bannerbanner
Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa I. Cilt
Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa I. Cilt

Полная версия

Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa I. Cilt

Язык: tr
Год издания: 2023
Добавлена:
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
11 из 16

Hazreç Kabilesi’nden Umeyr İbni Hümam, hurma yerken cennet müjdesini işitince, “Cennete girmek için şu heriflerin elinde ölmekten başka bir şey lazım değil mi? Pekiyi!” diyerek elindeki hurmaları yere attı ve hemen kılıcını çekerek şehitliğin üstünlüğüne dair güzel ve dokunaklı şiirler söyleyip, düşman üzerine hücum etti. Geri dönmedi, pek çok müşrik öldürdükten sonra, kendisi de şehit olarak Firdevs Cenneti’ne gitti.

İslam ordusunda ok dışındaki bir silahla şehit olanların ilki Umeyr İbni Hümam’dır. Afra Kadın’ın büyük oğlu Avf da şehitlik derecesine erişmek için ona engel olabilecek zırhını sırtından çıkarıp attı. Hemen kılıcını çekerek düşman üzerine hücum etti. Müşriklerden birçoğunu öldürdü. Nihayet kendisi de şehit olup muradına erdi.

Ashaptaki diğer Müslümanların hepsi ileri koştular ve yer yer, hamle ve hücum ile düşmanın saflarını yırttılar. Özellikle Allah’ın Aslanı Hz. Hamza (r.a.), hangi kola hücum etse, düşman bölüklerini yarıp geçiyordu. Hz. Ali de ona uyarak önüne gelen müşrikleri kılıç ile ikiye biçiyordu.

Kureyş’in meşhur reislerinden Zem’a İbni Esved, Hz. Hamza ile Ali’nin karşısına çıkınca hemen öldürüldü. Kardeşi Akil İbni Esved de bu sırada öldürüldü.

Sehimoğullarının başlarından olan Ömer İbni As, Ebu Süfyan ile beraber olduğundan, bu hadisede bulunmadı ama Sehimoğullarının en büyük reislerinden olan dört kişi bu çarpışmada öldürüldü. Münebbih İbni Haccac-ı Sehmi’yi Ebu Yüsrü’l-Ensari, kardeşi Nebih İbni Haccac’ı Hz. Hamza ile Sa’d bin Ebu Vakkas, As İbni Münebbih İbni Haccac’ı ve bir de Ebu’l-As İbni Kays-ı Sehmi’yi Hz. Ali öldürdü.

Bunlardan başka Hz. Ali, Kureyş reislerinden Hz. Talha’nın amcası Amr İbni Osman İbni Ömerü’t-Teymi’yi, Hz. Hatice’nin kardeşi Nevfel İbni Huveylid’i ve Ubeyde İbni Said İbni As İbni Ümeyye’yi de öldürdü.

Ümeyyeoğullarının başı olan Ebu Süfyan, adı geçen kervan ile savuşup gitmiş olduğundan, bu büyük muharebede bulunmadı fakat oğlu Hanzale bu çarpışmada yer almış ve öldürülmüştü.

Kureyş’in meşhur reislerinden Ebu’l-Bahterî İbni Hişam da bu sırada Mücezzer İbni Ziyad’ın eliyle öldürülmüş oldu.

Müslümanların büyük düşmanı olan Ebu Cehil’i öldürmek övünülmeye değer bir hâl olduğundan, bütün ashap onunla karşılaşmak istiyordu. Hatta Ebu Cehil sanarak, Hz. Hamza, meşhur müşriklerden ve Mahzumoğullarından, Halid bin Velid’in kardeşi olan Ebu Kays İbni Velid’i ve Hz. Ali yine Mahzumoğullarından Abdullah İbni Münzir’i öldürdü.

Yine Kureyş büyüklerinden Ümmü Seleme’nin kardeşi olan Mesud bin Ümeyyetu’l-Mahzumi de Hz. Hamza’nın kılıcından geçti. Ebu Seleme’nin kardeşi olan Esved İbni Abdül-Esed de bu sırada öldürüldü.

Ebu Cehil ise yetmiş yaşında, gözü pek, korkunç yüzlü ve çok inatçı, lanetlenmiş bir herifti. “Anam beni bugün için doğurmuştur!” diye cesaretini belli eder ve hemen askerini harbe sürerdi. Kendi aşireti olan Mahzumoğulları yiğitleri, onun çevresini alıp sardıklarından yanına varılamazdı.

