bannerbanner
Mozart: Bir Yaşam Serüveni
Mozart: Bir Yaşam Serüveni

Полная версия

Mozart: Bir Yaşam Serüveni

Язык: tr
Год издания: 2024
Добавлена:
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
7 из 7

Herkesin şaşkınlıktan dili tutulmuştu. Konservatuvar öğrencilerinin çoğunun kalbinde rahatsız bir his vardı. Bilhassa da uzun yıllar piyano alıştırmalarıyla çile çekmiş ama bundan hiçbir şey elde edememiş olan büyük öğrenciler, barbarlar ülkesi Almanya’dan gelen bu yabancıya kıyasla bir hiç olduklarını çok canlı bir şekilde görebiliyordu. Amadeus icrasını bitirip büyük bir alkışla selamlanınca bu müzik tamircilerinin çoğu kıskançlıktan yarı ölü halde omuzlarını silkip en yakınlarındaki kişinin kulağına bir şeyler fısıldayacaktı. O zaman mırıltılar bütün odayı kaplayana dek şunları duyabilirdiniz: “Ah ha!” “Şimdi anladım!” “Tabii ya!” “Amma da yetenekliymiş!”

Wolfgang, konservatuvar müdürüyle konuşuyordu ve ne olduğundan hiç haberi yoktu. Ama Jomelli durumu fark etmişti. Nihayet Baba Mozart’a şöyle dedi: “Neler oluyor bir bakayım.”

Sonra öğrencilerden birine yaklaşıp bütün bunların ne anlama geldiğini sordu.

“Ah, hiçbir şey!” diye cevap verdi sıska delikanlı. “Ama şu var ki aynı araçları kullanmayı seçen herkes bunu yapabilir!”

“Araçlar mı?” dedi Jomelli. “Muazzam bir parmak kuvveti ve onu destekleyen müthiş bir deha dışında hiçbir ‘araç’ göremiyorum!”

“Öyle mi ?” diye karşılık verdi uzun boylu öğrenci küçümseyen bir gülümsemeyle.

İhtiyar İtalyan, “‘Öyle mi?’ sorusuyla neyi kastediyorsun?” diyerek öyle bir şiddetle gümbürdedi ki hem Müdür hem de Amadeus sorunun ne olduğunu anlamak için o tarafa baktı.

“Beyefendinin arkadaşısınız!” diye cevap verdi öğrenci omuzlarını silkerek.

“Ben köklü bir itibara sahip elli yaşında bir adamım,” diye cevap verdi Jomelli mağrur bir tavırla. “Şuradaki genç maestro gibi bir sanatçının performansı karşısında suratınızı buruşturarak ne demek istediğinizi soruyorum size!”

“Söylediklerine göre parmağında sihirli bir yüzük varmış ve büyü marifetiyle icra ediyormuş müziğini!”

Jomelli ve Mozart’ın diğer arkadaşları bu saçmalık üzerine kahkahalar attı. Amadeus’un güzel yüzünde acıma ve kınamayla karışık bir tebessüm belirdi. Yüzüğü parmağından çıkarıp Müdür’ün eline bıraktı. Ardından tekrar piyanonun başına geçip birkaç dakika boyunca, mümkünse, öncekinden daha da coşkulu ve müthiş bir şekilde çaldı. Sonra bu ahmakların aptallığı ve rezilliği yüzünden çok yorulmuş gibi kuvvetsiz ve bitkin bir şekilde oradan ayrılmak için arkadaşlarına işaret etti.

Sekizinci Bölüm

Signora Bernasconi

Odönemde İtalya’nın en büyük şarkıcısı olan Signora Bernasconi akşam yemeğini henüz bitirmişti. Napoli’ye has pahalı salyangoz ve midye çorbası ile frutti di mare (istiridye ile küçük kabuklu deniz hayvanları), ıstakozlar, marul, balık, kızarmış et sofradan kaldırılmıştı. Masada sadece portakal, incir, şeftali ve üzüm ile birkaç şişe Capri ve Falernian şarabı vardı. Sofra on kişi için kurulmuştu ama belli ki tek bir kişi yemek yemişti. Akşam yemeğinde ister on veya iki kişi olsun, isterse hiç kimse olmasın, sofranın bu şekilde kurulması Signora’nın emriydi.

