bannerbanner
Siyasi Katılım
Siyasi Katılım

Полная версия

Siyasi Katılım

Язык: tr
Год издания: 2023
Добавлена:
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
5 из 12

Ekonomik gelişmeler böyle iken, eğitim alanında ne olduğu bugün pek fazla tanımlanamayan Anadil Eğitiminin kaldırılması azınlıkları bir başka cepheden vurma politikası olsa gerek. Hükümette bulunan CDA’nın bu noktada ortaya koyduğu çıkış noktası, şu anda verilmekte olan anadil eğitiminin Hollandacayı öğrenmede destek sağlamadığının yapılan araştırmalarla ortaya konmasıymış. Zaten anadil eğitimi son şekliyle yüzde 70 oranında çocukların Hollandacayı öğrenmelerine destek için verilmekte geri kalan yüzde 30’u da kendi anadilinde çocuğa kültürel değerlerin aktarılmasından oluşmakta. CDA ve diğer hükümet ortakları sözkonusu anadil eğitimini kaldıran sayasın 2004’ten itibaren uygulanması taraftarı. Okullardan kaldırılacak olan anadil eğitimin o tarihten itibaren kimlerin ve nasıl bu işi yapacağı merak ediliyor. Anadil eğitimi okul içinde bile zor yürürken, okul dışında het türlü şartlar açısından yürütülmesi, verilmesi oldukça zor bir mesele olduğu bizatihi yaşanmış onlarca tecrübeyle sabittir. Ancak her ne kadar zor olsa da, anadil eğitimi şu şekilde veya bu şekilde bozuk veya düzenli, organizeli veya yarı organizeli mutlaka devam edecektir. Bir çok velinin meselenin pek şuurunda olmamasına rağmen, kimliğin ve varolmanın bir sembolü ve parçası olan anadil eğitimi okullardan kaldırıldıktan sonra daha da değerli olacaktır. İnsanoğlu zoru görmeden mücadeleye pek yanaşmıyor. Hollanda’daki Türk kuruluşlarının bu yönde, anadil eğitimi hakkının kullanılması yönünde yapmış olduğu ortak çalışmayı yakından tekip ederken, meselenin sadece mahkemeyle kalmamasını, aynı zamanda Avrupa’da milyonlarca insanın konuştuğu bir dilin eğitimden kaldırılması bir yana, önümüzdeki zaman biriminde daha kurumsal bir şekilde nasıl öğretileceği yönünde de kafa yorulmalıdır.

Kemer sıkma politikasının bir uzantısı olsa gerek, yeni hükümet iş başına gelir gelmez ilgili bakanı yapmış olduğu açıklamada, bundan sonra sadace azınlıklara yönelik yürütülen etkinliklere yardım yapılmayacağını bağıra bağıra belirtmesiydi. Bir çok kuruluş için bu sürpriz bir kara değildi. Zaten azınlıkların önemli bir bölümünün oluşturduğu dernekler, vakıflar devletten o kadar fazla yardım da almıyordu. Hele hele bakanlıkların yolları azınlık kuruluşlarının pek çoğuna kapalıydı. Bakanlığa giden yol taşlı ve dikenliydi. Bu iş en çok azınlıklar adına milyonları olanların projelerini baltalıyordu. Bu arada yaşın yanında kuruda yanacaktı elbette. Belediyelerde durum nasıl olacak onu zaman gösterecek ama bu gidişat pekte hayra alamet gibi görünmüyor.

Her ne kadar direk olarak yeni hükümetin politikası olmasa da, yeni hükümet iş başına geldiği günden beri, hatta seçim propogandalarının başladığı günden beri Hollanda’da sürekli müslümanların üzerine gelinmekte, tedirgin edilmekte, zaman zaman taciz edilmektedir. Pim Fortuyn’le başlayan sataşmalar, Den Haag, Tilburg ve Amsterdam’da bir kaç imamın yaptığı açıklamalar bahane edilerek hız kazandı ve neticede Somalili Ayaan Hirsi Ali’ye yapıldığı iddia edilen ölüm tehdidiyle, müslümanlara karşı sataşmalar ayyuka çıktı. Hatta öyle olduki, bir çok müslüman kuruluş, bu iş bir senorya mı sorusunu sormadan, ölüm tehdidinin yapıldığını kabul ederek, kınama açıklamaları yaptılar. Belkide Ayaan Hirsi Ali önümüzdeki günlerde bir kitap yazacak ve promasyona ihtiyaç duyacaktı. Veya politikaya atılacaktı. Şimdi bütün bu olanlardan sonra promosyan yapmasına gerek kalmayacak. Kamuoyu Ali’yi ölüm tehdidi vesilesiyle tanımış oldu. Kaldıki bu tür senaryoları bir kaç defa görmüştük. Kendini bilmez birisi Ayaan Hirsi Ali’yi ölümle tehdit eder, cezası ise tüm müslümanlara kesilirdi. Bu arada atı alan Üsküdarı geçerdi. Zaman bu işin en iyi aydınlatıcısı olacak.

