bannerbanner
Savaş ve Barış I. Cilt
Savaş ve Barış I. Cilt

Полная версия

Savaş ve Barış I. Cilt

Язык: tr
Год издания: 2023
Добавлена:
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
11 из 20

Ardından sesini alçaltarak “Bu delikanlı, Kont’un oğludur…” diye ekledi. “Ne kadar dehşet verici anlar yaşamaktayız, ey Tanrı’m!”

Bu son sözleri söyler söylemez hekime yöneldi:

“Cher doctcur, ce jeune est le fils du comte…”215

Bir an bu açıklamanın etkisini bekler gibi durduktan sonra sordu hemen:

“Yatil de l’espoir?”216

Gözlerini ve omuzlarını hızlı bir şekilde yukarı kaldırıp ellerini yana açmıştı hekim. Anna Mihailovna da tekrarladı bu hareketi. Gözlerini âdeta yummuş hâlde bir süre bekledi, sonra içini çekti, ardından da adamın yanından uzaklaşıp Piyer’in yanına döndü. Delikanlıya karşı özellikle saygılı bir tavır takınmıştı. Hüzün ve sevgi dolu bir yakınlık duygusuyla “Ayez confiance en Sa miséricorde…”217 dedi.

Sonra divana oturup onu beklemesini işaret etti genç adama. Herkesin gözlerini dikmiş haber beklediği kapıya doğru sessizce süzüldü, yine sessizce açıp içeri girdi. Onun arkasından, hafif bir sesle kapandı kapı.

Kendisine kılavuzluk yapan Anna Mihailovna’nın bir dediğini iki etmemeye kararlı olan Piyer, Prenses’in gösterdiği divana oturmuştu. Anna Mihailovna Kont’un odasına girer girmez de kabul salonundaki herkesin ilgiyi çok aşan bir merakla kendisini tepeden tırnağa süzdüklerini fark etmişti. Gerçekten de salondakiler birbirlerine bir şeyler fısıldayarak hem korkuyu andıran bir tavır hem de yaltaklanmayı andıran bir ifadeyle, birbirlerine onu göstermekteydiler gözleriyle…

Evet, herkes ona saygı gösteriyordu ve bu, alışmadığı bir şeydi; o güne kadar böyle bir saygıyı hiç kimse göstermemişti ona. İşte, hiç tanımadığı bir hanım, papazlarla görüşürken konuşmasını yarıda kesip ayağa kalkarak yerine oturmasını teklif etmişti; sakarlıkla elinden düşürdüğü eldiveni bir yaver hemen eğilip yerden almış ve ona uzatmıştı; doktorlarsa o, yanlarından geçerken hemen saygıyla susup yol vermek için geri çekilmişlerdi…

Piyer’se ilkin; kendisine yer veren hanımı rahatsız etmemek için başka bir yere oturmak, düşürdüğü eldiveni eğilip kendi almak ve aslında katiyen onun yolu üzerinde durmayan doktorların arkasından dolanmak istemiş ama birden, nedense böyle davranmasının pek uygun düşmeyeceğini, o gece oradaki herkesin beklediği korkunç bir ayini yönetmekle görevli olduğunu, dolayısıyla da herkesin yardımını doğal karşılayıp kabul etmek zorunda bulunduğunu düşünmüştü. Nitekim hiç konuşmadan aldı yaverin elinden eldivenini, hanımın yerine oturdu, bacaklarını açıp kocaman ellerini dizlerine koyarak ve eski bir Mısır heykeli gibi masum bir poza büründü. Bütün olup bitenlerin tamamen böyle olması gerektiği için böyle olup bittiğini ve bu gece şaşırıp da saçma bir şey yapmamak istiyorsa kendi düşüncesine göre değil de ona kılavuzluk edenin isteğine göre davranmak zorunda olduğunu şimdi gayet iyi kavramaktaydı.