Bugün ikinci durum söz konusuydu. Sıcak hava Primadonna’yı öyle bunaltmıştı ki misafirlerinin huzurundan çekilmek zorunda kalmak istememişti. Bu yüzden aralarında cömert sofrasının daima açık olduğu Prens Francavilla ile ünlü sanatçıların da bulunduğu pek çok centilmenin geldiği haber verilmişse de bu misafirlerin hepsi şu soğuk cevapla geri gönderildi: “Signora Bernasconi bugün akşam yemeğini yalnız yiyor.”

İtalya’da ünlü bir primadonna bir tiran gibi hüküm sürer zira onun için operalar yazan bestekâr, emirlerine uyduğu takdirde ümitvar olmak fakat isyankâr bir köle gibi davrandığı takdirde ise korkmak için her sebebe sahip olacaktır. Ayrıca Primadonna’nın hayranları üzerindeki hükmü de mutlaktır. Kaldı ki bu hayranlar bir sanatçı, soylu, markiz yahut prens olabilir.

Signora Bernasconi şimdi bir kanepeye uzanmıştı. Güzel biçimli vücudunu hafif ve pahalı bir kumaştan beyaz bir neglije31 örtüyordu yalnızca. Tanrıça Hera gibi güzel ve mağrurdu, yüzünde ise bir mayıs gününden ziyade güneş ışığını ve fırtınayı hatırlatan bir yaz ortası görüntüsü vardı.

Yüksek alnında sonsuz bir kibir taht kurmuştu. Kemerli burnu, kalınca çizilmiş kaşları, yanıp sönen gözleri ve kıvrımlı üst dudağındaki tinselleşmiş bıyığının soluk gölgesi; ateşi, gücü ve kararlılığı simgeliyordu. Bu kadına bakan herkes, onunla herhangi bir alaka kurmanın biraz cesaret gerektirdiğini anlardı.

Şu anda o yüksek alın, az çok uğursuz kıvrımlar halinde büzülmekteydi zira ennui ve huysuzluk, Primadonna’yı tehdit etmekteydi. Elbette, en uzaktaki pencere oyuğunda bekleyen hizmetçisi dışında bunu fark edecek kimse yoktu. Kızcağız bir elini hızla atan kalbinin üzerine tedirginlikle bastırmıştı çünkü her an hanımının başının üzerinde bir fırtına kopmasını bekliyordu. Zavallıcık şu sert sesi işittiğinde korkudan iyice büzülmüştü:

“Arabella!”

“Signora,” diye cevap verdi titreyip bir adım ileri çıkarak.

“Yaklaş!” diye buyurdu şarkıcı. “Seninle konuşacağım diye sesimi mi çatlatayım?”

Hizmetçi kız uysalca itaat etti.

“Bana biraz buzlu su getir!”

Arabella hanımına saygılı bir şekilde bir kadeh uzattı. Signora da suyu içti. Ardından korkunç derecede canı sıkılmış gibi toparlak kollarını ayırıp gerdi ve şunu sordu:

“Giriş salonunda kimse yok mu?”

“Kimse yok, Signora.”

“Tanrı aşkına, bugün neden tüm misafirleri geri çevirdiler?”

Grazia, Signora,” diye kekeledi Arabelle. “Siz öyle emrettiniz hanımım!”

“Aptal!” diye karşılık verdi Signora Bernasconi. “Ben yemeği yalnız yiyeceğimi söyledim ama yemekten sonra gelecek misafirler konusunda bir şey demedim.”

“Madonna…”

“Sessiz ol!” diye emretti Bernasconi. “Aptallıklarınız beni öldürecek!”

Kısa bir sessizlik oldu. Bu sırada Signora güzel omuzlarını sabırsızca oynatıp dantellerini boynundan biraz aşağı indirmişti.

Sonra Hera bir kez daha bağırdı:

“Şu filozof olacak aptal amcam evde mi?”

“Sanırım evde,” diye cevap verdi Arabella. “Çalışma odasından neredeyse hiç ayrılmıyor.”

“Yanına git ve onunla konuşmak istediğimi söyle.”

Kız gitti. Bernasconi ise dudaklarını çevreleyen alaycı bir tebessümle kendi kendine şöyle diyordu:

“İşte bu iyi fikir. Gelip beni eğlendirsin. Krallar ile kayzerlerin saray soytarıları olurdu. Bernasconi’nin de bir filozofu neden olmasın?”

