bannerbanner
Batı Trakya'da Türk Edebiyatı'na Gönül Verenler
Batı Trakya'da Türk Edebiyatı'na Gönül Verenler

Полная версия

Batı Trakya'da Türk Edebiyatı'na Gönül Verenler

Язык: tr
Год издания: 2023
Добавлена:
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
3 из 13

Bu, tahminen on sekiz yaşında bir dilenci çocuğu idi. Kendisini yazın, Belediye Hastanesi’nin kapısı önünde, baygın bir halde yatarken görmüştüm. Hastanede epey bir müddet tedaviden sonra pek zayıf olarak çıkmış, son devreyi bulmuş bir verem müptelâsı zan olacak kadar bir zatürre düşkünü idi.

Gayet hazin bir çehresi vardı. Zayıf simasının sarılıkları içinde eski bir güzelliğin perakende döküntüleri sızlıyordu. Kendisini her vakit görürdüm. Bilmem nasıl bir his, bana bu zayıf çocuğa karşı merhametten ziyade, hürmet telkin ediyordu. Bilemiyordum; hayatını bu kadar soğuk bir maşrapadan içen, gençliğinin en tatlı zamanlarını çayhanenin mütekebbir müdavimlerinden hayatı dilenmekle geçiren bu çocuk, nasıl bir içtimai facianın kurbanıydı?

Hastaneden çıktığı vakit kış henüz başlamış, işsizlik, kanatlarını meşum bir baykuş gibi fakirhanelerin üzerine germeye başlamıştı. Zaten bu çocuğun zafiyeti de iş yapmasına müsaade etmiyordu.

Yavaş yavaş hissedilecek bir korkuyla, kahvecinin sedirine kadar gitti. Pek hazin ve hıçkırıklı sesinin kahveciye:”Efendi peder” diye ettiği hitabın aksini işitiyordu. Her halde bir şey istiyordu. Bunu anlamaya vakit kalmadan kahveci gürledi:

–Haydi git, sobanın başına oturacaksan otur, dedi. Soba başına oturttuğuma dua etmiyorsun da, bir de çay istiyorsun.

Defol, diyorum! Diye bağırdı. Tembel küçük, tembel paraların beni adam mı edecek?

Müşterilere dönerek devam etti:

–Bak bir kere; parası ile değil mi imiş, bir bardak da çay istiyormuş, soğuktan donuyormuş. Arnavut Ali’nin külhanında itişerek yazı geçirmeseydin de, çalışsaydın. Şimdi senin veremli, öksürüklü ciğerlerine çay bardağı verip de, bu kadar müşterimi mi iğrendireyim?

Çocuk döndü. Gözlerinden iki şeffaf damlanın zayıf yanakları üzerine yuvarlandığını gördüm. Göğsü boğucu hıçkırıklarla inip kalkıyor, çehresine böyle köpek gibi kovulup tahkir edilmeye alışmamış olanlara mahsus bir kırmızılık yayılıyordu. Bütün şiddetiyle etrafa latif bir hararet neşreden sobanın yanına kadar geldi. Bir sandalyenin kenarına ilişerek bir şeyler söylendi. Gözlerinden yaşlar akarken ellerini sobanın etrafında gezdirdi.

Diğer tarafta, herkes bitmez tükenmez bir iştiha ile büyük çay bardaklarından hararetle mayiini içiyor, bu müstakire dilencinin huzurundan bizar olduklarını göstererek sahte bir kibarlık taslamak isteyenler suratlarını ekşitip kahvecinin dilenciye değil, vicdana karşı okuduğu hitabeyi takdir ediyorlardı.

Bu muamele kalbimde tamir edilemeyecek bir acılık bıraktı. Beynim fena halde karıştı. Bu ne kadar insaniyetsizlik idi. Bir dilenciye karşı, hatta ne olduğu bilinmeyen, nasıl bir kabahatin mahkumu olduğu tanınmayan böyle zayıf ve aciz bir çocuğa karşı bu ne gadr ne müthiş ceza idi.

Derhal ellerimi vurdum. Efendisinin hitabetinden memnun olduğu anlaşılan garson, pek beşhuş bir yüzle geldi. Büyük bir bardak çay emrettim. Sesimin heyecanı, vaziyetimin dikkati çeken bir şekle girmesi, kahvehane halkının nazarı dikkatlerini üstüme celp etti.

