Полная версия
Batı Trakya'da Türk Edebiyatı'na Gönül Verenler
“BİR ALLAHIM” adlı kitabından alınmış örnekler
(Saraçoğlu, çok sayıda dini şiir de yazmış, bunları “Bir Allahım” adlı bir kitapta toplamıştır. Dini öğütlerin ağır bastığı bu şiirlerinde kaderci bir anlayışın varlığı da sezilmektedir.)
NEFSİNE UYAN KİŞİNefsine uyan kişi,Gün gelir olur pişman…Yaptırır kötü işi,İçimizdeki düşman…Kötü kötü yollara,Kon der eğri dallara,Musallattır kullara,İçimizdeki düşman…Nefsin saldığı yol loş;Der ki karanlığa koş!Çirkini gösterir hoş,İçimizdeki düşman…Nefsinle savaş; Er’sen,Dinle vicdanını sen…Eğer sussun istersen,İçimizdeki düşman…KASVET VE DİNBir kasvet bastı nedense akşamİstilâ etti ta ruhumu gamAbdestli idim; tesbihi aldımBoş bir odayı açarak daldımBin kez Kelime-i Tevhid çektimZail olmuştu bütün kasvetimAçtım Kur’an’ı: Okudum Yâ-SinGamı-kasveti silmiş idi dinBir ferah sardı içimi birdenMutluluk duydum Hakk’ı zikir’denÜzen ne varsa çıktı fikirdenManevi hazzı şükür tattım ben…AŞKLARIN EN İLAHİSİKerem Aslı’sına nasıl meftundu;Karaca, Elif’e öyle vurgundu…Aşk yolunda nice âşık yorgundu,En yorgun, en meftun kim dersen benim…Yeni Aşıklara misâl olmuşum;Kerem’den bin beter bir hâl olmuşum…Aşktan kâh bir zehir; kâh bal almışım!En yorgun en meftun kim dersen benim…Can kafesim yandı yandı kül oldu;Ruhum kemâl buldu Hakka kul oldu!Kanlı göz yaşlarım bağda gül oldu!En yorgun en meftun kim dersen benim…Ebedi vuslatı tattır Allah’ım!Fani yaşamımı bitir Allah’ım!Sana geliyorum ey bir Allah’ım!Acıklı halimi bir gör Allah’ım!ÇİLENeden kederliyim, niçin tasalı?Elem yüklü ömrüm, kalbim yaralı!Hep gam… Kalp perişan! Çetin şu yaşam,Umman gibi engel, aşılmaz aşam…Azapla kavrulur, aşkla can bulur;Bazen ümitlerle teselli olur…Pembe ufuklara dalan gözlerim;İnci daneleri salan gözlerim…Derdimi anlattım yıldıza-ay’a,İrkildi yerdeki bastığım kaya…Hızır, derdim bildi; dedi ki “Çile;Deva beni aştı, Allah’tan dile…”Bin tâbib bir para, kâr etmez bana,Kâbuslu günlerim erer mi sana?..Ufuklar toz pembe olur mu bir gün?Allah’ım dilerse derde verir son…KITAKonya’ya vardı ruhum bir kuş gibi dün gece,Mevlânâ ile döndü durdu bir bütün gece…Tenimi Rumeli’nde uyur bırakıp ruhum,“Semâ” âyini ile Konya’da coştu nice…RODOP YILDIZI adlı kitaptan örnek şiirler:(Saraçoğlu’nun, bu kitabına aldığı lirik şiirler, bilinen ve çok kullanılmış imgelerle yazılmış olmalarına karşın diğer şiirlerinden daha başarılıdır.)