İki ordu birbirine kavuşacağı sırada Abdurrahman bin Avf harp saflarında olup, sağında ve solunda Neccâroğullarından birer genç bulunuyordu. Biri Abdurrahman bin Avf’ın kolundan çekerek gizlice ona, “Amca! Sen Ebu Cehil’i tanır mısın? Bana göstersene.” demiş ve İbni Avf, “Ne yapacaksın?” deyince, “Allah’a söz verdim. Ebu Cehil’i gördüğüm gibi, üzerine hamle edip ya onu öldüreceğim yahut bu uğurda öleceğim.” diye cevap vermiş. Öbür genç de bunun gibi Ebu Cehil’i sormuş ve İbni Avf, “Ne yapacaksın?” deyince, o da öbürünün söylediği şeyleri söylemiş, Abdurrahman bin Avf böyle korkulu zamanda rüzgârın sıcak ve soğuğunu görmemiş iki çocuk arasında kaldığını düşünürken, onların bu cesurca sözlerinden hayrette kalmıştı. İki genç ise meğer Afra Kadın’ın oğulları Muaz ve Muavvez adlarındaki iki fedai kardeşmiş.

İşte bu sırada Ebu Cehil, Mahzumoğulları yiğitleriyle domuz topu gibi gürlerken Abdurrahman bin Avf, onlara, “İşte aradığınız!” diye Ebu Cehil’i göstermiş. Derhâl ikisi birden fırlayıp, çifte şahinler gibi süzülüp Ebu Cehil’in üzerine hücum ettiler.

Aynı şekilde ensardan Muaz bin Amr bin Cemûh adlı fedai de Ebu Cehil’i gözetiyormuş. Bu sırada fırsat düşürmüş ve Ebu Cehil’in ayağına bir kılıç vurmuş fakat Ebu Cehil’in oğlu İkrime de kılıçla onun kolunu yaralamış. Bu sırada Afra’nın oğulları Muaz ile Muavvez de yetişip Ebu Cehil’in işini bitirmişler.

Ebu Cehil kendisini, Arap kabilelerinin en şereflisi olan Kureyş’in başı bilir ve Medinelileri çiftçi diye hor görürken, onların elinde can vermek pek gücüne gitti. Hatta Muaz (r.a.), kendisine kılıç ile vurunca, “Keşke beni çiftçilerden başka bir adam öldürseydi!” demiştir.

O sırada Resul-ü Ekrem, “Acaba Ebu Cehil ne yapıyor? Kim gidip de ondan bize bir haber getirir?” deyince Abdullah İbni Mesud koştu ve Ebu Cehil’in yanına gitti. Gördü ki can çekişiyor. Hemen başını kesmek üzere sakalından tuttu ve ayağıyla boynuna bastı. Ebu Cehil, gözlerini açınca, “Ey Ebu Cehil sen misin?” dedi. Ebu Cehil ise son nefese gelmiş olduğu hâlde korkusuzca İbni Mesud’a, “Ey koyun çobanı! Pek sarp yere çıkmışsın. Büyük bir kişiyi kavim ve kabilesinin öldürmesi, hemen şimdi olmuş bir iş değildir. Bu olağan şeydir. Fakat üstünlük hangi taraftadır?” diye sordu.

İbni Mesud da “Zafer ve üstünlük İslam’a yüz gösterdi.” diye cevap verdi ve bu yüzden de Ebu Cehil’i ümitsizliğe düşürdü. Ebu Cehil, böyle her yönden umudunu kesince, “Muhammed’e söyle ki şimdiye kadar onun düşmanı idim. Şimdi düşmanlığım bir kat daha arttı!” dedi. İbni Mesud da hemen onun başını kesti. Kısaca Ebu Cehil, son nefeste bile imana gelmedi, inkâr ve sapıklıkta direndi, her şeyden ümitsiz olarak canını cehenneme ısmarlayıp gitti.

İbni Mesud, cüssesi küçük ve zayıf, Ebu Cehil’in başı ise büyük olduğu için onu yüklenip götürmesi görmeye değer bir manzara olduğu hâlde, “İşte Allah’ın düşmanı Ebu Cehil’in başı!” diyerek Hazreti Peygamber’in önüne getirdi. Resul-ü Ekrem de Allah’ın yardımına şükretti. “Bu ümmetin firavunu işte budur.” diye buyurdu.

