
Полная версия
Lâ Havle – Lütfî Divânı
NAAT-I ŞERİFE-İ 21. YÜZYIL 33
Aydın olsun, kutlu olsun gününüzMüjdesiyle ufkumuzu sardı OCihana dirlikler versin ününüzMucizeyi elimize verdi OSükûtun içinden sesi çıkardıKandili ateşledi mağaramızdaO olmasa bir mum bizi yakardıGünaha gömülü dimağımızdaİsmi en güzeldi, yüzü en güzelÂlemler hasretti tebessümüneKim bu yüzü çizen o sanatkâr elKim, ne secde eder künlemesineYamaçları yeşil, doruğu beyazDağların türküsü gibi hayatınBütün lügatler sığ, kelimeler azDenk olamaz mesajına Kur’an’ınSeni anmak, seni duymak ne güzelSevgililer sevgilisi MUHAMMED!***Yırtarım dağları, bentler aşarımUlaşır göklere minarelerimÇağları kapatır çağlar açarımNesiller yeşertir kitabelerimDört bir yana uzanırdı kollarıBaşı yok, sonu yok yollarımızınGecenin içine doğru nallarıAteşler saçardı atlarımızınBir mana yüklenmek için bu akınDirilişin sesine kulak verdi deNasıl kanatlanıverdi bir bakınOk gibi bir elif, yay gibi bir beBir elif ki hem kılıç, hem kalemdirBir be ki avuçtur göğe açılanZaman hangi zaman, dem hangi demdirKaldırın perdeyi artık aradanDem bu demdir, ne kutludur bu doğumBu doğumla nefes alsın kâinat***Sen ancak böylece, insanca geldinİnsana insanca, hakça yol işteMucizeler mucizesi gösterdinDeve orda Kur’an burda gör işte!Kırık gönüllerin tamircisi senSensin milyonların şefaatçisiAllah’a en yakın, en sevgili senYaradan’ın en mübarek elçisiŞah damarımızdan da yakındır AllahTek hakikat La ilahe illallahSon resul Muhammed ve birdir Allahİşte tekbir: La ilahe illallahÇevirir tarihin sayfalarınıKanlı mürekkebe batmış da ellerO kutlu doğumun levhalarınıDil bilen de, bilmeyen de hecelerÇölde bir nil, çölde bir giz ve bir izGötürür bizleri sonsuz körfeze***Harabe evlerin iskeletleriMuhteşem yapının taşları olduNefsin girdabında insan etleriAnnelerin topuğunda gül olduİkindi vaktini kuşandı zamanKurşun ağırlığı ile koşuyorDevranı döndüren nedir ey insanKabına sığmayan sırlar taşıyorMinberden kürsüye uzanır bir yolÂyetler, hadisler orta yerindeBir gül bahçesine bezenerek yolBir kutlu kıyamın gider peşindeÜmmetinden sünnetini soracakLeke sürüldü mü emanetineSünnetinden ümmetini soracakCinler imrenecek şefaâtineGökkuşağı öğret Samanyolu’ndanSevgili! Bigâne kılma yolundan***Kurşuni göğümüz yıldıza hasretGeceleri âyet âyet delerekÇıkagelir en mübarek işaretNur heykellerini arşa dikerekİçine içine işleyecektirKalbimizden bir kılıç gibi keskinBelki de hiç erişilmeyecektirKalbimizden uzayıp da giden dinMağaradan çöle inen bir ışıkKimi zaman kılıcında Ali’ninIşık da, kılıç da, kelam da âşıkDudağında bazen Ebubekir’inÖyle dava ki bu, anne kucağıAdaletten hürriyetten örülmüşŞefkatin, vicdanın, imanın ağıBir ölmüşüz içinde bin dirilmişÖpsem öpsem de yok olsam adındaÖpsem ölünce de dirilince deİHTİDA 34