Ancak bütün bu sıkıştırmalar, kışkırtmalar, aşağılamalar müslüman gençleri daha da şuurlandırmakta, araştırmaya sevketmekte, tenkidçi ve analitik düşünmeye teşvik etmektedir, bilemiyorum senoryaları yazanlar bunu hiç hesap ediyorlar mı?

Yeni hükümetin iş başına geçmesiyle uguladığı politikaların azınlıklara yansıyan bir kaç örneğini yukarıda ortaya koymaya çalıştık. Hiç Şüphezsiz bu örnekler ya da uygulanacak olan politikanın yansıyacağı, azınlıkları olumsuz yönde etkileyeceği alanları vardır. Olacaktırda. Bütün bunların bilincinde olarak, içinde yaşadığımız toplumda sorumluluk alarak hem kendi azınlık grubumuzun hem de içinde bulunduğumuz ülkenin kalkınmasına, gidişatına olumlu yönde katkıda bulunacağız. Zorluklar bizim daha net, sakin, berrak, olgun, olumlu, yaratıcı, yapıcı düşünmemize yardımcı olmalıdır. Bu gün, dünden daha aktif bir şekilde toplumsal gelişmelere katılmak zorundayız. En azından sosyal mekanizmaların işleyişini, devleri idare eden zihniyeti anlamak, kavramak zorundayız. Pes etmek bize yakışmaz!

Ekim 2002

Bir Ülke Krize Girse, Gör Başına Neler Gelir

Mayıs ayında yapılan milletvekili seçimleriyle iş başına gelen Balkenende hükümeti geçtiğimiz hafta istifa etmek zorunda kaldı. Seçim sonuçlarıyla Hollanda’da siyasi dengeleri alt üst eden bu hükümetin ömrü beklenenden daha az sürdü. Bu durumda siyasiler üç alternatiften söz ediyorlar. Bunlardan birincisi kabinenin yenilenerek devam etmesi, ki bu sadece Hilbrand Nawijn tarafından isteniyor ve CDA, VVD tarafından reddediliyor, ikincisi Kraliçenin birisine seçime gitmeden hükümeti kurma görevi vermesi, ki bu yol en son 1965 yılında seçilmişti, üçüncüsü ve en kuvvetlisi de oniki bakanın istifa ederek ülkeyi yeniden seçime götürmesidir. Bu bağlamda Kraliçe Beatrix ile görüşen meclis Başkanı Weisglas seçimlerin 15 ya da 22 ocak tarihlerinde olacağını açıkladı. Bu durumda ülke gecici hükümetle yönetilecektir. Zira geçici hükümeti, Avrupa Birliği üyeliklerinin genişletilmesi, Hollanda’nın Afganistan’da barış gücü başkanlığı, Irak meselesi ve sunulan 2003 yılı bütçe görüşmeleri gibi ana konularda karar vermesi gibi ağır bir yük beklemektedir. Eğer sadece 2003 yılı için sunulan bütçe planı görüşülüp, onaylanmazsa bunun Hollanda için maddi zararı 6.8 milyon Euro olarak düşünülmekte.

