
Полная версия
Üç Silahşörler
“Kraliçe’nin adına mı?”
“Evet, ona tuzak kurmak üzere Paris’e gelmesi için.”
“Kahretsin ama eşinizin bu durumla ne alakası var beyefendi?”
“Kraliçe’ye olan sadakati herkesçe bilinir. Onu ya hizmetinden almak ya da korkutmak istiyorlar. Majestelerinin sırrına vakıf olmak ya da onu casus olarak kullanmayı amaçlıyorlar.”
“Bu mümkün.” dedi Dartanyan. “Peki onu kaçıran adamın kim olduğunu biliyor musunuz?”
“Bildiğimi düşündüğümü söyledim size.”
“Adı ne?”
“Adını bilmiyorum. Ama Kardinal’in adamı olduğunu biliyorum. Şeytani bir dehası var.”
“Peki onu gördün mü?”
“Evet, eşim onu işaret ederek göstermişti bir gün.”
“Kendisini tanıyabileceğimiz dikkat çekici bir özelliği var mı peki?”
“Ah kesinlikle var! İri yarı, siyah saçlı, esmer, delici bakışlı, beyaz dişli biri. Şakağında da bir yara izi var.”
“Şakağında yara ha!” diye bağırdı Dartanyan. “Bir de beyaz dişli, delici bakışlı, esmer tenli, siyah saçlı mağrur görünümlü demek. Bu Meung’daki adamım!”
“O sizin adamınız mı yani?”
“Evet, evet ama bununla alakası yok. Hayır, yanılıyorum ben. Bu olayı açıklıyor. Eğer sizin adamınız benim adamımsa bir taşla iki kuş vurmuş olacağım. Hepsi bu. Peki, bu adamı nerede bulabileceğimi biliyor musunuz?”
“Bilmiyorum.”
“Nerede yaşadığı bilgisine sahip değil misiniz?”
“Hayır. Eşimi Louvre’a bıraktığım bir gün dışarı çıkıyordu. O sırada eşim onu bana gösterdi.”
“Kahretsin, kahretsin!” diye söylendi Dartanyan. “Ama hâlâ belirsiz her şey. Karınızın kaçırıldığını nereden öğrendiniz?”
“Mösyö Laporte’dan”
“Size detay verdi mi?”
“Kendisi de pek bir şey bilmiyordu ki.”
“Peki, başka bir yerden bir şey duydunuz mu?”
“Evet elime geçen…”
“Ne?”
“Tedbirsizlik ediyor olmaktan korkuyorum.”
“Hep bunu söylüyorsunuz ama anlamanız gerek ki vazgeçmek için çok geç.”
“Vazgeçmiyorum, kahretsin!” diye bağırdı adam. “Ayrıca Bonacieux şerefim üzerine…”
“Adınız Bonacieux mu?”
“Evet benim adım bu.”
“Bonacieux dediniz. Sözünüzü kestiğim için bağışlayın ama bu isim bana pek bir tanıdık geldi.”
“Evet beyefendi, ev sahibinizim ben.”
“Ah!” diyen Dartanyan hafiften kalkarak selam verdi. “Siz benim ev sahibimsiniz…”
“Evet, beyefendi. Evet. Burada bulunduğunuz üç ay müddetince önemli meşguliyetleriniz olduğundan olsa gerek kiramı ödemeyi unuttunuz. Yine de sizi bir an dahi rahatsız etmedim. Bu inceliğimi takdir edersiniz diye düşündüm.”
“Nasıl takdir etmem sevgili Bonacieux?” diye cevap verdi Dartanyan. “Emin olun eşi görülmez davranışınız için size minnet duyuyorum. Dediğim gibi yapabileceğim bir şey…”
“Size inanıyorum beyefendi, size inanıyorum. Söylemek üzere olduğum şey şuydu: Bonacieux şerefi üzerine ant olsun ki size güveniyorum.”
“Devam edin, bitirin sözlerinizi.”
Adam cebinden çıkardığı kâğıdı Dartanyan’a uzattı.
“Bir mektup?” dedi genç adam.
“Evet, bu sabah geldi.”
