bannerbanner
Fergana Güzeli
Fergana Güzeli

Полная версия

Fergana Güzeli

Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
5 из 6

“Saman nerede? Mubez geldi mi? Hemen Mubez’i bana çağırınız. Saman güven duyulacak bir insan değildir.”

Ay Toldı ayağa kalktı:

“Müsaade ediniz; ben gideyim, getireyim. Onu tanırım, yerini de bilirim.”

“Oğlum! Sen zahmet etme. Birçok uşağımız var. Birini göndeririz. Saman bu işe burnunu sokmasaydı onu çoktan buraya çağırmış olacaktım.”

“Saman mutlaka efendimize olan hürmetinden dolayı bu işi kendi üzerine almıştır. Bendenize müsaade ederseniz derhâl gider, emrinizi yerine getiririm.”

Marzban, Ay Toldı’nın sözünü keserek:

“Hayır, oğlum. Sen zahmet etme.”

“O hâlde müsaade ediniz de uşağım ve daha doğrusu arkadaşım Verdan’ı göndereyim. Ona hiçbir iş emanet etmedim ki o işin hakkından gelmesin. Adamım çok işgüzar ve dirayetlidir.”

Ay Toldı bunu söyledikten sonra dışarı çıktı ve:

“Verdan!” diye bağırdı.

Kırk yaşlarında, dinç ve güçlü, seyrek sakallı bir adam yanına geldi. Biraz kaba olan burnunun çıkıklığından, diğer özellikleri ve çehresinden Ermeni olduğu anlaşılıyordu. Bu adam Samarra’da yakın bir zaman önce Ay Toldı’nın hizmetine girmişken pek çabuk efendisinin güvenini ve sağlamlığını kazanmıştı çünkü bir uşağın sahip olduğu vasıfların üstünde özelliklere sahipti. Her işte dirayet, mertlik, sürat gösteriyordu. Ay Toldı da onu bir uşak değil; âdeta bir arkadaş gibi sayıyor, nereye gitse onu beraberine alıyordu. Verdan başına yuvarlak bir sarık sarmış; kısa bir şalvar, deriden bir kürk giymişti. Emre hazır bir vaziyette durunca Ay Toldı ona hitaben:

“Dün yanından geçtiğimiz ateşgedeyi biliyorsun değil mi? Üzerine birçok fener, bayraklar asılmış.” dedi.

“Evet, biliyorum.”

“Şimdi hemen oraya git, Mubez’i bul. Marzban’ın kendisini aceleyle istediğini söyle. Onu alıp getirmeden gelme.”

Verdan itaat işaretini yaparak çıktı.

Cihan’a gelince Ay Toldı ile baş başa kalıp konuşma; ayrılığından sonra çektiği üzüntüleri, kalben taşıdığı mutlu hisleri söyleme fırsatını gözetiyordu. O; pek çok şey bildiği, onları sevgilisine söylerse aynı hisle duygulu olan muhatabının pek çok memnun olacağını zannediyordu. Bu hâlin iki ayrı düşmüş sevgili arasında çıkması pek doğaldı. Bir âşık hisleriyle alakalı bir şey görür, bir haber işitir ya da bir fikir bulursa sevgilisini gördüğü, işittiği ya da hatırladığı şeylere ortak etmek için onu görmeye büyük bir istek, bir özlem duyar. Çoğunlukla bu his, özlemin çoğalmasına hizmet eder. Âşık sevgilisini görmeye koşar. İki sevdazede bir araya geldiği zaman her biri diğerine çektiklerini, gizli sırlarını, mesut aşklarını söylerler. Söze hikâyeler de karışır. En gizli sırlar açığa çıkar. Sanki iki âşığı birleştiren, ruhları uyuşturan hisler ve fikirlerde de uyuşma gerekir.