İkinci Dünya Savaşı sonrası en kısa ömürlü hükümet olma şansızlığını yakalayan yeni hükümet kurulduğu günden beri azınlıklara ve göçmenlere karşı yapmış olduğu sert çıkışlarla dikkatleri üzerine çekmişti. Hükümetin yıkılması Hollanda’da bir çok insan için ve özellikle azınlıklar açısından bir rahatlama teşkil etti. Hollanda siyasilerinin bazılarına göre özellikle 2002’nin başından beri yani Pim Fortuyn’in aktif olarak siyasete girmesiyle başlayıp, işlenen siyasi cinayetle devam eden ve seçimlerle perçinleşen travma süreci geçtiğimiz hafta son buldu. Bu bir noktada doğru. Ancak dün öfkelenen, sabırsızlaşan ve dahi bazılarının varlığından rahatsızlaşan bir kesim vatandaş kitlesi hala Hollanda’dadır. Hükümetteki başarısızlıkları Fortuyncileri darma dağın etti bu doğru. Hatta hükümet norm ve değerlerden bahsederken, tartışırken, bunların kaybolduğunu söylerken, toplumsal sorumluluğun yeniden yeşermesi gerektiğini vurgularken hükemette görevli LPF’li Heinsbroek trafik kurallarına uymayıp halka kötü örnek teşkil etmişti. Diğer taraftan LPF’lilerin toplumun önünde, mesela Wijnschenk’in Eberhard hakkında, Heinsbroek’in Bomhoff hakkında kullandıkları ve adına parti içi tartışma dedikleri kelimeleri bu satırlarda zikretmeye cesaret bile edemiyorum. Peki bu tür adamları hükümete taşıyan saikler nelerdi ? Kültür Felsefecisi Gabriel van den Brink’e göre bu tür adamaları iktidara taşıyan iki farklı kitle mevcut Hollanda’da. Bunlardan bir tanesi modern dinamikleri yakalamış, zengin ve refah içinde ve daha da ileri gitmek isteyen ve bu anlamda yürüyen bürokrasiden rahatsız olan, daha az kuralların ve daha az iktidarın olmasını isteyen bir kitle. Diğeri de aynı dinamiklerde varlıklarının tehlikeye düştüğünü düşünen bu yüzden daha fazla iktidar, daha fazla kontrol ve koruma olmasını isteyen bir kitle. (Trouw, 19 ekim 2002) Bu noktada Hollanda’daki bu kitle üzerinde dünyadaki gelişmelerin, mesela onbir eylül olaylarının insanların kendilerini güvenli hissetmemesinde, korkunun yayılmasında önemli rol oynadığı da göz ardı edilmemektedir. Bunu iyi hisseden Pim Fortuyn köşeyi dönmeyi başarmıştı. Ancak kendisinin siyasi bir cinayete kurban gitmesi ve geride kalanların kabinede başarısız olması sözkonusu köşe dönmeyi uzun ömürlü yapmadı.

Tabiki bütün bunlar, LPF’li politikacıların başarısız olmaları vatandaştaki güvensizliği bertaraf etmeye yardım etmedi. Fortuyn’I ve zihniyetini besleyen ve ortaya çıkaran saikler hala hayatta, hala canlı. Bu saiklerin Hollanda’ya önümüzdeki günlerde veya yıllarda neler geticeği belli değil. Tarihci Geert Mak, Fortuyn devriminin başarısızlıkla sonuçlandığını ama bunun neler getiçeğini şimdiden kestirmenin kolay olmayacağını, yeni bir Fortuyn, ki siyasi kariyeri olan ve belirli halk kitlesindeki rahatsızlığı da bilen birisinin ortaya çıkması halinde, işimizin zor olduğunu söylüyor.

O zaman yerleşik partilerin, politikalarını yeniden gözden geçirmeleri gerekmektedir. Yaşanılan acı bir tecrübeden sonra neler yapılabileceği, geçen hükümetin yani PvdA, VVD ve D66 partilerinin iktidarında yapılan hataların tesbiti ve tamiri gerekmektedir. Siyasi yorumculara göre yapılan hatalardan birisi ‘işveren hükümeti’nin oluşturulmasıydı, yani pazar kurallarının geçerli olduğu özelleştirme, bağımsızlaştırma, görevlerini elden çıkarma gibi işlere ağırlık verilmesiydi. Bunun bir yanlış olduğu bir çok siyayetçi tarafından şimdilerde anlaşılmış oldu.

Bazı siyasi yorumculara göre bir başka mesele de, onbir eylül olaylarıyla Amerika ve Batı’yı da içine alan, vatandaşın yarınlardan emin olmama korkusu ve beraberinde getirdiği fiziki, kültürel ve maddi güvensizliğin hakimiyetidir.