Aradan iki dakika geçmemişti ki sırtında üç nişanlı ceketiyle Prens Vasili girdi salona, azametli bir tavırla. Başını dimdik tutuyordu. Sabahtan bu yana zayıflamıştı sanki, gözleri her zamankinden daha büyük gibiydi… Piyer’i fark edince yaklaştı hemen, delikanlının elini tuttu ve âdeta sağlamlığını denemek istercesine aşağıya doğru çekti (Oysa o güne dek bir defa olsun böyle bir yakınlık göstermemişti genç adama.). Aceleyle konuştu:

“Courage, courage, mon ami. Il a demandé à vous voir. C’est bien…”218

Aslında konuşmayı burada kesmek ve geçip gitmek istemişti Prens Vasili. Ama Piyer, “Sağlık durumu nasıl?” diye sormak mecburiyetini hissetti.

Hiç beklenmedik bir şekilde, kekeleyerek konuşmuştu. Ölüm döşeğinde kıvranan Kont’tan nasıl söz edeceğini, onu nasıl sıfatlandıracağını kestiremiyordu bir türlü. “Kont” demek konusunda kararsızlığını yenemiyor, “babam” demekten de nedense utanıyordu.

Açıklamada bulunmak zorunda hissetti Prens Vasili kendisini:

“Il a eu encore un coup il y a une demi heure. Courage, mon ami…”219

Piyer’in kafası o kadar karmakarışık bir hâldeydi ki “darbe” anlamına gelen “coup” sözünü işitince bunu, Kont Bezuhof’un gerçekten bir vuruşa maruz kaldığı şeklinde yorumladı; Prens Vasili’ye bakakaldı şaşkınlık içinde ve “darbe” sözünün kalp hastalığıyla ilgili olduğunu neden sonra akıl edebildi.

Prens Vasili, Lorrain’e ayaküstü birkaç kelime söyledikten sonra parmaklarının ucuna basarak Kont’un yattığı odaya girdi. Parmaklarının ucuna basarak yürümeyi beceremediği için bütün bedenini sarsarak âdeta zıplar gibi ilerliyordu.

Onu Büyük Prenses; Büyük Prenses’i de din adamları, duacılar, uşaklar, hizmetçiler izledi. Bir kıpırtı işitildi kapının arkasından. Sonra da Anna Mihailovna, hep solgun yüzünde kesin kararlı bir ifadeyle kapıda belirdi; koşarak gelip Piyer’in kolunu dürttü hafifçe ve fısıldayarak konuştu:

“La bonté divine est inépuisable. C’est la cérémonie de l’extrême onction qui va commencer. Venez.”220

Zemini kaplayan kalın halının üzerinden geçerek odaya girdi Piyer. Yaverin de o tanımadığı hanımın da bazı uşakların da onun arkasından ilerleyerek sanki artık bu odaya girmek için hiç kimseden izin almak gerekli değilmişçesine geldiklerini fark etti.