Bu sırada Afra Kadın’ın oğlu Muavvez nice işler gördükten sonra kardeşi Avf gibi o da şehit oldu. Ebu Cehil’in kardeşi olan As İbni Hişam da bu sırada öldürüldü. Kureyş’in meşhur başkanlarından Tuayme, Müslümanlardan bir iki kişiyi şehit ettikten sonra o da Hz. Hamza’nın kılıcından geçti.

Ebu Cehil’in öldürülmesinden sonra Kureyş ordusunda dayanacak kimse kalmayıp, tamamen yüz çevirdiler. Artık kaçanlar kurtuldu. Kaçamayanlar da esirliği canına minnet bildi.

Kureyş’in birinci derecedeki başlarından olan Ümeyye bin Halef ki hem ihtiyar hem de şişman idi. Muharebenin sonuna kadar dayandı. Nihayet oğlu Ali ile beraber kendisini Abdurrahman bin Avf’a teslim etmek zorunda kaldı. Abdurrahman Hazretleri de eski tanışıklığa dayanarak onları sağ bırakmak üzere esir etmeye karar verdi. Buna dair konuşurlarken Ümeyye bin Halef, “Kimdir şu demirlere bürünüp safları yırtan bahadır?” diye sormuş. Abdurrahman da “Resulullah’ın amcası Hz. Hamza’dır.” diye cevap vermiş. Ümeyye bin Halef, “Bize bu işleri eden ve bizleri bu hâle koyan hep odur.” demiş. Onlar bu sözde iken Ümeyye, Bilâl-i Habeşî’nin (r.a.) gözüne ilişti. Hâlbuki Ümeyye Mekke’de iken Hazreti Bilâl’e çok işkence etmiş olduğundan Bilâl, onu görür görmez, “Ey Allah’ın ensarı! İşte kâfirlerin ve fâcirlerin başı Ümeyye bin Halef! Vurunuz, öldürünüz!” deyince Afra Kadın’ın oğlu Muaz ile ensardan bazıları koşup Ümeyye bin Halef’i öldürdükleri sırada Ammar İbni Yasir de onun oğlu Ali bin Ümeyye’yi öldürdü.

Kısaca Kureyş ordusu, pek fena hâlde bozuldu ve Müslümanlar büyük bir zafer kazandı. Müslümanlardan harp meydanında düşüp kalanlar ile yaralı olup da sonra ölen şehitlerin hepsi on dört kişiydi. Altısı muhacirlerden, altısı Hazreç Kabilesi’nden, ikisi ise Evs Kabilesi’nden idi.

Müşriklerin ölenleri ise yetmiş kişi olup; yirmi dördü Kureyş’in ileri gelenlerinden ve başlarından idi.

Esir olan müşrikler de yetmiş kişi olup, Hazreti Peygamber’in amcası Abbas İbni Abdül-Muttalib, amca çocukları Akil İbni Ebu Ta-lib ve Nevfel İbni Abdül-Muttalib ve Hz. Zeyneb’in kocası Ebu’l-As İbni Râbi, bu esirlerin ileri gelenlerinden idiler. Bir süre sonra hepsi de İslam ile şereflenmişlerdir. Mus’ab bin Umeyr’in kardeşi Ebu Aziz İbni Umeyr de bu esirlerin ileri gelenlerinden olduğu hâlde Bedir gününde İslam ile şereflenmiştir. Süheyl İbni Amrü’l Amirî, Halid İbni Hişamü’l-Mahzumi, Übeyy İbni Halef’in oğlu Abdullah, Hz. Sûde’nin kardeşi Abd İbni Zem’a, Velid İbni Velid ve Ümeyye bin Halef’in azatlısı olan Nestas da bu esirlerin ileri gelenlerinden idi.

Resul-ü Ekrem emretti. Ölen Kureyş reislerinin cesetleri bir kuyu içine atıldı fakat Ümeyye bin Halef zırhının içinde şişmiş olduğundan, olduğu yerde üzerine taş ve toprak atılarak örtüldü. Diğer cesetler de şurada burada gömüldü.

Resul-ü Ekrem bu zaferi müjdelemek üzere Zeyd bin Harise’yi Medine’ye gönderdi. O da varıp Medinelilere müjdeyi verdi. O sırada ise Resul-ü Ekrem’in kızı Rukuyye (r.a.) ölmüştü. Hz. Zeyd’in Medine’ye varışında yeni gömülmüş olduğundan, Medine’de bulunan Müslümanlar keder içindeydiler.

