Полная версия
Bu arada kocası, kadına ‘Onu senden uzaklaştırmayı nasıl başaracağız?’ diye sormuş.
‘Şimdi ben ona öyle bir oyun oynayacağım ki bütün mahalleye malzeme olacak.’
Zavallı kardeşim bu kadından gelecek fenalıktan bihabermiş. Akşam olduğunda hizmetçi kız, onu eve götürmüş. Kadın onu gördüğünde: ‘Allah biliyor ki uzun zamandır sizi görmek istiyordum.’ demiş.
‘Allah için!’ diye haykırmış kardeşim. ‘Önce beni öpün.’
Bunları der demez kadının kocası yan odadan çıkagelmiş ve bağırmış:
‘Allah biliyor ya ben de seni şehrin kumandanına teslim edeceğim!’
Kardeşim ona yalvarmış fakat adam onu dinlememiş ve onu valiye götürmüş. Vali de ona yüz kırbaç vurulmasını emretmiş. Sonra onu bir deveye bindirmişler ve zavallı, şehirde öylece dolanmış. Bu arada muhafızlar da bağırıyormuş:
‘Bu, namuslu adamların haremine girenlerin hak ettiği cezadır.’
Dahası, kardeşim deveden düşmüş, ayağını kırmış ve topal kalmış. Sonra vali onu şehirden kovmuş. Kardeşim de nereye gittiğini bilmeden dolanıp durmuş.
Sonra ben onun başına gelenleri duydum ve korkuyla onu aramaya koyuldum. Gizlice onu şehre getirdim. O da sağlığını geri kazandı. Kendisi hâlâ benim evimde yaşıyor.”
Halife hikâyeme güldü ve şöyle dedi: “İyi yapmışsın ağzı sıkı berber…” Ve bana bir hediye alıp gitmemi emretti fakat ben, “Diğer kardeşlerimin başına gelenleri anlatmadan hiçbir şey kabul etmem. Lütfen benim geveze bir adam olduğumu düşünmeyin.” dedim ve anlatmaya koyuldum… Halife de dinlemeye devam etti.
BERBERİN İKİNCİ KARDEŞİNİN HİKÂYESİ
“Yüce kumandanım, benim diğer kardeşimin adı El-Haddar. Kendisi oldukça geveze bir adamdır ve aynı zamanda felçlidir. Bir gün işine giderken bir kadın yanına gelip şöyle demiş:
‘Dur biraz güzel kardeşim, şimdi sana bir şey anlatacağım. Eğer beğenirsen sen de bana iyilik yaparsın, ben de senin için Allah’a dua ederim.’
Kardeşim durmuş ve kadın devam etmiş:
‘Sana faydalı olacak bir şey yapacağım, fakat çok fazla konuşup soru sorma.’
‘Buyur söyle.’ demiş kardeşim.
Kadın: ‘Güzel odaları, bahçesinde havuzları, birbirinden güzel çiçekleri, çeşit çeşit meyve ağaçları, şarap mahzenleri olan, içinde seni bütün gece kucaklayacak bir sevgili barındıran bir eve ne dersin? Eğer dediğimi yaparsan senin menfaatine olur.’
‘Peki bu teklifi neden yapıyorsun?’ diye sormuş kardeşim.
‘Evet, hepsi de senin olacak. Şimdi mantıklı ol, bu anlamsız merakı bırak ve dediğimi yap.’
‘Yapacağım hanımefendi.’ demiş kardeşim. ‘Ancak neden diğer erkekleri değil de beni tercih ediyorsunuz? Sizi bu kadar cezbeden ne var bende?’
‘Sana boş boş konuşma demedim mi ben? Şimdi sessiz ol ve beni takip et. Bil ki seni götüreceğim genç kadın dediğim dediktir. Kendisine karşı çıkılmasından ve reddedilmekten hiç hoşlanmaz. Eğer onu eğlendirirsen senden memnun kalır.’
Kardeşim: ‘Ona hiçbir konuda karşı gelmeyeceğim.’ demiş.
Sonra kadın yürümeye devam etmiş, kardeşimse onu takip ediyormuş. Kadının kendisine tarif ettiği şeyi büyük bir merakla arzuluyormuş. Zevkle döşenmiş, içinde hizmetkârları ve harem ağaları bulunan, baştan aşağı zenginlik dolu büyük, güzel bir eve girmişler. Kadın, kardeşimi üst kata götürürken evdekiler ona şöyle demiş:
‘Ne yapıyorsun sen burada?’