Şu hâlde Cihan’ın o kadar uzun süren bir ayrılıktan sonra Ay Toldı ile yalnız kalarak samimi bir şekilde konuşmak istemesini garip görmemek lazımdır. Ay Toldı’nın sevgilisi ile öyle ruhi bir görüşmeye ne derece arzu duyduğunu söylememek lazımdır zannederiz. Lakin ikisi de bu sohbete, ruhların görüşmesine kendilerini ulaştıracak fırsatı nasıl ele geçireceklerini bilemiyorlardı. Marzban, Cihan’a hitap ederek:

“Kızım, mehtere13 emret; sevgilimiz Ay Toldı’yı konağa misafir etsin. Onun dinlenmesi için her ne lazımsa hazırlasın. Bu işi yaptıktan sonra yanıma gelsin. Mubez buraya gelinceye kadar onunla hususi bir şekilde konuşmak isterim.” dedi.

Cihan, babasının bu dikkatinden ve misafirperverliğinden memnun olarak onun emrini gerçekleştirmek için dışarı çıktı. Ay Toldı ondan daha önce, Cihan’ın oturması alışkanlık olan hususi bir salona gidip orada bekledi.

14

ATEŞGEDE ( BEYTÜ’L NÂR)

Verdan, aldığı emir üzerine oradan kuş gibi uçup gitmişti. Onun oradan böyle süratle çıkması Nevruz Bayramı münasebetiyle konağın bahçesinde ve dış kapısında bulunan halkı telaşa düşürmüştü. Hatta bazıları Verdan’ın arkasından koşarak Marzban’ın sağlığı hakkında bilgi istemişlerdi. Verdan hiç cevap vermeyerek oradan savuştu. Bayramın büyük kalabalıklarıyla dolu bulunan sokaklardan, çarşılardan geçti. Halkın ahvali, gidip gelmesi onun nazarında dikkatini çekmiyordu. Verdan, Maksude semtine doğru süratle gidiyordu. Biraz sonra Karşan Şah Ateşgedesi göründü. Her tarafı büyük bayraklarla donanmıştı. Etrafında birçok oda mevcuttu ki bu odalar kâhinlerin ve hizmetli kimselerin ikametine tahsis edilmişti. Üstü yeşillik ve çiçekle süslenmiş olan büyük kapısının önünde büyük bir izdiham vardı.

Verdan, farz olan ibadetleri gerçekleştirmek için gelen bir ateşperest gibi görünerek tapınağın avlusuna girdi. Giriş, ipekli kilimler ve diğer eşyalar konularak donatılmıştı. Dört tarafında bulunan saçak altı revaklara, işlemeli ve bazıları kıymettar taşlarla süslenmiş perdeler asılmıştı.

Verdan avludan, mabedin içine girdi. Asıl ateşgede, mabedin içinde dikdörtgen şeklinde kapalı bir binadan ibaretti. Yerden beş basamakla çıkılan yüksek bir kapısı vardı. Ateşgedenin etrafında, duvarların dibinde özenle yapılmış olan havuzlarda ateş yakılarak epeyce buhur14 atılmıştı. Bu havuzlardan duman, göğe doğru yükseliyordu. Kubbenin köşelerine konulan saksılardan da duman çıkıyordu. Ateşgedenin dış duvarlarının üzerinde de yüzlerce dumanlı saksılar vardı. Tapınağın içinde, sol tarafında dönen bir kabın ortasında mızrak gibi yukarı uzanan bir alev yükselmişti ki etrafında toplananların bir kısmı oturarak bir kısmı da ayakta ibadet ediyorlardı.

Verdan, ateşgedenin merdiveni üzerinde ayakta gördüğü bir adamı Mubez zannederek yanına gitmek istedi. Başında dikdörtgen, piramide de benzeyen bir külah giymiş olan; hâl ve kıyafetinden ateşgedenin hizmetinde olduğu anlaşılan diğer bir adam kendisini durdurarak sordu:

“Efendim, nereye gitmek istiyorsunuz?”

“Mubez Efendi’yi görmek istiyorum. Orada duran adam o değil midir?”

“Hayır, efendim. O şimdi meşguldür.”

“Kendisi nerede bulunuyor?”

“Onu ne yapacaksın? İşte ateşler yakılmış, ibadet gerçekleştirebilirsin.”

“Fakat ben Mubez’i görmek istiyorum.”

Hizmetli yüzünü başka tarafa çevirerek:

“İbadet bitmeden önce onu görmek uygun değildir.”