Esirlerin kaçmaması için Hz. Ömer, onları bağlamaya memur olmuştu. Hepsinin büyüğü olan Abbas’ı çok sıkı bağlamış olduğundan, gece inlerdi. Resul-ü Ekrem’in, o gece amcasının iniltisine üzüldüğü için gözüne uyku girmedi. Ensar, Resul-ü Ekrem’in asla rahatsız olmasını istemediklerinden, gece uykusuz kaldığını işitir işitmez, bazıları gelip Abbas’ın bağlarını çözdüler ve karşılıksız olarak serbest bırakılmasını istediler. Hâlbuki esirler hakkında ne türlü muamele edileceğine dair henüz vahiy gelmediğinden, bunlar hakkında rey ile karar vermek lazım geliyordu.

Rey ile olan işlerde ise ashaba danışmak Fahr-i Âlem’in sünneti idi. Danışma meclisinde herkes fikrini serbestçe söylerdi. Hele Hz. Ömer, vahye uymakta ne kadar sürat ve metanet gösterirse rey ile olacak işlerde de asla hatır ve gönüle bakmayıp çekinmeden fikrini söyler ve sözü keserdi. Çok kere fikrinde isabet ederdi. Birçok defa söylediği fikri, sonradan inen vahye uygun düşmüştü. Bunun için kendisine Ömerü’l-Faruk denilmiştir ki doğru ile yanlışın arasını tam olarak ayırt edici demektir.

Bu sefer de esirler hakkında ne yapmak lazım geleceğine dair Hazreti Peygamber ashabıyla görüşme yaptı. Şöyle ki: “Yüce Allah, sizi onlara galip edip zafer kazandırdı. Şimdi onların hakkında ne yapmak istersiniz?” diye sordu. Hazreti Ömerü’l-Faruk, “Ey Allah’ın elçisi! Hepsinin boynunu vuralım!” dedi. Sa’d bin Muaz da (r.a.) bu bu görüşe katıldı. Resul-ü Ekrem’in merhameti buna elvermediğinden, evvelki sualini tekrarladı. Hz. Ömer, “Ey Allah’ın elçisi! Onlar müşriklerin başlarıdır. Hepsinin boynunu vurmalı!” deyip kendi fikrinde ısrar ettiyse de Resul-ü Ekrem yine kabul buyurmadı.

Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir kalkıp, esirlerden bedel alınarak serbest bırakılmaları görüşünde bulundu. Resul-ü Ekrem de onun fikrini kabul edip, esirlerden dörder bin dirhem bedel alınarak salıverilmelerini emretti fakat Medine’ye giderken yolda Ukbe İbni Ebu Muit ile Nadr İbni Haris’i öldürttü.

Resul-ü Ekrem, Bedir’de üç gece kaldıktan sonra ordusu ile Medine’ye döndü. Esirler ve ganimet malları da beraberinde idi. Neccâroğullarından Abdullah İbni Ka’b, bu ganimet mallarını korumak üzere vazifelendirilmişti.

Kureyş kervanını aramaya memur olan Zeydoğulları Said ve Talha da (r.a.) etrafı tarayarak Medine’ye dönüşlerinde, Resul-ü Ekrem’in Bedir taraflarına gelişini öğrenerek o yöne koşuşmuşlar ve bu defa Resul-ü Ekrem dönüp de Medine’ye gelirken, yolda buluşup zaferini tebrik etmişlerdir.

Safra Boğazı’ndan çıkıldıktan sonra Resul-ü Ekrem, ganimet mallarını eşit bir şekilde ashaba bölüştürdü. Esirleri geride bırakıp Medine’ye gitti.

Resul-ü Ekrem’in Medine’den çıkmasıyla dönmesi arasında on dokuz gün geçmiştir. Bir gün sonra esirler de Medine’ye götürüldü ve Resul-ü Ekrem, onları ashabına dağıttı. “Onlara güzelce bakınız.” diye tembih etti. Bu suretle herkes kendi evindeki esire güzelce bakar, yeme ve içmesine çok dikkat ederdi.

Resul-ü Ekrem’in amcası Abbas İbni Abdül-Muttalib, haylice zengin bir kişiydi. Mekke’den çıkarken Ümmül-Fazl’a yani hanımına epeyce altın verip, “Ben muharebeye gidiyorum. Eğer bana bir hâl olursa bu altınlar seninle evladınındır.” demişti fakat bunu ikisinden başka kimse bilmiyordu. Bundan başka Abbas, askere sarf etmek üzere yanına da haylice altın almıştı ancak harp sırasında bu altınlar elinden alınmıştı.