Yaşlı kadın, ‘Biraz sabırlı olun ve adamı rahatsız etmeyin. Bizim onun yardımına ihtiyacımız var.’ demiş.
Sonra kadın, kardeşimi, gözlerin daha önce hiç görmediği güzellikteki bir bahçeye götürmüş ve onu çardaktaki güzel bir koltuğa oturtmuş. Oturur oturmaz da kardeşim, ay gibi güzel bir hanımı çevreleyen bir avuç köle kızın gürültüsünü duymuş. Onu gördüğünde ayağa kalkmış ve karşısında saygıyla eğilmiş. Kadın da ona:
‘Hoş geldin!’ demiş ve oturmasını söylemiş. Kardeşim oturduktan sonra ona, ‘Allah size huzur versin. Nasılsınız?’ diye sormuş.
‘Ah hanımefendi!’ diye cevap vermiş kardeşim. ‘Ben iyiyim.’
Sonra kadın, yemek getirmelerini emretmiş. Lezzetli yiyecekleri kadının önüne koymuşlar. O da yemek üzere oturmuş. Kardeşime saygı gösteriyor ve onunla muhabbet ediyormuş. Fakat bu arada ona gülmekten kendini alamıyormuş. Ne zaman kardeşim kendine baksa hizmetçilerini gösteriyor ve onlara güldüğünü söylüyormuş. Kardeşim hiçbir şey anlamamış. Aşırı şehveti nedeniyle kadının kendisine âşık olduğunu sanıyor ve yakında kendini ona teslim edeceğini düşünüyormuş. Yemeklerini yediklerinde şarap içmeye başlamışlar ve ud çalan on tane çok güzel hizmetçi onlara şarkılar söylemeye başlamış. Eğlenceyle coşan kardeşim, kadının elindeki şarabı almış ve bir dikişte bitirmiş.
Sonra kadın da bir kadeh şarap içmiş ve kardeşime: ‘Sağlığına!’ deyip başıyla işaret etmiş.
Kadın ona bir kadeh daha şarap içirmiş ve ensesine esaslı bir tokat atmış. Bunun üzerine kardeşim öfkeyle evden ayrılmış. Fakat yaşlı kadın onu takip etmiş ve geri dönmesini söylemiş. Kardeşim de geri dönmüş. Genç kadın ona oturmasını söyleyince de tek kelime etmeden oturmuş. Kadın kardeşime bir tokat daha indirmiş. İkinci tokat da yetmeyince tokat üstüne tokat indirmiş. Bu arada kardeşim de yaşlı kadına:
‘Bundan daha güzel bir kadın görmedim hayatım boyunca.’ demiş.
Yaşlı kadınsa bağırıyormuş: ‘Yeter! Yeter hanımım, sana yalvarıyorum…’ fakat kadın, kardeşim bayılıncaya dek vurmaya devam etmiş. Sonra kardeşim tuvalete gitmek üzere ayağa kalkmış fakat yaşlı kadın ona:
‘Biraz daha sabret, muradına ereceksin.’ demiş.
‘Daha ne kadar bekleyeceğim?’ diye sormuş kardeşim. ‘Tokatlanmaktan neredeyse bayılacağım.’
Yaşlı kadın: ‘Hele bir şarap onu ısıtsın, istediğine kavuşursun.’ demiş.
Böylece kardeşim, kadınların olduğu yere dönmüş ve oturmuş. Kadın, hizmetçilerine kardeşime merhem sürmelerini ve yüzüne gül suyu dökmelerini emretmiş. Sonra ona şöyle demiş:
‘Allah senin onurunu yüceltsin. Evime geldin ve bütün bunlara katlandın. Ben bana muhalefet edeni geri çeviririm ama sabırlı olan istediğine kavuşur.’
“Ah hanımım!’ demiş kardeşim. ‘Ben sizin avcunuzun içindeki bir köleyim!’
‘O zaman bil ki…’ demiş kadın. ‘Allah beni eğlenceye düşkün biri yaptı. Benim eğlencelerime katlanan istediğine kavuşur.’