KÖYÜMKöyüm dağ yöresinde yeşil gözlü bir gelin;Esen tatlı rüzgârda bin rayihan var senin.Dere akar, çay çağlar al-mor çiçekler açar,Rüzgâr türkü fısıldar, etraf neşeler saçar.Kirazlar çiçek açar… mani söyler genç kızlar;Bahçelerde sazlara eşlik eder şen kuşlar.Bu köy ne şahanedir, Rodop’ta bir tanedir;Kızları dürdanedir; bakışlar mestanedirSOLAR GÜLLERAçmadan solar güller benim bahçemde hâlâGonca gonca filizler dönerler kuru dala…Yoksa mevsim bahçemde hep hazan mı kalacak?İçime yaşam boyu hep hüzün mü dolacak?..Durmadan solar güller mevsim bahara ermez;Solan bahçede ağlar gezerim kimse görmez…Feryadımı şen beste sanar işitse eller!Benim feryadıma ses veriyor bak bülbüller…HÜZÜNLÜ GÜNLERBahar-yaz geldi geçti,Kâm alamadım bir gün!Ne gül ne sümbül açtı;Benim gül bahçemde dün…Hemdert bülbüller öttü,Dertler gittikçe arttı…Hep dünyamı kararttı!Arttı da arttı hüzün…Bağrıma taş bağladım,İçin için ağladım,Sular gibi çağladım,Gülmedi gitti yüzüm…Yazı görmedim asla,Günlerim geçti yasla,Gözlerim doldu yaşla,Yağmuru kadar güzün…SENEy gönlümün şen kızı, çiçek çiçek dal oldunEy Rodop’un yıldızı, petek petek bal oldunSen âfeti, tarife sözcükler kâfi değilCennet bahçelerinde açan al al gül oldunVisâl bağında açan çiçeklerin âlâsıRodop Dağı’ndan esen mis kokulu yel oldunGözlerden damla damla; sıza sıza çoğalanO billur incilerle, coşa coşa sel oldunBülbül bülbül şakıdın yıllarca Rodoplar’daBugün sen niye sustun; niye böyle lâl oldun…BİLSEN NASIL EFKARLANDIMAy altında gezindikçeTâ yürekten seni andım…İçlendikçe, düşündükçeBilsen nasıl efkârlandım…Mehtap, güller ne hoş görsen;Lâkin yoksun hâlâ bak sen!Hicranınla yanarken ben;Bilsen nasıl efkârlandım…Ne hoş açtı gel de bir bak;Al karanfil ve akzambak…Baharın sensiz zevki yok;Bilsen nasıl efkârlandım…Ölsem gitsem yine yaşar,İçimde bir emelim var!Sen hülyama girdikçe yâr;Bilsen nasıl efkârlandım…UĞURSUZ AŞKUğursuz bir aşk âh-ü figân ettirir beni,İçimde aşk od’u dağı beklettirir beni…Gayrı dönülmez geri, ne feci sevmek seni;Kahrı çok, ümidi yok, gel geri al buseni…Senin uğursuz aşkın, kalbimde ateş saçanBir volkan gibi yakar-yakar eritir beni…Hasretin ile gönül çırpınır duru her an!Kahrı çok, ümidi yok, gel geri al buseni…IŞIK ATATÜRK(Saraçoğlu, Atatürk konulu şiirlerini Işık Atatürk.-Komotini 1991- adlı bir kitapta toplamıştır. Bu şiirlerinde de duygusallık ön plandadır. Şiirlerinden örnek bir demet:)
ATAMBatı Trakya Türk’ü seni hürmetle anıyor!Kalbimizin en çorak yeri aşkınla yanıyor…İdealin can verdi; hayat verdi Türk’e;Büyük istikbale giden yolu gösterdi Türk’e…İlkelerin her Türk’ün pırlanta kalbini süsledi!Sevgin her Türk’ün tâ iliklerine kadar işledi…Ey Türk’ün müceddidi… Ey Türk’ün kanı, canı!Ünün o denli büyük ki, tuttu bütün cihanı…“Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkene dünya inanıyor!Ne mutlu Seni tüm insanlık saygıyla anıyor…Ne mutlu bize! Önderimiz sensin bizim;Kemalizm’den başka kabul etmeyiz hiçbir izim…Atam! Senin ülkün aydınlatır yolumuzu gün be gün;Kanındasın! İzinde giden Batı Trakya Türk’ünün…ATATÜRK’ÜMÜZ ÖLMEDİCanevimizde yaşıyorAtatürk’ümüz ölmedi…Türklüğe ışık saçıyorAtatürk’ümüz ölmedi…İçimizde bayrak bayrakHer an dalgalanıyor bakHep nabzımızda atacakAtatürk’ümüz ölmedi…Haftalara-aya sığmazBütün yıl ansak yine azTürkoğlu nasıl haykırmazAtatürk’ümüz ölmedi…Denizde, karada O