Resul-ü Ekrem ise bu sefer ona, gerek kendisi için ve gerek kardeş çocukları olan Ukayl ve Nevfel için bedel vermesini emredince, muharebede elinden alınmış olan altınların bu bedellere karşılık sayılmasını talep ve rica etti. Resul-ü Ekrem de “Bizim aleyhimize kullanmak üzere taşıdığın altını sana bırakmayız.” diyerek onun bu ricasını kabul etmedi. Abbas, “Beni avuç açtırıp da dilendirecek misin?” dedi. Bunun üzerine Resul-ü Ekrem, “Hani Ümmül-Fazl’a bıraktığın altınlar?” diye buyurdu.

Hâlbuki Abbas, o altınları karısına verirken yanında kimse yok idi. “Sana bunu kim haber verdi?” diye sordu. Resul-ü Ekrem, “Rabb’im haber verdi.” diye buyurdu. Abbas da “Ben şehadet ederim ki sen her sözünde doğrusun.” diyerek hemen kelimeişehadet getirdi fakat bedeli affettiremeyip, diğer esirler gibi, belirlenen bedeli bulup vererek Mekke’ye döndü.

Belirtilen bedellerini Mekke’den getirterek ödeyen, Kureyş’in öteki reisleri de yavaş yavaş dönmeye başladı. Bedel vermeye gücü olmayıp da yazı yazmasını bilen esirler de ensardan onar çocuğa yazı öğretmek ve sonra serbestçe Mekke’ye gitmek üzere Medine’de alıkonuldu.

Mekke halkı arasında okuryazar çoktu, Medine halkı ise yazı yazmayı bilmiyordu. Bu suretle Medine’de de okuryazar kimseler çoğaldı. Bu sırada Resul-ü Ekrem’in kızı Zeyneb de (r.a.) kocası Ebu’l-As İbni Râbi’nin bedeli olmak üzere boynundaki gerdanlığı çıkarıp Medine’ye gönderdi.

Bu gerdanlığı ise Ebu’l-As’la evlendiği zaman boynuna, kadınların efendisi olan annesi Hz. Hatice takmıştı. Hz. Hatice’nin büyük kızına hediyesi olan gerdanlığın tellal elinde gezen şahlık mal gibi esirlik bedeli olarak meydana çıkması ashaba dokundu.

Resul-ü Ekrem de onu görünce çok duygulandı. “Uygun görürseniz Zeyneb’in esirini salıveriniz, bedelini de geri çeviriniz.” diye buyurdu. Ashap da Ebu’l-As’ı bıraktılar ve gerdanlığı geri çevirdiler. Böylece Ebu’l-As bedelsiz olarak esirlikten kurtulup Mekke’ye gitmiştir fakat inkâr ve sapıklıkta ısrar ettiğinden, sonradan Zeyneb (r.a.) ondan ayrılıp Medine’ye hicret etmiştir.

Esirlerden Ebu İzzetü’l-Cümehi adlı meşhur şairin şiirinden başka sermayesi yoktu. Bundan sonra Müslümanlar aleyhinde bulunmamak şartıyla bedelsiz olarak salıverildi. Yine esirlerden Muttalib bin Hantab ile Saffiy İbni Rifa da böyle bedelsiz serbest bırakıldı.

Ramazanın sonlarında sadaka-i fıtır vermek vacip oldu ve Ramazan Bayramı’nda bayram namazı kılındı. Zekât vermek de bu sene farz oldu.

Yukarıda geçtiği gibi Bedir’de yenik düşen ve dağılan Kureyşlilerin yetmiş adamı öldürülmüş ve yetmiş kişisi esir edilmiş, geri kalan kılıç artıkları perişan olarak düşe kalka Mekke’ye gitmişlerdir. Ebu Süfyan da onlarla beraber Mekke’ye gitti. Ebu Leheb ile görüştüğünde Abbas’ın hanımı Ümmü’l-Fazl ve kölesi olup Müslüman olduğunu gizli tutan Ebu Râfi’nin de hazır bulunduğu bir toplantıda Ebu Leheb, Ebu Süfyan İbni Haris’e Bedir Harbi’ni sordu.