Sonra hizmetçilerine yüksek sesle şarkı söylemelerini emretmiş ki herkes keyiflensin. Bu arada içlerinden birine şöyle demiş:
‘Beyefendiyi götür, ihtiyacı olanı ver ve kendisini derhâl bana getir.’
Bunun üzerine genç kız, kardeşimi götürmüş fakat kardeşim, kadının kendisine ne yapacağını bilmiyormuş. Yaşlı kadın onun yanına gelerek:
‘Sabırlı ol, çok az kaldı.’ demiş.
Kardeşim yüzü parlayarak genç kızın önünde dururken yaşlı kadın şöyle demeye devam ediyormuş: ‘Sabırlı ol, şimdi istediğine kavuşacaksın.’
Kardeşimse sormuş: ‘Bu hizmetçi kız bana ne yapacak?’
‘Sana kötü bir şey yapar mı hiç? Kurban olayım sana, senin kaşlarını boyamak ve bıyıklarını yolmak istiyor.’
‘Kaşlarımdaki boya yıkamayla çıkar. Bıyıklarımı yolması ise çok acı verir.’
‘Dikkatli ol, ona nasıl karşı gelirsin?’ diye bağırmış yaşlı kadın. ‘O kalbini sana verdi.’
Böylece kardeşim kaşlarını boyamalarına izin vermiş ve bıyıklarını yolmalarının acısına sabırla katlanmış. Sonra hizmetçiler, hanımlarının yanına gidip olanları anlatmışlar.
Kadın: ‘Şimdi yapılacak bir tek şey kaldı, o da sakalını tıraş etmek. Böylece pürüzsüz, tertemiz bir yüzü olur.’ demiş.
Bunun üzerine hizmetçi kız, kardeşimin yanına gelip hanımının kendisine emrettiği şeyi söylemiş ve benim kalın kafalı kardeşim ona, ‘Beni insanların önünde utandıracak bir şeyi nasıl yapabilirim?’ demiş. Hemen yaşlı kadın araya girmiş ve ‘Bunu yapmasının sebebi, seni sakalsız genç bir adama dönüştürmek. Bunun için yüzünde kıl olmaması gerekiyor. Böylece yüzün onun hassas cildini çizip tahriş etmez. Gerçekten de sana büyük bir tutkuyla âşık. Sabırlı ol ki amacına ulaşabilesin.’ demiş.
Kardeşim sabretmiş ve onun emrinin yerine getirilmesine izin vermiş. Sakallarını tıraş etmişler. Kadının karşısına kaşları kırmızıya boyanmış, bıyıkları yolunmuş, sakalları tıraş edilmiş, yanaklarına boya sürülmüş bir hâlde çıkmış. İlk başta kadın ondan korkmuş. Fakat sonra onunla alay edip sırtüstü yere düşünceye kadar gülmeye başlamış ve şöyle demiş:
‘Ah efendim, iyiliğinizle gerçekten de yüreğimi kazandınız!’
Sonra ona ayağa kalkıp dans etmesi için yalvarmış. Kardeşim de ayağa kalkmış ve hoplayıp zıplamaya başlamış. Kadınlar ona portakal ve limon atıyorlarmış. Zavallı kardeşim üzerine bir şeyler atıldığı için ve ensesine yediği tokatların acısından yere düşmüş.
‘Şimdi istediğine kavuştun.’ demiş yaşlı kadın kardeşim kendine geldiğinde. ‘Artık başına başka sıkıntı gelmeyecek fakat yapacak bir küçük şey daha kaldı. Bu kız, alışkanlığı üzere elbisesini ve bütün kıyafetlerini çıkarıp çırılçıplak kalıncaya dek kimsenin kendisine sahip olmasına izin vermez. Sana elbiselerini çıkarıp koşmanı söyleyecek. Kendisi de senin önünde senden kaçar gibi koşmaya başlayacak. Sen de onun peşinden gideceksin; ta ki gerçekten onunla sevişmeye hazır oluncaya kadar. Sonra o da kendini sana teslim edecek.’ Ardından devam etmiş:
‘Önce kıyafetlerini çıkar.’
Kardeşim ayağa kalkmış, kendinden geçmiş bir hâlde kıyafetlerini çıkarmış ve anadan üryan kalmış. Bunun üzerine kadın da soyunmuş ve üzerine tülden bir elbise giyinmiş. Kardeşime, ‘Eğer beni istiyorsan yakalayıncaya dek peşimden koş.’ demiş.
