bannerbanner
Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa I. Cilt
Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa I. Cilt

Полная версия

Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa I. Cilt

Язык: tr
Год издания: 2023
Добавлена:
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
10 из 16

Ebu Cehil’in bu sözleri, o gün bütün Mekke içinde yayıldı, hatta kadınların kulaklarına kadar erişti. Akşam olup da Abbas evine vardığında bütün Abdül-Muttaliboğullarının kadınları, onun başına toplandılar ve hepsi bir ağızdan, “Ebu Cehil’e niçin bu kadar yüz veriyorsunuz? Erkekleriniz hakkında söylemedik söz bırakmadığı yetmiyormuş gibi, şimdi de karılarınıza dil uzatmaya başladı. Buna da mı susacaksınız?” diye söylendiler. Kadınların bu davranışı Abbas’ın pek zoruna gitti. “Hele sabah olsun da gidip şu herife, Ebu Cehil’e çatayım ve dil ile de olsa öcümü alayım.” diye niyet etti.

Ertesi sabah Kâbe’ye gidip Ebu Cehil’in yanına doğru vardı ve onunla münakaşa etmeye bir bahane aradı. İşte o an, Ebu Süfyan’ın habercisi, yani Zamzam Gaffâri gelip, “Ey Kureyş! Çabuk yetişiniz. Yoksa Şam kervanı Muhammed’in eline düşer ve bunca mallarınız elden gider.” diyerek Âtike’nin rüyasında gördüğü gibi bağırıp çağırıyordu ve herkes onun sesine doğru koşup gidiyordu. Bunun üzerine Abbas’ın Ebu Cehil ile konuşmasına fırsat kalmadı. Onlar da bu haberin aslını anlama merakına düştüler ve habercinin yanına doğru koşuştular. Bütün Kureyş büyükleri habercinin başına üşüştü. Hemen Ebu Süfyan’a yardım etmek üzere halkı teşvike kalkıştılar.

Bilhassa Ebu Cehil, bütün Mekke halkını sefere katılmaya çağırıyor ve Süheyl bin Amr da halkın gayret ve hamiyet damarlarına dokunacak sözler sarf ediyordu. Sonunda Kureyş büyüklerinin hepsi hazırlandılar ve bütün dövüşçüleri ayağa kaldırdılar. Fakat Âtike’nin rüyası birçoklarını şüpheye düşürdü. Ebu Leheb, Müslümanlara çok büyük düşmanlık duyduğu hâlde kendisi gitmeye cesaret edemeyerek yerine birini tutup göndermeye karar verdi ve Ebu Cehil’in kardeşi As bin Hişam’ın zimmetinde olan dört bin dirhem alacağına karşılık, onu kendi yerine tutup gönderdi.

Bu sırada Utbe İbni Reb’ia ile kardeşi Şeybe de geri kalmak istedilerse de yakalarını Ebu Cehil’in elinden kurtaramadılar. Kaldı ki Utbe, Ebu Süfyan ile arasındaki akrabalık nedeniyle ona yardım için koşmak zorundaydı. Çünkü Utbe, Reb’ia’nın oğlu; Ebu Süfyan, Harp İbni Ümeyye’nin oğlu ve Ümeyye ile Reb’ia ise Abdi Şems İbni Abdi Menaf’ın oğullarıydı. Bundan başka, Ebu Süfyan’ın karısı olan meşhur Hind de Utbe’nin kızıydı. Ümeyye İbni Halef de ihtiyarlığından dem vurarak geri kalmak istedi ancak Ebu Cehil, bir sürme kutusu, Ukbe İbni Ebu Muayt da bir buhurdan alıp, Ümeyye’nin evine gitti. “Karılar gibi oktan ve kılıçtan çekinenlere bunlar yakışır!” diye üstüne yürümeleriyle o da birlikte sefere çıkmak zorunda kaldı.

Âtike’nin rüyasından dolayı Abbas ile Ebu Cehil’in arası bozulmuş ve belki bütün Abdül-Muttaliboğulları Ebu Cehil’e darılmışsa da zemzem dağıtma vazifesi ve Kâbe’nin tamir işi Abbas’a ait olduğundan, ona göre geri kalmak elinde değildi. Diğer Abdül-Muttaliboğulları da ister istemez Kureyş ordusuyla birlikte gitmek zorunda kaldılar.