Biraz sonra çay geldi. Dilenciyi yanıma çağırdım. Herkesin bakmaya iğrendiği bu öksürüklü, bu titrek çocuğa çay bardağını uzattım ve huzuruna hitaben:

–Efendiler, dedim. Merak etmeyiniz! Bu bardak da, içindeki çay da, bu dilencinindir. Yalnız biliniz ki, onun ve onun gibilerin iğrenç hallere girmeleri biz namuslu, malumatlı insanların insaniyet ve cemiyet mefhumuna yabancı kalmamızdandır. Bu sıcak ateşin karşısında, sıcak çay içmek hakkı bilmem bizim mi, yoksa bizden ziyade bu dilencilerin mi? Hangimiz buna daha ziyade muhtacız? Bu adamlar çalışmıyorlarsa, bu adamlar tembel iseler, bu adamlar hastalıklı, öksürüklü, veremli ve iğrenç iseler, bunlar cemiyet-i beşeriyetin birer muzır mikropları, hayırsızları, canileri oluyorlarsa, mesuliyet bize aittir. Bunları terbiye etmek, onlara iş bulmak, mektepleri maarifi tamim ve teşmil eylemek, sefilleri soğuktan, hastalıktan, iğrenç akıbetlerden kurtarmak bizim vazifemizdir.

Burada, bu iğrenç adamın huzurunda bizar oluyorsanız, ondan kurtulmak için, onu aç, çıplak ve sefil bırakarak öldürmek değil, doyurup, giydirip terbiye edip insanlara müfit hale sokarak kurtulmak ve kurtarmak cihetini tercih etmelisiniz. İnsanlık bunu emreder.

İş o dilencinin yaşlı gözlerini zayıf, titrek ellerini başka pencerelerden, başka kapılardan, başka gözlerden çevirebilmektedir.

18 yaşında bir gencin sokak ortasında gözlerimizin önünde, soğuk ve açlık tesiriyle ölümle pençeleşmesini seyretmek zannediyorum ki, bizi kendimizden iğrendirecek bir hal, dilencinin hastalıklı salyalarından daha girya bir kabahattir.

Bir adamın hayatı elimizdeyken niçin ölümün pençesine teslim edelim? Bu insaniyetin takdir edeceği değil, red ve tahkir edeceği bir harekettir.

Sözümü bitirmeden çocuk çayını bitirmiş, gitmişti. Çay bardağını mermer masanın kenarına vurdum. Garsonu çağırarak herkesin hayretkar nazarları altında tazmin eyledim.

alil: hasta, sakat

mesbu: dolu, doymuş

müzic:rahatsızlık veren, usandıran

kadid: çok zayıf kimse, iskelet

ilka: bırakma

şua: ışık

aramgah: dinlenme yeri

Halik: Allah

laşe:leş

gadr: acımasızlık, haksızlık

beşhuş: sırıtmak, sırıtkan gülüş

müfid: yaralı

teselliaver(teselliamiz):teselli yollu

girya (giryan):ağlanacak

müstakire (müstakirre):yerleşmiş, karar bulmuş, yerinden oynamaz

muhteriz: sakınan, çekinen

iştihaver: iştah açıcı

(Mehmet Hilmi’nin “Gündüz Nene” ve “Kabahatliyiz” adlı hikâyeleri,

Feyyaz Sağlam’ın hazırlamış olduğu “Batı Trakya/Yunanistan’da Çağdaş Türk Edebiyatı Antolojisi”nden alınmıştır.)

MEHMET ARİF

Kemal Şevket Batıbey] (1906 -1976)

Hayatı ve edebi kişiliği:

Mehmet Arif (Arifoğlu), 1906 yılında Bulgaristan’ın (Belizvor) Akpınar köyünde doğdu. Dört çocuklu ailenin tek erkek çocuğu olan Mehmet Arif, ilköğreniminden sonra Gümülcine Sancak İdadisi’ni bitirdi. Dimetoka’nın Çavuşlar köyünde, Şapçı’da, Kurcalı köyünde, İskeçe’nin Boyacılar köyünde öğretmenlik yaptı. 17 yıl, Gümülcine Cemaat Okulları Müdürlüğü görevinde bulundu. Kurucu üyelerinden olduğu Gümülcine Türk Gençler Birliği Başkanlığı görevinden başka 1952 -1955 yıllarında Rodop-Evros Türk Öğretmenler Birliği başkanlığı da yaptı. Azınlık basınında (Akın ve Azınlık Postası gazeteleri) ağırlıklı olarak daha çok güncel ve didaktik makaleler yazdı. Onun yazılarında doğal olarak, ağır, kurallı cümleler kurmaya itina gösteren bir hava vardır. Sanat kaygısı taşımayan bir anlatım hâkimdir bu yazılarda. Deneme ve makalelerinde kendine has düşünceler üretiyor, bu düşüncelerini başka düşünürlerden aktardığı kısa alıntılarla besliyordu. Yazılarını okurken kendisinin oldukça derin bir kültür birikimine sahip olduğunu görmek mümkün. Bir Bethoven, bir Şirazi, bir Aristo onun hiç de yabancısı değildir. Batı Trakya’da yaşanmış tarihi ve siyasi olayları-ilk kez- “1912 Balkan Savaşında Kavaklıdere Katliamı ve ÜZEYİR AĞA” -tefrika roman-, “…Ve Bulgarlar Geldi”, “Batı Trakya Türk Devleti/1919 -1920” adlı kitaplarında “Kemal Şevket Batıbey” takma adıyla Mehmet Arif dile getirmiştir.

Yayımlanmış çalışmalarıKitap:

1. “Batı Trakya Türk Devleti 1919 -1920” Kemal Şevket Batıbey takma adıyla, Boğaziçi yayınları-İstanbul)

2. “… Ve Bulgarlar Geldi” Kemal Şevket Batıbey takma adıyla, Boğaziçi Yayınları-İstanbul)

3. “Üzeyir Ağa”-roman- Dede Korkut Yayınları, 1971, İstanbul

“Akın” gazetesi:

(Karakter-Seciye-köşe yazısı- Akın, sayı:165, Ekim 1960)

(İnat-köşe yazısı- Akın, sayı:166, Ekim 1960)

(İtham-köşe yazısı- Akın, sayı:168, Kasım 1960)

(Vefa-Köşe yazısı- Akın, sayı:169, Kasım 1960)

(Sağ Olsun-köşe yazısı- Akın, sayı:170, Kasım 1960)

(Böyle Düşünüyoruz-köşe yazısı-Akın, sayı:375, Aralık 1965)

(Elbet Bir Gün Azap Duyarlar-köşe yazısı- Akın, sayı:377, Ocak 1966)

(Fert Yok Cemiyet Vardır-köşe yazısı- Akın, sayı:378, Ocak 1966)

(İnsan Hakları-köşe yazısı- Akın, sayı:381, Şubat 1966)

(Yeni Harfler-Eski Harfler-köşe yazısı- Akın, sayı:384, Mart 1966)

(Biz Türk’üz Türk Kalacağız-köşe yazısı- Akın, sayı:385, Mart 1966)

(Türk Gençleri Siz Okuyun-köşe yazısı- Akın, sayı:394, Mayıs 1966)

(Terbiye Meselesi-köşe yazısı- Akın, sayı:395, Mayıs 1966)

(İsraf-köşe yazısı- Akın, sayı:396, Haziran 1966)

(Kız Cihazları-köşe yazısı- Akın, sayı:397, Haziran 1966)

(Tek Kitap-köşe yazısı- Akın, sayı:398, 1966)

(Dedikodu-köşe yazısı- Akın, sayı:400, 1966)

(Siyasette Ahlak-köşe yazısı- Akın, sayı:406, Ekim 1966)

(Az Gelişmişlik-köşe yazısı- Akın, sayı:407, Ekim 1966)

(Tarihte Hatalar-köşe yazısı- Akın, sayı:408, Ekim 1966)

(“Mali Hülya, Ektim de Bitmedi”-köşe yazısı- Akın, sayı:409, Ekim 1966)

(Ahlak, Sevgi, Saygı Meselesi-köşe yazısı- Akın, sayı:411, Kasım 1966)

(Niçin Geri Kaldık-köşe yazısı- Akın, sayı:412, Aralık 1966)

(Türklerin İslâmiyete Hizmetleri-köşe yazısı- Akın, sayı:413, Aralık 1966)

(Ümitsizlik-köşe yazısı- Akın, sayı:415, Aralık 1966)

(Azınlığımızın İstikbalinde Gençlerimize Güveniyoruz-köşe yazısı- Akın, sayı:428, Nisan 1967)

(Aile Saadeti-köşe yazısı- Akın, sayı:429, Mayıs 1967)