Hasretinle büyüyen bir pınar var içimdeEllerin bu pınarı deşiversin özündenEbabil kanadından düş veren bir siccil deHüznümü dağıtsın tek öpüversin yüzümdenGünahlarım kelebek uçuşuyla pervaneDöner de durur öyle… İhtida ey ihtidaDört duvardan ibaret arzın merkezi hâneKanatlarımı tutar çekiverir iptidaMetropol çocukları, terörist kurşunlarıHangi dağ sevebilir gül medeniyetiniSevdaya tutsaklanmış istilâm vurgunlarıHacer’in sağ elinde gösterir niyetiniİnce bir hat çizilir Bismillah Allahuekber35Öpülür avuç içi, gönül heyûlâ gibiDöner mahşer öbeği ihtida AllahuekberAnnenin topuğundan yarılır arzın dibiKUTLU DOĞUM
Geceler bir nurlu sabahın müjdecisi midirYa o sabah nasıl en erken gelmek istemesin kiÖksüzün Tanrı kulu babası Tanrı katındanKutlu doğuşun resmini melek yoldaşlarınaNasıl göstermesin kiBir kucaklasa, bir öpseAnne, öyle ikisini lohusa yatağındanBir görseEcinniler kıskanmaz mı bebeğin gözyaşınıAvuç avuç deniz suyu taşırlarGözlerine***İpek böceğinin kozası örülüyorKelebek kanadı, kartal kanadıTozlarında savrulmuş yaradılış sırlarıAlında gizlenmiş gözle görülüyorGeceİlikler çekilircesineBaşka bir nefes aldı dünyaBaşka bir ses çıkardı çocukBiteviye her gün kırkına vardıBiteviye her gün yeniden doğduBâtılı boğdu, güldü masumun yüzüVe yıldızlar oluk olukMüthiş bir şelale misaliHilale aktıKüçük evin taşlarıPutların göz yaşlarıİbrahim’den Ahmed’eUzanır yolbaşlarıYollar…Uzanır mı yerden koparakÂsumana apakBurak kanatları takarakBİR SELAM
Bir gün ki eğer yanarsa sular Alev alevÂsûmâna bir selamımız bulunsun YeterSU VE HAYAT
SU
Su rüyadaki çocukluğumdur akan zaman gibidir Akan deli bir ırmak dökülür rüyalarımdan Çağlayan suya çarpan yüzüm sanki deniz dibidir Suda gördüm tılsımını işleyen heyûlânın yüzünü Hangi rüya, hangi zaman, hangi hayal çeker çıkarır seni Dem hangi demdir, bu an nasıl bir an, özün arar özünü Kılıcın Orta Çağlardan mı, İlk Çağlardan mı taşın Yaşadığın bu çağda sözün böyle neden ürkek ve şaşkın Bu taş taş üstünde duran başlardan hangisi senin başın Dağlardan mı çağlar, çağlardan mı taşar şiir Şaire ne gam, her şey zaten mümkündür İç içebildiğince, kurusun ab-ı hayat, buharlaşıversin şiir Suya esrar veren ne, senin gölgen olmasın Su ya esra, suya vuran gölgeler suya versin sırrını Ey sularda saklı sır, sırrı taşıyan ışık Rüyayı benden alan yüzünü unutturandır Çocuk yorgun düşünce hatırlar mı rüyayı Belki de sonsuzluğa eş yakalanan bir andır Çocukluğumun rüyaları hep sularda boğuldu Sudan fışkıran esrar boğazımda düğümdü Deniz dibinde susamışlığımla şehirleri suladımYıkadığım şehirler giderek kirlendilerKirlenen yapılara kırdan kil arandılarArandılar kirlenmemiş kır bulmak içinSu ne vakit sürükleyecek o büyük dönüşümüBir sürekli varoluş sellerden sıyrılıp daNe vakit inşa eder o arınmış yapıyıO beklenen gelmeyen, hangi suyu bekliyorSuyu yıkayan sular, suya yakaran sularYanan sularda hasret o nübüvvet revnakın(Suyun Bittiğini Kavrayan İnsanoğlunun)
SUSUZLUK SENFONİSİ