varEdirne’de Kars’ta O varGüzel Ankara’da O varAtatürk’ümüz ölmedi…Tüm mazlumların dilindeYaşıyor nasıl da zindeBak, yüz milyonlar izindeAtatürk’ümüz ölmedi…Türk gençliği uygar, asilFikri vicdanı hür nesilHer genç Mustafa Kemal! BilAtatürk’ümüz ölmedi…Her genç yasalara uyarUlu kişileri sayarMustafa Kemal’i duyarAtatürk’ümüz daha ölmedi…ŞAFAK GİBİ SÖKTÜN ATAMZulmeti dağıttın daMeşale yaktın AtamKaranlığın ardındaŞafaktın! Söktün Atam…O acı kara gündeKocatepe’de öndeKaranlığı yırttın daŞafaktın! Söktün Atam…Diyordun ki Mustafa Kemal’im“Ya istiklâl ya ölüm”Kocatepe’de o günŞafaktın! Söktün Atam…Türk’ün sesi gür mü gürYaşamıştı hep özgürTürkoğlu olmuştu hürŞafaktın! Söktün Atam…Karanlık gece bittiYurtta bülbüller öttüKara bulutlar gittiŞafaktın! Söktün Atam…HÜSEYİN MAHMUTOĞLU
Hayatı:Hüseyin Mahmutoğlu, 1939 yılında Gümülcine’nin (Komotini) Çepelli (Mishos) köyünde doğdu. İlkokulu köyünde tamamladı. Parasız yatılı sınavlarını kazanarak Kütahya Lisesi’ne gitti. Dışardan sınavlara katılarak Edirne Öğretmen Okulu’nu bitirdi. Öğretmenlik mesleğine (Kalhas) Kalfa köyünde başladı. 1964 -65 öğretim yılında kendi köyü olan Çepelli’de öğretmenlik mesleğine devam etti. Mesleğinin 13. yılında Yunan yönetimi tarafından görevden uzaklaştırıldı. Daha sonra Batı Trakya Türk Öğretmenler Birliğinde sekreter olarak çalışmaya başladı. Buradan emekliye ayrıldı. Yazı hayatına “Azınlık Postası” gazetesinde başladı. Bazı şiir ve hikâyeleri “Birlik” ve “Öğretmen” dergileriyle “İleri” gazetesinde yer aldı. Hüseyin Mahmutoğlu’nun yazı hayatı 1970’le 1980 yılları arasında sınırlı kaldı, yazı hayatına devam etmedi.
Edebi kişiliği:Hüseyin Mahmutoğlu, edebiyat alanına 1970’li yıllarda ilk kez Azınlık Postası gazetesinde yazdığı anlatı- köşe yazısı denemeleriyle girdi. Daha sonra hikâye yazmaya başladı. İlk hikâyesi “Ana Beni Eversene”, Azınlık Postası gazetesinde yayımlandı. Ardından, “Temel Atma Töreni”, “Onuncu”, “İcarın Tutarı”, “Örümcek Ağı”, “Sen Dinle Babanı”, “Kimine Denizin Tuzu, Kimine Yolun Tozu”, “Ayrılış” , “Anası İstedi”, “Yoksul Kâğıdı” ve “Düdük Sesleri”…adlı hikâyeleri aynı gazetenin çeşitli sayılarında yayımlandı. Mahmutoğlu’nun, “Öğretmen” dergisinde yayımlanan hikâyeleri de var. “Pancar Çapacıları”, “Ödüllendirilen Öğrenci” ve “Cepheden Eve Giden Yol…” Mahmutoğlu’nun daha çok toplumsal konuları işlediği bu hikâyeleri, hikâye tekniği ve dil ustalığı bağlamında ele alınmaktan çok azınlık içinde bu alanda yazılan ürün açısından değerlendirilmelidir. Bazı hikâyelerinde bir dil savrukluğu görülse de kimilerinde oldukça başarılıdır. Hikâyelerinde iç çözümlemelerden çok karşılıklı konuşmalardan çekilerek okuyucuya anlatacaklarını anlatmak ister. Olayları katı bir gerçeklik içinde verir. Olayları bazı hikâyelerinde daha yalın ve inandırıcı bir şekilde vermesine karşın, aceleye getirdiği kimi hikâyelerinde bir yapaylık göze çarpar. Hikâyelerinde kimi gereksiz ayrıntılara yer vermiş olsa da bu hikâyeler, yoklukla boğuşan, haksızlığa uğrayan, cehaletin faturasını çile çekerek ödeyen azınlık insanının yaşamını belgeleyen birer yazı/hikâye niteliği taşırlar. Mahmutoğlu bir ara deneme türünü de el atmış, daha sonra kendini tamamen hikâyeciliğe vermiştir. Mahmutoğlu en verimli bir döneminde hikâyeciliği bırakmış, çalışmaları, 1970’le 1980 yılları arasında sınırlı kalmıştır.