Kısaca Ebu Leheb’den başka ne kadar Kureyş’in ileri gelenleri varsa, hepsi büyük bir kalabalık ile Mekke’den çıkıp gittiler. Ebu Süfyan ile Amr İbni As’a yardım için büyük bir hızla yola çıktılar. Mekke’deki Kureyşlilerin hepsi bu orduda bir arada idi. Yalnız Hz. Ömer’in kabilesi olan Adiyoğulları onlarla birlikte değildi. Bu ordu Mekke’den kalkıp da Bedir köyüne varıncaya kadar her konak yerinde Ebu Cehil ve sonra Safvan İbni Ümeyye, Süheyl İbni Amr, Şeybe İbni Reb’ia, Utbe İbni Reb’ia, Kays İbni Sabbabe, Abbas İbni Abdül-Muttalib ve Ebü’l-Buhterî, sırayla onar veya dokuzar deve kesip Kureyş askerini doyurdular.

Onlar Mekke’den kalkıp da Bedir’e gelirken Ebu Süfyan, kıyıdan savuşup kervanı kurtarmış olduğundan, ordunun geri dönmesi için haber göndermişti. Fakat Ebu Cehil’in kışkırtması üzerine Kureyşliler geri dönmeyip, Müslümanlardan intikam almak üzere Bedir’e kadar gelmişlerdi. Ama Zühreoğulları ile anlaşmış olan Übeyye İbni Şerikü’n-Naki, “Kervan kurtuldu. Maksadımız gerçekleşti. Artık geri dönmek lazım.” diyerek, Zühreoğullarından orduda bulunan kişilerle anlaşarak geceleyin ordudan çıkıp gitmişlerdi.

Adiyoğulları zaten ordu ile hareket etmemiş, Zühreoğulları da böylece ayrılmış olduklarından, Bedir Savaşı’nda bu iki kabileden de ölen olmamıştır. Ama öteki Kureyş kabilelerinin hepsi bu savaşta bulunarak hâl ve miktarlarına göre zarar ve ziyan görmüşlerdir.

Resul-ü Ekrem, Kureyş kervanının nerede olduğunu araştırmakta iken Safra Konağı’na vardığında Mekke’den öyle bir ordu çıkmış olduğu haberi alındı ve İslam ordusu, güç bir durumda kaldı. Çünkü elli kişiyle korunan bir kervanın üzerine gönderilmiş birlikler ile iyi hazırlanmış öyle bir orduya karşı çıkmak zor idi. Hâlbuki kervanın peşine düşülse uygunsuz bir yerde Kureyş ordusuna rastlama ihtimali vardı. Geri dönmekse utanılacak bir şeydi.

Bundan dolayı Resul-ü Ekrem, ashabını toplayarak düşüncelerini anlamak için onlara, “Ne dersiniz? Kervanın peşine mi düşmek istersiniz, yoksa Kureyş ordusuna karşı çıkmayı mı tercih edersiniz? Hele bu ikisinden birini yüce Allah bana vadetmiştir?” diye buyurdu.

Onlar da “Biz, kervan niyetiyle çıktık. Eğer böyle büyük bir ordu ile muharebe edileceğini bilseydik daha hazırlıklı çıkardık.” diye cevap verdiler ve kervan tarafına meyil gösterdiler. Resul-ü Ekrem onların bu cevabından alındı. Fakat Hz. Ebu Bekir, Hazreti Peygamber’in gönlünü alacak sözler söyledi. Hz. Ömer de ona katıldı.

Bunun üzerine Mikdad İbni Esved (r.a.) meydana çıkıp, “Ey Allah’ın elçisi! Allah’ın emri ne ise biz ona uyarız ve her hâlde seninle beraberiz. Allah’a yemin ederim ki dünyanın neresine gitsen, seninle beraber gideriz.” dedi. Resul-ü Ekrem, Mikdad’ın (r.a.) bu sözlerine pek ziyade memnun oldu. Fakat ensar, evvelce Akabe’de biat ettiği zaman, Resul-ü Ekrem, kendi şehirlerine gelirse, onu eş ve çocuklarından daha fazla, her şeyden esirgeyip sakınacaklarına söz vermişlerse de Medine dışında muharebe edeceklerine dair sözleşmeleri olmadığından, onların fikirlerini sormak lazım geldiğinden, onlara dönerek, “Sizler de bir fikir veriniz.” diye buyurdu.