XX

Sütunlarla ikiye ayrılmış ve her tarafı İran halılarıyla döşenmiş olan bu büyük odayı gayet iyi biliyordu Piyer. Odanın sütunlarının arkasına düşen yanında, ipek perdelerle kapalı bir köşede, yüksek bir karyola vardı. Odanın öbür yandaki, ikonalarla süslü büyük bir girinti şeklindeki kısmı ise tıpkı akşam ayini sırasında kiliseler gibi kırmızı ışıklarla aydınlatılmıştı. İkonaların ışıl ışıl parıldayan çerçeveleri altında uzun bir Voltaire koltuk duruyor; koltukta da altına biraz önce kılıfları değiştirildiği belli, kar gibi beyaz ve hiç kırışmamış yastıklar yerleştirilmiş, üstü yarı beline kadar yeşil bir yorganla örtülmüş olan Kont Bezuhof yatıyordu. Evet; Piyer’e hiç de yabancı gelmeyen bu silüet, o azametli babasıydı. Saçları, geniş alnının üzerinde bir aslan yelesini andırıyordu yine; kızıla çalan kumral tenli yüzünde de yine o kendisine özgü ve soyluluğunu dışa vuran derin anlamlı çizgiler görülüyordu. İkonaların tam altındaydı ve kalın parmaklı kocaman ellerini yorganın üzerine koymuştu. Avucu aşağıya doğru olan sağ eline, başparmakla işaret parmağı arasına bir mum sıkıştırılmıştı. İhtiyar bir uşak; koltuğun arkasından eğilmiş, mumu tutuyordu düşmesin diye… Koltuğun başucunda, gösterişli giysileri içinde, uzun saçlarını omuzlarının üzerine bırakmış din adamları duruyor; ellerinde mumlar, tumturaklı bir sesle, büyük bir kutsal tören yaptıklarını vurgulayan bir ciddilik içerisinde, dualar okuyorlardı. Prensesler; ellerinde belirli aralıklarla gözlerini kuruladıkları mendillerle, hemen onların arkasında yer almışlardı. En önlerinde Katiş vardı. Belirgin şekilde öfkeli bir tavırla, bundan böyle olup biteceklerden ancak arkasına bakmadığı takdirde sorumlu tutulmayacakmış gibi gözlerini bir an bile ikonalardan ayırmaksızın dimdik duruyordu. Anna Mihailovna, yanında kim olduğu bilinmeyen bir hanımla birlikte, yüzünde Kont’un bütün kusurlarını bağışladığını belirten kederli ama aynı zamanda candan sevgiyle dolu bir hâldeydi. Prens Vasili, kapının öbür yanında, koltuğun daha yakınında, arkalığını kendisine döndürmüş olduğu oymalı ve yer yer kadife kaplı bir sandalyeye, mumu tutan sol elini yaslamıştı; sağ eliyle de haç çıkarmakta ve parmaklarını alnına her götürüşünde gözlerini gökyüzüne kaldırmaktaydı. “Bu duyguları anlamıyorsanız yazıklar olsun size!” der gibi bir ifade vardı yüzünde.

Prens’in arkasında yaver, hekimler ve erkek uşaklarla hizmetçiler yer almıştı. Kilisede olduğu gibi burada da erkeklerle kadınlar ayrılmış durumdaydılar. Hepsi susuyor, haç çıkarıyordu. Ağır ve uzun bir ezgi hâlinde dualar yükseliyor; ara sıra susulduğunda da ayak tıkırtıları ve iç çekişler kaplıyordu salonu…

Anna Mihailovna, ne yaptığını bilen insanların kendinden emin tavrıyla, salonun öbür yanına giderek Piyer’e yaklaştı ve delikanlıya da bir mum verdi. Mumu yaktı Piyer ve hemen çevresinde olup bitenleri seyre daldı. Ardından da mumu tutan eliyle haç çıkarmaya başladı farkında olmaksızın…

O anda Piyer’e bakmakta olan güleç yüzlü, al yanaklı, benli Küçük Prenses Sofya; kendisini tutamayıp kıkırdadı birden ve hemen mendiliyle yüzünü gizleyip uzunca bir süre öyle kaldı ama biraz sonra Piyer’e yeniden bakınca tekrar gülmeye başladı. Belliydi ki delikanlıya gülmeden bakamıyor, bakmadan da edemiyordu. Günaha girmekten korktu sonunda; ağır ağır ilerleyip Piyer’i göremeyeceği bir sütunu siper aldı kendisine. Tam o sırada da din adamları töreni birdenbire yarıda kesip kendi aralarında fısıldaşmaya koyuldular. Kont’un elini tutan ihtiyar uşak, doğrulup kadınlara dönmüştü. Anna Mihailovna öne çıktı hemen, hastaya doğru eğildi; sonra da eliyle Doktor Lorrain’e gelmesini işaret etti.

Sırtını sütunlardan birine yaslamış, elindeki mumu yakmadan tutan ve başka bir mezhepten olduğu hâlde, yapılan törenin önemini aradaki inanç farkına rağmen kavradığını; dahası, bu törene değer de verdiğini belirten saygılı bir tavırla duran Fransız hekim, yaşı kemale ermiş kimselere özgü sessiz adımlarla ilerleyerek hastaya yaklaştı; Kont’un yeşil yorganın üzerindeki elini tuttu ince uzun parmaklarıyla ve yan dönerek düşünceli bir şekilde nabzını yoklamaya koyuldu. Voltaire koltuğun çevresinde kısa bir süre telaşlı bir hareketlenme oldu. Hastaya içecek bir şeyler verdiler bu arada. Sonra herkes yine kendi yerine geçti ve tören devam etti.