(Vicdan Huzuru-köşe yazısı- Akın, sayı:431, Mayıs 1967)

(Evlat Sevgisi-köşe yazısı- Akın, sayı:432, Mayıs 1967)

(Medeni Olmak, Haysiyet ve Şeref Sahibi Olmak Demektir-köşe yazısı- Akın, sayı:433, Haziran 1967)

(Öğretmen ve Köylü Münasebetleri-köşe yazısı- Akın, sayı:434, Haziran 1967)

(Dünya Çocuk Günü Münasebetiyle-köşe yazısı- Akın, sayı:441, Haziran 1967)

(Rehberler-köşe yazısı- Akın, sayı:442, Ekim 1967)

(Üstün Zekâlar, Kabiliyetler ve İstidatlar-köşe yazısı- Akın, sayI443, Ekim 1967)

(İnanç Meselesi-köşe yazısı- Akın, sayı:444, Ekim 1967)

(Bize Göre-köşe yazısı- Akın, sayı:445, Kasım 1967)

(Dünyada Yaşama Programı Bulunmayan Bir Toplum Varsa O da Biziz-köşe yazısı- Akın, sayı:446, Kasım 1967)

(Müslüman Kadınları, Sosyal Sorunlar-köşe yazısı- Akın, sayı:447, Kasım 1967)

(Bize Göre Muhafazakârlık-köşe yazısı- Akın, sayı:448, Ocak 1968)

(Bir Hatıra-köşe yazısı- Akın, sayı:449, Ocak 1968)

(Bu da Bir Gerçek-köşe yazısı- Akın, sayı:450, Şubat 1968)

(Meşhur Fetvalar-köşe yazısı- Akın, sayı:451, Şubat 1968)

(Fazilet Fıkaraları-köşe yazısı- Akın, sayı:452, Mart 1968)

(Süs Mendilleri Sergisinin Açılışı Münasebetiyle-köşe yazısı-Akın, sayı:455, Nisan 1968)

(Bölünmiyeceğiz-köşe yazısı- Akın, sayı:611, Ocak 1975)

(Sevmek-deneme- Akın, sayı:613, Şubat 1975)

(Yardımlaşma-köşe yazısı- Akın, sayı:614, Şubat 1975)

(1975 Dünya Kadınları Yılı-köşe yazısı- Akın, sayı:615, Mart 1975)

(Demokrasi-köşe yazısı- Akın, sayı:616, Mart 1975)

(Gençlerimize Güvenelim-köşe yazısı- Akın, sayı:617, Mart 1975)

(Huzur-köşe yazısı- Akın, sayı:618, Mart 1975) (Korku-köşe yazısı- Akın, sayı:622, Nisan 1975)

(Eleştiri-köşe yazısı- Akın, sayı:623, Mayıs 1975)

(Aşırılılık-köşe yazısı- Akın, sayı:627, Haziran 1975)

(Gençler-köşe yazısı- Akın, sayı:628, Haziran 1975)

(Üzeyir Ağa-tefrika roman, “Kemal Şevket Batıbey” takma adıyla- Akın, sayı: 791, 792, 794, 795, 796, 797, 798, 799, 800, 802, 805, 807, 808, 809, 810, 811, 812, 813, 814, 815, 816, 817, 818, 820, 821, 823, 824, 825, 831, 832, 833, 834, 835, 836, 837, 838, 839, 840, 841, 842, 843, 844, 845, 846, 848, 849, 851, 852, 854, 855, 856, 857, 861, 862, 863, 864, 866, 868, 869, 872, 873, 874)

“Azınlık Postası” gazetesi:

(Mehmet Arif’in Azınlık Postası gazetesinde toplam 23 yazısı yayımlanmıştır. Bu sayıya, Mehmet Arif’in, aynı gazetenin 22.10.1973 tarihinde başlayıp 26.6.1975 tarihine kadar süren “Avrupa Gezisinden İzlenimler” adlı 30 bölümlük gezi izlenimleri yazısı dahil değildir.)