Verdan, hademeyi durdurarak:

“Efendim, kızmayınız! Ben yabancı bir adamım. Daha dün Hokand’dan geldim. Misafirlere güzellikle muamele etmek âdetinizdir, değil mi?”

Hizmetçi, Verdan’ın sözlerinden utanarak sordu:

“Buraya ibadet etmek ya da ateş ile kutsanmak için gelmediniz mi? İşte kutsal ateş! İstediğiniz kadar kutsanınız.”

“Fakat ben mutlaka Mubez’i görmek istiyorum.”

Hizmetçi, Verdan’ın kulağına eğilerek gayet yavaş bir sesle:

“Mubez, (sağ tarafta bir odayı göstererek) işte bu odada bazı zatlar ile özel bir görüşmede bulunmaktadır. Onu görebilmek için mutlaka çıkmasını beklemek lazımdır.” dedi.

Verdan, elini cebine soktu. Avucunun içinde çıkardığı birkaç altını hizmetçinin eline sıkıştırdıktan sonra:

“Azizim! Bana müsaade ediniz. Bu odaya yaklaşayım. Orada Mubez’in yakınında yalvarayım.” dedi.

Hizmetçi altınları cebine yerleştirerek:

“Ben izin veriyorum fakat o tarafa gittiğini kimse anlamasın.” dedi.

Verdan:

“Peki, merak etme!” dedikten sonra Mubez’in bulunduğu odaya yaklaştı. Maksadı bir vesile bularak Mubez’in huzuruna girmek, Marzban’ın kendisini istediğini söyleyerek alıp götürmekti. Odanın kapı aralığından içeriye baktı. Gayet güzel giyinmiş iki adam oturuyordu; biri Afşin’di. Verdan onu derhâl tanıdı. Diğerini ise görür görmez kalbi vurmaya başladı çünkü bu öyle bir adama benziyordu ki Verdan ile macerası vardı. Verdan o adama dikkatlice baktı. Tam o adamdı. Onda hiç şüphe yoktu.

Fakat onun orada bulunması garipti. Bu adam, Abbasi Devleti’ne karşı ihtilal çıkaran Babek Hürremi’nin en tanınmış adamlarından biriydi. Verdan onu Ermenistan’da Kâin Erdebil şehrinde biliyordu. Ara yerde büyük bir misafir varken acaba ne maksat ve ne gibi sebepler neticesinde Fergana’ya gelmişti? Verdan bir an önce Mubez’i alıp götürmek için aceleye gerek duyarken o üç büyük adamın orada gizlice birleşip konuşmalarından gayet mühim bir iş müzakere ettiklerini hissederek sırrın aslına vâkıf olmak istedi. Bir tarafa durdu. Diğer ateşperestler gibi bir vaziyet aldı. İbadetle dinî merasimi gerçekleştirir gibi göründü. Gerçekten bütün İslam askerlerinin komutanı Afşin gibi bir zatın Mecusilerin en büyük adamı ve aynı zamanda Abbasilerin en büyük düşmanı olan Babek Hürremi’nin temsilcisi ile birlikte ateşgede gibi bir yerde, Mecusilerin en büyük ruhani reisi ile gizli bir toplantı yapması elbette büyük bir anlama gelmekteydi. Öyle mühim bir mana son derece zeki olan Verdan’ın dikkatinden kolay kolay kaçabilir miydi? Verdan herhangi bir hileyle mutlaka bu sırrı anlamak istiyordu. Yavaş yavaş odanın etrafını dolaştı. Odanın dar bir yola nazır ufak bir penceresi vardı. Ver-dan, hiçbir tıkırtı yapmaksızın ve nefes almamaya çalışarak pencerenin bir tarafında durdu. Kendisi içeridekileri görüyordu fakat içeridekiler onu göremiyorlardı. Verdan, içeride ipekten bir halı üzerinde oturan üç zata dikkatlice baktı. Mubez bilinen, külahı ve urgani cübbesiyle oturuyordu. Karşısında Afşin ile İsbahbad15 oturmuşlardı fakat Afşin’in hâl ve kıyafeti göze çarpıyordu. Afşin, Bağdat’ta Abbasilerin siyasi sembolü olan siyah sarık ve siyah cübbe giyerdi; Müslümandı. Verdan, onun Samarra Mescidi’nde namaz kıldığını birkaç defa görmüştü. Hâlbuki şimdi Mecusiler gibi erguvani renkte bir cübbe giymiş, Mecusilerin dinî ayinlerine katılıyordu. Babek Hürremi’nin sarıksız bir külah giymiş olan temsilcisinin Mecusiliği hayret verici değildi. Çünkü bu adam esasen Mecusi’ydi. İslamiyet’i kabul etmemişti.