Ensar tarafından Sa’d bin Muaz, “Ey Allah’ın elçisi! Bizleri mi murat buyuruyorsunuz?” diye sordu. Resul, “Evet.” diye buyurdu. Sa’d bin Muaz, “Ey Allah’ın elçisi! Biz sana inandık. Allah tarafından getirdiğin şeylerin hak olduğunu kabul ettik ve inandık. Sana itaat edip uymak üzere söz verdik, yemin ettik. Artık sen ne dilersen emret. Seni gönderen Allah hakkı için, denize girsen seninle beraber gireriz; hiçbirimiz geri durmayız. Biz düşmana karşı çıkmaktan çekinmeyiz. Muharebe sırasında geri dönmeyiz, bizi sadık ve sabrediciler olarak göreceksin. Yüce Allah’tan dilerim ki bizden memnun olacağın işler göstersin. Hemen Allah’ın lütfuyla bizimle dilediğin tarafa yürüyebilirsin.” deyince, Resul-ü Ekrem çok memnun olarak, “Öyleyse Allah’ın lütfuyla yürüyünüz.” diye buyurdu. Ordu Bedir köyüne doğru hareket etti.

Resul-ü Ekrem, “Size müjdelerim ki yüce Allah, bana iki topluluktan birini vadetti. Allah’a yemin ederim ki ben sanki Kureyş kavminin düşüp telef olacakları yerlere bakıyorum.” diye buyurdu. Bedir’e varıldığında ise “Burası falanın, şurası da filanın öldürüleceği yerdir.” diye mübarek eliyle gösterdi. Daha sonra hep öyle oldu. Hiçbirinin yeri şaşmadı, yani müşriklerden herhangi biri için bir yer gösterdi ise muharebe sırasında o müşrik orada düşüp can verdi.

İslam ordusu Bedir’e yakın yere vardı ve kumluk bir sahada ordu düzene sokuldu ki yürürken insanların ve hayvanların ayakları kayardı.

Önce Kureyş ordusu gelip, Bedir suyunu ele geçirdi. Bu nedenle Müslümanlar susuzluktan zahmet çekmeye başladı, şeytan da bazılarının kalbine susuzluktan kırılma vehmini düşürerek vesvese verdi.

Hâlbuki yüce Allah, o gece Kureyş ordusunun içine bir korku düşürdü ve Müslümanlara tatlı bir uyku verdi. Kureyşlilerin Müslümanlara göre kuvvetleri kat kat fazla iken onlar telaş ve endişe içindeyken, Müslümanlar emniyetle uyurdu.

Ertesi gün, ramazanın on yedinci cuma günüydü. Sabahleyin yağmurlar yağdı, seller aktı. Müslümanlar suya kandı. Bazılarının kalbindeki şeytani vesvese yok oldu. Yerler sertleşti ve yürüyüş kolaylaştı.

Hübâb İbni Münzir’in rey ve tedbiri üzerine ordunun yeri değiştirildi. Bedir köyünün en sonundaki kuyunun önünde ordu düzen kurdu ve yanında Müslümanlar için büyük bir havuz yapılarak içi su ile dolduruldu. Diğer kuyuların üzerine çer çöp atıldı. Böylece Kureyş ordusu susuz kaldı.

Sa’d İbni Muaz, Resulullah için hurma dallarından bir gölgelik yaptırdı.

Resulullah, mağara arkadaşı Hz. Ebu Bekir’le birlikte o çadırın altına girdi.

Sa’d İbni Muaz da (r.a.) kılıcını takınıp, ensardan birkaç kişi ile birlikte çadırın kapısında bekledi.

İşte o sırada Kureyş ordusu meydana çıkıp göründü. Müşrikler, zırhlara bürünmüş oldukları hâlde ileri yürüdüler. Bunların sayısı bin kadar olup, içlerinde yüz atlı ve yedi yüz develi vardı.

Sayıca Müslümanların üç mislinden fazla oldukları hâlde silah ve malzemece kuvvetleri kat kat fazlaydı. Üç bayrakları vardı. Birini Ebu Aziz Zürâre İbni Ümeyr, diğerini Nadr İbni Haris, üçüncüsünü de Talha İbni Talha taşıyordu. Harp meydanına geldiler ve yer tutup saf oldular.