Sonra kadın koşmaya başlamış. Kardeşim de peşinden gitmiş. Kadın bir odadan diğerine koştururken kardeşim, şiddetli bir arzunun verdiği çılgınlıkla kadını kovalıyormuş. Bir süre sonra kadın, karanlık bir yere kaçmış. Kardeşim de peşinden gitmiş fakat birden sağlam olmayan bir yere basmış ve bir anda hiçbir şey anlamadan kendini kalabalık bir pazarın ortasında buluvermiş. Pazarın bu bölümünde deri satıcıları varmış ve onu o hâlde; çıplak, sakalsız, kaşları kırmızıya boyanmış, yanakları kızıl bir hâlde görünce bağırarak alkış tutmaya başlamışlar. Sonra çıplak bedenini bayılıncaya kadar kırbaçlamışlar ve onu bir eşeğin sırtına atıp polis şefine götürmüşler.
Şef sormuş:
‘Bu ne?’
Onlar da ‘Bu adam bu hâlde vezirin evinden düştü.’ diye cevap vermişler.
Sonra şef, ona yüz kırbaç vurulmasını emretmiş ve onu Bağdat’tan kovmuş. Fakat ben onun arkasından gittim ve onu gizlice şehre getirip günlük ihtiyaçlarını karşıladım. Eğer iyi yürekli biri olmasaydım onun gibi bir adama asla katlanmazdım.”
Halife, berberin hikâyesini dinlemeye devam etmiş…
BERBERİN ÜÇÜNCÜ KARDEŞİNİN HİKÂYESİ
“Üçüncü kardeşim El-Fakik, geveze, kör bir adamdır. Bir gün kader, onu güzel, geniş bir eve sürüklemiş. O da kapıyı çalmış ve sahibiyle görüşmek istemiş ki bir şeyler dilenebilsin.
Evin efendisi ‘Kim o?’ demiş fakat kardeşim ona cevap vermemiş ve yüksek bir sesle adamın aynı sözleri tekrarladığını duymuş:
‘Kim var orada?’
Kardeşim yine cevap vermemiş ve evin sahibinin kapıya doğru yürüdüğünü duymuş. Adam kapıyı açmış ve sormuş: ‘Ne istiyorsun?’
Kardeşim ‘Allah rızası için bir sadaka.’ demiş.
‘Kör müsün?’ diye sormuş adam.
‘Evet.’ diye cevap vermiş kardeşim.
Adam: ‘Bana elini uzat.’ demiş.
Kardeşim de kendisine bir şey vereceğini düşünerek elini uzatmış fakat adam onu evin içinde sürüklemiş. Bu arada kardeşim de adamın kendisine yemek ya da para vereceğini düşünüyormuş. Sonra kardeşime sormuş:
‘Ne istiyorsun be adam?’
Kardeşim, ‘Allah rızası için bir sadaka.’ demiş.
Adam da ‘Allah versin.’ deyince kardeşim, ‘Peki bunu ben aşağıdayken niye söylemedin?’ diye sormuş.
‘Sana ilk seslendiğimde sen neden bana cevap vermedin?’
‘Peki, şimdi bana ne yapacaksın?’
‘Evin içinde sana verebileceğim bir şey yok.’
‘O zaman beni aşağı götür.’
‘Yol işte önünde duruyor.’
Kardeşim ayağa kalkmış ve merdivenlere yönelmiş. Merdivenin yirminci basamağından sonra ayağı takılmış, aşağı kadar yuvarlanmış. Düşüşünün etkisiyle kafası yarılmış. Evden çıkmış. Hangi yöne gideceğini bilemeden dolanıp dururken kendisi gibi kör olan iki arkadaşına denk gelmiş. Ona, ‘Bugün ne kazandın?’ diye sormuşlar. O da onlara başına gelenleri anlatmış ve eklemiş: ‘Ah benim kardeşlerim, keşke karnımı doyurabilecek kadar param olsaydı!’
Bu arada evin efendisi onları takip etmiş ve ne konuştuklarını dinlemeye başlamış, kardeşim ve arkadaşlarının haberi olmadan tabii. Sonra kardeşim, arkadaşlarıyla her zaman buluştuğu yere gitmiş ve onları beklemeye başlamış. Ev sahibi de kimseye görünmeden onun kaldığı yere gelmiş. Diğer kör adamlar geldiğinde kardeşim onlara:
‘Kapıyı kilitleyin ve evi arayın ki kimsenin bizi takip etmediğinden emin olalım.’ demiş.