Mahmutoğlu bu dönem içinde bazı şiir denemelerinde de bulunmuştur. Mustafa Tahsinoğlu Şafak Dergisi’nde yayımlanan şiir incelemesinde, Mahmutoğlu’nun şiirinden söz ederken şu değerlendirmeyi yapar: Mahmutoğlu, şiirde gözlemci bir yaklaşımla toplumsal konularda şiirler yazdı. Daha çok uzun şiiri seven şairimiz şiirlerinde hikâyemsi bir havaya sahip. Tahsinoğlu değerlendirmesinde, Mahmutoğlu’nun, serbest bir anlayışla şiir yazdığını, şiire tat veren unsurlar yakaladığını da vurgular.
Yayımlanmış çalışmaları:“Azınlık Postası” gazetesi:(Yükselmek-köşe yazısı- Azınlık Postası, sayı:84, Temmuz 1970)
(İşini Bulmak-köşe yazısı- Azınlık Postası, sayı:85, Temmuz 1970)
(Çocuklarımızla-köşe yazısı- Azınlık Postası, sayı:86, Ağustos 1970)
(Köyümüzün Yaşantısı-deneme- Azınlık Postası, sayı:87, Ağustos 1970)
(Kısır Döngü-köşe yazısı- Azınlık Postası, sayı:88, Eylül 1970)
(Tuzlada İş Var-köşe yazısı- Azınlık Postası gazetesi, sayı:89, Eylül 1970)
(Aksaklıklar-köşe yazısı- Azınlık Postası gazetesi, sayı:90, Eylül 1970)
(Kayıpçı-köşe yazısı- Azınlık Postası, sayı:91, Ekim 1970)
(Yalancı Tokluk-köşe yazısı- Azınlık Postası, sayı:92, Ekim 1970) (Yazık Oldu Köye-anlat- Azınlık Postası, sayı:93, Kasım 1970)
(Ana Beni Eversene-hikâye- Azınlık Postası, sayı:95, Kasım 1970)
(Laf Aramızda-öykü- Azınlık Postası gazetesi, sayı:96, Aralık 1970)
(Konuşmakla İş-köşe yazısı- Azınlık Postası, sayı:97, Aralık 1970)
(“Temel Atma Töreni”– hikâye- Azınlık Postası, sayı:98, 21.1.1971)
(Kan Aranıyor-köşe yazısı- Azınlık Postası, sayı:99, Ocak 1971)
(“Onuncu” – hikâye- Azınlık Postası, sayı:102, 6.3.1971)
(Tersanedeki İş-hikâye- Azınlık Postası, sayı:103 -104, Mart-Nisan 1971)
(İcarın Tutarı” -hikâye-Azınlık Postası, sayı:108, 109, Mayıs 1971)
(“Sen Dinle Babanı”-hikâye- Azınlık Postası, sayı:112, 113, Temmuz 1971)
(“Örümcek Ağı”-hikâye- Azınlık Postası, sayı:114, 115, Temmuz-Ağustos 1971)
(“Kimine Denizin Tuzu, Kimine Yolun Tozu”-hikâye- Azınlık Postası, Sayı:116, 117, Ağustos 1971)
(“Ayrılış”-hikâye- Azınlık Postası, sayı:125, 126, Kasım-Aralık 1971)
(Anası İstedi-hikâye- Azınlık Postası, sayı:129, 130, Ocak 1972)
(Yoksul Kâğıdı”-hikâye- Azınlık Postası, sayı:132, 133, 134, yıl:1972
(Düdük Sesleri-hikâye-(Sayı:135, 136, 137)
Öğretmen dergisi:(Ödüllendirilen Öğrenci-hikâye- (Sayı:33, Temmuz 1977)
(İşin İçinden Pestallozi Çıkamaz-deneme-sayı:34, Ağustos 1977)
(Pancar Çapacıları-hikâye- (Sayı:35, Eylül 1977), (Şafak dergisi, sayı: 7, Haziran 1990)
(İsmet’e-şiir-“Cepheden Eve Giden Yol-öykü- (Sayı:36, Ekim 1977)
(Cepheden Eve Giden Yol-öykü, 2.bölüm- Kavak Dallarına Asılı
Umutlar-şiir- (Sayı: 37, Kasım 1977)