Yerleşik partilerin ya da iktidara talip olan siyasi partilerin, kadroların bu sorulara verecekleri cevap ve vatandaşa gelecek vaadleri Hollanda’da ikinci Pim Fortuyn’lerin yeniden ortaya çıkmasını engelleyecektir. Aksi takdirde bu tür rahatsızlıklar yeni liderleri ortaya çıkarır ve ülke kriz üstüne kriz yaşar.

Ekim 2002

Gaflet mi? Önyargı mı? Yoksa Tahammülsüzlük mü?

İki hafta önce bu köşede, islama ve müslümanlara Hollanda medyasını kullanarak ağır hakaretler yapan, tabiri caizse Hollanda’daki müslüman kitleyi ve özellikle Hollanda’da yetişen genç nesli kışkırtmak isteyen Somali’li Ayaan Hirşi Ali’nin kesin tesbit edilmeyen, ancak ‘ölümle tehdit’ olayı bahane edilerek yapılan açıklamalara ve tepkilere yer vermiştik. Medyanın ve kamuoyunun bunca ilgisine ve tepkisine rağmen, tehdit olayının acaba bir düzmece olup olmayacağını sormuştuk. Zira olayın gelişme ve ele alınış şekli Avrupa’da ve Hollanda’da geçtiğimiz yıllarda yaşanılan bazı olaylarla benzerlik arzediyordu. Ama bir çok Hollandalı köşe yazarı, düşünürü, siyasetçisi böyle bir soruyu sormadan olayın üzerine körükle gitmişti. Eline kalemi alan Ayaan Hirşi Aliye destek vermiş ve topyekün olarak müslümanların eleştiye dayanamadıkları, tahammül edemedikleri mesajı verilmeye çalışılmıştı. Oysa islam ve müslümanlar bir çok kişi tarafından zaten hergün eleştiriliyordu. Bunların bir tanesi de Ayaan Hirşi Ali olurdu. Bunda kızılacak, cıngart çıkarılacak bir durum yoktu. Ancak bayan Hirşi Ali’nin içinde bulunduğu psikolojik durum, Somali’de geçen çocukluk yılları, aile içindeki konumu ve aile bireyleriyle olan ilişkileri ve diğer bir çok sebep olayı islama ve müslümanlara eleştiriden daha çok hakaret noktasına, aşağılama ve nefret etme noktasına getiriyordu. İçinde bulunduğu bocalama, frustrasyon, bireysel kriz ve travmanın sorumlusu olarak bir çok insanın kurtuluş bulduğu, sıkıntılı olunan zamanlarda daha sıkı bağlanılan ve bir çok kişinin mutluluğa erdiği din olan islamı sorumlu tutuyordu. Bu yüzden fırsat bulduğu her ortamda, platformda, televizyon, radyo programlarında hakarete varan bir uslupla islama ve müslümanlara saldırıyordu. Söylediklerine bazı müslümanlar tarafından cevap verilsede Hollanda medyası için esas olan Ayaan Hirşi Ali’nin söyledikleriydi. Nihayetinde Ali eski bir müslümandı, onun bu tür eleştiriler yapması, milletin arayıpta bulamadığı bir fırsattı. Ve öylede oldu. Taki tehdit(!) edilinceye kadar. Tehdit olayından sonra haftalarca gündemde kaldı Hirşi Ali. Destek ilanları, internet adresleri, yardım fonu oluşturulması ve yorum yazılarıyla bayan Ali adeta masum, hakkı yenilmiş bir insan posizyonuna getirildi.

Ancak geçen hafta, haftalık Vrij Nederland gazetesi ‘tehditle yalan arasında’ başlığı ile bir yazı yayınlamıştı bayan Hirşi Ali olayı ile ilgili. Günlerce Hollanda’nın Salman Rüşti’si olarak tanımlanan Hirşi Ali sözkonusu yazıda adeta hesaba çekiliyor ve tehdit olayının uydurulup uydurulmadığı üzerinde duruluyordu. Eski işvereni Wiardi Beckman Vakfı(işçi partisinin araştırma kurumu) müdürü, Ayaan Hirşi Ali’nin Somali’li arkadaşı, Londra’daki babasının görüşlerinin yer aldığı yazıda Hollanda medyasında olayların nasıl geliştiğini, özellikle NRC Handelsblad, Trouw ve de Volkskrant’ta olayın ele alınış şekli irdelenmekteydi. Tehdit telefonunun nereden geldiği, ciddi olup olmadığı araştırılmadan sanki tehdit eden şahış tesbit edilmişcesine olayın üzerine gidildiği, Ayan Hirşi Ali’nin başta babası olmak üzere yakınlarının tehdit olayını ciddiye almadıklarını, tehdit olayını bizatihi Hirşi Ali’nin kamuoyu oluşturmaya yönelik söylemleri, kendisinin dinden döndüğü için ölüm fetvası çıkarıldığı, artık korkudan her hangi bir programa katılamacağını ilan ettiği belirtiliyor yazıda. Polisin bile elinde tehdit edildiğine dair belge olmadan, tüm medya ve taraftarlar elbirliğiyle tehdit olayının ciddiyetine sorgu sual etmeden, baştan inanmışlardı.