Müslümanlar da onlara karşı saf olup durdu. Fakat ne garip bir manzara idi ki Ebu Aziz İbni Umeyr, Kureyş ordusunun birinci sancaktarı iken kardeşi Mus’ab İbni Umeyr, muhacirlerin sancaktarı idi. Kureyş ordusunun diğer eşrafı ve reisleri ile muhacirlerin çoğu -uzak veya yakın- hep birbirinin akrabası idi.

Kısacası Resul-ü Ekrem’in büyük düşmanları olan Ümeyye İbni Halef ve kardeşi Übeyye İbni Halef, Resul-ü Ekrem’in en eski atası olan Mürre İbni Ka’b’ın kardeşi Hasis İbni Ka’b’ın soyundan ve o zaman Ebu Süfyan’ın adı geçen kervanda yoldaşı olan Amr İbni As da Sehimoğullarından ve Sehimoğulları ise bunun gibi Hasis İbni Ka’b’ın soyundan oldukları hâlde ashabın büyüklerinden Hz. Ömer ve Said İbni Zeyd de (r.a.) Mürre’nin diğer kardeşi olan Adi İbni Ka’b’ın neslinden idiler.

Bütün ashabın büyüğü olan Hz. Ebu Bekir, yine ashabın büyüklerinden Talha (r.a.), Teym İbni Mürre’nin soyundandı. Resul-ü Ekrem’in en büyük düşmanı olan Ebu Cehil İbni Hişam ile Halid İbni Velid de Mahzûmoğullarından idi. Mahzûmoğulları ise Yakaza İbni Mürre’nin torunlarındandır.

Daha garip olanı da Hz. Ebu Bekir’in oğlu Abdullah (r.a.) kendi yanında ve diğer oğlu Abdurrahman ise Kureyş müşriklerinin arasında idi.

Nadr İbni Haris ki Resul-ü Ekrem’e çok büyük düşmanlığı vardı, hatta Resul-ü Ekrem Kur’an okurken, “Muhammed, size eski masalları söylüyor!” diye alay ederdi. O da Abdi Menaf’ın kardeşi olan Abdü’d-Dâroğullarından olduğu hâlde ashabın büyüklerinden Zübeyr İbni Avvam (r.a.) Abdi Menaf’ın diğer kardeşi olan Abdu’l Uzza evladındandır.

Yine kadınların efendisi Hz. Hatice, Abdül-Uzza evladından olup, kardeşi Nevfel İbni Huveylid ise İslam’ın büyük düşmanlarından idi.

Adı geçen kervanın başı olan Ebu Süfyan ve Resul-ü Ekrem’e büyük bir düşmanlığı olan Ukbe İbni Ebu Muayt da Ümeyye İbni Abdi Şems İbni Abdi Menaf’ın torunları idiler. Kureyş ordusunun en büyük reislerinden olan meşhur Utbe, Şeybe ve Reb’ia, İbni Abdi Şems İbni Abdi Menaf’ın oğulları oldukları hâlde muhacirlerin büyüğü olan Ubeyde (r.a.) ise Hars İbni Muttalib İbni Abdi Menaf’ın oğlu idi.

Utbe İbni Reb’ia’nın oğlu Velid kendi yanında ve diğer oğlu Ebu Huzeyfe Müslümanlar arasındaydı.

Önce Mekke emiri bulunan Abdül-Muttalib’in oğlu ve Resul-ü Ekrem’in amcası Abbas da Kureyş ordusunun en büyüklerinden olduğu hâlde harp meydanına gelince, karşısında büyük kardeşi Hamza İbni Abdül-Muttalib’i (r.a.) gördü. Haris İbni Abdül-Muttalib’in oğulları olan Ebu Süfyan ile Nevfel de müşriklerle beraberdi.

Abdül-Muttalib’den sonra kavminin başı olan Ebu Talib İbni Abdül-Muttalib’in oğlu Hz. Ali, savaş safında büyük kardeşi Akil İbni Ebu Talib’e karşı duruyordu. Resul-ü Ekrem’in kızı Zeyneb’in (r.a.) kocası olan Ebu’l-As İbni Râbi de edindiği peygambere hısımlık şerefini bir tarafa bırakarak Allah’ın elçisine karşı silah çekip geliyordu.

Araplar, sırf ırk ve soy gayretiyle çarpışırlarken, böyle aynı kavim ve kabileden olan birçok halkın iki grup olup da birbirine karşı saf bağlayıp durmaları Kureyşlilerin çoğunu kararsızlığa düşürdü. Bilhassa Abdül-Muttaliboğullarının harbe girişmeleri, sırf diğer Kureyş büyüklerinin zoruyla oldu. Hâlbuki karşılarında kardeş, amca ve dayı çocuklarını görür görmez, kendilerine kararsızlık ve şaşkınlık geldi.