(Salı Pazarının Köylüleri-şiir-(Sayı:38, Aralık 1977)
(Tütüncü Hasanın Türküsü-şiir-(Sayı:39, Ocak 1978) (Öğretmen Zühtü-öykü, “e.i. Rodopelli” takma adıyla- İleri, sayı:64, Ocak 1977)
“İleri” gazetesi:(Bizim Öğretmensin ya…-anlatı, “: N.Egehan” takma adıyla- İleri, sayı:68, Mart 1977)
(Biz ve Tarlalarımız-köşe yazısı, “N. Egehan” takma adıyla- İleri, sayı:72, Nisan 1977)
(Arabalar-şiir- İleri-106, Şubat 1978)
(Memet Gitti-şiir- İleri, sayı:109, Mart 1978)
(Kiraz Ağacı-şiir- İleri, sayı:176, Mayıs 1980)
(Kapılar-şiir- İleri, sayı:183, Eylül 1980)
KÖYÜMÜZÜN YAŞANTISIUzaktan, yakından gelen horoz sesleri… Baca ve ev siluetleri. Tütüncü arabalarının tangırtıları… Tepelerin ardındaki kızarıklık. Doğan bir gün… Sabaha karşı.
Ortalıkta bir tazelik… Altın ışıklarıyle güneş. Gözlerini oğuşturan çocuk. Sürüsünü süren çoban, ineğini sağan ana… Sabah.
Sağda solda bir hareketlilik… Ovaya gidenler, ovadan gelenler. Hayvanlarını otlağa götüren batık suratlı, çorapsız, sandallı çocuklar… Öğleden önce.
Issızlık sırasında ağlıyan bir küçüğün sesi. Güneşten kızarmış kiremitler. Yerden alevlenen ısı… Kavak yaprağının altındaki daracanın cıvıltısı. Tepeyi delen güneş… Öğle.
Uzamış gölgeler, kıpırdıyan rüzgâr. Yavrularına yem taşıyan kuş… Sığındıkları gölgelerden yavaş yavaş çıkanlar; bir kıpırdanış… İkindi.
Koca karınlı inekleriyle evlerine dönen çocuklar. Kapılardan içeriye giren arabalar. Kahve önünde oturmuş birkaç kişi. Yoldan, bir yere yetişmek için hızla geçen motorlu. Tanın kızıllığını batıya fırçalayıp kaybolmuş güneş… Akşam.
Ve gömülmek isteyen ölmüş bir gün…
Ağustos 1970Şiirlerinden örnekler:(Hüseyin Mahmutoğlu’nun şiirlerinde azınlık insanının çilesi vardır, resmi vardır. Bir hikâye havası yatar bu şiirlerde. Ama okurken insanı duygulandıran şiirler. İşte bu şiirlerden bazı örnekler)
KAVAK DALLARINA ASILI UMUTLAR SarıSapsarı bir yüzEskimişliğinde sabahınınGitti derOldum olası bu TrakyalıÖrgüsüAnasının elinden çıkmışGeçmişliğine gömülüÇabasıOldum olası bu TrakyalıBir kıpırtıdır geleceğeGözbebeklerinde yananGecenin sıcaklığındaTarlasının ortasındaTerini silerOldum olası bu TrakyalıAraşır durur kiraz dallarında ,Tütün yapraklarında harman yerindeGeçen ne ki elineEkşimiş katranAğız dolusu tozBir avuç umut inanır durur bunaOldum olası bu TrakyalıKızı kızanı oğlu oğlanıHa okudu ha okuyacakKeçisi koyunu danası ineğiTek güvencesiOldum olası buTrakyalı Yemeden yatarUyumadan kalkarBacasının altındaÜç beşine dört beş katasıOldum olası bu TrakyalıBoynu ipincedirEle güne eğilinceKapılmışçasına böyle bir inancaEli boşturOldum olası bu TrakyalıKavak dalındanRodoplar önündeBir gölgedir kiEge yelinin uçuşturduğu buGöz