Hava kararmaya başladığından mektubu okumak için pencereye yaklaştı Dartanyan. Adam onu takip etti. Genç adam mektubu yüksek sesle okudu:
“Eşinizi aramayın. Ona gerek olmadığında geri yollanacaktır. Onu bulmak için bir adım dahi atarsanız mahvolursunuz.”
“Bu bir delil. Ama daha da önemlisi bir tehdit.”
“Evet ve bu tehdit beni korkutuyor. Ben kavgacı biri değilim beyefendi. Ayrıca Bastille Hapishanesi’nden korkarım.”
“Hmm!” dedi Dartanyan. “Bastille’e ben de düşkün değilim. Eğer sadece bir kılıç savurmadan ibaret olsaydı, sorun olmazdı.”
“Bu konuda size güveniyorum beyefendi.”
“Öyle mi?”
“Etrafınızda gördüğüm kuvvetli silahşorlerin, Mösyö de Treville’in savaşçıları olduğunu biliyorum. Bu sebepten Kardinal’e düşman olan sizlerin Kraliçe’nize adalet sağlarken hazrete darbe vurmaktan memnun olacağınızı düşündüm.”
“Ona ne şüphe!”
“Bir de hakkında hiçbir şey söylemediğim üç aylık kira varken…”
“Evet, evet, bana bir sebep verdiniz. Mükemmel bir sebep.”
“Dahası, evimde kalma şerefini bahşettiğiniz müddetçe sizinle kira hakkında hiç konuşmayacağım.”
“Çok naziksiniz.”
“Bunlara ilaveten ihtiyacınız olursa diye size elli altın teklif edeceğim.”
“Harikulade. Demek zenginsiniz sevgili Mösyö Bonacieux?”
“Rahatım yerinde, o kadar beyefendi. Tuhafiye dükkanımdan gelen iki üç bin altınım var. Dahası ünlü denizci Jean Moque’a yaptığım yatırım var. Anlıyorsunuz beyefendi. Ama!”
“Ne oldu?”
“Orada kimi görüyorum?”
“Nerede?”
“Caddede, kapıda. Pelerinli bir adam…”
“Bu o!” dedi iki adam. Kim olduğunu biliyorlardı.
Kılıcını çeken Dartanyan, “Bu kez benden kaçamayacak!” dedi.
Derhâl dışarı çıktığında kendisini görmeye gelen Athos ve Port-hos ile merdivenlerde karşılaştı. Aralarından ok gibi fırladı.
“Nereye gidiyorsun?” diye sordu arkadaşları.
“Meung’daki adam!” diye bağıran Dartanyan kayboldu.
Dartanyan, bu yabancı ile yaşadıklarından ve kayıp mektubundan birkaç kez bahsetmişti arkadaşlarına. Athos mektubun arbede sırasında kaybolduğuna inanıyordu. Çünkü Dartanyan’ın tasvirine göre beyefendi olan bir adamın mektup çalmak gibi adice bir şey yapması mümkün değildi.
Porthos bu durumu bir aşk buluşması olarak yorumladı. Ona göre atlı şövalye ile hanımefendi, Dartanyan ve sarı atı tarafından rahatsız edilmişlerdi. Aramis bu tür ilişkilerin gizemli olduğunu ve daha fazla kurcalamamak gerektiğini söyledi.
Böylece Dartanyan’ın söylediği şeylerden durumu anladılar. Delikanlının adamı yakaladıktan ya da gözden kaybettikten sonra geri döneceğini düşünerek eve girdiler.
Ne var ki ev boştu. Yabancı ile Dartanyan’ın karşılaşmasının doğuracağı sonuçlardan korkan ev sahibi oradan ayrılmanın akıllıca olduğunu düşünmüştü.
9
Dartanyan Kendini Ortaya Koyuyor
Dartanyan, Athos ve Porthos’un tahmin ettiği gibi yarım saat içinde geri dönmüştü. Âdeta sihirle ortadan kaybolan adamı bir kez daha elden kaçırmıştı. Elinde kılıçla civar caddelerde koşan delikanlı, bu adama benzeyen hiç kimseyi görememişti. Daha sonra muhtemelen başlaması gereken noktaya gelerek, yabancının yaslandığı kapıyı çaldı. Fakat cevap veren olmadı. Kapılarını çaldığı komşularsa bu evde altı aydır kimsenin yaşamadığını söylediler.