Verdan yere oturarak ses çıkarmaksızın dua tilavetiyle meşgul gibi göründü fakat bütün vücudu his, kulak kesilmişti. İçeridekiler konuşmalarına devam ediyorlardı. Mubez diyordu ki:

“Yüce Hürmüz’ün yardımıyla mutlaka muzaffer olacağız. Herhâlde sabır ve sebat göstermemiz lazımdır.”

İsbahbad:

“Herhâlde sabır ve sebat göstereceğiz. Hem sabır ve sebatımız çok uzamayacaktır. Bir şartla…”

Afşin:

“Sabır ve sebat uzasa bile sakınca yoktur. Yalnız dostun Babek, hakkımdaki itimadını bozmasın!”

İsbahbad yutkunarak sözüne başladı:

“Babek, hakkınızdaki itimadını bozmaz. Ancak kendilerine Müslüman ya da Arap namını veren bu Yahudilere16 pek fazla sokuldunuz, kendisini intizarda bıraktınız. Ona karşı olan vaadinizi Mubez Efendi’nin huzurunda size hatırlatmak için Babek, beni her sene âdet olduğu üzere bu özel günde de sizinle görüştürmek için buraya gönderdi.”

Afşin gülerek:

“Galiba Babek bundan birkaç sene önce Taberistan Emîri Mazyar’ın da bizimle beraber olduğu hâlde burada sözleştiğimiz yemin misakı17 ihmal ettim zannediyor. Başka şahide lüzum yoktur ve ahdimi yerine getirip getirmediğimi Mubez Efendi’den sorunuz.”

Mubez başıyla, “evet” işaretini yaptı.

Afşin sözüne devam ederek:

“Bu mukaddes ateş de sözümüze şahittir. Kardeşim Babek’e tarafımdan söyleyiniz: Para toplayıp göndermekte hiçbir fırsatı kaçırmıyorum. Devletin savaş ya da barış, herhangi bir işini üzerime alırsam o hizmet için Mu’tasım’dan para alıyorum. Bu paraları hep Andican’daki hazinemize gönderiyordum. Mazyar da yemin ve misakını muhafaza etmektedir. Bu sene bazı özel sebeplere dayanarak burada bizimle birleşemedi lakin bana yazdığı bir mektupta işte sebat etmemizi tavsiye ediyor. İlk hareketimizi gördüğünde bütün Taberistan halkı ile beraber bizimle birleşeceğini, bu zalim Müslüman devletten kurtulmak ve Acem Devleti’nin büyüklüğünü ihya ve iade etmek hususunda bizden ziyade gayret ve vatanseverlik göstereceğini temin ediyor.” dedi.

İsbahbad:

“Yüce Babek’in sizden beklediği de budur lakin önceden dediğim gibi zatıalilerinin sanki onlardan biriymişsiniz gibi bize karşı birkaç defa savaşma derecesine kadar o Yahudilerin hüküm ve emrine gösterdiğiniz itaat, yüce Babek’i cidden düşündürdü.”

Afşin kahkaha ile gülerek ve başını sallayarak cevap verdi:

“Bunu benim gibi bir adama söylemek uygun mudur? Kardeşim Babek’in bütün yaptıklarımda nasıl bir maksat takip ettiğimi anlayamaması mümkün müdür? Kendisine karşı muharebeyi kabul etmenin takip etmekte olduğumuz maksadı gizlemek için olduğunu bilmiyor mu? Daima fırsatı gözetmekteyim. Münasip bir fırsat düşeceği vakit derhâl kendisine haber edeceğim. Hepimiz tek vücut olarak bir anda ayaklanacağız. Acem Devleti’ni diriltmek için çalışmış olan Ebu Müslim Horasani, Cafer Birmeki, Fazl b. Sehl ve diğerleri gibi büyük Acemlerin bunca gayret ve fedakârlıklarına rağmen nail olamadıkları büyük emellerini meydana getireceğiz. Bütün bu zikrettiğim kişiler acele ettikleri için maksatlarına nail olamadılar. Hâlbuki biz öyle yapmayacağız. Sabır ve sebat ile fırsatı gözeteceğiz. Ayaklanacağımız zaman emin adımlarla yürüyeceğiz.”