(İnsan Kalbi-deneme- Azınlık Postası, sayı:5, Ekim 1967)

(İhtiras ve Aşırı İstekler-deneme- Azınlık Postası, sayı:6, Ekim 1967)

(Değer Ölçüsü-deneme- Azınlık Postası, sayı:7, Ekim 1967)

(Birleşmiş Milletler Teşkilâtı’nın Kuruluş Gününü Kutlarken Neler Hatırladık-köşe yazısı- Azınlık Postası, sayı:8, Kasım 1967)

(İyi İnsan mıyız-deneme- Azınlık Postası, sayı:10, Kasım 1967)

(Ne Zaman-deneme- Azınlık Postası, sayı:11, Kasım 1967)

(Kızılhaç-köşe yazısı- Azınlık Postası, sayı:12, Aralık 1967)

(“Mükemmel İnsan, Başkalarına En çok Faydası Dokunan İnsandır”-köşe yazısı- Azınlık Postası, sayı:14, Ocak 1968)

(Minnettarlık Meselesi-deneme- Azınlık Postası, sayı:15, Şubat 1968)

(Şüphe-köşe yazısı- Azınlık Postası, sayı:16, Şubat 1968)

(Zenginlerimiz Okusun-köşe yazısı- Azınlık Postası, sayı:17, Şubat 1968)

(Büyük Görünmek Hastalığı “Megalomani”-deneme- Azınlık Postası, sayı:18, Mart 1968)

(Azınlığımızın Unutamıyacağı Müstesna Değerler-köşe yazısı-Azınlık Postası, sayı:19, Mart 1968)

(Unutulmaması Lâzım Gelen Değerler:1 “Kırmahalleli Müderris Mehmet Efendi”-biyografi- Azınlık Postası, sayı:20, Nisan 1968)

(İnsanları Yaşatan “Ümit”tir-deneme- Azınlık Postası, sayı:34, Eylül 1968)

(Köy Gençleri Okusunlar-köşe yazısı- Azınlık Postası, sayı:35, Ekim 1968)

(Müktesep Haklar-köşe yazısı- Azınlık Postası, sayı:41, Aralık 1968)

(Fikir Ayrılıkları-deneme-Emekli Öğretmen Akpınarlı Arif Hoca

Vefat Etti-haber/biyografi- Azınlık Postası, sayı:42, Ocak 1969)

(Ağlama Duvarı-köşe yazısı- Azınlık Postası, sayı:44, Şubat 1969)

(Kanun Hâkimiyeti-köşe yazısı- Azınlık Postası, sayı:45, Mart 1969)

(NATO 20 Yaşında-köşe yazısı- Azınlık Postası, sayı:48, Nisan 1969)

(Merhum Öğretmen Kadir Efendi-anma/biyografi- Azınlık Postası, sayı:49, Nisan 1969)

(Şehrimiz Türk Gençler Birliği Yöneticilerine-köşe yazısı-Azınlık Postası, sayı:50, Mayıs 1969)

Köşe yazılarından iki örnek:

AZ GELİŞMİŞLİK

Acı da olsa itiraf etmek lazım… Biz az gelişmiş bir azınlık hüviyetimizi daha çok seneler muhafaza edeceğiz galiba… Vakıa Azınlığımızı cehaletten kurtarmak için çalışmalarımız var. Bu hususu temin edecek elemanlarımız hazır. Fakat ne edelim ki çalışma imkanı bulunamıyor. Daha doğrusu, at var meydan yok.

Bu halin böyle devam etmesi, bizi şimdi bulunduğumuz seviyeden daha aşağıya düşürecektir. Yaşadığımız şu Avrupa kıtası içinde, bizden daha geri kalmış bir topluluk yok zaten. Şaşılacak şey bu, değil mi? Medeni insanların arasında, her cihetten geri kalmış, az gelişmiş bir topluluk… Elbet böyle oluşuşumuzun çok esaslı nedenleri olacaktır. Bunları birer birer saymağa hacet yoktur. Herkesin bildiği şeyler bunlar…

Toplu halde geri kalmamızın sebepleri aşikar ve ortada. Bunlar saklanmaz şeyler. Biz geri kalmış bir topluluk olarak hiç kimsenin ilgisini de çekemiyoruz; halimize bakıp üzülmekten başka elimizden bir şey gelmiyor.

Şimdi bu halimize bakıp mazideki durumumuzu bir hükme bağlamak isteyecekler bulunacaktır elbet. Onlara tarih okumalarını, bizim nasıl bir millete mensup olduğumuzu, bu suretle öğrenmelerini tavsiye edeceğiz. Şimdi yüz yılların ötesinde kalmış bu medeni ve insani meziyetlerimiz unutuldu artık. Hepsi nisyan oldular, hatırlanmıyorlar. Fakat tarih sahifeleri buna şahittir. Böyle, insanların şeref ve haysiyetlerine, milli anane ve benliklerine sahip olarak yaşamalarını sağlamış bir milletin soyundan olan bizlere karşı, daha müsamahalı davranmak bir kadirşinaslık olurdu. Bunlar yapılmadı. Yanlış kanatlarla geri bırakılmamıza sebep olundu.