İşte adı geçen Utbe İbni Reb’ia, bütün bunları fark ederek derin bir düşünceye daldı ve “Ey cemaat! Kim kiminle dövüşecek? Birbirlerinin kardeşini, amca oğlunu, veya dayı çocuklarını öldürecek… Sonra bunlar nasıl yüz yüze bakacaklar? Bu olur iş mi? Siz bu işten vazgeçiniz ve aradan çıkınız. Muhammed’i öteki Arap kabilelerine bırakınız. Eğer onlar Muhammed’i yenerlerse sizin de muradınız yerine gelmiş olur. Üstelik siz bir şey kaybetmiş olmazsınız.” diye Hakim İbni Huzam ile Ebu Cehil’e haber gönderdi.

Diğer yanda Ebu Cehil ise durmadan halkı harbe kışkırtıyor ve halkın gayret ve hamiyet damarlarına dokunacak sözler sarf ediyordu. Hatta o gün, atını mahmuzlayıp, harp safından ileri çıkarak, Bizler, tek bir vücut gibi bir kalabalığız. Üzerine varılmaz ve yenilmez bir topluluğuz. Biz bugün Muhammed’den ve arkadaşlarından öç alacağız!” der idi. Üstün geleceğine asla şüphe etmiyordu.

Hakikaten İslam ordusuna göre Kureyş ordusunun maddi kuvveti kat kat fazlaydı ama Müslümanların manevi kuvveti çok yüksekti. Kureyş ordusunda çarpışmak istemeyenler çoktu. Kendilerine ırk ve soy gayretinden başka can verdirecek bir şey yoktu. Müslümanlar ise din gayretini her şeyden üstün tutarak, hepsi İslam birliği etrafında kenetlenmişlerdi. Şehit olduklarında gidecekleri yeri görür gibi bildiklerinden, onlara göre şehit olmaktan daha kıymetli bir devlet ve saadet yoktu.

İşte Ebu Cehil, bu inceliklerden habersiz olarak muharebeyi kazanmak için askerin çokluğunu yeter sanıyordu. O, “Muhammedileri öldürmeye lüzum yok… Onların ellerini arkalarına bağlayıp da Mekke’ye götüreceğiz.” derdi.

Bundan dolayı Utbe İbni Reb’ia’nin sözlerine gücenip, onun öğüdünü kötü bir niyete yorarak, onu azarladı, “Ebu Huzeyfe İbni Utbe’yi esirgemek için, bu suretle halkın fikirlerini bozuyor.” yollu, halkın gözünde Utbe’yi küçük düşürecek sözlerle fikrini çürüttü.

Batni Nahle’de Abdullah İbni Cahş olayında ölen Amr İbni Hadremi’nin kardeşi Amir İbni Hadremi de Ebu Cehil’in öğretmesi ve kışkırtmasıyla meydana çıkıp kardeşinin ismini anarak feryat etti. Aklınca kardeşinin kanını almak üzere Müslümanlar tarafına ok attı.

Tesadüfen Amir İbni Hadremi’nin oku, Hz. Ömer’in azatlısı olan Mihca’ya isabet etti ve o şehit oldu. O zaman Resul-ü Ekrem, “Mihca şehitlerin efendisidir.” diye buyurdu. İşte İslam ordusunda ilk önce yaralanıp şehit olan odur.

O zamanlarda iki taraf muharebeye girişmeden önce birer ikişer meydana çıkarak dövüşmek âdet idi. Buna mübareze ve dövüşenlere de mübariz denilirdi. Önce mübarizlerin meydana çıkmasıyla halkı cenge kızıştırmak âdet iken bu sefer Ebu Cehil’in kışkırtmasıyla Amir’in meydana çıkarak kardeşinin kanını dava etmesi ve Müslümanlara ok atması, mübarezeden evvel muharebenin kızışmasına ve araya kan düşmesine neden oldu.

Mahzumoğullarından Esved İbni Abdül-Esed, “Ya ben Muhammedilerin havuzundan su içerim ya da o havuzu yıkarım veya o havuzun yanında ölürüm.” diye yemin etti ve fedailik yolunda kılıcını çekerek, Müslümanların havuzuna doğru koştu.

