bannerbanner
Alimcan İbrahimov'un Eserlerinde Tatar, Başkurt, ve Kazak Türklerinin Kültürel Değerleri
Alimcan İbrahimov'un Eserlerinde Tatar, Başkurt, ve Kazak Türklerinin Kültürel Değerleri

Полная версия

Alimcan İbrahimov'un Eserlerinde Tatar, Başkurt, ve Kazak Türklerinin Kültürel Değerleri

Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
5 из 11

“Önce sarığı, asası, fakir kürkü, hamam böceğinin yıprattığı çizmesi ile müezzin Feyzulla geldi. O, içeriye geçip dünürlerle görüşüp hal ahval sordu ve ona ayrılan yere oturarak dua etmeye yetişemedi, aynı zamanda selam vererek ve selam alarak eve dört köylü girdi. Onların peşinden kendisiyle beraber başka bir meclisten yeni çıkan sayısı ona yakın adamı yanına alıp imam ahun Şerip’in cüsseli sağlam gövdesi, Buhara geleneğine uygun olarak kalın bir şekilde sarılan büyük beyaz sarığı, şal yakalı kürkün içinden parlayan yeni yeşil çapanı pencereden göründü.” 143

İmamın geldiği duyulur duyulmaz evin sahibi onu karşılamak için avluya çıkar, gençler ise imam daha eve girmeden ayağa kalkarlar. Oturmak için de imama başköşede yer ayırırlar. Burada köylülerin din adamlarına ve din büyüklerine olan sonsuz saygısı da görülmektedir.


Kıznıŋ Rizalıgın Alu (Kızın Rızasını Alma).

Nikâhın şartı, taraflar veya veli yahut vekilleri; iki tarafın evlenmek hususunda birbirine uygun irade beyanları ve bunun iki şahit huzurunda ve aynı mecliste yapılmış olmasıdır.

Nikâh sırasında kız, Tatar Türklerinde başka bir odada ya da evin farklı kısmında bulunur ve onun bu nikâha razı olup olmadığını öğrenmek için yanına iki şahit gönderilir. Eserde Gülbanu, kendi isteğiyle evlenmediğinden dolayı babası, kızının olay çıkarmasından korkarak, şahitleri kızın yanına göndermiş gibi gösterir, fakat şahitler kızın rızasını sormadan geri döner ve onun rızası olduğunu söylerler. Kızın razı olduğunu imama bu şekilde iletmek, eskiden çok yaygın olmuştur. Eserde buna dair şöyle denilmekte:

“Her düğünde her nikâhta böylesine bilerek, kızın rızasını yanına giderek almadıklarını bile bile iki tane yalancı şahidin ‘Razıdır.’ Demesine göre hareket ettiğini düşündü. Ama bunun üzerinde fazla durmadı.” 144


Meher Alu (Mehr Alma).

İslam dininde mehr konuşmak, nikâhın şartı değildir. Konuşulmasa da nikâh sahih olur, kadın da emsallerinin aldığı mehre hak kazanır. Fakat Tatar Türklerinde mehrin konuşulması eskiden çok önemliydi. Mehr, aynı zaman başlık parası olarak da algılanırdı. Böylece Tatarlarda kızın rızasını duyduktan sonra imam, nikâhı nüfus defterine yazmadan ve nikâh hutbesi okumadan önce mehri açığa kavuşturur ve onu nikâh kıydığı zaman özel deftere kaydederdi. Gelin eşinden boşanmak istediği zaman o parayı kızın babası erkek tarafına geri ödemek zorunda olurdu.145 Bu olayın tasvirine eserde bayağı bir yer ayrılmıştır:

“Sözü mehre çevirdi. Kızın ve damadın veli ve vekillerinin dediklerinden anlaşılan şu idi: Mehr, altı yüz sum. 146 Bunun yarısı şimdi veriliyor. Seksen sumu nakit, kalanı eşya olarak. Altı yüzün üç yüzü borç olarak yazılıyor. Nurmuhammet de Şibay da buna razı. Şerip ahun önce evinin sahibine baktı: ‘Kızın Bibigülbanu’yu üç yüz sum mögaccel, üç yüz sum möeccel 147 hepsi altı yüz sum mehr karşılığında Muhammet Zakir bine Şehabettin’e razı olup verdin mi?’ İhtiyar ‘Razı olup verdim.’ diye cevapladı. İmam, misafir dünüre döndü: ‘Oğlunuz Muhammet Zakir’e üç yüz sum muaccel, üç yüz sum müeccel hepsi altı yüz sum mehr karşılığında Bibigülbanu binte Nurmuhammetin’i razı olup aldın mı?’ Kantun Şibay gür bir sesle bütün sofraya kükredi: ‘Bali, razı olup aldım.’ dedi. ‘Şahitler duydunuz mu?’ Hacımorat ile Velimorat ‘Duyduk, duyduk.’ dediler. Ahun, defterini açıp kaydetti ve defteri iki şahide de imza atmaları için uzattı.” 148

Daha sonra kızı Gülbanu’nun kayınbaba evinde eziyet çektiğini, kaynanası ve eşi tarafından dövülerek yaşadığını duysa da eşinin bütün yalvarmalarına rağmen ihtiyar Nuri’nin kızını geri kendi evine almamasının sebebi de bu mehrin erkek tarafına geri ödenmesi gerekeceğine ve bunu göze alamamasına bağlıydı:

“En zor olanı, koca boşamasa, kadın onun evinden gidemez. Eğer kendisi isyan eder ve giderse, onun bütün getirdiği eşyası kocasının elinde kalır. İşte ihtiyar Nuri’yi dizlerini kıran durum da bu idi. İhtiyar işin bu tarafına değindi: ‘Ne diyorsun sen hanım? Kadını boşayıp geri getirmek kolay mı sandın? Kocası boşar mı, yok mu? O boşamasa nasıl götürürsün? Çeyizini mehrini ne yaparsın? O üç yüz sum parayı oyun mu sandın?’” 149

Aslında verilen başlık parasının bir kısmını kız tarafı kızın kendisine ve erkek tarafına verilecek hediyelere, bir kısmını da çoğu zaman kendi yararına kullanır, evini ahırını düzeltirdi. Gülbanu’nun babası, kızlarını geri getirmek için yalvaran eşine cevap verirken, işte bütün bu detaylara da değinir:

“Ah karıcığım, dedi. Sana söylemesi kolay tabii. O çeyize az mı güç ve para harcandı? Çarşıya her gittiğimde ‘ip al, pamuk al, boya al, keten al’ diye kulağımın etini yiyen sen değil miydin? Peki, arkasından verilen canlı malı hiç mi hesaba katmıyorsun? Üç yüz sum başlık parasını nasıl o cadı Sabira’ya bırakıp gidelim? Diğer köylüler kız evlendirip evlerini düzeltiyorlar. Biz Gülbanu’nun başlık parasından tek bir kuruşunu, diyorum ya tek bir kuruşunu kendi ihtiyacımıza harcamadık. Hepsi kendisine, kılık kıyafetine, hediyelerine gitti.” 150

Bazen kız isteme sırasında kız tarafının istediği yüklü mehr, erkek tarafının kızdan vazgeçmesine de neden olabilirdi. Hikâyede kantun Şibay, oğluna eşinin gösterdiği kızı almak isterken işte böyle bir durum ortaya çıkar:

“Kız evi hepsi sekiz yüz mehr parası istemişti. Dört yüzü düğün anında verilip bitecekti. Bunun iki yüzü söz kesilince para ile olur dediler. Şibay buna razı olmadı. ‘Oğluma zengin kızı alacağım diye, fakirleşecek değilim, böyle bir mehre gücüm yetmez. Hepsi altı yüz, üç yüzü nikâhta verilir, bunun seksen sumu konuşulduğu gibi.’ dedi, başka da bir şey demedi.” 151