Dartanyan caddelerde koşup kapıları çalarken Aramis de arkadaşlarına katıldı. Böylece Dartanyan’ın da dönmesiyle ekip tamamlanmış oldu.
“Peki ne oldu?” dedi ter içinde kalmış öfkeli Dartanyan içeri girerken.
“Ne mi oldu?” dedi kılıcını yatağına atan Dartanyan. “Bu adam insan kılığına girmiş şeytan olsa gerek. Hayalet misali ortadan kayboldu.”
“Hayaletlere inanır mısın?” diye sordu Athos, Porthos’a.
“Ben görmediğim şeylere inanmam. Daha önce hiç hayalet görmediğimden onlara da inanmıyorum.”
“İncil!” diye söze giren Aramis, “Onlara inanmamızı emreder. Samuel’in hayaleti Saul’a görünmüştür. İnancın böyle bir parçasından şüphe edildiğini görmek beni üzüyor Porthos.”
“İnsan ya da şeytan, gölge ya da vücut, illüzyon ya da gerçek, bu adam bana lanet olmak için doğmuş. Çünkü kaçıp gitmesi başımıza gelecek talihin kaybolmasına sebep oldu. Bizlere yüz hatta belki de daha fazla altın sağlayabilecek bir talih.”
“Nasıl oluyor o?” dedi Porthos ve Aramis.
Ağzı sıkı Athos, Dartanyan’ı bakışlarıyla sorgulamakla yetindi.
O sırada konuşmaya kulak kabartan uşağına seslendi Dartanyan:
“Planchet, ev sahibim Mösyö Bonacieux’a git ve bana yarım düzine Beaugency şarabı yollamasını söyle.”
“Demek ev sahibinizde böyle bir krediniz var?” dedi Porthos.
“Evet, bugünden itibaren eğer şarabımız kötüyse daha iyisini bulmaya yollayacağız onu.”
“Faydalanmalı, ama istismar etmemeliyiz.” dedi Aramis kısaca.
“Hep söylediğim gibi Dartanyan aramızda kafası en iyi çalışan kişi.” diyen Athos, Dartanyan’ın baş selamı üzerine sessizliğine geri döndü.
“İyi de ne ile ilgili bu?” diye sordu Porthos.
“Evet?” dedi Aramis. “Bize de söyle Sevgili Dostum. Tabi herhangi bir hanımın adı lekelenmeyecekse. Bu durumda kendine saklaman daha iyi olur.”
“Emin olun ki…” diye cevap verdi Dartanyan. “Anlatacaklarım hiç kimsenin onuruna halel getirmeyecektir.”
Daha sonra ev sahibinin anlattıklarını kelimesi kelimesine arkadaşlarına aktardı.
“Bu durum fena değil.” diyen Athos, şarabı beğendiğini gösteren bir baş hareketi yaptı. “Bu adamdan elli-altmış altın gelebilir. Ama asıl soru bu miktar kellelerimizi riske atmaya değer mi?”
“Fakat dikkat edin!” dedi Dartanyan. “Bu işin içinde kaçırılmış, tehdit edilmiş belki de işkenceye maruz kalmış bir kadın var. Sadece hanımına sadık olduğu için.”
“Akıllı ol, Dartanyan. Akıllı ol!” dedi Aramis. “Çok çabuk karıştınız Madame Bonacieux’ın kaderine. Başımıza ne geldiyse kadınlardan geldi.”
Aramis’in bu sözleri üzerine Athos somurttu ve dudaklarını ısırdı.
“Beni endişelendiren Madame Bonacieux değil!” diye haykırdı Dartanyan. “Kraliçe. Kendisi Kral tarafından terkedildi, Kardinal tarafından baskılandı. Dahası bütün arkadaşlarının birer birer idam edildiğini gördü.”
“Peki o zaman en çok nefret ettiğimiz iki şey olan İspanyolları ve İngilizleri neden seviyor?”
“İspanya onun ülkesi.” diye cevap verdi Dartanyan. “Bu sebepten kendi ülkesinin çocukları olan İspanyolları sevmesi çok normal. İkincisine gelince, duyduğuma göre İngilizleri değil de bir İngiliz’i seviyor.”