Milletlerin tarihe geçmiş vasıflarını, şaşaalı ve çok kuvvetli devirlerini ve o zaman içindeki davranışlarını, idarecilerimizin çok iyi bilmeleri lazımdır. Ancak hakkımızda edinecekleri bu temel bilgiler; değerimizin anlaşılmasına yardımcı olacaktır. Ve kalkınmamız için alacakları kararların mahiyetine müspet tesirini icra edecektir.

Yukarıya yazdıklarım, iyi niyetli, insan hak ve hürriyetlerine saygı gösteren kişiler içindir. Bizim geri kalışımıza, bizimle beraber üzülen insanlar içindir. Yoksa, Azınlığımızı sevmiyen, onu, mahiyeti bizce çok iyi bilinen kararlarla gelişmesini önlemeye çalışan insanlara söyliyecek tek sözümüz yoktur. Hakkımızda alacakları kararlar; bugün için bunlara bir mesuliyet yüklemese bile, tarihin acı bir şekilde ithamından kendilerini kurtaramıyacaklardır.

Ne yapalım, ne edelim bu az gelişmişlik durumumuzdan kimlere şikâyet edelim? Her alakalı kulağın politika icabı, duvar gibi sağır olduğu bu zamanda derdimizi kimlere anlatalım? Geri kalmışlığımızdan insan olarak, üzülecek, acı duyacak makam sahibi, fikir sahibi, medeniyet savunucusu insanları nerede bulalım? Neden susuyorlar bunlar?

Hemen ifade edelim ki, şikâyetlerimizin hakka dayandığını kabul edecek ve bize yardım elini uzatacak vatandaşlarımız vardır. Biz onları arıyoruz işte. Geri kalmışlığın hüzün veren utancından kurtulabilmek için şimdi de biz onların yardımını istiyoruz.

Bu bir lutuf dileği değildir. Beş buçuk asır devem eden bir zaman içinde, bizim de, şimdi alakalanmalarını istediğimiz vatandaşlarımızın gelişmelerine yardımcı olduğumuz, tarihten bilinmektedir. Şimdi biz işte bu borcun edasını istiyoruz. Ve istiyeceğiz.

Akın, Ekim 1966DEĞER ÖLÇÜSÜ

İnsanların değeri, terazi ile tartılamaz, metre ile ölçülemez. Onlar için mihenk taşı hizmetlerdir.

Hiçbir zaman toplumun ana davaları olan işlere karışmamış kişilerin, ahlâki meziyetleri, şahsiyetleri ve içtimâi noksanlıklara olan vukufları, tecrübe edilmeden anlaşılamaz. Kanaatimizce, toplumun bir insana vereceği kıymet ve ehemmiyeti, aldığı vazifeyi, ekseriyetin ihtiyacına ve isteğine göre yürütüp umumun vicdanında lâyık olduğu yüce mevkii almak için, dürüst çalışmak mecburiyetindedir. Ancak böyle davrananlar, bir değer olduklarını ispat etmiş olurlar. Aksini yapanlar ise, kıymetsiz kişiler olduklarını, lânetle anılmağa müstahak olduklarını, ilân etmiş olurlar.

Böyle pespaye durumuna düşen, bahtsız insanları, fert olarak acıyanlar çıksa bile, cemiyet onları hiçbir zaman affetmez. Ömürlerinin sonuna kadar, birer insan posası olarak, vicdanlarının bile mesul ettiği itibarsız, haysiyetsiz, güvenilmez ve nefret edilen kimseler gibi yaşamağa mecbur kalırlar.

Vakıa, toplumun başına geçmek fırsatını bulanların, hata işleriz, korkusu içinde yaşamaları, bu yüzden hiçbir iş yapmak istememeleri de, daha büyük bir hata olur. Yalnız hiçbir zaman hatırdan çıkarılmaması gereken bir cihet varsa, toplumun genel yaşayışına tesir icra edecek bir karar verirken onun temayüllerini hesaba katmak düşüncesi, bütün davranışlarda hâkim fikir olmalıdır.