yapraklanAnadolu’ya uzatmıştır eliniOldum olası bu TrakyalıBu bir tas ki içinde içilmişçorba içilmiş umut içilmişkan içilmiş yaşamNe araştırır dururKaşığıyle bilmem kiOldum olası bu TrakyalıTÜTÜNCÜ HASANIN TÜRKÜSÜGecenin sabaha el attığı sıralarKocaman bir sessizlik içinde uyurkenOğlu ErolKızı ŞerminKarısı FatmaTütüncü HasanDeli bir fişek gibiÇınlatır ortalığıKalkışırlar oğul kız ana babaGeçer katran kokan giysiler sırtlaraKimseninBakılmaz açlığına susuzluğunaDöner tekerYıldızlar altındaDal dal gölgeler üzerinden geçerektenVarılır yatak sıcaklığıyle tarla başınaDüşünülmez iki yıllık ErolunYaşı başıYatırılır çizi ortasına toprağaSabaha karşıEller bir makine çevikliğiyleYaprakları pastallarkenManasız düşünceler geçerGözler önündenYıldız gibi kayaraktanSonraAltını ıslatmış küçük ErolunSabah çığlıkları arasındaDolar sepetlereŞerminin kucaklarıyla tütünlerBir dönüş yapılır köye doğruKonu komşucukHer günBiraz daha solan yüzlerle kişiKomşusunu ha tanıdı ha tanıyacakDevran bu kiTütünler yaprak yaprak iğnelere geçmedeCızırdıyan ocaktan gelenYanık biber kokularıBüzüşmüş mideleri seferber etmekteBir kardaşlık çağından tütüncüHasan Duyulmaz bir gürlemedirTütüncü karanlığınaKardaşlarBitsin bu acıBitsin bu katran acısıTütüncünün verilsin emeğiGün olur gelir topladıklarıYıl boyu parmak kadar yavrularıyleBoşalıverirEvinden de avucundan daTütüncü Hasan’ınİşteBir kaynak sudur tütüncü Hasan’ın başına dökülenNe yazık ki duyulmaz bir iniltidir içinden gelenTamamlanır tütün acısıyle senenin devriYenisi yeni bir türküdür umutlara bakılırsaOysa teker döner hep aynı(Öğretmen dergisi, sayı:39, Ocak 1978)Hikâyelerinden örnekler:(Hüseyin Mahmutoğlu’nun “Azınlık Postası” gazetesi ile “Öğretmen” dergisinde 10’un üstünde hikâyesi yayımlanmıştır. Onun bu hikâyelerinden iki örnek veriyoruz.)
İCARIN TUTARIEkşi ekşi ekşimiş havaya baktı. Suratını astı. Yüzünü bir iki kırıştırdı. Aklından, “Gene işimiz…” diye acı acı bağırmak geçti. Yazın yakıcı sıcağını hatırladı. Durduğu basamak taşında ayağı yanardı.
Şimdi ise… İçinden gülümsedi. Dilini çıkardı. Süzülen suya uzattı. Burnuyla karışık tattı da tattı. Bunu beş-on tekrarladı. Susuzluğunu değil, hevesini giderdi. Damlalıklar birer çeşmeydi. Tanrının imbiklediği suyu akıtıyorlardı. Vazife yazı güneşte, kışın bulutlardaydı sanki.
Selim, avlu ucundaki fırına sığınmak isteyen “Karabaş”a ıslık attı. Hayvan işi anladı. Kuyruğuna, ayak arasında sevinç hareketleri yaptırdı. Sonra “ıslanıyorum” der gibi sahibine baktı. Islak tüylerini yaladı. Selim’in saçlarını düzelttiğini gördü. Yağmurluğunu da sırtlamıştı. Kahvehanenin yolunu tutarken “Karabaş” da kümes yanındaki folluğa halka olmuştu.