Resulullah’ın aslanı Hz. Hamza (r.a.), o tarafa koştu ve havuzun yanında Esved’e yetişti. Hemen bir kılıç vurdu. Esved, arkası üzere düştü. Fakat aklı sıra yemini yerine gelsin diye kendisini havuza attı. Hz. Hamza da onu havuzda öldürdü.

Resul-ü Ekrem meydana çıkıp Müslümanların saflarını düzeltti. Bazıları saftan dışarıda duruyordu, mübarek elindeki asa ile hafifçe dokunarak onları sırasına getirdi ve “Ben emretmedikçe düşman üzerine hücum etmeyiniz. Fakat tam ok menziline geldiklerinde ok atınız.” diye emretti.

Kısacası iki tarafta da muharebe heyecanı son haddine ulaştı. Böylece Ebu Cehil’in istediği oldu.

Utbe İbni Reb’ia ise halkın gözünde küçük düştüğünden, namusunu kurtarmak için ileri atıldı ve hemen bir tarafına kardeşi Şeybe’yi ve diğer tarafına oğlu Velid’i aldı, meydana çıkıp mübariz istedi.

Neccâroğullarından Afra adlı hatunun yedi oğlu vardı. Yedisi de Bedir’de hazır idi. Onlardan ikisi, yani Avf ile Muaz adlarındaki gençler ve yine Hazreç Kabilesi’nden Abdullah İbni Revâha, onlara karşı çıktılar.

Utbe onlara, “Siz kimlersiniz?” dedi. Onlar da “Falan ve filanız.” diye cevap verdiler. Utbe, “Bizim sizinle bir işimiz yok. Biz amcamızın oğullarını isteriz.” diye onları reddetti. Çünkü Medine halkı, çiftçilikle geçinirdi. Kureyşliler ise büyük ticaretlerle meşgul oldukları için çiftçilere küçümseyen gözle bakarlardı.

Bunun için Utbe ve Şeybe, ensar ile mübarezeyi küçümseyip, “Ey Muhammed! Bize dengimiz ve akranımız olan amcamız oğullarını gönder!” diye bağırdılar. Resul-ü Ekrem de “Kalk ey Ubeyde, kalk ey Hamza, kalk ey Ali!” diye buyurdu. Üçü de kalkıp Ubeyde İbni Haris İbni Muttalib Utbe’ye; Hamza İbni Abdul-Muttalib, Şeybe’ye; Ali İbni Ebu Talib ise Velid’e karşı gittiler.

O zaman Ubeyde altmış üç, Hamza elli sekiz ve Ali yirmi bir yaşlarındaydı. Her biri yaşça karşısındaki hasmının dengi idi. Hepsi de Arap’ın en ileri gelen bahadırlarındandı. Bilhassa Hz. Hamza, Allah’ın heybetli bir aslanıydı. Hz. Ali, gerçi şimdiye kadar böyle büyük çarpışmalarda bulunmamıştı ama onun da bir aslan yavrusu olduğu yüzünden belliydi, Üçü de mübareze meydanına çıktı. Âdet üzere isim ve şöhretlerini söylediler.

Utbe ve Şeybe ile Velid de “Tam dengimiz ve akranımızsın, buyurunuz.” dediler ve hepsi birden kılıçlarını çektiler. Böyle Kureyş ulularından, bahadırlıkları meşhur olan altı büyük adamın kapışmaları, o vaktin hükmünce görülmeye değer olaylardan sayılırdı. Her iki taraf cenge hazırlanmıştı. Kiminin ok ve yayı elinde, kiminin eli kılıcının kabzasında olduğu hâlde iki taraf da bu yiğitlerin vuruşmalarını seyre daldılar. Hz. Ubeyde ile Utbe, birbirine bir iki hamle yaptılar… İki ihtiyar birbirini yaraladıysa da birisi ötekinin işini tamamlayamadı.

Hz. Hamza ve Ali ise birer hamlede hasımlarını öldürdüler ve dönüp Ubeyde’ye yardım ederek Utbe’nin de işini bitirdiler. Ubeyde’yi alıp Hazreti Peygamber’in yanına getirdiler. Ubeyde, ayağındaki kılıç yarasıyla, kanları akarak Hazreti Peygamber’in yanına gelince, “Ey Allah’ın elçisi! Ben şehit miyim?” diye sordu. Resul-ü Ekrem, “Evet.” diye cevap verdi ve yerinin “Firdevs Cenneti” olduğunu müjdeledi.