Bu arada Piyer; Prens Vasili’nin kolunu yasladığı sandalyeden uzaklaşıp hep o ne yaptığını bilen ve aynı zamanda başkalarına da âdeta devamlı “Bu duyguları anlamıyorsanız yazıklar olsun size!” diyen tavrıyla hastaya değil de hastanın yanından geçerek Büyük Prenses’e yaklaştığını, sonra da onunla birlikte yatak odasının dip tarafına, ipek perdelerin arkasındaki yüksek karyolaya doğru yürüdüğünü gördü. Prens’le Prenses, karyolanın orada bir süre oyalandıktan sonra arka kapıdan çıkıp gittiler ve tam tören biterken de peş peşe salona döndüler.

Bütün o akşam boyunca olup bitenlerin ancak o türlü olup biteceğine artık kesinlikle inanmış bulunan Piyer, artık önceden şahit olduklarında olduğu gibi bu olaya da fazla önem vermeyecekti.

İlahiler kesilmişti şimdi. Birinci papazın, kutsal ekmeği aldığı için hastayı kutsayan sesi yükseldi. Hep aynı bitkinlik içinde, hareketsiz yatıyordu hasta. Ve çevresinde bulunan herkes hareket hâlindeydi. Ayak sesleri fısıltılara karışmaktaydı. Bunların arasında Anna Mihailovna’nın fısıltısı, daha belirgin olarak işitiliyordu.

Kadının, “Mutlaka karyolaya kaldırmalı, burada kalması hiç doğru değil.” dediğini işitti Piyer.

Hekimler, prensler ve kadınlı erkekli uşaklarla hizmetçiler Kont’un çevresini öylesine sarmışlardı ki delikanlı, o aslan yelesini andıran ak saçlarını ve kızıla çalan solgun benzini göremiyordu artık; oysa tören boyunca durmaksızın birtakım yüzlere de baktığı hâlde, ilgisini bir an bile ondan başkasına vermemişti…

Koltuğun çevresinde biriken insanların dikkatli hareketlerinden, can çekişen hastayı yerinden kaldırıp yatağına taşıdıklarını anladı Piyer. Uşaklardan birinin, ürkek bir sesle “Elimi tut, düşüreceksin!” diye fısıldadığını işitti.

Bir başkası, “Daha aşağıdan!” dedi sabırsız ve emredici bir tonda.

Bunların yanı sıra derin derin solumalar ve ayak değiştirmeler de işitilmekteydi. Sonra adımlar sıklaştı birden. Taşıdıkları yük, onlara taşıyamayacakları kadar ağır geliyordu sanki.

Anna Mihailovna’nın da aralarında yer aldığı taşıyıcılar, delikanlının yanına ulaştıklarında Piyer; bir an için onların sırtları ve enseleri arasından, koltuk altlarından tutarak yukarı doğru kaldırdıkları Kont’un geniş omuzlarını, açık ve dolgun dik göğsünü, ak saçlı başını gördü. Ölümün yakınlığı, bu geniş alınlı, elmacık kemikleri çıkık, güzel ağızlı, soğuk ve mağrur bakışlı başı katiyen çirkinleştirememişti. Tıpkı Piyer’in, üç ay önce Kont onu Petersburg’a gönderirken gördüğü gibiydi bu baş; sadece, bedenini taşıyanların uyumsuz adımları yüzünden bir oraya bir buraya sallanıp duruyordu ister istemez. O soğuk, mağrur gözler de ilgilenip bakmaya değer bir şey bulamamış gibiydiler.

Yüksek karyolanın çevresinde bir zaman daha uğraştı taşıyıcılar, sonra sessizce dağılıp yerlerini aldılar. O vakit Anna Mihailovna, Piyer’in elini tutarak “Venez.”221 dedi genç adama.