Umutsuz, yola koyuldu. Son çare kahvehaneyi boylamakta idi. Orası da cepleri öğütüyordu ya. “İşin gözü kör olsun. Yağmur bir taraftan, biz bir taraftan yolları, sokakları aşındırıyoruz. Dünyada iş mi yok? Var. Var ama nerde? Cehennemin öbür ucunda… Almanya’da, Avustralya’da, denizlerde gemilerde… Var git bakalım. Almanya desen, senelere kısmet… Avustralya desen, öbür dünya… Gemilere desen, çoluk çocuk seneler içinde boğulacak. Biz de aileyiz galiba? Aşağı yukarı on iki sene oluyor.” Diye düşünürken kahvehaneye vardı. İlkin pencereden içeriyi süzdü. Camlar buğulanmıştı. Aşağı doğru sıcak sular süzülüyordu. Girsem mi, girmesem mi? derken kapı açıldı. Sarıların Şaban şemsiyesini “küt” diye açarak, “ne hoş yağmur be, haftayı tamamlayacak valla” dedi ve hızla eve yollandı. Selim içeri girdi. Masalar değirmen taşı gibi dönüyordu. Hiç boşta kalan yoktu. Her birinde ya iskambil, ya pastra, ya altmışaltı, ya pinaki veya başka bir oyun oynanıyordu.
Sağı solu süzdü. Kendisiyle kâğıt oynıyacak kimse bulamadı. Karşı köşede üç dört kişi vardı. Onlar da ihtiyardı. “Seyretme de eğlenceli” deyip sandalyesiyle masanın birine süründü. Oyun altmışaltıydı. Komşu Recep’le öbür mahalleden Reşit tutuşmuşlardı. İddialıydı. Ortaya bilmem kaç paket “Karelya” sigarası konmuştu. Önce Recep bunları almış, fakat son iki oyunda hepsi Recep’e geçmişti.
Kahveciye, “Kahveci! bir çay.” Diyeceği sırada, Mümin Ağa; “Selim, ne içeceksin, kave mi çay mı?” deyince yumşadı. Sandalyesine boş boş saldı kendini. İstemem, dese olmazdı. Mümin Ağa’nın ikinci tekrarına, sönük bir sesle, “Ha, çay olsun.” Dedi. İçinden, “Yaşa be, ağa dediğin böyle olmalı işte” diye geçirdi. Tutuk tutuk ona baktı. “Ne kadar işin olsa yaparım valla!” diyecekti, olmadı. Dağdan inme komşuları hatırladı. Ağanın hemen hemen bütün yaz işlerini zamanında bir çırpıda çıkarıyorlardı. Hem de dekarasız. Halbuki o, işin ardını paraya bağlıyordu.
Duman tüten çayını iştahla yudumlarken gözü masa üzerindeki paketlere gitti. Elini cebine attı. Çıkını sıktı. Naylon çıkın hiç tavını kaçırmıyordu tütünün. Mübarek havanda kıyılmış gibiydi. Saracaktı bir sarma. Oyun ucunda Reşit, Paketlerden birini Selim’in önüne sürdü.
–Aç da gezdir.
–Yetmez be.
–Yetmezse bir daha aç.
–Yav, zara yapmıyalım.
–Holan, zararı mı düşünüyorsun sen?
–Bana bak…
–Buyur.
–Kaybedersen?
–Bugün işim tamam. Maça kızı tuttu da tuttu. Önce iş biraz çiğ gitti ama…
Çıkını cebine sokuşturdu Selim. Paketlerden birini aldı. “Buyurun, Reşit’ten…” diyerek dağıttı. İkinci paketteki sigaralar da yarıyı buldu. İçmeyenler bile, “Haydi Reşit, maça kızı kısmetine yol açsın.” Deyip almışlar, ortalığı bol bol dumanlamışlardı.
Ortada Mümin Ağa oturuyordu. Keyfi denkti. Prim mirimle alâkası yoktu. Tütün ekmiyordu. Lâf olsun diye masa üzerinde duran gazeteyi uzattı. Okumak da bilmiyordu ya… Hoş hoş Selim’e bıyık gülüşü yaptı Ve deyiverdi:
–Primleri yazıyormuş galiba?
–Öyle, ayın on beşine doğru vereceklermiş.
–Oku bakalım.
Selim gazeteyi evirdi, çevirdi, “Primler Dağıtıyor” başlıklı kısmı uzun uzun süzdü.
–Martın ortalarına imiş.