Ev sahibi bunu duyunca adamlar kendisini bulamasın diye tavandan sarkan bir ipe tutunmuş. Nihayetinde kimse bir şey bulamamış. Bunun üzerine geri dönüp kardeşimin yanına oturmuşlar. Kardeşim ve arkadaşları kazandıkları paraları saymaya başlamışlar. On iki bin dirhem paraları varmış. Herkes ihtiyacı olan parayı almış ve kalanını odanın bir köşesine saklamışlar. Sonra oturup yemek yemeye koyulmuşlar.
Birden kardeşim, tanımadığı birinin yemek yerken çıkardığı sesleri duymuş ve arkadaşlarına ‘Aramızda bir yabancı var.’ demiş. Hemen elini uzatmış ve ev sahibini yakalamış. Bir anda herkes adamın üstüne çullanmış ve onu dövmeye başlamışlar. Dövmekten yorulduklarında ise şöyle bağırmışlar:
‘Müslüman kardeşlerim! Aramızda bir hırsız var ve paramızı çalmak istiyor.’
Etraflarında bir kalabalık toplanmış fakat davetsiz misafir, onlara benzemeye çalışıyormuş. Onlar gibi şikâyet ediyor ve gözlerini kapıyormuş ki kimse onun kör olmadığından şüphe etmesin. Şöyle bağırmış:
‘Ey mümin kardeşlerim, valiyle görüşmek istiyorum. Ona anlatmak istediğim bir mesele var.’
Etraflarındaki kalabalık, kardeşim de dâhil olmak üzere herkesi valiye götürmüş. Vali ‘Hayırdır inşallah!’ demiş.
Davetsiz misafir: ‘Ne olduğunu anlamak istiyorsan uğraşman gerekecek. İşkence dışında hiçbir yolla ağzımızdan laf alamazsın. Şimdi beni dövmeye başla. Benden sonra da liderimizi.’ diyerek kardeşimi işaret etmiş.
Böylece adamı sırtüstü yatırıp dört yüz sopa vurmuşlar. Dayak adamın canını çok feci yakmış. Sonra birden sağ gözünü açmış. Adamlar ona vurmaya devam edince sol gözünü de açmış.
Vali bunu görünce adama ‘Ne oluyor burada lanet olasıca?’ demiş.
‘Beni affedin. Biz dört tane sefil adamız. İnsanları kandırarak evlerine girer, kadınların peçesiz yüzlerine bakarız. Dahası, hırsızlık da yaparız. Böyle böyle hile yaparak bir sürü para kazandık. Tam on iki bin dirhem… Bir gün arkadaşıma şöyle dedim: Benim payım olan üç bin dirhemi ver. O ise beni dövüp paramı gasbetti. Ben de Allah’a ve size sığındım. Benim payımı onlar alacağına siz alın. Eğer sözümün doğru olup olmadığını anlamak istiyorsanız diğerlerini beni dövdüğünüzden bile daha fazla dövün. Onlar da gözlerini açacaktır.’
Vali, adamları sorgulamaları için emir vermiş. Onlar da kardeşimle başlamış. Ona önce bağırmışlar, sonra da zavallıyı kırbaçlamışlar.
Vali şöyle demiş:
‘Seni baş belası herif! Allah’ın nimetlerine nankörlük ediyorsun.
Bir de üstüne kör taklidi yapıyorsun.’
‘Ah, ah!’ diye bağırmış kardeşim. ‘Allah’a yemin ederim ki içimizde kimse seni göremiyor.’
Bunun üzerine bayılıncaya kadar onu dövmüşler. Vali bağırmış:
‘Şimdilik bırakın. Kendine gelince yeniden döversiniz.’ Kardeşim, diğer arkadaşlarının kendisinden bile daha çok dayak yemelerine sebep olmuş. Bu arada hileci İbrahim şunları söylüyormuş: ‘Gözlerinizi açın. Yoksa daha çok dayak yiyeceksiniz.’
Sonunda İbrahim, valiye şöyle demiş:
‘Parayı size getirmem için birini benimle yollayın. Bu adamlar milletin önünde rezil edilmedikçe gözlerini açmayacaktır.’