Kadının yanı sıra, hastanın biraz önce yapılan törene uygun bir şekilde yatırılmış olduğu karyolaya yürüdü Piyer. Hasta, başını kalın yastıklara koymuş yatıyordu. Elleri, yeşil ipek yorganın üzerinde yan yanaydı ve avuçları aşağıya doğru bakıyordu… Piyer yanına yaklaşınca gözlerini ona dikti Kont. Ama bu bakışın anlamı da amacı da belli değildi. Ya hiçbir anlam taşımıyordu bu bakış ve gözleri olan herhangi bir varlığın herhangi bir şeye baktığı gibi bakıyordu sadece ya da gerçekten pek çok şey anlatıyordu.

Ne yapacağını, ne yapması gerektiğini kestiremeden durmuştu Piyer ve soran bakışlarını, o ana kadar kendisine ne yapacağını göstermiş olan Anna Mihailovna’ya çevirmişti.

Anna Mihailovna aceleyle Kont’un eline yöneltti bakışlarını, sonra da eliyle, hastanın elini öpüyormuş gibi bir işaret yaptı. Piyer, yorgana değmemek için boynunu var gücüyle gererek Prenses’in istediğini yaptı: O kalın kemikli, dolgun elin üzerinde gezdirdi dudaklarını…

Kont’un ne elinde ne de yüz kaslarında en ufak bir titreme bile görülmemişti. Piyer, bundan sonra ne yapması gerektiğini sormak ister gibi Anna Mihailovna’ya baktı yine. Kadın, gözleriyle ona karyolanın yanındaki koltuğu işaret etti. Uslu bir çocuk gibi oturmak için ilerledi Piyer; bir yandan da gözleriyle “Yanlış bir şey yapmıyorum ya?” diye soruyordu Anna Mihailovna’ya. Anna Mihailovna ise onun bu davranışını başını hafifçe sallayarak onayladı.

Eski Mısır heykellerini andırıyordu Piyer oturduğunda. Ellerini dizlerine koymuştu, bedeni tam bir simetri içindeydi, yüzünde çocuksu denebilecek kadar saf bir ifade vardı. Sanki o biçimsiz şişman vücuduyla bu kadar çok yer kapladığından ötürü salondakilerden özür dilemek istiyor ve elinden geldiğince küçülmeye çabalıyordu. Gözlerini Kont’a çevirmişti. Kont’sa Piyer biraz önce ayakta dururken yüzünün bulunduğu noktaya bakıyordu hâlâ…

Anna Mihailovna’nın yüzünde, baba ile oğul arasındaki bu son görüşmenin önemini kavramış bulunduğunu ve bundan dolayı da pek duygulandığını belirten bir ifade vardı. Ancak birkaç dakika süren bu durum, bir saat gibi gelmişti delikanlıya. İşte tam o sırada, Kont’un yüzündeki derin çizgiler ve kaslar şiddetle titremeye başladı birden. Gittikçe biraz daha güçlenen bu titreme sonunda Kont’un biçimli ağzı yana doğru kaydı (Babasının ölüme ne denli yakın olduğunu işte o vakit anladı Piyer.) ve çarpık dudaklarından belli belirsiz bir hırıltı yükseldi.

Bir telaştır başladı salonda. Anna Mihailovna; hastanın ne istediğini anlayabilmek için büyük bir dikkatle gözlerinin içine bakıyor, bir Piyer’i bir suyu işaret ediyor, Prens Vasili’nin adını fısıldıyor ya da yorganı gösteriyordu.

Hastanın bakışlarında da yüz çizgilerinde de bir sabırsızlık belirmişti bu arada ve başucundan hiç ayrılmayan uşağına bakabilmek için çabalamıştı.

Uşak, “Öbür yanına çevirmemi emrediyorlar.” diye fısıldadı.

Sonra da Kont’un hantallaşmış vücudunu duvardan yana çevirmek için kalktı yerinden.

Uşağa yardım etmek için Piyer de doğrulmuştu.