Amca ortaya çıkmıştı. Ufak tefek, çirkince bir adamdı bu. Kuru yüzünde marazi ve nefret dolu bir ifade vardı. Kirli beyaz saçları başını kapatıyordu ve özensiz giysileri ise kargacık burgacık duruyordu üzerinde. İçeri girdiğinde güzel yeğeni kanepede saklanıyordu. Yaşlı adam homurdanmaya başladı:

“Burada değil! Ne de güzel iş! Çalışmamı yok yere böldü! Kadınlar böyledir işte! Ah şu kadınlar, şu kadınlar!”

Yuvarlak küçük bir masaya yaklaştı. Signora birkaç gün evvel Prens Francavilla’dan hediye olarak almıştı bu masayı. Çok kıymetliydi. Pompeii’deki masaların taklidi olup antika mozaiklerle işlenmişti.

“Ah ha!” diye homurdandı. “Şu güzelliğe bak! Gerçi yeri burası değil. Ama kadınlar sanattan ne anlar! İşte, oldu!” diye bağırdı masadaki kurdeleler ve dantellerin birkaçını çabuk çabuk toplarken. “Dünyanın en güzel mozaiğini böyle şeylerle örtmüşler!”

Birden ihtiyar adam, kanepede doğrulmuş ona gülmekte olan Signora’yı fark edince korkup irkildi. Söylediklerinin gizlice dinlenmiş olmasından ziyade, karşısına çıkan beklenmedik sevimlilikti ürkmesinin nedeni. Zira şarkıcının siyah saçları dolgun göğsü üzerine dökülmüştü ve tam da bir ressama uygun bir manzara teşkil ediyordu. Elbette bu, amcası gibi sevimsiz yaşlı bir adam için biraz şaşırtıcıydı. Amcası özür dilemeye başladı ama Signora şöyle haykırdı:

“Tek kelime etme, her şeyi duydum ben. İyi ama neden biz kadınlar hakkında bu kadar kötü düşünüyorsun?”

“Seninle bunu tartışmak zaman kaybı olur,” diye homurdandı amcası. “Benden ne istemiştin?”

“Boş ver artık. Önce soruma cevap vermeni istiyorum.”

“Ah, kadınların aklı bir karış havadadır, ayrıca mantıksız davranırlar, sonra…”

“Biz olmasak ne yapardınız, bilmek istiyorum!”

“Ne mi yapardık? Mutlu olurduk tabii,” diye cevap verdi yaşlı filozof canlı mimikler ve coşkulu bir ses tonuyla. “Hem de krallar gibi mutlu olurduk!”

“Peki evlilik konusunda ne düşünüyorsun?”

“Hım! Bence evlilik, haklarını yarıya indirmek, görevlerini ise iki katına çıkarmaktır!”

“Harika! Harika!” diye haykırdı Bernasconi içtenlikle kahkaha atarak. “Şimdi de kadınların erkeklerden daha aşağı olduğunu kanıtla bakalım!”

“Pekâlâ, dinle öyleyse! Bir şey varlık ölçeğinde ne kadar yüksekteyse, olgunluğa ulaşması o kadar uzun sürer. Tabiattaki evrensel bir kanundur bu. Şimdi, bundan başka ne kanıtı istiyorsun? Erkekler, akıl olgunluğuna yirmi sekiz yaş civarında ancak ulaşırken kadınlar on altı on sekiz yaşlarında bu olgunluğu kazanır.”

“Saçmalık bu amca!” diye cevap verdi Signora, havaya kaldırdığı parmağıyla onu tehdit ederek. “Demek istiyorsun ki siz yavaş mahlûkların akıllanması otuz yılı buluyor da biz daha on dört yaşında akla ulaşıyoruz!”

“Evet. Üstelik akla sahip olduğunuzda manzaraya bak!” diye homurdandı filozof. “Mesela, sanatta deha göstermiş bir kadın yaşamış mıdır hiç? Hatta müzik eğitimleri bile sırf erkeklere daha hoş gözükmek için öğrendikleri bir taklit ve sahtelikten ibarettir.”

“Kabul etmeliyim ki genel olarak epey haklısın,” diye güldü Signora.