Belki benden, belki gökten bir ses varBaktım yere, baktım göğe zor seçimEy Şehsuvar, toprağını kim suvarSusuzum, susuzum; kurudu içimBelki benden, belki gökten bir ses varGün gelir biter su, bilen biliyorŞu derin kuyudan kim su çekecekTitreyen ışığı imdat diliyorSarı lamba ha söndü, ha sönecekGün gelir biter su, bilen biliyorSemâ mı delinen, yoksa ruhum muHangi ilmek sökük gök kilimindeBozuk olan kök mü, dal mı, tohum muÇok toprak taşındı aşk iklimindeSemâ mı delinen, yoksa ruhum muYağmur gibi yağan nedir ensemeYüzümü yaysam da derim taşlaraBu şehir benimle döner sersemeKarışıp gözümden akan yaşlaraYağmur gibi yağan nedir ensemeYollara uzanan gövdem hangisiMezarlar atılmış şehrin içineİçlerinden en cüretkâr birisiSoruyor İran’a, Çin’e, MaçineYollara uzanan gövdem hangisiAfrasyab fırlayıp bomboş mezardanAtar etrafına garip bir nazarRüzgâr Akdeniz’e düşer Hazar’danElinde su kalemi bir cönk yazarAfrasyab fırlayıp bomboş mezardanBulutlar… Bulutlar kefeni midirTarihten süzülen kahramanlarınKi hangi kilimin desenleridirHangi şehrin, dağın, sahralarınBulutlar… Bulutlar kefeni midirKıtaları birleştiren kristalYağmur damlasının içinden bakarEy meskenet! Bir damlacık bir risk alBak gör koru o vakit nasıl yakarKıtaları birleştiren kristal!Bu yağmur duası eski çağlardanKurt neslinin yüreğine yol verdiAşarak geldiler demir dağlardanSu serptiler kentler dönüşüverdiBu yağmur duası eski çağlardanYırtarak göklerin kefenleriniBereketi oylum oylum yağdırsakBuluştursak o dua elleriniAsumanın memesini sağdırsakYırtarak göklerin kefenleriniBelki benden, belki gökten bir ses varBaktım yere, baktım göğe; zor seçimEy Şehsuvar! Toprağını kim suvarSusuzum, susuzum kurudu içimBelki benden, belki gökten bir ses varSU
Deniz bittiSu da bittiPeki nedenYapış yapışHer yanımız?UyarmıştıBizi oysaCenab-ı HakKur’an’ındaSure-i mülkSonunda der:ÇekiversekSuyu alttanGöndermesekSuyu üsttenKim verecekSize suyu?Allah Allah!Azimüşşan!..KUYULAR 36
Kuyular!Kuyular ki, mezar taşları gibi başları varEn kuytu yerinde uyuyor derin homurtularKuyular!Kıtlığın ve bereketin simgesi başka ne varÖlümün ve hayatın savaştığı mıntıkalarÖlümün ve hayatın seviştiği mobilyalarKuyular ki, çöllerin eskimez mobilyalarıSeraplarında yitirdiği Leylaları ararSihirli bir mağara gibi avutur MecnunlarıKuyular!Yusuf’u yutan kuyular***Seni kuyuda unuttuk Yusuf, seni kuyudaKuyuyu da unuttuk sonra, kuyudan yansıyan yüzünü deKuyuya dair bütün bildiklerimiziBaşkanlar diktik başlarımıza “ve hazel beledil emin”Toptan anlayan, toplarını bizden esirgemeyen başkanlarSularımız çekilince bize su verecek kimBize aş, bize iş; başımızı sokacak sıcak bir yuvaKim verebilir ki, başkandan başkaYa suyu çekersek altınızdan kim verecek suŞirk koşan kim; kâfir mi, Müslüman mıİmdat dilenirken susuzluktan, hak ettik mi suVe membaından haberimiz var mı***Seni kuyuda unuttuğumuzdan beri tuzlanıyor suyumuzTemiz bir suya hasretiz artık“ve enzelna mines semaî mâen tabûra”İman tahtamız çatır çatır kırılıyor YusufÇatır çatırKirlendik iyiden iyiye YusufBütün iyilerimizle birlikte***Akıl tutulması mı bu, iman tutulması mıYoldan çıkmış bir kavmin belasını bulması mı‘Erimiş bir maden gibi yüzleri haşlayan su’Demek ki, artık bizi de zalimlerden sayan suŞükürler olsun kabaran suya, kaynayan suyaErimiş maden gibi