O da “Allah’a yemin ederim ki hiçbir şey değil. Yalnız biz Muhammedilerle karşılaştığımızda arkamızı onlara çevirdik. Dilediklerini öldürdüler ve istediklerini esir ettiler. Fakat onları ne kötülüyor ne de ayıplıyorum çünkü ablak atlara binmiş bir alay süvari vardı. Onlara karşı koymak mümkün değildi.” diye cevap verdi. Ebu Râfi de “O gördüğünüz süvariler, melekler idi.” deyince Ebu Leheb, öfkelenerek ona bir tokat vurdu.

Ümmü’l-Fazl ise gayrete gelip, “Zavallı köleyi, efendisi burada yok diye dövüyorsun!” diyerek bir çadır direği ile Ebu Leheb’in başını yardı. Bunun üzerine Ebu Leheb, gam ve kederinden ağır hasta oldu ve bir hafta sonra canını cehenneme ısmarlayıp ceza yeri olan ahirete gitti.

Diğer Kureyşliler de Mekke’de bir ay kadar, Bedir’de ölen reislerin matemini tuttular.

Resul-ü Ekrem Bedir’den zafer kazanmış olarak döndükten sonra İslam dini pek kuvvetlendi ve bütün düşmanların gözleri yıldı.

Medine’deki Yahudiler, “Tevrat’ta adı geçen ahir zaman peygamberi budur.” demeye başladılar. Henüz iman etmeyenlerden bazıları iman etti. Bazıları da görünüşte İslam’a girdi. Böylece Müslümanlar içinde bir hayli münafıklar türedi.

Hz. Peygamber’in hicretinden sonra Yahudiler, Resul-ü Ekrem ile harp etmemek ve onun düşmanlarını cenge kışkırtmamak üzere anlaşmışlardı.

Medine taraflarındaki Yahudiler, Kureyza ve Nadir diye başlıca iki kabileden meydana geliyordu ancak bunlardan başka Beni Kaynuka denen bir kabile vardı ki Medine’nin Aliye Bölgesi’nde Cısr-i Buthan denilen yerde yaşıyorlardı. Kaleleri sağlam ve kendileri cesaretleriyle tanınmışlardı. Hazreç Kabilesi onların dostu ve koruyucusu idi.

Müslümanlardan birini öldürerek sözleşmelerine aykırı davrandıklarından dolayı Resul-ü Ekrem, Hicret’in bu ikinci senesi şevvalinin ortalarında, ensardan ve Evs Kabilesi ileri gelenlerinden Ebu Lübabe İbni Abdül-Münzir’i (r.a.) Medine’de vekil bırakıp, sancağı amcası Hamza’nın (r.a.) eline vererek, gazilerle Medine’den çıktı. On beş günlük mesafede olan Kaynukaoğullarını kuşattı. Nihayet zilkade başında teslime mecbur oldular. Hazreç büyüklerinden, münafıkların başı olan Abdullah İbni Übey İbni Selûl de onların öldürülmemesini, affını istirham edip, bu hususta çok ısrarda bulunduğunda Resul-ü Ekrem, onları öldürtmekten vazgeçerek Şam tarafına sürdü. Kalelerinde bulunan silah ve malların beşte birini hazineye alıp, geri kalanını gaziler arasında paylaştırdı.

Ebu Süfyan İbni Harp İbni Ümeyye, adı geçen kervan ile Mekke’ye vardı. Arkasından Bedir’de dağılan asker de düzensiz bir hâlde Mekke’ye eriştiğinde Kureyş’in birinci derecedeki başlarından kimi ölmüş, kimi esir düşmüş olduğu için, Ebu Süfyan, tabiatıyla Kureyş’in başı sayıldığından, Müslümanlar üzerine bir sefer etmedikçe karılarının yanına varmamak ve güzel kokular sürünmemek üzere yemin etmişti.

Bundan dolayı iki yüz atlı ile Mekke’den çıkıp Medine yakınlarına geldiklerinde ileriye birkaç atlı göndermişti. Onlar da Medine’ye bir saat kadar uzaklığı olan bir yere gelip Müslümanlardan birini şehit etmişlerdi. Resul-ü Ekrem, bunu işittiği gibi seksen süvari ve yüz yirmi piyade ile Medine’den çıkıp o tarafa hareket etti.

Kureyşliler ise henüz Bedir bozgununun acısını unutmamış olduklarından, hemen kaçma yolunu tuttular ve hafiflemek için yanlarındaki azık ve zahire çuvallarını atarak büyük bir hızla kaçıp gittiler. Bu yüzden Müslümanlar Kureyşlilere yetişemediler fakat arkalarından bu çuvalları toplayıp zahmetsiz bir şekilde epeyce erzaka sahip oldular.