Bunun üzerine Ubeyde, memnun ve sevinçli olarak, İslam dini uğrunda ayağının kesilmesinden dolayı asla kaygılanmayacağına dair güzel ve dokunaklı şiirler söyledi. Fakat yarası ağır olduğundan, üç gün sonra Medine’ye götürülürken yolda cennete kavuştu.

Öte tarafta Utbe ve Şeybe ki Kureyş ordusunun en ileri gelen reislerinden, iki büyük kişi idiler ve bunların genç Velid’le birlikte harp meydanında düşüp kalmaları, diğerlerini ürküttü.

Ebu Cehil ise asla gevşeklik göstermeyerek, “Siz, Utbe ve Şeybe’ye bakmayınız. Onlar, gururla hareket ederek kendilerini tehlikeye düşürdüler.” diye kavmine cesaret veriyor ve “Hemen yürüyünüz!” diye emrediyordu.

O sırada Hz. Ebu Bekir, oğlu Abdurrahman’ı müşriklerin arasında görünce meydana çıkıp onunla çarpışmak üzere izin istediyse de Resul-ü Ekrem, “Ey Ebu Bekir! Bilmez misin ki sen benim görür gözüm ve işitir kulağım yerindesin.” diyerek ona izin vermedi ve yanından ayırmadı.

İki taraf ilerlemeye ve birbirine yaklaşmaya başladı. Oklar ise iki taraftan durmadan yağıyordu.

Hazreç Kabilesi’nden Haris İbni Sürâka adlı genç, geride durarak ilerideki bahadırların çarpışmasını seyredenler içindeydi. Düşman tarafından atılan ve öndeki harp safının üzerinden geçen bir ok, ona dokundu ve zavallıyı şehit etti. İşte ensardan ilk önce şehit olan odur. İlerideki harp safında bulunan İslam gazilerinin üzerinden aşıp giden bir okun geride Haris’e dokunması hepsine ibret dersi oldu. Ecel oklarının öndekilerle arkadakileri ayırmadığı ve ileridekilerin tehlikesinin geridekilerin tehlikesinden fazla olmadığı anlaşıldı. Sonradan Harise’nin annesi olan Rubeyyi, Hazreti Peygamber’in yanına gelip, “Ey Allah’ın elçisi! Oğlum cennette ise kendime teselli verip sabredeyim, değilse ne yapayım?” diye sorunca, Resul-ü Ekrem, “Cennet bir değil, sayısızdır. Senin oğlun Cennetü’l-Firdevs’tedir.” diye buyurmuştur. Biz yine konumuza dönelim.

Resul-ü Ekrem, mağara arkadaşı ile birlikte çadırda bulunduğu sırada, “Ya Rabbi! Bana vadettiğin yardımı ver.” diye içten yalvararak dua ve niyaz ederken, kendisine hafifçe bir uyku geldi ve hemen gülümseyerek uyandı. “Müjde ey Ebu Bekir! İşte melekler ile Cebrail (a.s.) yardıma geldi.” diye buyurdu.

Sonra Resul-ü Ekrem, zırhını giyip, “Yakında o topluluk bozulup geriye döndürülür.” manasına gelen ayeti okuyarak çadırdan dışarı çıktı. Üst tarafındaki ayet ise “Yoksa Kureyş müşrikleri, biz toplu ve tek bir vücut cemaatiz mi derler?” manasındadır.

Yukarıda anlattığımız gibi, gerçekten Ebu Cehil, bu Bedir gününde, “Biz tek bir vücut olan, öç alıcı bir topluluğuz; bugün Muhammed’le arkadaşlarından intikam alacağız!” demişti.

Bu ayet ise daha Mekke’de iken inen ve gelecekten haber veren ayetlerdendir. Hz. Muhammed’in peygamberliğinin açık bir delili olan mucizelerdendir. Hatta Hz. Ömer’den rivayet edilir ki “Bu ayet inince, acaba hangi topluluk bozulacak? dedim. Bedir gününde Resul-ü Ekrem zırhını giyip de Seyühzemül cem’u ve yuvellineddübür, dediği zaman, muradın ne olduğunu anladım.” diye buyurmuştur.