Böylece vali parayı getirtmiş ve adama hakkı olduğunu iddia ettiği üç bin dirhemi vermiş. Kalanı da kendi almış. Sonra üç adamı da şehirden kovmuş. Yüce kumandanım, ben de gittim, kardeşimi buldum ve hâlini sordum. O da bana size anlattıklarımı anlattı. Ben de onu gizlice şehre geri getirdim ve kendisine ben bakıyorum.”
Halife hikâyeme güldü ve şöyle dedi:
“Ona bir hediye verin de yoluna gitsin.”
Ama ben: “Allah hakkı için yüce kumandanım, diğer kardeşlerimin hikâyesini anlatmadan sizden bir şey almayacağım. Gerçekten de ben sözü doğru bir adamım.”
Bunun üzerine halife adamı dinlemeye devam etmiş…
BERBERİN DÖRDÜNCÜ KARDEŞİNİN HİKÂYESİ
“Dördünce kardeşime gelince, onun adı El-Kuz El-Asvani’dir. Kelimeler ağzından âdeta taşar gibi çıktığından uzun boyunlu guguk kuşu diye de bilinir yüce kumandanım. Kendisi Bağdat’ta kasaplık yapar, önemli ve zengin adamlara et satardı. Bu sayede çok zengin oldu. Kendine evler aldı, hayvan sürüleri oldu. Anlattığına göre bir gün dükkânına uzun sakallı bir adam gelmiş ve ondan bir miktar gümüş karşılığında et istemiş. O da parasının karşılığı olan eti ihtiyara vermiş.
Daha sonra yaşlı adamın verdiği gümüşü incelediğinde paranın, beyaz ve parlak olduğunu görmüş ve bu parayı ayrı bir yerde saklamış. Uzun sakallı adam beş ay boyunca kardeşimden et almaya devam etmiş. Kardeşimse adamın verdiği paraları ayrı bir kutuda topluyormuş. Bir gün koyun almaya niyetlenmiş ve parayı çıkarmak istemiş. Kutuyu açmış fakat içinde para şeklinde kesilmiş teneke parçalarından başka bir şey olmadığını görmüş. Bunun üzerine dövünmeye ve yüksek sesle ağlamaya başlamış. Öyle ki insanlar etrafında toplanmış. Kardeşim kalabalığa başından geçenleri anlatmış, onlar da çok şaşırmış. Bir süre sonra acısını içine atıp işine devam etmiş ve bir koç kesip dükkânına asmış. Etin bir kısmını kendine ayırdıktan sonra şöyle demiş:
Ah Allah’ım, şu lanet olası ihtiyar bir gelse…
Bir saat geçmemiş ki yaşlı adam elinde gümüşlerle görünmüş. Kardeşim ayağa kalkıp ona yaklaşarak şöyle bağırmış:
‘Ey Müslüman kardeşlerim! Gelin de bana yardım edin. Hikâyemi, bir de bu kötü adamdan dinleyin!’
Yaşlı adam bunu duyunca sessizce şöyle demiş:
‘Hangisini tercih edersin? Beni bırakmayı mı yoksa insanların karşısında rezil olmayı mı?’
‘Beni nasıl rezil edecekmişsin bakalım?’
‘Şöyle ki sen koyun eti diye insan eti satıyorsun.’
‘Yalan söylüyorsun adi herif!’
‘Asıl adi olan, dükkânında insan eti satan sensin. Eğer senin dediğin gibiyse param da hayatım da senindir.’
Sonra yaşlı adam yüksek sesle bağırmaya başlamış:
‘Ey insanlar! Sözlerimin doğruluğunu kanıtlamak için bu adamın dükkânına girin!’
Bir anda herkes kardeşimin dükkânına hücum etmiş ve koç, birden ölü bir adama dönüşmüş. Bunun üzerine kardeşime bağırmaya başlamışlar: ‘Seni kâfir! Seni hain!’
En yakın arkadaşları bile onu dövmeye başlamış. Şöyle bağırıyorlarmış:
‘Sen bize âdemoğullarının etini mi yediriyorsun?’
Dahası, yaşlı adam, kardeşimin suratına öyle bir vurmuş ki bir gözünü yerinden çıkarmış.