Öbür tarafına çevirdikleri sırada Kont’un bir kolu cansız gibi arkaya kıvrılıverdi, düştü ve kolunu önüne almak için çırpınmaya başladı adam. Piyer’in, cansız koluna derin bir korkuyla baktığını mı fark etmişti; yoksa artık sönmek üzere olan zihninden başka bir düşünce mi geçmişti? Bunu kestirmek imkânsızdı. Yalnız, bir o söz geçiremediği koluna bir Piyer’in korku dolu yüzüne baktı. Sonra yeniden hareketsiz koluna çevirdi gözlerini. Dudaklarında, yüz çizgilerine hiç mi hiç uymayan hafif bir gülümseyiş belirdi. İçin için alay ediyordu sanki kendi güçsüzlüğüyle!

Piyer, bu gülümseyişi görünce göğsünde bir sıkışma duydu: Genzi yanmış, gözleri dolmuştu.

Hastayı duvara doğru çevirdiler. İçini çekti Kont. Anna Mihailovna, Kont’un başında nöbet tutmak için gelmiş olan Prenses’i görünce hafif bir sesle delikanlıya seslendi:

“H est assoupi, allons!”222

Piyer salonu terk etti.



XXI

Katerina’nın portresi altında oturmuş hararetle konuşmakta olan Prens Vasili ile Büyük Prenses dışında hiç kimse kalmamıştı kabul salonunda. Piyer’i ve delikanlıya yol gösteren Anna Mihailovna’yı görünce ikisi de sustu. Ve Prenses bir şeyler sakladı (ya da Piyer’e öyle geldi), sonra da fısıldayarak konuştu:

“Bu kadını görünce tüylerim diken diken oluyor!”

Prens Vasili, Anna Mihailovna’ya “Catiche a fait donner du thé dans le petit salon.”223 dedi. “Allez, ma pauvre Anna Mihailovna, prenez quelque chose autrement vous ne suffirez pas.”224 dedi.

Piyer’e ise hiçbir şey söylememişti Prens Vasili; sadece genç adamın kolunu, omuzunun hemen altından dostça sıkmakla yetinmişti.

Piyer ve Anna Mihailovna, petit salona225 geçtiler.

Küçük, yuvarlak salonda Fransız Hekim Lorrain; üzerinde bir çay servisiyle soğuk yiyecekler bulunan masanın önünde ayakta durmakta ve incecik kulpsuz bir Çin fincanından, heyecanını gizlemeye çalışarak çay yudumlamaktaydı. Alçak sesle konuştu:

“Il n’y a rien qui restaure comme une tasse de cet excellent thé russe après une nuit Manche.”226

Kont Bezuhof’un konağında herkes, güç tazelemek amacıyla semaverin başına toplanmıştı o gece. Piyer, bu küçük salonu çok iyi hatırlıyordu. Kont’un evinde balo verildiği geceler, dans etmesini bilmeyen Piyer; bu küçük, aynalı salonda oturur ve sırtlarında balo giysileri, çıplak omuzlarında elmaslar, pırlantalarla salonu kateden hanımların hayallerini defalarca yansıtan parlak ve zengin ışıklarla aydınlatılmış aynalarda kendilerini nasıl süzdüklerini seyrederdi büyük bir zevkle…

Şimdi aynı salon sadece iki mumla aydınlatılmıştı. Vakit gece yarısı olduğu hâlde, küçük bir masanın üzerine karmakarışık bir şekilde bir çay servisiyle birtakım tabaklar konulmuştu. İçeride eğlence dışında bir amaç için buraya gelmiş çeşit çeşit insanlar oturuyor, fısıldayarak birbirleriyle konuşuyordu. Ve hiçbirinin o anda yatak odasında olup bitenleri (ve daha sonra olup bitecek olanları da) katiyen unutmayacağı her hareketlerinden, her sözlerinden belliydi.

Çok istediği hâlde hiçbir şey yemedi Piyer. Kendisini buraya getirmiş olan Anna Mihailovna’yı aradı gözleriyle, bir şey sormak istermiş gibi. Ve kadının, yeniden Prens Vasili ile Büyük Prenses’in baş başa kaldığı kabul salonuna doğru gittiğini gördü. Herhâlde gitmesi gerektiği için gidiyor diye düşündü Piyer, bir an bekledikten sonra da onun arkasından gitti. Delikanlı içeri girdiğinde iki kadın yan yana ayaktaydılar, fısıltıyla konuşuyorlardı. Tartıştıkları belliydi yüz ifadelerinden.