“O İngiliz’in sevilmeyi hak ettiği bir gerçek. Ondan daha asil bir adam görmedim hayatımda.”
“Hiç kimsenin giyinmediği kadar iyi giyindiğini de söylemek gerek.” dedi Porthos, “İnciler savurduğunda Louvre’daydım. Bunlardan ikisini toplayıp tanesi on altından satmışlığım var. Onu tanıyor musun Aramis?”
“Sizin kadar tanıyorum beyler. Kendisini Amiens Bahçelerinde yakalayanlardan biri bendim. O zamanlar ben öğrenciydim ve bu maceranın Kral’a yapılan bir zulüm olduğunu düşündüm.”
“Yine de eğer Buckingham dükünün nerede olduğunu bilseydim onu ellerinden tutup Kraliçe’ye götürürdüm. Sırf Kardinal’i kızdırmak için. Ona böylesi bir oyun oynamak için gerekirse kellemi riske atarım.”
“Yani tüccarın dediğine göre Kraliçe, Buckingham’ın sahte bir mektup ile getirildiğini mi sanıyor?” diye sordu Athos.
“Öyle olmasından korkuyor.”
“Bir dakika o zaman.” dedi Aramis.
“Neden?” diye sordu Porthos.
“Ben bir şeyler hatırlamaya çalışırken siz devam edin.”
“Şuna ikna oldum ki…” dedi Dartanyan. “Kraliçe’nin hizmetçisi kadının kaçırılması konuştuğunuz olaylarla, belki de Buckingham’ın Paris’te bulunmasıyla alakalı.”
“Gaskonlunun ne kadar da çok fikri var öyle!” dedi Porthos hayranlıkla.
“Onun konuşmasını dinlemeyi seviyorum. Aksanı beni eğlendiriyor.” dedi Athos.
“Beyler!” dedi Aramis. “Şunu dinleyin.”
“Dün zaman zaman çalışmalarımla ilgili danıştığım bir ilahiyat âliminin evindeydim.” Athos gülümsedi.
“Sessiz bir bölgede yaşıyor.” diye devam etti Aramis. “Mesleği gerektirdiği için. Şimdi, evinden ayrıldığım bir anda…” Aramis durakladı.
“Ee?” diye sordu ahali. “Evden ayrıldığında ne oldu?”
Aramis, yaşanmamış bir durumu anlatırken öngörülmeyen bir engelle karşılaşmışçasına bir iç mücadelesi verdi. Ne var ki üç arkadaşı gözlerini ona dikmiş, kulaklarını açmıştı. Geri çekilme imkânı yoktu artık.
“Bu adamın bir yeğeni var.” diye devam etti Aramis.
“Ah yeğeni var!” diye araya girdi Porthos.
“Saygın bir hanımefendi.” dedi Aramis.
Üç arkadaş kahkaha patlattılar.
“Böyle gülüp şüphe etmeye devam ederseniz hiçbir şey öğrenemeyeceksiniz.” diye cevap verdi Aramis.
“Biz Muhammediler gibi iman eder, mezar taşları gibi sessiz kalırız.” dedi Athos.
“O zaman devam edeyim.” dedi Aramis. “Bu yeğen zaman zaman amcasını ziyarete gelir. Dün de tesadüfen oradaydı. Ben de görevim olduğu üzere ona arabasına kadar eşlik ettim.”
“Ah, demek yeğenin arabası var hem de?” diye araya girdi patavatsız Porthos. “İyi bir tanıdık bu dostum.”
“Porthos!” diye cevap verdi Aramis. “Senin çeneni tutamadığına birden fazla kez şahit oldum. Bu da kadınlar nezdinde sana zarar veriyor.”
“Beyler, beyler!” dedi bu olayla ilgili fikir edinmeye başlayan Dartanyan. “Durum ciddi, şaka yapmamaya çalışalım. Devam et Aramis, devam et.”
“Bir anda Dartanyan gibi uzun boylu esmer bir adam göründü.”