Mubez, İsbahbad’a dönerek:

“Afşin Bey pek doğru fikirlerde bulunuyor. Kendileri öyle mühim işlerde de tecrübelidir. Oğlunuz Babek’e tarafımdan selam söyleyiniz. Bizimle beraber o da fırsatı beklesin. Yüce Hürmüz, elbette bize yardım edecektir. Daha dün rüyada gördüm. Başarı zamanı pek yaklaşmıştır. Şu hâlde birbirimize olan emniyet ve güvenimizi bozmayalım. Bütün mesaimizi kendi elimizle mahvetmeyelim.” dedi.

Verdan hayret ve dehşet içinde bu konuşmayı işitiyor; kendi gözlerine, kulaklarına inanmak istemiyordu çünkü Afşin, hilafetin yegâne dayanağı olan ordunun başkomutanıydı. İslam Devleti’nde bu kadar büyük bir rütbeye sahip olan bir zatın, gizlice Mecusiliği yaşaması ve bağlı olduğu devleti ilk fırsatta mahvetmek için o devletin en güvensiz düşmanlarıyla birleşmesi akla hayret veren cüretlerdendi. Verdan, bütün bu hayretiyle beraber lüzumunda kullanmak üzere bu konuşmadan mühim bir silah elde ettiğini de hissediyordu. Sonra Mubez ayağa kalkmak için hazırlandı. Afşin ve arkadaşı da ayağa kalkarak çıktıkları zaman kimse tarafından tanınmamak için yüzlerini kapadılar. Verdan, onları o hâlde görünce oradan süratle çekildi. Tapınağın orta taraflarına rastlayan bir noktada, Mubez’in çıkmasını bekledi.

Ateşperestler kutsal ateşle kutsanmak ve dua etmekle meşguldüler. Hizmetçi, Mubez’in çıkmakta olduğunu görünce onlara haber verdi. Hepsi ayakta durarak baş eğmek için hazırlandılar. Verdan sanki onlardan biriymiş gibi aralarında aynı vaziyette durdu. Mubez, parlak renkler ve kıymettar işlemelerle gözleri kamaştıran gayet süslü bir elbise giymiş; boynuna kıymetli taşlardan müteşekkil bir gerdanlık takmıştı. Elinde kabzası altından bir çevgen18 tutuyordu. Çevgeni yere dayayarak kibir ve gurur ile yürüyor; herkes ona başını eğerek hürmette bulunuyordu.

Verdan, Mubez’in kendisine yaklaştığını görünce onun yanına yanaştı ve eğilip ellerini öperek:

“Efendim, Marzban gayet mühim bir iş için hemen yanına teşrif buyurmanızı rica ediyor.” dedi.

Mubez, Marzban’ın Cihan’ın pederi olduğunu anlamakta bir an tereddüt etmedi çünkü orada ondan başka Marzban yoktu. Hemen sordu:

“Acaba hastalığı mı ağırlaşmış?”

“Bilmiyorum fakat derhâl ziyaretine gitmenizi ısrarla rica ediyor. Zatıalilerini birlikte almadan geri dönmememi emretti.”

“Peki, geliyorum. Beni dışarıda bekle.”

Verdan korkarak oradan çıktı. Kendisinin gizli toplantıdan bir şey anladığını Afşin hissetmesin diye yüreği çarpıyordu. Kapıda takımları altın yaldızlı iki atlı bir araba duruyordu; araba Afşin’indi. Orada duran halk arabaya bakıyor, Mubez’i ziyaret eden zatların kim olduklarını anlamak istiyorlardı.

Bir müddet sonra Mubez kapıdan çıkarak arabaya bindi. Afşin de kapalı olduğu hâlde arabada onun yanında yer aldı. Mubez’in ettiği işaret üzerine Verdan atların birine bindi. Hep birlikte Marzban’ın konağına gittiler.