Gerçekten de Büyük Prenses, sinirli sinirli şöyle diyordu:

“Özür dilerim ama Prenses, neyin gerekli neyin gereksiz olduğunu ben de biliyorum herhâlde!”

Bunu söylerken tıpkı biraz önce odasının kapısını çarparak kapadığı zaman olduğu gibi aşırı gergin olduğu hemen anlaşılıyordu.

Prenses’in, Kont’un yatak odasına gitmesini engelleyecek bir şekilde durmuştu Anna Mihailovna. Yumuşak bir sesle ve inandırıcı olmasına çalıştığı bir tavırla konuşmaktaydı:

“Elbette ama pek değerli Prensesim, talihsiz büyüğümüzün kesinlikle dinlenmesi gereken şu sırada böyle bir şey yersiz olmaz mı acaba? Ruhunun iyice arınıp meleklerle buluşmak üzere hazırlanmış bulunduğu bir anda tutup da dünya işlerinden söz açmak, pek ağır gelmez mi ona?”

Her zamanki kayıtsız tavrıyla bacak bacak üzerine atmış olan Prens Vasili, bir koltuğa oturmuştu. Sinirden, elinde olmaksızın durmadan oynayan yanakları aşağıya doğru sarktığı için alt taraftan bakılınca daha dolgun görünmekteydi. Yanı başındaki heyecanlı tartışma, onu hiç ilgilendirmiyordu adetâ. Nitekim öyle bir rahatlık içinde konuştu:

“Voyons, ma bonne Anna Mihailovna, laissez faire Catiche.227 Kont’un onu ne kadar sevdiğini bilmez değilsiniz.”

Bunun üzerine Büyük Prenses ona doğru döndü ve elinde tuttuğu çantayı göstererek “Bu kâğıtta ne yazılı bilmiyorum. Bildiğim bir şey varsa o da gerçek vasiyetnamenin çalışma odasında bulunduğudur. Öylece unutulup kalmış bir kâğıt bu çantadaki…”

Bir yandan konuşurken bir yandan da atılıp Anna Mihailovna’nın öbür tarafından geçmek istemişti Prenses ama Anna Mihailovna bunu beklediğinden onun yolunu kesmeyi başardı yeniden. Sonra da tatlı bir sesle “Biliyorum, pek değerli Prensesim.” dedi. “Bilmez olur muyum hiç? Ama inanın, sırası değil…”

Bu arada sımsıkı yakalamıştı çantayı ve kolay kolay bırakacak gibi de değildi. Sözlerinin hiçbir olumlu sonuç vermeyeceğini gayet iyi bildiği hâlde:

“Çok rica ediyorum, Sevgili Prenses, yalvarıyorum size… Ona acıyın lütfen! Je vous en conjure…”228 dedi.

Susuyordu Prenses. Şimdi artık çantayı kapmak için girişilen çekişmenin çıkardığı sesten başka hiçbir ses işitilmemekteydi. Yüz ifadesinden anlaşıldığı kadarıyla Prenses, konuşmaya başladığı takdirde, Anna Mihailovna için herhâlde pek iyi şeyler söylemeyecekti. Anna Mihailovna ise çantayı büyük bir güç harcayarak sımsıkı tuttuğu hâlde, yine de çok tatlı ve yumuşak bir sesle delikanlıya “Piyer!” dedi. “Buraya gelir misiniz lütfen yavrucuğum.”

Hemen Prens’e dönerek ekledi sonra:

“Sanırım, o da bu aile toplantısında söz sahibidir! Yanılıyor muyum Prens? Öyle değil mi?”

Cevap olarak Prenses hiç beklenmedik bir şekilde “Ne susuyorsunuz, mon cousin?”229 diye bağırdı.

Kendi sesinden korkacak kadar yüksek sesle söylemişti bunu. Ama artık işitilmek önemli değildi:

“Herkes işimize karışmak cüretinde bulunuyor! Can çekişen hastanın kapısında kavga çıkıyor! Ve siz hâlâ susuyorsunuz!”