yüzleri haşlayan suyaZalimlerden mi olduk, biz niye korkuyoruz yaNiçin bizim de suyumuz çekiliyor, bizim deTuzlanmış çok, ne kadar suvardığımız yer varsaBaraj göllerimizde şimdi çatlak çatlak toprakBağ bahçe artık hep beton binalar için arsaVatan diye ne varsa, emânet: kırık ve kurak***Bir resim bu, Salvador Dali’den unutulmuşKırık kova, çürük ip, Yusuf’suz ve susuz kuyuSevdasız şehirler, Leyla’sız ve Mecnun’suz çöllerYusuf’u unutan kardeşlerYol başlarına düşmüş leşler gibi eşlerHer ashabın ensesinde bir gölgeEbu Cehil’in devrilesice boyuBizi yoldan çıkarmayı beklerBizi de bir gören olur mu YusufÇıkaran olur mu, bizi de bir gün kuyudan***Kuyuyu da unuttuk, kuyuya dair her şeyi deKıtaları kim yarattı suyun üstündeSuyu gökten bir ölçüyle indirenKayaların içine gizleyenSuyu azdıran, kabartan, kaynatan kimYa gemiyi suda yüzdürenYusuf’u kuyudan çeker gibiAsam nerede, taşa vuracağım, suyunu çıkaracağım asamKelime! Eksik kalan kelimem haniBizi de çekip çıkaracak bir bedevî var mıKardeşlerimizin atıp unuttuğu kuyudanDAMLALAR İÇİNDE KRİSTAL DUA
Damlalar içinde kristal dua Unutulmuş sözcükleri kuşanmış Bir hayat ki, eski çağda yaşanmış Ardında bırakıp binbir beddua Damlalar içinde kristal dua Toz dindi, ovayı sükût kapladı Sonra koptu kısrak sesi, nal sesi Eski çağın yeni çağa hevesi Şövalye, mızrağı göğe sapladı Toz dindi, ovayı sükût kapladı Ufuk çizgisinde altından oluk Yâr yanağındaki ala bürünür Çöldeki Mecnun’a Leyla görünür Son şehidin beklediği son soluk Ufuk çizgisinde altından oluk Bu gidenler nurdan heykeller midir Bu silsile, bu tekrar-u bi-ahsen Dünü güne bağlayacak bıraksan Bizi döven biz miyiz, eller midir Bu gidenler nurdan heykeller midir Yanar, tüter bir ateşti ordumuz İster ümmet olsun isterse ulus Eyvah ki, kahramanlar şimdi sus pus Her şey kayıp mektup, harita, rumuz Yanar tüter bir ateşti ordumuzNezir serencamımızdan emanetKelimeler: altınoluk, ihlas, nurYaşıyor Müslüman sahte bir huzurSefersiz tahammül, şifreli mihnetNezir serencamımızdan emanetDamlalar içinde kristal duaDiyor ki; hatırla unuttuğunuGösterir zilletten kurtuluşunuYazılmış sevdamız kayaya, suyaDamlalar içinde kristal duaSUYUN KARARI
Sular yükseliyor…Sular yükseliyor, karıncaları yiyor balıklar.Ruhum med ve cezir gibi iniyor çıkıyor…Denizde dalgalar ve köpükler bir iniyor, bir çıkıyor.Sular yükseliyor…Şimdi kim karınca, kim balık?Sular yükseliyor ve ben karıncaların yoldaşıyım.Vay hâlimize!…Sular yükseliyor, tufan mitosunu hatırlayın.Seller ne varsa katacak önüne şimdi…Çıkın yükseğe, daha yükseğe…Nuh tufanından beri yükseliyor insanlıkHayvanatla birlikte.Sular çekiliyor…Sular çekiliyor, balıkları yiyor karıncalar.Terk edilmiş bir kent gibi kıyılar…Leşler, üzerinde karıncalar.İntikam duygusuyla daha saldırganlar…Şimdi daha keskin dişleri var.Balıklar… ki, deryanın özgür şövalyeleriSuda yitirdikleri Leylaları arar.Ben silahı elinden alınmış askerin yanındayım…Karıncalar kemiriyor kemiklerimi, iliklerimi.Karıncalar! Yoldaşımdınız, ne oldu?Sular çekiliyor; kanım çekiliyor neden…Parmaklarım böyle mor, uzanıyor geceyeKaranlık ve ölüm gibi…Sudur kimin kimi yiyeceğine karar veren.ÖLÜM