15

DERTLEŞMEK

Ay Toldı salonda, Cihan’ın gelmesini bekliyordu. Marzban’ın konağında büyümüş olan bu gencin Cihan ile yalnız olarak buluşması dikkat çeken bir şey değildi çünkü bir arada yaşamışlardı. Bundan başka Cihan Hatun, erkeklerden saklanan kadınlardan değildi. Ay Toldı salonun bir köşesinde bir sandalye üzerine oturarak büyük bir sabırsızlıkla sevgilisinin gelmesini bekledi. Marzban’ın hastalığı kendisini pek ziyade üzüyordu çünkü sonu iyi görünmüyordu. Lakin aynı zamanda Cihan’ın muhabbeti onu meşgul ediyordu. Ona bir an önce kavuşmak, kendisine her şeyi unutturmuştu.

Bir zaman sonra Ay Toldı kapının yanında Cihan’ın sesini işitti. Yüreği vurmaya başladı. Cihan konak müdürüyle konuşuyor, babasının Ay Toldı için verdiği emirleri bildiriyordu. Sonra hiç durmadan içeri girdi. İki sevgili karşı karşıya geldiler. İkisinin de yüzleri gülüyor, yürekleri çarpıyordu. Sanki dert ve felaket âleminden saadet ve bahtiyarlığın merkezi olan aşk ve muhabbet âlemine intikal etmiş gibi dünyayı, dünyanın gam ve kederini unutmuşlardı. Cennetin tarif ve niteliklerini aklı beşere sığabilecek yolda misallerle göstermek nasıl müşkülse birbirini candan seven iki sevdazedenin rakiplerden azade bir hâlde bir arada, yalnızca buluşarak birbirlerine dertlerini, saadetlerini, hayatlarını, hayallerini her türlü kin ve düşmanlıktan uzak olarak söylemeleri saadeti gibi cennette yaşayanlar bahtiyarlığına kavuşacaklar. Böyle bir mutluluğu bulmak zordur. İşte cennet budur eğer devamsızlık ve değişmeler olmasa.

Cihan, sevgilisini karşılama vaziyetinde ayakta görünce sevinçle tokalaşmak için elini uzattı. Ay Toldı da aynı sevinç, aynı özlemle elini tuttu. Bunca savaşlar, ölüm tehlikeleri geçirirken yürek çarpıntısının ne demek olduğunu hissetmeyen, anlamayan bu cengâver delikanlı; o anda bütün vücudunda bir titreme hissetti. Cihan’ın sevda ve cazibe titremesi daha şiddetliydi çünkü ne kadar akıllı ve metîn bir genç olsa da yine hassas bir kadından başka bir şey değildi. Böyle mülakatlar esnasında aşkın cazibesi bütün kuvvetiyle hükmünü icra ediyordu. Sevdazedelerin bu yerlerde gösterecekleri zaaf zararsızdı.

Ay Toldı söze başlayarak:

“Hanımefendi! Gurbetliğimi çok uzattım, değil mi?” diye sordu.

Cihan elini hemen onun elinden çekti. Yaralı bir sevdazede gözüyle Ay Toldı’nın gözlerine bakarak cevap verdi:

“Bana hanımefendi deme…”

Cihan sözünü tamamlayamadı. Oturmak istiyordu. Bir sandalyeye oturdu. Ay Toldı’ya “sen de otur” işaretini yaptı. O da bir sandalyeye oturdu. Ay Toldı, Cihan’ın ne demek istediğini anlamamıştı:

“Size hanımefendi diye hitap etmeyeyim, peki fakat Fergana’nın güzeli ve Marzban’ın kızı Cihan Hatun’a zavallı dul Afitab’ın oğlu yetim Ay Toldı başka türlü nasıl hitap etsin?”

Cihan, Ay Toldı’nın sözünü kesti:

“Hayır, tam tersine sen benim efendimsin. Bu efendilik, hükümdarın hizmet askerlerinin reisi ya da Halife’nin asker komutanı olduğun için değildir. Kahraman ve necip olduğun için… Hayır… Seni gözümde büyüten bu da değildir. Sana karşı açıklamaktan âciz kaldığım diğer bir hisle duyguluyum. Üzerimde bir hâkimiyetini duyuyorum. Bunun açıklamasını yaparken bana yardım etmezsen bedbaht ve üzgün bir canlı olurum.”