Biz aslında, şahsi olmak şartı ile, ufak tefek kusurları kendine yakıştıranları hedef tutup umumi efkâr karşısında, bu hallerini şikâyet konusu yapan akılsızsız mızmızlardan değiliz. İnsan olarak hepimizin, bilerek veya bilmeyerek yaptığımız şahsi kusurları olacaktır. Lâkin bu hallerimizden, mensup olduğumuz toplum, hiçbir zarar görmemelidir.

Eğer hareketlerimizden toplumun; haline ve geleceğine, kötü tesir icra edecek bir durum hasıl olacağı anlaşılırsa, bu kusur değil; cinayet olur.

Zaten böyle kusurları işleyenler, halkın vereceği temyiz edilemeyen kesin bir hüküm ile değer bakımından sıfıra düşmüş olurlar.

Azınlığımızın başına geçmiş bulunanlar, akıllı kişiler iseler, kısaca değindiğimiz bu ilkeler içinde, ana davalarımızı yürütmek mecburiyetindedirler. Şayet kavrayışsız ve her insanda bulunması lâzım gelen hasletlerden yoksun iseler, bizim samimiyetimizin ifadesi olan bu uyarmalarımıza tabii sırt çevireceklerdir. Belki de vazifelere müdahale eden bir şahıs telâkki ederek hırçınlaşacaklardır. İşte o zaman, zaten biraz da akılsız olduklarını, bir kere daha ispat etmiş olacaklardır.

Hazır fırsat elvermişken, konumuzla ilgili bir Çin atasözünü buraya kaydedeyim:

“Ahmak adam, bütün ömrünü akıllı bir adamın yanında geçirse; bir kaşığın, çorbadan nasibi ne ise, onun da akıldan nasibi o kadar olur.”

Unutmamak gerekir ki: Çoğu kere, topluma yapılan hizmetlerin hata ve sevabını, halka anlatmak mecburiyeti hasıl olur. Böyle duruma nasıl olsa düşüleceğini hesaba katanlar, hareketlerini ve kararlarını ayarlayıp toplumun ihtiyaçlarına ve temayüllerine uygun bir sınır içinde yürütmeyi, en makul davranış tarzı kabul ederler. Ve bu suretle halk nazarında değerlerini yükseltmiş olurlar.

ASIM HALİLOĞLU

(1923 -1980)

Hayatı:

Asım Haliloğlu 1923’te İskeçe’nin Kireççiler (Hrisa) köyünde doğdu. Kireççilerli Halil Ağa’nın oğludur. İlkokulu köyünde bitirdikten sonra parasız yatılı sınavını kazanarak önce Edirne, daha sonra da Sivas ve İstanbul’a giderek orta öğrenimini tamamlamıştır. Haydarpaşa Lisesi’ni bitirdikten sonra, sağlık nedeniyle öğrenimine bir süre ara veren Asım Haliloğlu daha sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesine girdi. 1953 yılında buradan mezun olunca Batı Trakya’ya döndü. Gümülcine’nin (Salmoni) Salmanlı köyüyle, İskeçe’nin (Vafeyka) Boyacılar köyünde birer yıl öğretmenlik yapmış, bir yıl da (Ksanthi) İskeçe Merkez Türk İlkokulu’nda müdür olarak görevde bulunmuştur. 1958 ve 1960 yıllarında İskeçe Türk Birliği başkanlığı görevinde bulundu. 19 Şubat 1957 yılında, mesul müdürlüğünü Hasan Hatipoğlu’nun üstlendiği “Akın”16 gazetesini çıkardı ve 23 yıl süreyle bu gazetenin sahipliğini üstlendi ve başyazarlığını yaptı. Bu gazetede yazdığı makaleleriyle azınlık halkının çektiği sıkıntıları dile getirdi. Bu arada yazdığı bazı şiirleri; özellikle çocuklara yönelik şiir ve manzume çalışmalarını bu gazetenin sayfalarında yayımladı. “Türkler İçin Yunanca” adlı gramer kitabı 1965 yılında Gümülcine’de basıldı.