ÖLÜLER KARŞISINDA
BİR CÜMLE ÇINLAR HEP KULAKLARIMDA
MESULDÜR DÜNYADA HERKES HER ŞEYDEN
Şu kızın gözyaşlarından mesulüm benVe şu annenin feryatlarındanÖlüm karşısında şaşkın, kızgın, ürkekBabasının mezarına dokunan şu çocuğunNefretine müstahak benDurup dururken öldü ölüBen öldürdüm onu bir yerinden-şimdiBoynumda bir kınnap dolanırımMezardan mezara dualarımlaÖlümü sorarım kefen beyazlığınaİnsanı saran toprağa Toprağı saran kara Her şeyi saran geceye O karanlık ve ölüm gibiKara fırçamı alıp elimeKara gözlerimden Kara gözyaşlarımlaKapkara tablolar çizerimGeceye O karanlık ve ölüm gibiUpuzun yatıyor görüyorumKonuşur gibi dudaklarıKımıldıyor şakaklarıBir kolu yanağının altındaUyuyor gibiBeni görmemeli, duamı duymamalıKaçıyorum Koşuyorum GeceyeO karanlık ve ölüm gibiArdımda ölülerYırtarak kefenleriniKar beyaz üstünde beyaz izleriEnsemi yalıyor nefesleriBu soluklar benim soluklarımÖlümün musikisi buBu sessiz, bu notasız-ki bazen-DuyarsınızKanım çekiliyor, nedenParmaklarım böyle morUzanıyor geceyeBu karanlık ve ölüm gibiNereye gittiniz ey sözsüz dünyanın insanlarıToprak mı sizi yuttuRuhunuz mu toprağıGömüldüğünüz yerler soluyorDuyuyorumBu zonklamalar yaÖlümün kalp atışları mıHani içtima olacaktınız bu geceNe zaman tanışacağım daha sizinleDilinizi ne zaman öğreneceğimÇağırıp çağırıpKaçıyorsunuzÇıkıp gecenin içindenHer geceVe kayboluyorsunuz yine gecedeBu karanlık ve ölüm gibiSiz beni soruyorsunuz Havaya Suya ToprağaBen sizi arıyorum Ruhumun karanlığında Ölüm gibi-veÖlüler kalkarak kabirlerindenRuhumu giyindiler çıplak vücudlarınaMelekler kanat çırptılar PeşlerindenÖlüler ki öpeceklerdi Dudakları olsaydıGül yüzlü çocukların gözlerinden Ve yaşasaydı o çocuklarÖlüler ki bilemezler Niye gelip gitmediklerini KafestekilerinÖlüler bilmezler ki Kafes nedir Gönül müdür Dünya mı yoksaOkşadığım ölü yüzleriIslatıyor ellerimiAğlayan Tanrı’dır sankiVe bu ölü gözler onunÖlüler soyundular ruhumuFırlatıp attılar göğeDönüp kendi dünyalarınaKendi elleriyle örttüler toprağıKendi üzerlerineDünyayı bana zindan ediyorÖlümü tanımış, tatmış ruhum-şimdiÜç parçalı biriyim Üç ayrı kafesteÖLÜ
1Ey ölü, gözlerimden dökülen bir ışıksınEbediyete tutkun, nihavende âşıksınGünahın bir elinde, sevabın bir elindeDönerken o tek renge dünyayla bulaşıksınMihverin olayım, senle döneyimNârına yanayım sorma ben neyimSonsuza dek kor hâlinde kalayımBir bak cennetinden, sonra söneyimKurşundan bir ağırlık çökünce omuzlaraKalbin bir haber salsın ilk önce rumuzlaraAvuçlarından savur paylaşılmış anlarıSenden sonra dünyayı paylaşan domuzlaraPaylaşılmış anlar yorar onlarıDüşündürür ilkleri ve sonlarıSorguya bulaşan her hayat gibiTutar sorguya eski ikonları2Seni bulduğumda yitirdim sandımŞeytanca zevklerle kanarım sandımSana yeni bir gül getirdim sandımSarı yaprak gibi uçtun elimdenÇocukluktan düşen suçtun elimden Gözlerin andırır mor menevşeyi Unutturdun bana gamlı herşeyi Sende buldum inan mavi neşeyi Karanlık geceler maviye döndü Seninle seneler haftaydı, gündü Gideceğin zaman bana işkence Bu aşkla döndüm bak titrek bir gence Zaten aşk dediğin nedir ki sence Zelzeledir yıkar ruhta ne varsa Zor durulur aşk derinden kanarsa3Fantazi rüyalar sarar ufkumuAşkı fısıldıyor bak deniz kumuEski demler filizlenir içimdeTomurcuklar bilmediğim biçimdeFIRAT 37