“Üstteki cilanın altına bir kez dahi bakmış herkes bunu bilir. Kadınların konser veya operalardaki hareketlerinden de bu gerçeği görebilirsin. Dünyanın en muhteşem müziğini o bitmek bilmeyen aptal vırvırlarıyla böldüklerinde yüzlerini şeytan görsün demekten kim alabilir kendini! Yunanlar kadınlarını tiyatrodan uzak tutarak akıllıca bir iş yapmıştır çünkü bu sayede bir şeyler duyabilmişlerdir. İster müzik ister sanat söz konusu olsun, güzel bir şey karşısında sessiz olmayı bilecek kadar akıllı bir kadın gelmemiştir dünyaya.”

“Demek bunu bana söylüyorsun ha amca?” diye sordu Primadonna kaşlarını çatarak.

“Hım,” diye cevap verdi filozof omuzlarını silkerek. “Tek söyleyebileceğim şey, senin mucizevi bir istisna olduğundur!”

O anda Arabella içeri girdi ve “Maestro Caraffa”nın geldiğini haber verdi.

“Beklesin!” diye cevap verdi Bernasconi sert bir sesle.

“Şimdi benden ne istediğini öğrenebilir miyim?” diye sordu yaşlı amca sabırsızlıkla.

“İstediğimi senin haberin olmadan aldım bile!” diye cevap verdi Signora gülerek.

“Ne?” diye bağırdı adam fırça gibi saçlarını öfkeyle düzelterek. “Sırf vakit öldürmek için beni bir kukla gibi kullandın demek!”

“Ah amca!” diye karşılık verdi Signora alaycı bir gülümsemeyle. “Kim bir erkeğin kurnazlığını böyle bir oyuna kalkışacak kadar hafife alabilir ki? Böyle bir şey denemiş olsaydım, erkek aklın bunu hemen fark ederdi!”

Yaşlı filozof sanki sirke içmiş gibi suratını ekşitti.

“Eşeğin tekiyim ben!” diye homurdandı kendi kendine. “Tam bir aptal yerine kondum, hem de bir kadın tarafından!”

“Yo hayır, amca!” diye bağırdı Bernasconi. “‘Evlilik insanın haklarını yarıya düşürüp görevlerini ikiye katlamasıdır,’ diyerek bana çok iyi akıl verdin. Karşılığında çok beğendiğin şu mozaik masayı kabul etmeni rica ediyorum.”

“Signora!” diye haykırdı amca. “Ciddi olamazsın! O masaya paha biçilemez!”

“Senin ve sanat koleksiyonun için değerli olmasına sevindim,” diye karşılık verdi Primadonna biraz kibirle. “Bir Bernasconi onda başka kıymet görmüyor. Stephano masayı odana getirir.”

Bu sözlerin ardından başını sallayarak veda etti amcasına. Fakat ihtiyar adam ödülünü hemen almayı tercih ediyordu. Bu yüzden tıpkı çocuğunu taşıyan bir anne gibi masayı kollarına alıp gitti.

Giriş salonunda tedirginlikten dudaklarını ısırarak beklemekte olan Maestro Caraffa unutulmuştu. Bu, genç bir bestekârdı. Napoli’nin en iyi ailelerinden birinin evladıydı. Papa XIII. Gregory döneminde Vatikan kütüphanesinin müdürü olan büyük Kardinal Anton Caraffa ataları arasında yer alıyordu. Hassas ve ince bir tabiata sahip bu yakışıklı ve yetenekli genç, kendini tamamen müziğe adamış olup yakın zamanda Napoli sahnesi için Thisiphone adlı bir opera yazmıştı. Bernasconi bu operanın primadonnası olacaktı ve temel bölümler bilhassa onun ses, vücut ve tavır özelliklerine göre yazılmıştı. Dolayısıyla, eserin başarısı veya başarısızlığı Bernasconi’ye bağlıydı. Fakat ne yazık ki Caraffa, bu otoriter şarkıcının teveccühünü kazanmayı başaramamıştı. Signora operayı prova etmeye razı gelmiyordu. Bahaneler öne sürerek provayı erteliyordu. Sonunda genç besteci biricik bestesi için endişelenmekten neredeyse deliye dönmüştü. Şimdiyse Kral’ın doğum günü kutlamalarına üç gün kalmıştı. Oysa operanın saray ve halk huzurunda o gün sergileneceği duyurulmuştu. Gecikmenin nedeni olarak Primadonna’nın ses kısıklığı gösteriliyordu. İşte Caraffa büyük şarkıcıya son bir kez ricada bulunmak için gelmişti.