Rivayet edilmiştir ki daha önce Medine yakınlarına kadar gelip de Medine halkının hayvanlarını sürüp götürmüş olan Kürz İbni Câbir-i Fihri’nin, çölde yaşayan Kureyş kabileleri ile bu sefer Mekke’deki Kureyşlilerin ordusuna yardım için geleceği, o gün işitildi. Hâlbuki Kureyş ordusunun kuvveti zaten Müslümanlara göre kat kat fazla iken çöl Araplarının da gelerek, onlara katılacak olması, kuvvetlerinin daha da çoğalacağına dair Müslümanları telaş ve endişeye düşürmüştür.

Bunun üzerine Allah tarafından melekler ile Müslümanlara yardım olunacağı müjdelendi.

Kürz İbni Câbir-i Fihri, hakikaten Mekke Kureyşlilerinin ordusuna yardım etme niyetinde bulunmuşsa da sonradan Kureyş ordusunun bozulduğunu haber aldığı gibi, yardımdan vazgeçmiştir.

Yine rivayet edilir ki o sırada benzeri görülmemiş çok sert bir rüzgâr çıkıp, göz gözü görmez olmuş. Bu ise meğer melekler ile Cebrail (a.s.)’ın gelişi imiş ki harp meydanına varmışlar. Ablak atlara binmiş insanlar gibi görünmüşler ve müşriklere karşı saf bağlayıp durmuşlar.

Şu da meşhur rivayetlerdendir: Kureyş ile Kinâne arasında vaktiyle muharebeler geçmiş olduğundan, bu sefer Kinâne Kabilesi fırsatı ganimet bilip, arkadan gelerek saldırmasın diye Kureyşliler endişe ederken, Kinâne şeyhlerinden meşhur Sürâka İbni Malik-i Müdlici bir bölük süvari ile Kureyş ordusuna gelip, “Ben de sizinle beraberim.” diyerek onlara cesaret vermiş.

Hâlbuki Sürâka, Haris İbni Hişam ile el ele tutuşup gezerlerken, öyle bir şiddetli bora ile melekler gelince, Haris’ten ayrılmış ve askerini alıp savuşmuştur. Onun savuşup gitmesi Kureyş Kabilesi’ni vehim ve telaşa düşürmüş.

Hatta Ebu Cehil bunun üzerine, “Siz Sürâka’ya bakmayınız. Onun Muhammed ile gizli anlaşması vardır. Muhammedileri bitirdikten sonra, dönüp de Kudeyd Konağı’na vardığımızda ben ona Muhammed’in taraftarlığının ne demek olduğunu öğretirim! Hemen siz yürüyünüz.” diye kavmine cesaret vermişti.

Kureyş ordusu bozulup da Mekke’ye vardıklarında, “Askerin bozgunluğuna Sürâka sebep oldu.” demişler. Sürâka ise bunu işittiğinde, “Allah’a yemin ederim ki ben sizin Bedir’e doğru yürüdüğünüzü duymadım fakat bozguna uğradığınızı işittim.” demiş. Meğer Sürâka şeklinde görünen iblis ve Müdlicoğullarından birtakım adamların suretinde görünenler ise iblisin yardımcısı olan şeytanlarmış.

Bir süre sonra Sürâka ve başkaları, İslam ile şereflendikleri zaman, bütün bunları aralarında konuşmuşlar ve şeytan işi olduğunu kesin olarak anlamışlardı. Biz yine konumuza dönelim.

O sırada Resul-ü Ekrem, avucuna ufacık taşlar alıp, “Yüzleri çirkin ve kara olsun!” diyerek düşmanların üzerine attı. O taşların her biri, müşriklerin gözlerine ve burun deliklerine girerek onları sersem etti. Bu hâl, Hazreti Peygamber’in mucizelerinden ve Kureyş ordusunun bozulmasını gerektiren manevi sebeplerdendir.

Bu gibi sebeplerden dolayı Kureyş ordusu sarsılmış olduğu hâlde Hazreti Peygamber, hamle ve hücum için emir verdi. “Her kim, bugün düşmandan yüz çevirmeyip de direnir ve şehit olarak ölürse yüce Allah, elbette onu cennete koyacaktır. Bugün şehit olanlara Firdevs Cenneti hazırdır. Ve onların gelişini, cennetin kapıcısı olan büyük melek Rıdvan beklemektedir.” yollu, hem doğru hem de dokunaklı sözlerle arkadaşlarını coşturarak, “Haydi şiddetle hücum ediniz!” diye buyurdu.

На страницу:
10 из 16