Fırat yüzüstü yatıyor,Malatya habersiz, Fırat yüzüstü yatıyorFırat yatıyor, kan akıyor kenarındanİçinden ta içinden akıyor kanFırat’ın tabanında yırtık varKanadı kırık ürkek güvercin var ardındaÖlü canMerhamet ve sadakat iki kardeşti ne olduGüvercinleri taşlıyor çocuklarBalkonlu evler yapmayın düşmesin çocuklar dedikNe olduGüvercinleri vurdular balkonlu evlerin çocuklarıFırat akıyor balkonların altındanÇocukların güvercin nefretiyle akıyorGüvercin nefretiyle çocuklarınMerhamet ve sadakat küsünce birbirineKin ve ihanet sarar toy gönülleriKendi kendini yiyen canavara dönüşür bebeklerMazisini tekmeler klavyede elleriFırat, sadakatsiz akar mı içimizdeMerhamet mazisini tekmeler klavyede elleriFırat, sadakatsiz akar mı içimizdeMerhamet etmezse toprağı onaErzurum yaylaları hepten habersiz mi Basra’danKafkaslar Ortadoğu’dan ya daFırat’ın dibinden kan sızıyorİçimden ta içimden bir sızıSarıyor sıkıyor benliğimiBEN, ŞEHİR VE ÖLÜM ÖTESİ 38
Gece bir derin çukur çekiverdi kendineŞehrin iniltisini duyunca penceremdenKi görüp de ürperdim o ruh güzergâhımıBu duvar diplerinde yatan kimin bedeniHer seste kulağını kapıya dayayan kimDuyduğu her solukta içi dağlanan adamYorgun düşüp yastığa koyunca başlarınıBilmez hangi baştandır o çekilmez ağrılarHer bir ayak sesinde gelen hangi sevgiliHangi sevdadır açan açılmaz kilitleriKırılsın demirden kapı, yırtılsın o tül perdeIslak dudaklar örtsün kapanan gözleriniSoyup ruhunu şehrin o şuh memelerindenİlmik ilmik çekilen bir desenin renkleriKaldırım taşlarından fazla insan taşıdımGünahını dünyanın yalnız bendim işleyenYalnız bendim omzunda taşıyan günâhlarıTemaşa eyleyerek şehri öyle yukardanBaşkalarının kanı, başka hayatlar vardıHer birinde ben vardım, kendi başlarım vardıVAKTERİŞİNCE
Melek yüzlü, çalışkan yönetmenim Satılmış’a…
Fotoğrafın geldi altında tarih Ölümün sarih değil doğumun sarih Bir bakışın var ki ölmeye karih Hakiki şehitsin yoktur tereddüt Bil ki değil şehitler mütereddit Melekler daima yoldaştı sana Her bir yeni çekim bir aştı sana Şehitlik ne de çok yaraştı sana Toprağın bin yıllık kucağındasın Efendi milletin sancağındasın Satılmışım ben davaya satılmış Yurda rehber bir kervana katılmış İştiyakla istikbale atılmış Çiftçinin köylünün gözü kulağı Sarsın ülkemi hep yayımın ağı Medya teröründe oyalanmadım Paradan makamdan tasalanmadım Hizmet ettim hizmetime kanmadımÇekeceğim daha birçok hasat varŞimdi artık kollarımda kanat varGel Serdar’ım şimdi senle varalımBey çıkartıp marabayı atalımRuhu ruha şiirlerle karalımÖlüm asude bir bahar ülkesiKanat çırpıp helâlleşmek ilkesiCelladın âfet-i cânındır GökmenMerâmın