Genç adam giriş salonunda bir saat beklemişti ki Signora nihayet onu kabul etmeye tenezzül etti.

Genç İtalyan içeri girdi. Benzi soluktu, bir deri bir kemik kalmıştı ve yüzünde bezgin bir çaresizlik vardı. Bu ifade son birkaç haftadır onu öylesine değiştirmişti ki arkadaşları sokakta gördüklerinde genç adamı zor tanıyordu.

Signora Bernasconi kaygısız ve durgun bir halde kanepede uzanmaya devam ediyordu. Yuvarlak omuzlarını ve göğsünün kabarıklığını ortaya çıkaran dantelleri düzeltip dağılmış siyah gür saçlarını toplamaya ya da misafirini bu kadar uzun beklettiği için özür dilemeye zahmet etmedi.

“Maestro Caraffa,” diye başladı sesini biraz pürüzlendirerek, “Sesim ne kadar kısık görüyorsunuz. Yine de biraz daha iyiyim.”

Конец ознакомительного фрагмента.

Текст предоставлен ООО «Литрес».

Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

1

Leopold Mozart 14 Aralık 1719’da doğdu. Müzisyen oğlu Wolfgang Amadeus 27 Şubat 1756’da Salzburg’da dünyaya geldi.

2

(Almanca) Bayan, kadın. (ç.n.)

3

Daha sonraları iyi bir müzisyen ve şair olmuştur.

4

Leopold Mozart’ın 1756 senesinde yayımlanan Versuch einer gründlichen Violinschule (Temel Nitelikte Bir Keman Okulu Denemesi) adlı kitabı. (ç.n.)

5

Menuet: 17. ve 18. yüzyıllarda popüler olan eski bir Fransız saray dansı. (ç.n.)

6

George Christoph Wagenseil (1715-1777): Dönemin önde gelen bestecilerinden olup İmparatoriçe’nin müzik hocasıydı.

7

(Fransızca) Can sıkıntısı, usanç, melankoli. (ç.n.)

8

Oulibicheff’in aktardığı bir olay, Mozart’ın son derece hassas bir tabiata sahip olduğunu ortaya koymaktadır. On yaşına kadar (arkadaşı Schlachtner’in en sevdiği enstrüman olan) trampete karşı üstesinden gelemediği bir tiksinti duyuyordu. Ona göre bir kapristen ibaret olan bu duyguyu aşabilmesi için babası, bir defasında çocuğun kulağının dibinde birden trampet çaldı. Küçük çocuk zangır zangır titreyip sanki bir darbeyle devrilmiş gibi yere çöktü. Daha sonraları Mozart, bu isteksizliği yendi. Öyle ki bir orkestrada trampetleri etkili kullanmayı ondan daha iyi bilen yoktu.

9

(Fransızca) Bizden sonrası tufan! (ç.n.)

10

(Fransızca) Koltuk. (ç.n.)

11

(Fransızca) Kibir. (ç.n.)

12

(Fransızca) Güzel! (ç.n.)

13

Müzik eseri. (ç.n.)

14

Eski Ahit’e göre Saul, İsrail Krallığı’nın ilk kralıdır. Düşmanlarıyla mücadelede zorluklar yaşayan Kral Saul ayrıca “kötücül bir ruh” yüzünden eziyet çekmektedir. O sıralarda Peygamber Samuel, genç bir çoban ve yetenekli bir müzisyen olan Davut’u saraya getirmiştir. Davut muhteşem arp icrası sayesinde Kral’ın ferahlık bulmasına yardımcı olur. Daha sonraları ise Kral’ın damadı olacaktır. (ç.n.)

15

Tusculum: İtalya’da antik bir Roma kenti. (ç.n.)

16

Il Cavaliere Filarmonico: İtalyanca “Filarmoni Şövalyesi” anlamındaki bu unvan, Filarmoni Topluluğu üyelerine verilmekteydi. (ç.n.)

17

İtalyanlar, müzikal dillerine daha çok uyduğu için Mozart’a Wolfgang yerine Amadeus demiştir.

18

“Sabahları ayine katılırız, öğle yemeğinden sonra müzik yaparız, akşamları da kızları unutmayız.” (ç.n.)