Sonra boğazı kesilmiş cesedi valiye götürmüşler. Yaşlı adam, ‘Efendim, bu adam insanları katlediyor ve etlerini koyun eti diye satıyor. Onu sana getirdik. Şimdi ayağa kalk ve Allah’ın emrini yerine getir.’ demiş.
Kardeşim kendini savunmak istemiş fakat vali onu dinlemeyi reddetmiş. Onu beş yüz sopa yemeye mahkûm etmiş. Dahası, bütün servetine el koymuş. Eğer rüşvet vererek tükettiği o servet olmasaymış onu öldürürlermiş. Sonra vali onu Bağdat’tan kovmuş. Kardeşim de riske girerek büyük bir şehre yerleşmiş ve orada ayakkabı tamirciliği yapmaya başlamış. Dükkânını açmış ve hayatını kazanmak için çalışmaya başlamış.
Bir gün kardeşim işine giderken bir at sürüsünün sesini duymuş ve bunun ne olduğunu sormuş. Ona, kralın avlanmaya çıktığını söylemişler. O da kralı görmek için beklemeye karar vermiş. Talih bu ya kral, kardeşimle göz göze gelmiş, hemen kafasını eğmiş ve şunları söylemiş:
‘Böyle bir günün fenalığından Rabb’ime sığınırım.’
Sonra atına binip maiyetiyle birlikte sarayına dönmüş, muhafızlarına kardeşimi yakalayıp dövmelerini emretmiş. Onlar da kardeşimi öldüresiye dövmüşler. Bu kötü muamelenin sebebini bilmeyen kardeşimse acınacak bir hâlde evine dönmüş.
Bir süre sonra kardeşim, kralın adamlarından birine gitmiş ve başından geçenleri anlatmış. Adam da sırtüstü yere düşünceye kadar kahkahalarla gülmüş ve şöyle demiş:
‘Ah benim kardeşim… Bilmiyor musun kral, tek gözlü adamlara bakmaya tahammül edemiyor? Hele ki sağ gözü körse onu öldürmeden içi rahat etmez.’
Bunu duyan kardeşim, çareyi o şehirden kaçmakta bulmuş. Kendisini hiç kimsenin tanımadığı bir şehre gitmiş ve bir süre orada kalmış. Başına gelen talihsizliklerden dolayı acı çekerken bir gün, bir parça gezip kendini teselli etmek istemiş. Tek başına yürürken arkadan bir at sürüsünün geldiğini duymuş ve kendi kendine şöyle demiş: Allah beni cezalandırıyor.
Her ne kadar saklanacak bir yer aradıysa da bulamamış. Nihayet kapalı bir kapı görmüş ve kapıyı kuvvetle itmiş. İçeri girip saklanacak bir yer aramaya koyulmuş. Kapı uzun bir koridora açılıyormuş, tam orada saklanacakmış ki iki adam onu yakalayarak şöyle demiş:
‘Üç gecedir uykumuzu da rahatımızı da bozuyorsun. Bizleri büyük sıkıntıya soktun!’
Kardeşim, ‘Sizi rahatsız eden ne?’ diye sormuş.
Onlar da ‘Karanlıkta bekleyip bizi korkutan ve paramızı çalan sensin ve bizi rezil edip hilelerinle evin efendisinin boğazını kesmeyi planlıyorsun. Sen ve arkadaşlarının onu dilenmeye mecbur etmesi yetmedi mi? Hadi bakalım, şimdi her gece bizi korkuttuğun bıçağını ver.’
Sonra üzerini aramışlar ve ayakkabı derilerini kesmek için kullandığı bıçağı bulmuşlar. Bunun üzerine kardeşim, ‘Ey insanlar, Allah’tan korkun ve bana kötülük etmeyin. Bilin ki benim de oldukça ilginç bir hikâyem var.’ demiş.
‘Peki senin hikâyen nedir?’ diye sormuşlar.
Kardeşim de gitmesine izin verirler umuduyla başından geçenleri bir bir anlatmış fakat onlar, anlattıklarına kulak asmamış ve ona saygı göstermek yerine zavallıya feci bir dayak atıp kıyafetlerini yırtmışlar. Vücudundaki yara izlerini görünce de şöyle demişler:
‘Seni Allah’ın belası! İşte bu yara izleri suçunun delili.’ deyip onu valiye götürmüşler.
Kardeşim kendi kendine şöyle demiş:
Şimdi günahlarımın bedelini ödüyorum ve beni yüce Allah’tan başka hiç kimse kurtaramaz.