Mansur-ı dârındır GökmenÂhın nâme-i hezârındır GökmenYârdan kahr ile nazar düştü ya HûBahtımıza intizar düştü ya HûSöz yarım, haydi dûa-yı seyyideGöz yarım, haydi senâ-yı seyyideKöz yarım, haydi fenâ-yı seyyideSözle bağrını göz Hây deyû açtıKözde nâr oldu dil, Hû deyû uçtuBaşkanım gelmedin mezarıma bakKi sensiz geçtiğim bu kaçıncı takArtık kalemi de kâğıdı da yakKâğıtlar, kalemler, manalar döndüMevsimler, sevdalar, davalar döndüSatılmış’ım, yakarmamı duyarsanOradan buraya bir mim koyarsanSıbgatullah ile ufuk boyarsanBiz de hazırlanıp gül bahçesineAtılıp atılıp girercesineAma felek bizi bize bırakmaz Mecnun sular Leyla’sına ulaşmaz Mes’uliyet mesulleri hiç yakmaz Şehsuvar ruhunla sabahı etti Bu hasbıhâl yolculuğa biletti Var git Satılmış’ım gonca güller der Üç evladın, üç yüz filmin gül eser Zaman zaman kurgumuza bir el ver Hâtırân önünde eğiliyoruz Bekle! Vakterişince geliyoruz Hakkını helâl et Serdar’ımız39ATA GÖĞRÜ 40
Bu sabah seni çok, ne çok özledimYolunu gözledim eşiğe bakıpEfkâra dalıp da şiir gizledimYorgun bedeninden bir nokta yakıpBu sabah seni çok ne çok özledimTaşının üstüne adını yazdımBilmem hangi uçtu, hangi kalemdiTeli koparılmış kırık bir sazdımBuz kesen bir kıştım, kurak bir yazdımMermerlerin nabzı ılık elemdiTaşının üstüne adını yazdımAk serviler altı durağın mıydıUmudun toprağın altında mıydıBir beyaz bez miydi sevgili… AnnemGözünde bir avuç toprak da ben… BenSorgusuz sırasız gitmek var mıydıAk serviler altı durağın mıydıBabamı hangi kuş aldı götürdüBu titreyiş, bu kış, bu soğuk nedenSöyleyin levhalar gördüğünüzüBeni bir ağ ile ördüğünüzüКонец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
1
“Doğuş Edebiyat”ta 1982’de yayımlandı. Arakesitin ardından… Beton kafes, Mamak Askerî Cezaevi ve A Blok içindeki kafes… Dokuzyüzelliyedi doğumlu tutukluların oranı diğerlerinden daha fazla… “Eylül Seneleri” 12 Eylül 1980 İhtilali ile birlikte yaşanan arakesit iklimini anlatıyor. Eylül ki hazan mevsimi artık birkaç seneyi kuşatmıştır. 80 sonrası hep Eylül’dür.
2
“Gölgeler 1”, Atatürk Site Yurdu’ndaki odamızda yazıldı. O oda, üç yataklı bir oda idi. Gecenin bir vaktinde girdiğimiz ve yataklardan boş bulduğumuza ceset hâline gelmiş bedenimizi bıraktığımız bir yurt odası… Bazen Burhan, bazen Naci, bazen Mümtaz’er, bazen Haşim ya da genel merkezden başka bir arkadaş sızmıştır diğer yataklarda… Gecenin bir vaktinde uyandığında yahut sabah ezanında Burhan’ın dürtmeleriyle gözlerini açtığında göreceğin gölgeler hakkındadır…
3
“Gölgeler 2”, Yüksek Öğretmen Yurdu’ndaki odada yazıldı. Kül tablaları, sigara dumanları, kitap kokuları, genç dimağımızdan salınan kavramlar arasında bir yanda mücadele trafiği, toprağa verdiklerimiz, topraktan katılanlarla diğer yanda henüz yirmili yaş başlarının kavramsal inşası… İkisi de “Nizam-ı Alem”de yayımlandı; Derviş Edip müstearıyla…
4
12 Eylül öncesi atmosferini yansıtan bu şiirin, müsvedde hâlinde dururken farkına varıldı. “Kardeş Kalemler”in 2009 yılındaki sayılarından birinde yayımlandı.