Olayın bu noktaya gelmesi, abartılması, olduğundan büyük ve korkunç gösterilmesi bize Hollanda medyası ve gazetecilerinin, islam ve müslümanlar ya da kendileri gibi olmayanlar hakkında ne kadar ön yargılı ve peşin hükümlü olduklarını bir defa daha ortaya koyuyordu. Vrije Nederland gazetesinde çıkan yazı sonrası olayı büyüten gazetelerden, Trouw ve NRC Handelsblad olaya tekrar tam sayfa ayırarak harekete geçmiş, Vrije Nederland gibi bir gazetenin nasıl böyle bir yazıyı yayınladığını sorarak hayretlerini belirtmişlerdi. Sanki Hollanda’da herkes her konuda hem fikir de, bu konuda ayrılığa gerek yokmuş gibi bir tavır. Sonuç ne olursa olsun, ayrı düşünmeden dolayı kimsenin ölümle tehdit edilmesini asla tasvip etmemekle birlikte, aslı astarı olmadan, hangi amaca hizmet ettiği bilinmeden olayın üzerine gitmek ve bir grup insanı rencide etmek doğru bir davranış olamaz.

Somali’li Hirşi Ali olayında yaşananlar Hollanda medyasının, fikir ve düşünce adamlarının unutulmaz bir ayıbıdır. Bu ayıpla medya bu ülkede azınlıkların, müslümanların uyum sürecine olumlu bir şekilde nasıl katkıda bulunacak, doğrusu merak konusu.

Diğer taraftan aynı günlerde Hoogzand’ta meydana gelen çirkin olayın sorumlusunun ilk günlerde de Telegraaf gazetesinin başını çektigi yayınlarla Türkler olarak ilan edilmesi Holladna’daki tüm Türk topluluğunu derin bir üzüntüye uğratmıştı. TurksForum adlı internet gazetesinin yayınladığı son haberde, yapılan araştırmalara gore Türklerin sözkonusu olayla ilgileri olamadığını duyuruyordu. Ve Türklere yapılan bu haksızlığın mektupla, e-maille protesto edilmesini öneriyordu.

Her iki olayda olduğu gibi, münferit olayların genelleştirilmesi, doğru dürüst tebit edilmeden bir grubun zanlı olarak suçlanması, her ne kadar tarihsel önyargılarla izah edilsede, esasen hakim grubun kendileri gibi olmayanları anlama ve dinleme zahmetine katlanmadıklarının açıkça bir ifadesidir. Anlayış, uyum, kaynaşma hep azınlıklardan beklenmemelidir.

Ekim 2002

Psiko-Pedagojik Sorunlar ve Gençlik

Günlerden pazar. Son oniki yılın en şiddetli fırtınasının yaşandığı bir günü yaşıyoruz. Rüzgarın şiddetinden bir çok ağaç yıkılmış. Caddelerde yer yer kalın ağaç dalları var. Yağmur alabildiğine yağıyor. Amsterdam merkez istasyonunun çatısının bir bölümü rüzgarın şiddetinden uçtuğu için tren istasyonu kapatılmış. Şehirlerarası iletişim hemen hemen durmuş. Televizyon ve radyolardan yetkililer çok luzumlu değilse dışarı çıkılmamasını tavsiye ediyorlar vatandaşa.