Edebi kişiliği:

Asım Haliloğlu Batı Trakya’da daha çok gazeteciliği ve ödün vermez Atatürkçülüğü ile tanınır. Akın Gazetesinde yazdığı başmakalelerinde daha çok toplumsal konu ve sorunları işlemiş, azınlık insanına yönetim tarafından uygulanan insanlık dışı uygulamaları büyük bir cesaretle dile getirmiştir. Onun makalelerinde ve az sayıda yazdığı şiir ve çocuk manzumelerinde Türkçe’ye verdiği önem hemen göze çarpar. Türk dilini yanlışsız kullanmış, ağdalı bir dil kullanmaktan özellikle kaçınmıştır. Gazetedeki” Çocuk Sayfası”nda daha çok bazı alıntılara yer verilmiş, bu sayfada yerli yazarların ürünleri de yayımlanmıştır. Asım Haliloğlu’nun çocuklara yönelik yazdığı bazı şiir ve –bilinen bazı fabllardan uyarlama- manzum hikâyeler de (Yalan Dünya, Bir Yıl Daha Gitti, Yaslı Bulut ve Ben, Göç, Nasrettin Hoca’nın Borcu, Kar, Akın Gazetesi, Gümülcine, 21 Aralık 1967/ Leylekle Tilki, Akın Gazetesi, Gümülcine, 25.5.1970 / Kurt ile Oğlak, Akın Gazetesi, Gümülcine, 6.12.1969 / Eşekle Tilki, -hikâyeAkın Gazetesi, bu sayfada yer almışlardır. Şiir ve manzumelerinde akıcı bir dil kullanmış, vezin ve kafiyelerdeki başarısı manzumelerine ayrı bir tat ve güzellik katmıştır. Bu alanda Batı Trakya Türkleri Çocuk edebiyatına öncülük eden isimlerin başında yer alır.

Çalışmaları:Kitap:

1- “Türkler İçin Yunanca- yardımcı Ders Kitabı-”1965 Gümülcine

Akın gazetesi:

(Söyle Hemşerim-mizah/manzume, “Akıncı” takma adıyla-Akın, sayı:219, Şubat 1962)

(Eşekle Tilki-manzum hikâye- Akın, sayı:472, Aralık 1968)

(Kar-şiir- Akın, sayı:473, Ocak 1969)

(Köyünün Verdiği Ders-manzum hikâye- Akın, sayı:474, Şubat 1969)

(Kedi ile Fareler-manzum hikâye- Akın, sayı:475, Mart 1969)

(Akılsız Kurbağa-manzum hikâye- Akın, sayı:476, Nisan 1969)

(Hasta Arslan-manzum hikâye- Akın, sayı:477, Mayıs 1969)

(Kurt ile Kuzu-manzum hikâye- Akın, sayı:480, Ekim 1969)

(Aslanla Tilkinin Dostluğu-manzum hikâye- Akın, sayı:481, Kasım 1969) (Kurt ile Oğlak-manzum hikâye- Akın, sayı:482, Aralık 1969)

(Tilki ile Üzümler-manzum hikâye- Akın, sayı:683, Ocak 1970)

(Altın Yumurtlayan Tavuk-manzum hikâye- Akın, sayı:484, Şubat 1970)

(Nasrettin Hocanın Borcu-manzum fıkra- Akın, sayı:486, Nisan 1970)

(Leylekle Tilki-manzum hikâye- Akın, sayı:487, Mayıs 1970)

(Nasreddin Hocanın Sakızı-manzum fıkra- Akın, sayı:490, Temmuz 1970)

(“Onun İzinde Olmak Gerçek İnsanlıktır”-köşe yazısı-Düşmanı

Dost Sanan Kaplumbağa-manzum hikâye- Akın, sayı:501, Kasım 1970)

(Aslan Postu Giyen Eşek-manzum hikâye- Akın, sayı:502, 503, Aralık 1970)

(Güzel Geleneklerimiz Arasında Hıdrellezi Kutlama-derlemeAkın, sayı:712, 713, Yıl:1978)

Başyazılarından bir örnek:ONUN İZİNDE OLMAK GERÇEK İNSANLIKTIR

Türk ulusunun büyük kurtarıcısı, gerçek önderi, eşiz asker ve devlet adamı Atatürk ölümünün 32’nci yıldönümünde bir kere daha saygıyla anıldı.

O, yalnız kendi ulusu için bir kurtarıcı ulussever devlet adamı değil, fakat bütün insanlık alemi için barış, yükselme, iyiye, doğruya, güzele yönelme ışığı idi ve ebediyen öyle kalacaktır. Tarihin hiçbir döneminde, hiçbir devlet adamı O’nun kadar “insanlık idealinin aşık ve seçkin siması” olamadı veya bu idealini onun kadar açık bir tutumla ispat edemedi.

На страницу:
3 из 13