5
Muhtemelen edebiyat dergileriyle ilk karşılaşma yıllarında yazıldı. Şair ağabeylerden alınan birtakım öğütlere karşılık gelen düşünceleri kapsıyor. Aslında kendine mahsus oluşun ilk kıvılcımları…
6
Muhatabımızın N. Kemal Zeybek olduğu anlaşılıyor hemencecik… Muhtemelen 1988 sularıdır. Zeybek, kültür bakanı olmuş. ANAP’ta siyasi hayatını sürdürmektedir. Kenan Evren’le aynı sahneyi paylaşmaktadır. Yoksa daha önce mi yazıldı? Mesela, Avukatlar Bürosu’nda Alparslan Türkeş’in de bulunduğu son toplantı sonrasında… Hasan Celal mi Ayvaz Gökdemir mi daha milliyetçi? Ara seçimde Gaziantep’te hangisi için çalışmalı? Artık ceketlerimiz ve koyun cebindeki kâğıtların üzerindeki isimler değişmiştir. Yeni dostlar, yeni çevreler… Ama mahkeme sıraları aklımızdan bir türlü çıkmaz… Anılar… Kervanlar ve devranlar…
7
12 Eylül öncesi (1978) çıkardığımız “Divan” dergisinin ilk sayısında Derviş Edip müstearıyla yayımlandı. Bir genç niçin intiharı düşünür? Veyl mağluplara! Fatih olabilmenin yolu ne? Tirajik bir aşkın üçüncü, hayır dördüncü şahsın sahneye girmesiyle trajikomik hâle gelmesi…
8
Mamak Askeri Cezaevi, A, B, C, D ve E bloklarından oluşuyordu. Hepsinin kendi içinde numaralandırmaları vardı; 1,2,3,4… A Blok 2. Koğuş veya B Blok 9. Koğuş… Fakat C Blok daha hafif suçlular için… C1, C2 diye gidiyor. D Blok ise D1, D2, D3 gibi geniş arazi üzerinde prefabrik binalardan oluşuyor. D1 kendi içinde üç ayrı koğuşa sahip: D1-1, D1-2, D1-3. D2 ve D3 de öyle… Kare biçiminde bir meydan dört tarafında prefabrik binalar… Üçü koğuşlar… Biri idare binası… Hapishanenin giriş çıkışı bu idare binasından yapılıyor. A ve B bloklarında zula ve şahsi kutular olması imkânsız ilk zamanlar; D bloklarında buna imkân var. Ve buralar açık olduğundan Samsun yolu üzerinde seyir hâlindeki özellikle ağır vasıtaların -otobüslerin- tekerlek ve motor seslerini sessiz bir gecede duyabilirsiniz. Şahsi kutulardaki bisküviler biraz daha serbestleşmenin emaresi… Zulada kim bilir kimlerin resimleri var? Anne, kardeş, sevgili…
9
Mamak Askeri Cezaevi, A, B, C, D ve E bloklarından oluşuyordu. Hepsinin kendi içinde numaralandırmaları vardı; 1,2,3,4… A Blok 2. Koğuş veya B Blok 9. Koğuş… Fakat C Blok daha hafif suçlular için… C1, C2 diye gidiyor. D Blok ise D1, D2, D3 gibi geniş arazi üzerinde prefabrik binalardan oluşuyor. D1 kendi içinde üç ayrı koğuşa sahip: D1-1, D1-2, D1-3. D2 ve D3 de öyle… Kare biçiminde bir meydan dört tarafında prefabrik binalar… Üçü koğuşlar… Biri idare binası… Hapishanenin giriş çıkışı bu idare binasından yapılıyor. A ve B bloklarında zula ve şahsi kutular olması imkânsız ilk zamanlar; D bloklarında buna imkân var. Ve buralar açık olduğundan Samsun yolu üzerinde seyir hâlindeki özellikle ağır vasıtaların -otobüslerin- tekerlek ve motor seslerini sessiz bir gecede duyabilirsiniz. Şahsi kutulardaki bisküviler biraz daha serbestleşmenin emaresi… Zulada kim bilir kimlerin resimleri var? Anne, kardeş, sevgili…