bir anlamdır. Hamile kalan bir kadın, dinine bağlılığı nedeniyle kocasının akrabaları tarafından övülmüştür. “Bunlar için,” demişlerdir, “atamız ve yaratıcı efendimiz Quetzalcoatl, bu lütfu bahşetmiştir.” Ayrıca yeni doğana şöyle hitap edildi: “Küçük oğul ve efendi, çok değerli, çok değerli ve saygın kişi! Ey değerli taş, zümrüt, topaz, nadir tüy, yüce neslin meyvesi! Aramıza hoş geldin! En yüksek yerlerde, iki yüce tanrının ikamet ettiği dokuzuncu göğün üzerinde biçimlendin. İlahi Majesteleri, altın bir boncuk gibi sana da kendi şeklini verdi. Baban ve annen, büyük tanrı ve büyük tanrıça tarafından, oğulları Quetzalcoatl’ın yardımıyla, sanatsal olarak işlenmiş zengin bir taş gibi delindin.” Tanrı, aynı zamanda, Seler’in tercüme ettiği Academia de la Historia’daki Sahagun elyazmasında olduğu gibi, bir dünya yaratıcısı olarak da görülmektedir:

“Böylece babalarımız, dedelerimiz dedi ki,Bizi yaptığını, yarattığını ve biçimlendirdiğini söylediler.Biz kimin mahlûklarıyız, Topiltzin Quetzalcoatl;Ve gökleri, güneşi, yeri O yarattı.”

Bununla birlikte, Quetzalcoatl’ın romantik olarak en çok ilgiyi çektiği başka bir karakteri var. Onun kültü, bazı geleneklerin dediği gibi, insan kurban edilmesine kesinlikle karşı olmasa da çoğu Aztek tanrısınınkinden daha az kanlıydı. O, cezalandırıcı bir tanrıydı; belki de özellikle rahiplerin ve onların irfanının bir tanrısıydı ancak aynı zamanda eğitimle ve gençlerin yetiştirilmesiyle de ilişkilendiriliyordu. Sanatların hamisi, metalurjinin ve harflerin öğretmeni olarak adlandırılır ve gelenekte Azteklerin medeniyetlerini türettiği eski kültürlü insanların tanrısıdır. Hikâyenin bir kısmı, Sahagun tarafından aktarıldığı şekliyle anlatılmıştır: Quetzalcoatl, Tollan’ın yaşlı ve bilge rahip-kralıdır; Tezcatlipoca ve arkadaşlarının büyüsü ve kurnazlığı ile oradan sürülür. Hikâye, kederli ve hasta Quetzalcoatl’ın eski evi Tlapallan için krallığından ayrılmaya nasıl karar verdiğini anlatarak devam eder. Kabuktan ve gümüşten yapılmış evlerini yakmış, hazinesini gömmüş, kakao ağaçlarını meskit ağacına dönüştürmüş ve gür tüylü kuşlar şeklinde hizmetkârlarının önünde yola çıkmıştır. Quauhtitlan’a gelip bir ayna istemiş ve aynaya bakarak, “Ben yaşlıyım,” demiş ve bu nedenle şehre “yaşlı Quauhtitlan” adını vermiştir. Başka bir yere oturmuş ağlayan Tollan’a bakarken gözyaşları kayayı delmiş ve kaya o andan itibaren elinin izlerini de taşımaya başlamıştır. Geçmesine izin vermeden önce gümüş işleme, tahta, taş ve tüy işleme ve resim yapma sanatlarını kendisinden talep eden bazı sihirbazlarla karşılaşmış ve sıradağı geçerken, cüce ve kambur olan tüm arkadaşları soğuktan ölmüş. Diğer birçok yerde onun geçişine ait anıtlar vardı. O, bir yerde top oynadı, başka bir yerde bir ağaca ok attı, böylece bir haç oluşturdu. Başka bir yerde yeraltı evlerinin inşa edilmesine neden oldu ve nihayet denize vararak yılan salıyla Tlapallan’a doğru yola çıktı. Ixtlilxochitl tarihinde Quetzalcoatl ilk olarak dünyanın üçüncü döneminde ortaya çıkmış, sanatları öğretmiş, haç tapınmasını (beslenme ve yaşam ağacı) tesis etmiş ve onun gidişiyle dönemi sonlanmıştır. Gelenek, Toltek’in son kralına “Topiltzin Quetzalcoatl” adını verir. Tollan’ın antik tanrı adını taşıyan bir kralın yönetimi altında düşüşüne eşlik eden felaket hikâyelerinin, Quetzalcoatl mitlerinde doğa öğeleriyle karıştırılmış tarihsel bir öğeyi temsil ettiği varsayılabilir. Böyle bir varsayım, Kral Arthur gibi yarı ölümlü, yarı ilahi bir tanrıyı çevreleyen kahramanca çekiciliği açıklar. Meksika’nın en yüksek piramidi olan Cholula (Birçok Toltek’in imparatorluklarının çöküşüyle buraya kaçtığı söylenir), Quetzalcoatl’a adandı ve hatta burası, Aztek fatihlerinin gözünde saygıdeğer kutsallıkların durduğu bir yerdi (fetihleri onları fetheden kültürün sembolüdür).

На страницу:
3 из 5