“Belki de aynı adamdır,”
“Mümkün.” diye devam etti Aramis. “Bana yaklaşmaya başladı. Yanında kendisini takip eden beş altı adam vardı. Çok nazik bir şekilde, ‘Mösyö Dük!’ dedi bana. ‘Siz ve Madam…’ diye devam etti yanımdaki hanıma hitaben.
“Hocanın yeğeni?”
“Dilini tut Porthos!” dedi Athos. “Dayanılmaz birisin!”
“Zorluk çıkarmadan ve gürültü yapmadan arabaya binecek misiniz?”
“Seni Buckingham sandı!” diye haykırdı Dartanyan.
“Öyle zannediyorum.”
“Peki ya hanımefendi?”
“Onu da Kraliçe sandı.” dedi Dartanyan.
“Aynen.” dedi Aramis.
“Gaskonlu tam bir şeytan. Gözünden hiçbir şey kaçmıyor.”
“İşin aslı…” dedi Porthos. “Aramis de o boylarda ve Dük’e benziyor. Yine de bir silahşorün elbisesi vardı ama.”
“Koca bir pelerin takmıştım.” dedi Aramis.
“Temmuz ayında mı? Seni şeytan!” dedi Porthos. “Hoca tanınmandan mı endişe ediyordu yoksa?”
“Casusun vücuduna aldanmasını anlarım ama yüzün…”
“Geniş bir şapka takıyordum.” dedi Aramis.
“Aman Tanrı’m!” dedi Porthos, “İlahiyat çalışmak için ne kadar da çok tedbir alıyorsun öyle.”
“Beyler, beyler!” dedi Dartanyan. “Şaka yaparak vakit kaybetmeyelim. Ayrılıp tüccarın eşini bulalım. Entrikanın anahtarı o.”
“Böylesine düşük konumdan bir kadın! İnanabiliyor musunuz?” dedi Porthos küçümser bir tavırla.
“Kraliçe’nin güvenilir uşağı Laporte’ın vaftiz kızı kendisi. Size demedim mi beyler? Ayrıca düşük tabakadan birini yanına almak Kraliçe’nin planladığı bir şey olabilir. Soylu kafalar kendilerini uzaktan belli ediyorlar. Kardinal’in görüşü iyidir.”
“Peki.” dedi Porthos, “İlk olarak tüccarla anlaşın. İyi bir anlaşma yapın.”
“Buna gerek yok.” dedi Dartanyan. “Eğer ki o iyi ödeme yapmazsa, iyi ödeme yapacak başka birileri çıkar diye düşünüyorum.”
Tam bu sırada merdivenlerden ayak sesleri geldi. Kapı şiddetle çalındı ve talihsiz Bonacieux görüşmenin yapıldığı odaya kendini attı.
“Beni kurtarın beyler! Tanrı aşkına kurtarın!” diye bağırdı. “Dört adam beni yakalamaya geldi. Kurtarın beni! Kurtarın!”
Porthos ve Aramis ayağa kalktı.
“Bir saniye!” diye bağıran Dartanyan yarısı kınından çıkmış kılıçları yerine koymalarını işaret etti.
“Cesarete değil, tedbire ihtiyaç var.” dedi.
“Yine de!” diye bağırdı Porthos, “Bu şekilde!”
“Dartanyan nasıl uygun buluyorsa o şekilde davranacak.” dedi Athos. “Tekrar ediyorum. İçimizdeki en akıllı kişi o ve ben kendi adıma ona itaat edeceğim. Neyi uygun görüyorsan onu yap Dartanyan.”
Bu sırada kapıya gelen dört muhafız, kılıçları yanında bulunan silahşorleri görünce içeri girmekte tereddüt ettiler.
“Buyrun beyler. Buyrun.” dedi Dartanyan. “Benim evimdesiniz ve hepimiz Kral ile Kardinal’in sadık hizmetkârlarıyız.”
“Bu durumda bize verilen emirleri yerine getirmemize karşı çıkmazsınız.” dedi grubun lideri gibi görünen biri.
“Bilakis beyefendi, size gerekirse yardımcı oluruz.”
“Ne diyor?” diye mırıldandı Porthos.
“Sen bir ahmaksın!” dedi Athos, “Sessizlik!”
“Ama bana söz verdiniz.” diye fısıldadı Tuhafiyeci.