Bunu söyledikten sonra, çantayı şiddetle çekti. Sonra da ıslık gibi bir sesle “Düzenbaz kadın!” diye fısıldadı.

Anna Mihailovna ise çantayı kaptırmamak için birkaç adım atıp Prenses’in kolunu yakalamıştı ve bırakmıyordu. Prens Vasili şaşkınlık içindeydi. Ayıpladığını gösteren bir tavırla ayağa kalkarak “Aaaa!..” dedi. “C’est ridicule.”230

Sesini biraz daha sertleştirerek devam etti:

“Voyons,231 bırakın! Size söylüyorum…”

Prenses çantayı bıraktı.

Anna Mihailovna’ya döndü Prens Vasili:

“Siz de…”

Dinlemiyordu Anna Mihailovna. Katiyen bırakmak niyetinde değildi çantayı ve susuşuyla bunu belli ediyordu.

Prens Vasili, “Bırakın diyorum size!” dedi yeniden. “Bütün sorumluluğu ben alıyorum üstüme. Gidip kendisine soracağım. Artık yeter!”

Anna Mihailovna, aynı tatlı sesle:

“Mais, mon Prince…”232 diye başladı. “Böylesine yüce ve kutsal bir törenden sonra birazcık olsun dinlenebilmesine imkân verelim, doğrusu bu değil mi? Yanılıyor muyum?”

Delikanlıya dönüp ekledi hemen:

“Ne dersiniz Piyer? Siz de düşüncenizi söyleyin lütfen!”

O sırada Büyük Prenses’in yanına gelmiş olan Piyer, kadının eski terbiyeli ifadesini tümden yitirmiş yüzüne ve Prens Vasili’nin ikide bir kasları çekilen yanaklarına şaşkın şaşkın bakıyordu. Dalgınlıktan cevap vermedi.

Prens Vasili iyice sert bir tonda:

“Şurasını unutmayınız ki bütün sonuçlardan siz sorumlu olacaksınız…” dedi. “Ne yaptığınızı elbette biliyorsunuzdur.”

Prens Vasili sözlerini henüz bitirmişti ki Büyük Prenses hiç beklenmedik bir şekilde Anna Mihailovna’nın aniden üzerine atılıp çantayı kaparak “Rezil kadın!” diye bağırdı.

Başını önüne eğip kollarını iki yana açtı Prens Vasili. O sırada Piyer’in bir süredir gözlerini ayıramadığı odanın kapısı, birdenbire korkunç bir hızla duvara çarparak açıldı. Ve böylece dışarı fırlayan Ortanca Prenses, ellerini dizlerine vurup bağırdı:

“Ne yapıyorsunuz siz? II s’en va et vous me Iaissez seule!”233

Büyük Prenses bunu işitince çantayı yere düşürdü. Anna Mihailovna hemen eğilip o müthiş tartışmaya yol açan şeyi kaptı, sonra da koşarak yatak odasına daldı.

Büyük Prenses’le Prens Vasili, çabucak toparlanıp onun ardından hızla ilerlediler.

Böylece, sessiz birkaç dakika geçti. Sonra da içeriden ilkin Büyük Prenses çıktı. Yüzü solgundu. Alt dudağını ısırıyordu durmadan. Salonda bulunanları yeni fark etmişti sanki. Öteden beri zar zor zapt edip de artık hâkim olamadığı bir öfke dalgalandı yüzünde.

“Artık sevinebilirsiniz…” dedi. “Burada el ele vererek bekleyip durmanızın nedeni bu değil miydi zaten?..”

Ve elindeki mendili hıçkırarak yüzüne kapayıp koşa koşa çıkıp gitti salondan.

Prenses’in ardından Prens Vasili de çıkmıştı. Piyer’in oturmakta olduğu divana doğru sarsıla sarsıla yürüdü. Oturmadı, çöktü divana ve elleriyle yüzünü kapadı. Yüzünün sapsarı kesildiğini, alt çenesinin de sıtma nöbeti tutmuşçasına titrediğini gördü Piyer. Sonra da Prens, delikanlıyı dirseğinden kavrayarak:

“Ah, evladım!” diye başladı konuşmaya.

На страницу:
11 из 20