–Tam zamanında…
–Hükümet bilir işini. Tütün satımında verecek değil ya. Elbet eller avuçlar boşalınca…
Sobanın sıcağı, kalabalığın nefesi içerdekileri hamurlaştırmıştı. Tütün kokusu, çay, kahve buğusu havada yüzde oranı en çok olan maddelerdendi. Mümin Ağa da gocuğunu sandalyesine serdirmiş, ayaklarını sobanın altına uzatmıştı. İliği kemiği salınmış, ağır ağır üçüncü kahvesini süzdürüyordu. “Umurumda mı dünya?” der gibi pek babacan, etraftakilerle sohbetini kaynatıyordu.
İçerisi sımsıcaktı. Oysa o, geceden üşümüştü. Şimdi üst üste hapşırıklar geliyordu. Selim ceketinin yakasını ve sobadan kırmızılaşan yüzünü siliyordu. Evleri ne ki? Tek oda. Önünde bir de saçak var. Yazın saçak işe yarar, ama kışın hiç. Evin üzeri kevgir… Yağmuru kapkacakla önlerler evcek. Çocuklar ocağın başına toplanır, damlaların türküsünü dinlerler. Analarının masallarına bu durum bir katkı… Baba Selim kahvehaneden ekseri geç döner. Hemen hemen her vakit, kahvehaneler kapanınca gelir. Döndüğünü de evdekilerden kimse anlamaz. Aile yatağına birdenlik yorganı usulca kaldırıp dalar. Çocuklar belki de bu hal için içlerinden: “Geç geliyor, ama kim bilir ne işler yapıyordur babamız?” diye geçirirler.
Mümin Ağa saatı sordu Selim’e. Biliyordu veya güveni yoktu, veya da Selim’in söylemesini istiyordu. O da sıcaklıkla cevabı verdi. Duvara baktı. Kahvenin koca saati tam ikiyi gösteriyordu. Öyle söyledi Ağaya.
Mümin Ağa:
“Tamam” dedi, “tamam.” “Geçti bile ya. Alışmışız güneşe… Açık olsaydı hava… bulutlu. Hani sabah deseler inanacağız.”
Selim:
“Kahve, çay, kahve çay, acıktığını da anlamıyor insan.”
Mümin Ağa:
“Öyle. Doğru den oğlum Selim.” Dedi ve gocuğunu sırtlayıp kendine yol açanlar, sandalyelerini kenara çekenler, ayağa kalkanlar arasından geçip boş boş öksürerek evin yolunu tuttu. Yağmur hâlâ yağıyordu. Ama kuvvetli değil. Hani bizim dediğimiz “Çoban yağmuru” biçimi. İnce elekten elenmiş gibi, toz toz.
Selim bir hız etti,. Gene vazgeçti. Usulca, “Hemen ardından gitmiyeyim” dedi. “Kendimizi yanaşma yapmıyalım. Hem de biraz yol alsın Mümin Ağa. Kimse anlamaz. Çıkar, hızlı hızlı adımlarla yetişirim ona. Tanımışımdır Ağayı. Yumuşak mı yumuşak huylu… Verir bana o yeri. İcarını da hemen istemez. İyi adamın yüzü hoş, gönlü sevinç doludur. Mümin Ağa’nın da öyle… Babacan adam…”
Böyle düşüne düşüne, oyunu takibettiğini bile unutmuştu. Bir ara Reşit, “Sayılar kaç?” demişti. O da, “Ha, sayılar mı?” diye sandalyesinde hoplamış, bulunduğu yerin kahvehane olduğunu anlamıştı.
İçinden, “Şimdi yetişirim” diye geçirmiş, arkadaşlarına da, “Artık eve yemeğe gitmeli, öğle hani oldu.” demiş, onlara sezdirmek istememişti.
Usulca kahvehaneden savuşan Selim, “Acaba bu yoldan mı gitti, öteki yoldan mı” diye düşündü. “Hep bu yoldan gider” düşüncesiyle yürüdü. Ağanın evi öteki mahalledeydi. Oraya dar üç sokak ve çimenlik denen yerden sonra varılırdı. Çimenlikte yakın ağılların gübreleri bulunuyordu. Yağmur gübrelerden geçip sarı, pekmez rengi suya dönüşüyordu.