“Sizi sadece özgür olduğumuzda kurtarabiliriz.” dedi Dartanyan hızlıca alçak bir sesle. “Eğer sizi savunur gibi görünürsek bizi de sizinle beraber tutuklarlar.”
“Yine de öyle görünüyor ki…”
“İçeri girin beyler, içeri girin!” dedi Dartanyan yüksek sesle. “Beyefendiyi korumak gibi bir niyetim yok. Kendisini ilk kez bugün gördüm. Sebebinin kira istemek olduğunu kendisi de söyleyecektir. Öyle değil mi Mösyö Bonacieux? Cevap verin.”
“Bu doğru!” diye bağırdı Bonacieux. “Ama size…”
“Benimle, arkadaşlarımla daha da önemlisi Kraliçe ile alakalı hiçbir şey söylemeyin. Yoksa kendinizi kurtaramadan herkesi mahvetmiş olursunuz. Buyrun beyler, buyrun ve beyefendiyi götürün.” diyen Dartanyan afallamış tuhafiyeciyi muhafızlara doğru iterken şunları söyledi.
“Adi bir ihtiyarsınız. Benden para istemeye geldiniz. Bir silahşorden! Şimdi doğru hapse. Beyler onu hapse götürün ve mümkün olduğunca oradan çıkarmayın. Böylece ona ödeme yapacak zamanım olur.”
Bol bol teşekkür eden adamlar, avlarını götürdükleri sırada Dartanyan bir elini liderlerinin omzuna koyarak, “Sizin ve benim sağlığımıza içmeyelim mi?” dedi, Bonacieux’dan aldığı şarabı doldururken.
“Bu benim için bir şereftir.” dedi lider. “Minnetle kabul ediyorum bu teklifi.”
“Peki beyefendi, isminiz nedir?”
“Boisrenard.”
“Mösyö Boisrenard.”
“Sağlığınıza beyler! Sizin adınız nedir acaba?”
“Dartanyan.”
“Sağlığınıza beyefendi!”
“Daha da önemlisi…” diye bağırdı Dartanyan heyecandan coşmuş gibi bir tavırla. “Kral’a ve Kardinal’e kadeh kaldırıyorum.”
Muhafızların lideri eğer şarap kötü olsaydı Dartanyan’ın samimiyetinden şüphe ederdi belki. Ne var ki şarap çok iyiydi ve ikna olmuştu.
“Nasıl bir şeytani kötülük yaptın öyle?” dedi Porthos muhafız yanlarından ayrıldığında. “Yazıklar olsun dört silahşore ki aman dileyen bir adamın tutuklanmasına izin verdiler. Bir de muhafızla samimiyet kurma kısmı var!”
“Porthos!” dedi Aramis. “Athos sana ahmak olduğunu zaten söyledi ve ben de onunla aynı fikirdeyim. Dartanyan sen büyük adamsın. Treville’in yerini aldığında bana bir manastır ayarlamanı isteyeceğim senden.”
“Anlamıyorum ama!” dedi Porthos. “Dartanyan’ın yaptığı şeyi onaylıyor musun yani?”
“Kesinlikle! Kesinlikle onaylıyorum!” dedi Athos. “Bunu onaylamakla kalmıyorum, kendisini tebrik ediyorum aynı zamanda.”
“Pekâlâ beyler.” dedi Dartanyan, Porthos’a açıklama yapmadan.
“Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için, değil mi sloganımız?”
“Ama yine de…” dedi Porthos.
“Elini uzat ve yemin et!” dedi Athos ve Aramis aynı anda.
Kendi kendine homurdanan Porthos, yine de elini uzattı. Hep birlikte Dartanyan’ın sözlerini tekrar ettiler.
“Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için!”
“Ne güzel! Şimdi herkes evine çekilebilir.” dedi Dartanyan. Sanki hayatı boyunca komutanlık yapmış gibiydi. “Ve dikkat edin! Bu an itibariyle Kardinal ile aramızda bir hesap var.”
10
17. Yüzyılda Bir Fare Kapanı
Fare kapanı yakın zamanda icat edilmiş bir şey değil. Toplumlar geliştikçe polisliği icat ettiler. Polisler de fare kapanını…
Jerusalem Caddesi argosunu bilmeyen okuyucular için fare kapanını açıklamak gerek.