Vali kardeşime sormuş:
‘Seni hain! Cinayet işleme niyetiyle bu insanların evine giriyorsun. Ne istiyorsun onlardan?’
Kardeşim: ‘Allah aşkına efendim, söyleyeceklerimi dinleyin ve beni suçlamakta acele etmeyin.’ demiş. Fakat vali şöyle bağırmış:
‘İnsanları dilendiren bir hırsızın, kırbaç izleri taşıyan bir suçlunun sözlerine mi kulak vereceğim?’ ve devam etmiş: ‘Eğer büyük bir suç işlemeseydin seni böylesine dövmezlerdi.’
Böylece vali, ona yüz kırbaç vurulmasına karar vermiş. Sonra kardeşimi bir devenin sırtına bindirip şehrin içinde dolandırarak şöyle demişler:
‘İnsanların evlerine zorla giren birine az bile…’
Bununla da kalmamış, onu şehirden atmışlar. Kardeşim de rastgele dolanıp durmuş; ta ki ben başına gelenleri duyup onu aramaya çıkıncaya kadar. Kendisini bulduğumda bana başına gelenleri anlattı. Ben de onu gizlice şehre getirdim, yiyecek, içecek parası verdim.”
Halife dinlemeye devam etmiş…
BERBERİN BEŞİNCİ KARDEŞİNİN HİKÂYESİ
“Beşinci kardeşim El-Nashar’ın iki kulağı da kesiktir yüce kumandanım. Geceleri dilenerek eline geçen parayla yaşardı. Yaşlı babamız hastalanıp öldüğünde bize yedi yüz dirhem para bıraktı. Her birimiz payımıza düşen yüzer dirhemi aldık. Fakat bu kardeşim, parasını aldığında kafası karıştı ve parayla ne yapacağını bilemedi. Bu kafa karışıklığı devam ederken kardeşim bir tepsiye çeşitli cam eşyalar koyup satmaya karar verdi. Böylece helal para kazanabilecekti. Yüz dirhem paraya çeşitli cam eşyalar aldı, onları bir tepsiye yerleştirdi ve mallarını satmak üzere bir duvara yaslanıp tepsiyi tezgâhına yerleştirdi. Sonra da -bana anlattığı üzere- hayaller kurmaya başlamış:
Şimdi… Bu cam eşyalara yatırdığım para yüz dirhem. Bunları satarsam elime kesin iki yüz dirhem para geçer. Sonra o parayla yeni cam eşya alırım. Onları da dört yüz dirheme satarım. Böyle alıp satmaya devam ederim; ta ki dört bin dirhem param oluncaya dek. Bu parayla da zengin bir adam olur, kendime mal ve mücevher satın alırım. Bunlarla da büyük bir kazanç elde ederim Allah’ın izniyle. Böyle böyle yüz bin dirhemlik bir servet elde edinceye kadar uğraşırım. Sonra kendime güzel bir ev, beyaz köleler, muhafızlar ve atlar satın alırım. Yer, içer, eğlenirim. Şehirde bana şarkı söylemeyen bir tane bile erkek ya da kadın şarkıcı bırakmam.
Önündeki üzerinde “dört yüz dirhem değerinde” cam eşya olan tepsiye şöyle bir bakıp hayallerine devam etmiş:
Elimdeki para yüz bin dirhem olduğundaysa inşallah kralların ve vezirlerin kızlarına talip olurum. Vezirin en büyük kızını kendime eş olarak isterim çünkü duyduğuma göre mükemmel bir güzelliği olan yetenekli ve iyi kalpli bir kadınmış. Bin dirhem başlık parası veririm. Babası razı olursa ne âlâ… Olmazsa da kızı kaçırırım. Kızı evime yerleştirdiğimde on tane harem ağası alır, kendime de kralların ve sultanların giyeceği türden bir kaftan diktiririm. Dahası, mücevherlerle kaplı olan bir eyer satın alırım. Sonra beni korumaları için memluklerle anlaşırım. Halk beni selamlayıp hayır duaları okurken de şehri gezerim. Sonra vezire yani kızın babasına beyaz kölelerden oluşan bir ordu eşliğinde giderim. Beni görünce vezir ayağa kalkar, beni kendi yerine oturttuktan sonra kendisi benden daha alçakta bir yere oturur.