Biz de, böyle bir günde önceden verilmiş bir sözü yerine getirmek için Ayasofya camiinin ders lokalinde bir grup gençle adolesans yani ergenlik döneminde gençlerin karşılaştıkları sorunları tartışıyoruz. Fırtınanın, rüzgarın ve yağmurun çıkardığı sesler arasında gençlere ilk önce adolesans’ın tanımını yaparak, bu dönemde ortaya çıkan gelişmeleri tanımlamaya çalışıyoruz. İşe pedagojinin ergenliği tarif edişiyle başlıyoruz. Pedagojiye göre ergenlik: ‘çocukluktan çıkmış olup, fiziki ve ruhi olarak tam bir gelişme dönemi içine girme halidir, ergenlik döneminden önce gelen ve büluğ bunalımıyla kendisini gösteren dönemdir ”. Sosyolije göre ergenlik: “bireyin, üyesi olduğu toplum trafından artık bir çocuk gözüyle görülmekten çıktığı, ama yine de kendisine henüz tan bir yetişkin insan statüsü, rolü ve fonksiyonu tanınmadığı hayat dönemidir”.

Bazı psikologlar ise adolesans dönemini dış etkenlerin de etkisiyle ‘ruhun ikinci doğumu’ olarak tarih ederler. Bu dönem bunalım dönemi olarak görülür.

Artık çocukluk bitmiştir. Soru sorma zamanı değildir. Şimdi ergenliğe ilk adımların atıldığı, iddiaların dillendirildiği, ben’in keşfedildiği, tartışmaya meydan vermeyecek kadar iman etme döneminin başladığı, kesin yagılara sahip olma, sırf tahrik etmek için konuşulduğu, karşı çıkmaktan zevk alındığı, kendi kendisini tasdik etmenin ön planda olduğu, doğmatik görüşlerin hakim olduğu bir dönemdir adolesans dönemi.

Gençlik psikolojisi üzerine geçen yüzyılın başlarında yapmış olduğu araştırmalarla psikoloji tarihine geçen ve çoğu zaman gençliğin babası olarak değerlendirilen Stanley Hall adolesans dönemine ait şu verileri toplamıştır : – Bedenin çeşitli kısımlarının büyümesi, – Gençlerde görülen hastalıklar, – Gençlerde görülen suç, – Ergenlik sırasında seste ve duygularda görülen değişiklikler, – Gençlik döneminin içtepileri, – Dine karşı gösterilen derin ilgi, – Gencin doğaya karşı beslediği duygular, – Bazı toplumlarda gençleri seksüel yaşama hazırlayan törenler.

Ergenlik çağına giren gencin psiko-pedagojik yapısını kısaca tanımladıktan sonra, Hollanda’da bulunan bu yaştaki gençlerimizin üzerinde sohbetimiz devam etti. Bizim gençligimiz, bir taraftan tüm dünyadaki yaşıtları gibi sosyal, psikolojik, ekonomik ve fiziki sorunlarla karşı karşıya iken, diğer taraftan da göçmenlik ve azınlık bir grubun üyesi olmaktan kaynaklanan sorunlarla karşı karşıyalar.

Gençliğin genel problemleri, – sosyalleşme süreci, – aynileşme ve kimlik arayışı, – bağımsızlık problemi, – davranış biçimlerinin ortaya çıkması, olarak tanımlanabilir.

Sosyalleşme sürecinde genç toplumun kurllarını, norm ve değerlerini, dilini, dinini, kültürünü benimseyerek toplum içinde bir yer edinme mücadelesi yaşar.

Çocukluk döneminde anne, baba, büyük kardeşlerle özdeşleşen genç ergenlik döneminde kendine örnek kişiler arar. Örnek kişilieri taklit eden genç bunu davranışlarında, giyiminde, düşünüşünde ortaya koymaya çalışır.

Bağımsızlık duygularıyla birlikte genç artık anne ve babasını tenkit etmeye, onların ve eski çevresinin davranışlarını beğenmemeye yönelir. Bu davranış bir yerde kuşaklar arası çatışma olarak görülür.

Var olan kültürel norm ve değerleri de eleştiren genç, bu dönemde yeni değer ve normlar peşindedir.

Göçmen ve azınlık gruplara mensup gençlerin yukarıdaki gelişmeler yanısıra karşı karşıya oldukları bazı problemler ise şöyledir : – yalnızlıkve yabancılaşma problemi, – gelecek perspektifinin olmaması, – kültürel çatışma, – aynileşme veya kimlik problemi, – aşağılık kompleksi.