Cihan bunu söylerken utancına yenilmiş, yanakları kızarmıştı. Ay Toldı sevdiğinin söylemek istediği şeyin sevgi olduğunu, bunu açıktan açığa söylemekten utandığını anlıyordu.

“Ay Toldı’yı bir efendi kılan liyakat aynı zamanda Cihan Hanımefendi’yi tapılası yapmıştır. İşte ben Cihan’ın kuluyum.”

“Sana dedim: Kalbimde duyduğum hislerim ve onun sebeplerini tarif ve izah etmekten âcizim. Yalnız şunu söyleyeyim ki dünyada hiçbir insan kalbimde haiz olduğun yere yetişemez. Şimdi boşuna vakit kaybetmeyelim. Mubez gelir de babam beni çağırır diye korkuyorum.” Cihan, babasını anınca onun hâlini hatırlayarak üzüldü:

“Kaybedilecek vaktimiz yoktur, sevgilim! Bana bu isimle hitap etmeden önce benim sana hitabımda beni mazur gör. Seni seviyorum.”

Ay Toldı büyük bir heyecan içinde cevap verdi:

“Bu cesareti sen bana verecektin. İşte verdin, her şeyde üstünlüğünü ispat ettin. Yoksa mümkün değil, bu cesarette bulunamayacaktım. Bunu daima tekrar ediyordum. Bir gün senin ağzından işiteceğimi düşündükçe kalbim sevinçten titriyordu. Bunu, bugün ağzından işittikten sonra acaba benden daha mesut kimse var mı?”

Cihan saçlarını düzeltmekle meşgul gibi görünerek yere bakmaya başladı. Ay Toldı ise gözlerini ondan ayırmıyor, nefis ve iffetin ortadan kaldırdığı heybet ve ürpermeyle sevgilisini kollarıyla kucaklamak cesaretine haiz olmadığı için sanki onu gözleriyle kucaklamak istiyordu. Cihan’ı yere bakmakta ve düşünmekte görünce heyecanın bir kat daha baskısı altında kalarak sanki sevgilisi elinden kapılacakmış gibi bir korkuya düştü:

Sevgilim! Niçin yere bakıp düşünüyorsun? Bir kederin mi var? Benden sakınma, söyle.”

Cihan gözlerini kaldırarak Ay Toldı’ya baktı. Sevgilisinin ne düşündüğünü anlayarak güler yüzle cevap verdi:

“Uzak şeyleri hatırına getirme. Bir kimseden korku ya da engel görseydim sana sevgilim diye hitap etmezdim. En ziyade babamın uygunluk göstermesini fazlasıyla düşünüyordum. Hâlbuki babamın seni pek ziyade sevdiğini anladım. İzdivacımıza engel göstermeyeceğinden eminim fakat bu hastalık meselesi… İşte beni asıl düşündüren odur.”

Cihan bu sözleri söyledikten sonra sessizleşti.

Ay Toldı:

“Ümit ederim ki pek yakında şifa bulur.” dedi.

Gözlerini Cihan’ın gözlerine çevirerek ne düşündüğünü anlamak, o iki latif gözden ruhunu okumak istiyordu. Cihan da aynı durum ve hareketi düşünmüştü. Sevgilisinin gözlerinde belki daha çok şey okuyordu. “Ay Toldı! Hissiyatımı senden gizleyeceğimi ve seni şüpheye düşürecek bir zaafa düşebileceğimi asla zannetme. Senelerce seninle bir arada yaşadım. Birbirimizi o kadar tanıdık, sevdik, ruhlarımız birbirine o kadar birleşti ki artık dünyada bizi birbirimizden ayırabilecek bir kuvvetin bulunacağına ihtimal veremem. Fikrimde ya da hayatımda bağımsız olarak senden ayrı yaşayamayacağımı iyi anlıyorum. Kendimi seninle tek vücut kabul ediyorum. Her ne düşünsem fikrimin seninle sürüp gittiği hatıralara temas ettiğini görüyordum. Bir olayı hatırlasam hayalini o olayın önünde buluyordum. Zihnimde hiçbir resim canlanmıyor ki senin resminden ona bir şey karışmış olmasın. Kalbim, ruhum bu kadar tesir altındayken insanların bizi birbirimizden ayırabilmeleri mümkün müdür? Farz edelim ki bu iki fâni vücudu birbirinden ayırsınlar fakat fikrimizi, ruhlarımızı birbirinden kim ayırabilir? Ancak kalbim yine müsterih değil. Sebebini bilmiyorum.” dedi.