Bu seferde Resul-ü Ekrem beş gece Medine dışında kalmış ve zilhiccenin dokuzuncu günü Medine’ye ulaşmıştı. Ertesi gün bayram namazı kıldı ve kurban kesti, ashaba da kurban kesmeleri için emretti.

Yine zilhicce ayında Resul-ü Ekrem sevgili kızı Fatımatü’z-Zehra’yı (r.a.) amcasının oğlu olan Ali bin Ebu Talib (r.a.) ile evlendirdi. O vakit Hazreti Fatıma on beş yaşında ve Hazreti Ali yirmi bir yaşındaydı.

Ashabın büyüklerinden Osman İbni Maz’ûn (r.a.) bu sene ebedî âleme göçmüştür. Yine bu sene Kureyş reislerinden Ümeyye İbni Salt da dünyadan göçüp gitmiştir. Bu Ümeyye, semavi kitapları incelemiş, peygamber gönderileceğini öğrenmiş fakat kendisi ahir zaman peygamberi olma emeline düşmüş iken Muhammed Mustafa (s.a.v.) gönderilince hasedinden dolayı inkâr ve sapıklıkta direnmişti. Bedir Harbi’nde Şam’da bulunup, sonra Mekke’ye giderken Bedir köyüne uğradığında kendisine Bedir çarpışmasında öldürülen Kureyş reislerinin atılmış oldukları, adı geçen kuyu gösterilmiş ve dayı oğulları olan Utbe İbni Reb’ia ile Şeybe İbni Reb’ia’nın orada oldukları söylenmişti. Bu nedenle o kuyunun başına gidip onlara ağıt olarak uzun bir kaside söylemiş ve sonradan kendisi de cehenneme yollanmıştır.

Daha sonra Hicret’in üçüncü senesi oldu. Bu senenin rebiülevvelinde Yahudilerden ve Nadir Kabilesi reislerinden Ka’b bin Eşref öldürüldü. Ka’b bin Eşref şairdi. Resul-ü Ekrem’i hicvederdi. Bu sırada Mekke’ye gidip gelmiş ve Mekke’de iken Bedir Harbi’ne dair ağıtlar söyleyerek, Kureyş’i Müslümanlar aleyhine epeyce kışkırtmıştı.

Ensardan ve Evs Kabilesi’nden Muhammed İbni Mesleme, kendi kabilesinin yiğitlerinden oluşan dört kişilik yoldaşlarıyla gidip, Ka’b’ın başını kesti ve başkalarına ibret olarak gösterdi. Yahudiler, sabahleyin Hazreti Peygamber’in yanına gelip, bundan dolayı şikâyet ettiler. Resul-ü Ekrem de Ka’b’ın ne türlü bir karışıklık çıkarmaya çalıştığını anlatınca, Yahudiler bir şey diyemeyip gittiler.

Bedir çarpışmasından sonra Kureyş için öteden beri gidip gelmekte oldukları Şam yolu tehlikeli olduğundan, Irak yoluyla dolaşarak Şam’a gidip gelmeye başladılar. Bu sırada Irak yoluyla bir Kureyş kervanı hareket etmişti. Safvan İbni Ümeyye ile Huveytib İbni Abdül-Uzza da kervanla beraber idi. Resul-ü Ekrem, ondan haberi olduğunda, yüz süvari ile Zeyd bin Harise’yi (r.a.) gönderdi.

Necid’de, Karde adlı subaşına vardılar ve kervanı vurdular. Bütün mallarını alıp Medine’ye götürdüler ve beşte birini hazine için ayırdılar. Bu beşte birin kıymeti yirmi bin dirhemi buluyordu.

Yukarıda geçtiği üzere Bedir Harbi sırasında Resul-ü Ekrem’in kızı ve Osman bin Affan’ın (r.a.) hanımı Rukuyye (r.a.) vefat etmişti. Sonra Hz. Ömerü’l-Faruk’un (r.a.) damadı Huneys İbni Huzâfetü’s-Sehmi ölünce, kızı Hafsa (r.a.) dul kaldı.

Hazreti Ömerü’l-Faruk, kızı Hafsa’yı Hz. Osman’a vermek istedi. Hz. Osman da bu niyette bulunmuşken, sonradan vazgeçtiğinden, Hazreti Ömerü’l-Faruk gücenmiş oldu. Resul-ü Ekrem ise bu sırada Hz. Hafsa ile evlendi. Böylece Hz. Ömer’i kayınpederi olmakla şereflendirerek, gönlünü hoş etti. Kendi kızı Ümmü Gülsüm’ü de (r.a.) Hz. Osman’a verdi. Bundan dolayı ona, “Osman-ı Zi’nnureyn” iki nur sahibi denildi.