Toplantıya katılan gençlerin sorularından edindiğim bir izlenim de, gençlerin sisteme olan güvenlerinin her geçen gün sarsıldığıdır. Gençler Hollandalı ögretmenlerinin kendilerini bile bile yanlış yönlendirdiklerine inanmaktalar. Yaptığımız tartışmada her ne kadar bunun genelleştirelemiyeceğini ifade etsekte yine de gençlerde böyle bir imajın hakim olduğunu gördüm. Böyle bir duygu hem gençler açısından hem içinde yaşadığımız ülke açısından oldukça düşündürücüdür. Gençlerin bu tür duygulardan bir an önce kurtulmaları ve kendilerine olan güvenin farkına varmaları gerekmektedir. Çalışmak ama iradeyi kullanarak çalışmak gençlerin şiarı olmalıdır. Fikir ve kültür çalışmaları için aynı saatlerde devamlı ve tertipli bir şekilde, günde iki üç saat çalışmak yeterlidir. Unutmayalımki, büyük islam filozofu Ibn-i Sina, daha geçen yüzyılın başına kadar bir çok Avrupa üniversitesinde ve bizatihi Belçika üniversitelerinde ders kitabı olarak okutulan « Şifa » isimli kitabını Bagdat’ta sabah namazından sonra günde sadece iki saat çalışarak yazmıştır. Yeterki işimize aşkla sarılalım.

Ekim 2002

Sünnet Yemeği, Türk İşadamları Toplantısı, Türkiye’deki Seçimler…

Hareketli bir hafta sonu yaşadık. Cumartesi günü mevsim normallerinin dışında bir havayla karşı karşıya kaldık. Çocuklara bir bayram havası yaşattı bu güneşli hava. Halk şehir içi ve alış veriş merkezlerini alabildiğine doldurmuştu.

Böyle bir günün akşamı aynı zamanda Feza Televizyonu yapımcısı ve Zaman gazetesi Amsterdam temsilcisi Basri Doğan’ın oğlunun güzide bir sünnet yemeğine şahit olmaktaydı. Kütürümüzün temel taşlarından olan sünnet, erkek çocuklar için pedagojik gelişmelerinin önemli bir dönüm noktasını teşkil eder. Gelişmekte, şekillenmekte ve yapılanmakta olan çocuk için sünnet olayı yep yeni bir dönemin başlamasına sebep olur. Toplum tarafından erkek çocuğa biçilen rollerin yavaş yavaş yüklenmesiyle şahsiyetinin pekişmesine katkıda bulunur sünnet olayı. Böyle anlar bir insanın ömründe unutamayaçagı anlar olup çocuk kişiliğinde derin iz bırakır. Yapılan törenlerle çocuğa verilen önem ve değer bir taraftan geleneklerin içinde bulunulan ülkede yerleşmesini beraberinde getirirken, bir taraftan da çocuğun artık gruba, topluma alınmasına ve birey olarak görülmesini sağlar.

Pazar günü sabah erken saatlerde, toplumun önemli bir bölümünün istirahat ettiği saatlerde kalkıp Den Bosch’un yolunu tutmuştuk. Ben, Türkevinden Abdurrahman ve Yalçın beylerle birlikte arabalarımızı Amsteldijke park ederek Hollanda Yağlı Güreş Koordinatörü Ahmet Ali Akgül’ün Jip’ine dolup Zara’dan DVD-televizyon görüntülü türküleri dinleyerek Utrecht, Den Bosch istikametine hareket ettik.

Kıkbeş dakika süren seyehatimiz boyunca DÜNYA Gazetesinin son sayısında gündeme gelen ve Hollanda Türk toplumunu çok yakından ilgilendiren Hollanda’daki gelişmeler (Türkçe Radyo Yayınları, Türk annenin kızının katillerinin yaklanması yönündeki isyanı, 22 Ocak’ta yeniden yapılacak milletvekili seçimleri, vb.) başta olmak üzere, Türkiye’de yapılan seçimler, Türkiye-AB ilişkileri tartıştık.