Ay Toldı sevgilisinin bu itiraflarını titrek bir kalp, büyük bir sevinçle dinledi fakat son cümlelerden ne demek istediğini anlayamıyordu.

“Canım Cihan! Hangi şeyden korkuyorsun? Bana söyle, seni cesur ve metîn bilirim. Hiç çekinmeden söyle. Hayatım senindir.”

“Hayatına bir zarar gelmesine razı olamam. Hiçbir şeyden korkmuyorum çünkü dünyada hiçbir şey yoktur ki beni senden ayırmaya muktedir olsun. Tek düşündüğüm şey babamın hüsnü rızasıydı. Şimdi o korku da yoktur fakat zavallı babam hastadır. Yakında şifa bulmasını temenni edelim.”

“İnşallah yakında şifa bulur. Başka bir şeyden korkuyor musun?”

“Benden başkalarını korkutabilecek birçok şey hatırıma geliyor fakat ben korkmuyorum. Çünkü onları esaslı görmüyorum. Yeter ki sana sahip olayım. Sana sahip olmak benim tek emelimdir. Bu derece açık söylememi mazur gör. Sen de aynı hitapta bulun. Gizlenmeleri, tereddütleri katiyen sevmem.”

“Seni bütün ruhumla sevdiğimi, senin için dünyayı feda etmeye hazır olduğumu söylememi mi istiyorsun? Bunu söylemeye lüzum var mı? Susuzlardan suya ihtiyaçları olup olmadığı sorulmaz. Bir bahtsıza, ‘Saadeti temenni etmiyor musun?’ diye sual olunmaz. Saadetim, hayatım senin. Benim için her şey senin.”

Cihan sevgilisinin bu itirafını büyük bir hayranlık ve sevinçle dinledi.

“Bu hisler ve azimdeysen benim de arzu ettiğim budur. Konağın içinde Saman’ın sesini işitiyorum. İhtimal ki buraya gelir de konuşmamızı keser. İşte biz, her ikimiz bu azim ve karardayız. Babamın iyileşmesini bekleyeceğim. Onunla bu husus hakkında konuşacağım. Sonucu sana söylerim.”

Cihan, bu sözleri söyledikten sonra ayağa kalkmak üzereyken Hizran telaşla içeri girdi. Cihan onunla konuşmak için ayağa kalktı fakat Hizran hemen söze başladı:

“Saman, baban Marzban’ın yanına girmek istiyor.”

“Onunla beraber Mubez geldi mi?”

“Hayır.” Cihan başını salladı. Onun telaşla içeri girmesinden canı sıkıldı. Sonra Ay Toldı’yı göstererek:

“Ay Toldı’yı görmedin mi?” diye sordu.

Hizran biraz utanarak cevap verdi:

“Hanımcığım! Göremedim. Bu suretle telaşlı girdiğim için beni affediniz. Bütün fikrim Saman ile meşguldü çünkü baban kendi yanına onun girmesini istemiyor. Başka bir kimsenin de girmemesini ayrıca emretmiştir.”

Sonra Ay Toldı’ya doğru giderek elini öpecek gibi eline eğildi. Ay Toldı, Hizran’ın Cihan’ı pek ziyade sevdiğini bildiği için ona hürmet gösterirdi. Onu güler yüz ile karşıladı:

“Saman kendi pederinin yanına girecek diye neden bu kadar çekiniyorsun?” dedi.

“Babam dün ona gücendi çünkü kendisini Mubez’i çağırmaya göndermişken emrini yerine getirmedi. Babamı bu suretle birkaç defa gücendirmiştir.”

На страницу:
5 из 6