19

“Bacchus aşkına!” (ç.n.)

20

Burada kızlar bir yandan konuşurken bir yandan da duaya devam ediyor. (ç.n.)

21

Çocuğun ablasına yazdığı bir mektupta olayı hikâye edişi şöyledir (Mozart’s Letters, No. 9: N. Y., Leypoldt & Holt. 1867): ROMA, 14 Nisan 1770, Minnetlıkla söyleyebilirim ki şapşal kalemim ve ben iyiyiz. İkinize de binlerce öpücük yolluyoruz. Babamın biraz önce dediğine göre şu anda en güzel çiçekler götürülüyormuş. Benim ukala dümbeleği olmadığım iyi bilinen bir gerçek. Oh! Bir tek sıkıntım var. Odamızda tek bir yatak var. O yüzden annemin kolayca tahmin edebileceği üzere babamın yanında hiç uyuyamıyorum. Yeni bir kalacak yer düşüncesine çok seviniyorum. Aziz Petrus’u anahtarlarıyla, Aziz Paul’u kılıcıyla ve Aziz Luka’yı da kız kardeşimle vs. çizmeyi yeni bitirdim. San Pedro’da Aziz Petrus’un ayağını öpme şerefine ulaştım ama kısa boylu olacak kadar şanssız olduğumdan, sizin WOLFGANG MOZART yukarı kaldırıldı.

22

Miserere: 51. Mezmur’un İtalyan sanatçı Gregorio Allergi tarafından bestelenmiş şekli. (ç.n.)

23

H. Taine 1864 senesinde Roma’dan yazdığı mektupta Palestrina ve Allegri’nin Miserere’si hakkında şunları söyler: “Bu iki Miserere bugüne dek dinlediğim tüm müziklerin üstünde ve belki de ötesindedir. Bunlara aşina olmadan evvel insan böylesi bir tatlılığı ve melankoliyi, böylesi bilinmezliği ve yüceliği ancak hayal edebilir. Üç husus çok çarpıcıdır: Bazen bol bol akortsuzluk vardır ki bunun amacı bizimki gibi uyumlu seslere alışmış kulakların falso olarak adlandırdığı etkiyi yaratmaktır. Bölümler olağanüstü bir derecede çoğaltılır. Böylece aynı akor üç veya dört harmoni ve üç veya dört akortsuzluk içerir. Hepsi de kendi çeşitli aksamında sürekli olarak ayrıştırılıp yeniden birleştirilir. Her an kendi teması vasıtasıyla kendini koparan bir ses işitilir. Toplam sayı öyle iyi dağıtılmıştır ki kırsal harmonilerin usul ve kesik kesik konseri misali harmonide bir şans etkisi var gibidir. Sürekli ton; dokunaklı, coşkun bir duanın tonu gibi hep ısrarlıdır veya simetrik melodiye yahut da sıradan ritme dikkat etmeksizin usanmadan devam eder. Yalnızca Tanrı’da huzur bulabilecek ve onda huzur bulacak olan acılı yüreğin yorulmak bilmeyen arzusu, kendi yükleriyle kendi doğdukları toprağa batan tutsak ruhların özlemleri, sevmekten ve tapınmaktan asla vazgeçirilmemiş sonsuz sayıdaki sevgi dolu, müşfik ve bahtsız ruhun uzayan iç çekişleridir.”

24

Cennetin Giriş Salonu. (ç.n.)

25

Roma için kullanılan bir deyim. (ç.n.)

26

Hıristiyanlıkta “Babamız” veya “Gerçek Dua” olarak bilinen bir dua. (ç.n.)

27

Roma şehrini çevreleyen düzlük arazi. (ç.n.)

28

Jomelli İtalyan müzik ekolünde reform çabaları nedeniyle işkence çekmiştir. Bu konuşmadan dört yıl sonra yani 1774’te düşmanlarının eziyetleri nedeniyle yüreği kederle dolu olarak vefat etmiştir.

29

Mazurka: Polonya’ya has bir halk dansı. (ç.n.)

30

(Almanca) Dangalaklar, ahmaklar. (ç.n.)

31

Şeffaf, çoğunlukla tül benzeri kumaşlardan yapılan bir elbise. (ç.n.)

Конец ознакомительного фрагмента
Купить и скачать всю книгу
На страницу:
7 из 7