Arabamızdaki elektronik rehber zaman zaman sağa sola dönmemizi, direk gitmemizi tekrarladı durdu. Ve nihayet Brabanthallen kongre merkezine varıp, arabamızı park ettikten sonra “1. Avrupa Türk İşadamları Toplantısı”nın yapıldığı salona doğru yöneldik. Kapı önünde toplantıyı organize eden Webişrehberi’nden Sedat Çakır çok telaşlı bir şekilde bir kaç Hollandalıya bir şeyler anlatıyordu. Onu geçtikten sonra, kapı ağzında duran Amsterdam esnaflarından Serdar Zeki Çakır’la karşılaşıyoruz. Çakır, sabahın erken saatlerinde elinde tüttürdüğü kalınca purosuyla etrafa kokular saçıyordu. Kayıt işlemlerinden sonra salona girdiğimizde onlarca tanıdık simayla merhabalaşdık. Webişrehberi’nden Mehmet Özkan, VVD’li Köksal Gör, Dostluk Vakfından Ferruh Başaran, Actief Sigorta’dan İsa Kılıçasrlan, Ibadullah Turgut, IBCO’dan Mehmet Yamaç, DHB’dan Bülent Türker, Hilversum’dan Şerafettin Babacan, Den Haag’tan Çağlar Kurtal, Breda’dan Yusuf Beyaztaş, Leerdam’dan Mehmet Keskin, Zaandam’dan Ata Garajı sahibi Coşkun Yeğenoğlu bunlardan sadace bazılarıydı. Coşkun Yeğenoğlu demişken bir noktayı belirtmeden geçemiyorum. Coşkun bey hafta içi her ne kadar Ata garajını idare etsede, akşamları ve hafta sonları üzerine giymiş olduğu marka takım elbiselerle adeta bir kültür ve sanat adamıdır. Yıllardır sosyal, kültürel hatta siyasi toplantıları kaçırmaz. Garajının üst katında sayısız eski kitap, dergi ve okunmaya sıra gelmemiş gazete bulabilirsiniz.

Aylar önceden duyurusu yapılan 1. Avrupa Türk İşadamları Toplantısı, üçyüze yakın katılımcının hazır olduğu anda İstanbul’dan Lerzan Özder hanımefendinin yapmış olduğu güzel Türkçe sunuşla başlarken, Sedat Çakır memnuniyetlerini belirten kısa bir konuşma yaptı. Toplantının birinci bölümü daha çok Hollanda’dan ve Hollanda dışından topalntıya katılan Türk İşadamları örgütlerinin kurumlarını tanıtmalarını içeriyordu. Tüm konuşmacıların ortaya koyduğu, örneklendirdiği bir çok girişimin yanısıra, hepsinin konuşmalarından ortak bir mesaj ortaya çıkıyordu. O da şuydu: Avrupa’nın hangi ülkesinde olursa olsun, hangi ölçekte ticaretle uğraşırsa uğraşsın, ne tür zorluklarla karşılaşırsa karşılassın, hepsinin gönlünde bir Türkiye sevdası yatıyordu. Hepsinin kalbi Türkiye’nin kalkınması, çağdaş ülkeler seviyesine gelmesi, Türk insanının refah içinde yaşamasının hayalleriyle yaşıyorlardı. Hepsi bu anlamda kendilerinin üzerine düşen bir şeylerin olduğunun ve bunu Türkiye için yapmaya hazır olduklarını adeta beyan ediyorlardı. Mesela Zurich’ten kongreye katılan ve bir konuşma yapan Tahsin Aygün Türkiye’deki yetkililere seslenip, beyler artık “Avrupa’daki Türk Dönercilerin Elini Sıkın”, Türkiye’nin AB’ye girişi bu insanlarla barışık olmaktan geçer diyerek, varolan bir çok işbirliği imkanından faydalanılmadığını, mesela Zurich’le Van belediyelerinin neden ortak bir proje yapamadıklarından yakınıyordu. Kongrenin birinci bölümü, Türk İşadamlarına baştan beri beri verdiği destekle tanınan T.C. Lahey büyükelçimiz Aydan Karahan’ın yapmış olduğu destek konuşmasıyla biterken, hep birlikte aynı bina içinde 3, 4, 5 Kasım tarihlerinde devam edecek olan Türk Ticaret Fuarının açılışı yapıldı. Tüm katılımcılar Türk Ticaret Fuarını gezerken, birbirlerini görme şansını yakalayanlar da bol bol sohbet etme imkanı buluyorlardı. Bir ara gözüm DÜNYA gazetesi pavyonunda takıldı. Masanın etrafını çeviren İlhan Karacay, Ergun Kula, Muhlis Aydoğan, Yalçın Çakır, Bülent Türker, Coşkun Yeğenoğlu ateşli ateşli Hollanda Türk toplumunun gündeminde olan sıcak olayları tartışıyorlardı.

На страницу:
5 из 12