Uhud Savaşı

Yukarıda geçtiği üzere Bedir Savaşı sırasında Ebu Süfyan, İbni Harp ve Amr bin As, kıyı yoluyla savuşup Bedir çarpışmasına sebebiyet veren, daha önce bahsedilmiş olan kervanı Mekke’ye ulaştırmışlar idi. Bu kervanda bin deve yükü mal vardı. Sermayesi elli bin altın idi. Bunda Kureyş büyüklerinden pek çok kimselerin payı vardı. Hâlbuki onların çoğu Bedir Harbi’nde idiler. Ondan dolayı kervan Mekke’ye gelince, bütün mallar Dârü’n-Nedve’ye konup saklandı.

Kureyş ordusu Bedir’de fena hâlde bozulup dağılarak Mekke’ye varınca, Safvan İbni Ümeyye, İkrime İbni Ebu Cehil ve Abdullah İbni Reb’ia gibi babaları yahut kardeşleri ölenler, Ebu Süfyan’ın yanında toplandılar. “Muhammed, bizim büyüklerimizi öldürdü. Bizleri kimsesiz bıraktı. Şu kervanın kârından bize yardım ediniz ki ondan öcümüzü alalım.” dediler.

Ebu Süfyan hemen uygun gördü. Öteki sermaye sahiplerini de razı ederek, kervandaki malları sattılar. Kureyşliler, Şam ticaretinden bire bir kâr ederlerdi. Bu sefer de malları sattılar, sermayesi olan elli bin altını sahiplerine verdiler. Elli bin altın kadar kâr kaldı. İşte bu kârdan yirmi beş bin altın ayrıldı. Onunla çöl Araplarından asker toplamak üzere karar verildi.

Fakat Bedir’de ölen Kureyş’in büyüklerini hatırlayarak ve onlar için ağıtlar söyleyerek halkı savaşa kışkırtmak üzere, söz ve sohbeti dinlenir birkaç kişinin bu işe girişmeleri gerekli görüldü. İşte bunun için Amr İbni As, Hübeyre İbni Ebu Veheb, İbnü’r-Reb’i ve Ebu Azzetü’l-Cumehi seçilerek kabilelerin içlerine gönderildi.

Gerçi Ebu Azze, Bedir Muharebesi’nde esir olup, bundan sonra Müslümanlar aleyhinde bulunmamak şartıyla bedelsiz olarak serbest bırakılmış olduğundan, bu vazifeyi kabulden çekinmişse de dokunaklı sözleriyle kavmine yardımcı olması yönünde Safvan İbni Ümeyye’nin zorlamasına dayanamayıp, Müslümanlar aleyhine halkı harekete geçirmek ve bu yolda şiirler söylemekle uğraştı.

Böylece Kureyşliler, Beni Mustalik, Beni Huzeyme, Beni Hevn, Beni Abdi Menafin ve Beni Haris kabilelerinden iki bin kadar asker topladılar. Üç bin kişiden oluşan bir ordu ile Mekke’den çıktılar ki yedi yüzü zırhlı ve iki yüzü atlı idi. Üç bin de develeri vardı. Bu ordunun başı ve kumandanı Ebu Süfyan olup karısı Hind de beraberinde idi ki Bedir’de ölen babası Utbe, amcası Şeybe ve kardeşi Velid’in öcünü almak için askeri kışkırtıp dururdu.

Ebu Cehil’in oğlu İkrime’nin karısı ve Haris İbni Hişam’ın kızı olan Ümmü Hakim, Haris İbni Hişam’ın karısı ve Velid İbni Mugire’nin kızı Fatıma, Safvan İbni Ümeyye’nin karısı ve Mesud Sakafi’nin kızı Berze, Amr İbni As’ın karısı ve Münebbih Sehmi’nin kızı Reyta, kocalarıyla birlikte oldukları gibi Musab İbni Ümeyr’in kardeşi olan Ebu Aziz İbni Umeyr’in annesi Hannâs da oğlu Ebu Aziz ile beraber idi. Bunlardan başka diğer karılar da vardı. Hepsi on beş kadın oldukları hâlde tef çalarlar ve askerî gayrete getirecek şiirler okurlardı.

На страницу:
11 из 16