Herhangi bir evde, herhangi bir suçtan dolayı biri tutuklandığında bu tutuklama gizli tutulur. Daha sonra dört beş kişilik bir ekip evde pusu kurar ve kapı çalan herkese açılır, içeri girenler tutuklanır. Böylece eve giren hemen herkes yakalanmış olur. Buna fare kapanı denir.
Mösyö Bonacieux’nın evi de fare kapanına dönüştürüldüğünden eve giren herkes Kardinal’in adamları tarafından sorgulandı. Dartanyan’ın evinin bulunduğu birinci kata çıkan ayrı bir koridor olduğundan delikanlının misafirleri bu uygulamadan muaftı.
Ayrıca onun evine ciddi araştırmalar ve sorgulamalar yaptıkları hâlde sonuç alamayan silahşorler dışında gelen kimse yoktu. Athos’un, Mösyö Treville’e sorular soracak kadar ileri gitmesi, silahşorünün sessizliğini bilen komutan için hayret uyandıran bir şeydi. Ancak Treville bir şey bilmiyordu. Bildiği tek şey onları en son gördüğünde Kardinal düşünceli, Kral endişeliydi. Kraliçe’nin gözlerindeki kızarıklık ise uykusuz olduğuna ya da ağladığına işaret ediyordu. Fakat bu durum, evlendiğinden beri iyi uyuyamayan ve çok ağlayan Kraliçe için şaşırtıcı bir durum değildi.
Treville, Athos’tan, ne olursa olsun Kral’a karşı görevini ihmal etmemesini ve bu isteğini arkadaşlarına da bildirmesini rica etti.
Dartanyan’a gelince, evinden ayrılmadı. Odasını âdeta bir gözlemevine çevirdi. Evine gelen bütün ziyaretçileri pencereden görebiliyordu. Aşağıdaki odada gerçekleşen sorgulamaları daha rahat dinleyebilmek için zemindeki tahta kalası çıkarmıştı.
Tahkikat, tutuklanan kişinin üzerinin aranmasının akabinde sorulan şu gibi sorularla devam ediyordu.
“Madam Bonacieux size, kocasına ya da başka birine verilecek bir şey emanet etti mi? Size söyledikleri bir sır var mı?”
“Eğer ellerinde bir şey olsaydı insanları bu şekilde sorgulamazlardı.” dedi Dartanyan kendi kendine.
“Peki ne bilmek istiyorlar? Buckingham dükünün Paris’te olup olmadığını, Kraliçe’yle görüşüp görüşmediğini neden bilmek istiyorlar?”
Dartanyan duydukları üzerine ihtimal dışı olmayan bu fikre odaklandı.
Bu arada fare kapanı operasyonu devam etmekteydi. Dartanyan da aynı şekilde tetikteydi.
Zavallı Bonacieux’un tutuklanmasından sonraki günün akşamında, Athos, Treville’la konuşmak üzere Dartanyan’ın evinden ayrıldığında saat henüz dokuzken ve Planchet efendisinin yatağını hazırlarken kapı çalındı. Kapı derhâl açıldı ve kapandı. Biri fare kapanına kapılmıştı.
Dartanyan, zemine koşarak derhâl dinlemeye koyuldu.
Bağrışmaları inlemeler takip etti. Biri zapt edilmeye çalışılıyordu. Soru sorulmadı.
“Lanet olsun!” dedi Dartanyan kendi kendine. “Bu bir kadına benziyor. Üzerini aramalarına direnince zor kullanıyorlar. Alçaklar!”
Bütün ihtiyatlılığına rağmen aşağıya inmemek için kendini zor tuttu delikanlı.
“Size bu evin hanımı olduğumu söylüyorum beyler! Size Madam Bonacieux olduğumu söylüyorum. Ben Kraliçe’ye aidim.” diye haykırıyordu zavallı kadın.
“Madam Bonacieux!” diye söylendi Dartanyan. “Herkesin aradığı şeyi bulabilecek kadar şanslı mıyım acaba?”
Sesi gittikçe daha belirsiz gelmeye başladı. Bir patırtı koptu. Bir kadın dört erkeğe ne kadar direnebilirse o kadar direniyordu kurban.
“Pardon, beyler! Par…” diye mırıldandı. Anlaşılmaz sesler çıkarıyordu kadın.
“Onu bağlıyorlar, onu götürecekler!” diye bağırdı Dartanyan kendi kendine zeminden kalkarken. “Kılıcım! İyi, yanımdaymış. Planchet!”
“Buyrun mösyö.”
“Git ve Athos, Porthos, Aramis’i bul. İçlerinden biri mutlaka evdedir. Belki üçü de evdedir. Silahlarını alıp buraya gelmelerini söyle. Hadi koş! Ah, Athos, Mösyö de Treville’in yanına gitmişti…”
“Peki siz mösyö, siz nereye gidiyorsunuz?”
“Ben pencereden ineceğim. Daha çabuk olmak için!” diye bağırdı Dartanyan. “Parkeleri yerine koy, yeri süpür ve kapıdan çık. Dediğim gibi koş!”
“Ah, mösyö! Mösyö! Kendinizi öldüreceksiniz!” diye bağırdı Planchet.
“Ağzını topla, seni ahmak!” dedi Dartanyan. Pencere kenarından dikkatle inerken. Şansına ev yüksekte değildi ve kendine zarar vermeden inmeyi başardı.
Daha sonra derhâl kapıya koştu ve kendi kendine, “Fare kapanına gireceğim. Ama böyle bir fareye bulaşacak kedilere acırım.”
Delikanlının kapıya vurmasıyla birlikte gürültü kesildi ve kapı açıldı. Dartanyan kılıcını çekmiş vaziyette Mösyö Bonacieux’un evine daldı.
Bunun üzerine Bonacieux’un talihsiz evinde yaşayanlar, komşular ile birlikte çığlıklar, kılıç sesleri işittiler. Mobilyalar parçalanıyordu. Gürültü üzerine pencerelerine koşanlar siyah giyen dört adamın kapıdan çıktığını değil, korkak kargalar misali kaçtığını gördüler. Zemine ve mobilyalara tüylerini yani pelerinlerinden parçalar bırakarak kaçtılar hem de. Dartanyan çok fazla zorlanmadan onları yenmeyi başarmıştı. Çünkü içlerinden sadece biri silahlıydı, o da kendini üstünkörü savunmuştu. Diğer üçü Dartanyan’a sandalyeler, tabureler ve kap kacakla saldırmış olsalar da Gaskonlunun kılıcıyla attığı bir kaç çizik onları korkutmaya yetmişti. Mağlup olmaları için o dakika yeterli olmuştu. Dartanyan muharebe alanının galibiydi.
İsyanlara ve kargaşaya alışkın Parislilere özgü bir soğukkanlılıkla pencereye koşan komşular siyah giyinmiş dört adamın kaçtığını görür görmez pencerelerini kapattılar. İçgüdüleri olayın sonuçlandığını söylüyordu ve vakit geç olmaya başlamıştı. O zamanlar, tıpkı şimdi olduğu gibi, Lüksemburg Mahallesi sakinleri erkenden yatmaya giderlerdi.
Madame Bonacieux ile baş başa kalan Dartanyan, kadına döndü. Zavallı bıraktıkları gibiydi, koltukta yarı baygın yatıyordu. Dartanyan hızlı bir bakışla kadını inceledi.
Yirmi beş – yirmi altı yaşlarında hoş bir kadın olan Madame Bonacieux siyah saçlı ve mavi gözlüydü. Hafif kalkık burunluydu ve teni mermer misali beyazdı. Yine de kendisini bir hanımefendiden ayıran bazı özellikleri göze çarpıyordu. Beyaz elleri pek narin değildi. Ayakları ise soylu bir kadınınkine benzemiyordu. Bahtına Dartanyan bu incelikleri henüz tanımıyordu.
Dartanyan kadını incelediği sırada yerde gördüğü patiska mendili alışkanlığı üzere aldı. Aramis’in nerdeyse boğazını kesmesine sebep olan armayı tanıyıverdi.
Delikanlı artık üzerinde arma olan mendillere karşı tedbirli davranmaya başlamıştı. Bu sebepten mendili Madame Bonacieux’un cebine koydu.