Eserin başka bir yerinde, mehrin kız tarafından alınmadığı gibi durumdan da bahsedilir. Çelem Dede Şeveli, hem görücü hem güvey kendisi olan Şeyhel’e kızını verirken, evine nikâh kıymaya imamı çağırmadan önce kız için ödeyecek başlık parası olmayan güvey ile şöyle anlaşır:

“İmam sormazsa öylesine kalır. Deftere kaydetmemiz lazım derse şöyle de: ‘Mehr yüz sum dersin. Hepsini verdim dersin. Ben de aldım derim, damga koyarım. Hem imama ne, aldım mı yok mu?” 152


Nikâh Xötbesé (Nikâh Hutbesi).

Meher alınıp kız verilince imam nikâh hutbesine başlar. Hazret-i Peygamber (a.s.), nikâh kıymadan evvel hutbe okumuş, yani Allah’a hamd ve Resulüne salavat söylemiş; nikâhtan sonra da evlenenler hakkında dua etmiştir. Zaten İslâm geleneğinde konuşmaya ve yazmaya başlamadan evvel kısa bir hutbe söyleme âdeti vardır. Eserde de bu âdet yerine getirilir. Mehri konuşup kızın nikâha razı olduğunu öğrenince imam hemen nikâh hutbesine başlar:

“Molla, sarığı düzeltti, yumuşak yorgana diz çöküp oturdu da yavaş bir sesle ‘Elhamdülillah, elhamdülillah, elhamdülillah-il lezi, en-nikâhı sünnetti…’ diye nikâh hutbesine başladı.” 153

Nikâh hutbesi sonrası herkes dua eder ve güzel dileklerde bulunarak, düğün meclisinin sofra kısmına geçerler. Nikâhta bütün diğer yiyeceklerin yanında tatlı veya şerbet ikramı da müstehap olurdu. Bu yüzden Gülbanu’nun nikâh sofrasında da şerbet, mutlak içecek olarak ikram edilir:

“En sonunda nikâh şerbeti geldi.” 154


Mullaga Birélgen Sedaka (İmama Ödenen Sadaka).

Nikâh hutbesi okunduktan sonra Tatarlarda imama gelin ve güvey babaları tarafından sadaka verilir. A. İbrahimov, mevcut eserinde o dönemde Tatar hayatında sık rastlanan sadaka ile geçinen din adamlarıyla hatta dalga geçer. Müezzin, düğünde eline geçen ve kendisine daha haftanın başka günlerinde de sıra ile olacak nikâhlarda, düğünlerde, cenazede verileceği sadakalara neler alacağını düşünür. Ayrıca, eserde de görüldüğü gibi kızı ve oğlu evlenmekte olan babalar, sadakanın miktarını din adamlarına derecelerine göre vermekteydiler.

Fakir ırgat Çelem Dede Şeveli ile babası tarafından evinden atılan Şeyhel de bütün yoksulluklarına rağmen geleneğe uygun olarak nikâh okuyan imama sadaka verirler:

“Nikâh için imama her iki taraf elli kuruş para bulup verecek oldular.” 155


Tuy Meclésé (Düğün Sofrası).

Ebu Hanife mezhebinde olan Tatar Türkleri, sünnet olan düğün meclisini her zaman geleneğe uygun bir şekilde yapmaya çalışırlar. Tatar geleneğine göre düğün sırasında aş çanası (yiyecek kızağı) ile gönderilen yiyecekler özenle sofraya çıkarılır, önce misafirlere tek tek gösterilir sonra ikrama sunulur. Bu yiyecekler mutlaka ekmek, çift kaz, beléşler, bavırsak, bal, tereyağı ve çay gibi yiyeceklerden ibaret olurdu. Ekmek, her iki ailenin yakınlaşması, artık akraba olması belirtisi olarak getirilirdi.156 Hikâyede yazar, bu yiyecekleri sırasıyla tasvir eder:

“Çıkarılan yiyecekler meclise gelen milletin önünde dağ olup yığıldı. Arada en iyisi tabii Şibay’ın getirdikleri idi. Onun getirdiği yağları dolgun olan iki semiz kaz ve iki semiz hindi, üzerine pastiller, yemişler serpilerek pişirilen dört büyük lavaş ekmeği, küçük bir dörtgen tepe şeklinde yapılan ve kenarları şekerle süslü iki ballı bavırsak, 157 daha birçok ustaca hazırlanan hediye yiyecekler meclisin gözlerini oynattı. Bunların yanında bir batman 158 ak petekli bal, bir put 159 tereyağı, katmerli semiz bildeme, 160 kadaklı 161 kaliteli çay gibi hediyeler artık sönük kaldı.” 162

Düğüne kaz, gençlerin bundan sonraki hayata bir çift olarak devam etmeleri göz önünde bulundurularak mutlaka çift getirilir. Kazı bölmek için bir insan belirlenir ve o, kaz bozuçı, kaz turavçı –kazı bozan, kazı doğrayan- olarak adlandırılır. Sonbaharın sonuna doğru kar düşünce kaz imecelerinde kesilen kazlar, bütün meclislerin, bütün misafirliklerin vazgeçilmez yiyeceği olur:

“Annen ‘Kızak yolu açılır açılmaz karşılıklı misafir dönemi başlar. Kazlarım da çok oldu bu sene, pek de semirttim. Et için bir at da besleyip keseceğiz’ dedi.” 163

Günümüz Tataristan’ın güneyinde ve Başkurdistan’da bavırsak olarak adlandırılan fakat daha yaygın diğer adı çekçek olan millî tatlı da düğün sofrasının vazgeçilmezidir. Tatarlarda beléş diye adlandırdıkları içine sebze, meyve ya da patatesle et konulan hamur dolmaları da düğün sofrasında mutlaka pişirilmesi gereken yiyeceklerdendir. Her nereye giderse gitsin – hele düğüne- Tatarlar mutlaka ellerinde hediye yiyecek beléş ile giderlerdi. Beléş, yumurtaya yoğrulan hamurdan yapılır, içine sebzeler ya da meyveler koyulur, üstü de hamurla kapatılıp üzerine arada bir tereyağı sürülerek, fırında pişirilir.164

Nikâh düğününde yemek sonrası özenle hazırlanan şerbet, yeni çifte tatlı hayat dileğiyle sunulur.165 Geleneğe göre şerbet içilip bitince, herkes sofraya serilen örtüye durumuna göre bakır ve gümüş paralar atardı. Daha sonra bu paralar toplanır ve genç geline verilirdi.166 Eserde bu gelenek aynen yerine getirilir:

“Şerbet sofradan alınınca her iki tarafa da örtü serildi. Herkes, durumuna göre, bakır ve irili ufaklı gümüş paralar attılar.” 167

Eserde, misafirler artık gitmek isterlerse de onlar zorla çay sofrasına alınır:

“Kaynayan büyük beyaz semaveri orta bir yere koydular. Müezzin Feyzulla ile Hacımorat, fincanları, bal ile tereyağını, tavadan yeni düşen koymakları, lavaşları, küçük beléşleri, bavırsakları tabaklara koyarak misafirlerin önüne dağıtıp çay koymaya başladılar.” 168

Tatarların koymak ve bélén diye adlandırdıkları krepler, hem günlük sofrada –özellikle kahvaltıda- hem düğün sofralarında çay yanına koyulan mutlak bir yiyecektir.

Nikâh düğünü sonrası güvey tarafını uğurlarken yine özenle sofra hazırlanır:

“Akşama doğru güvey tarafını uğurlama amaçlı hazırlanan yemek sofrasına oturdular. Yağlı şulpa ile tokmaç 169 , kocaman parçalarla getirilen soğuk kaz eti, iç yağında yüzerek pişen büyük beléş, bugünkü yiyecekler bundan ibaretti. Fakat bunlardan sonra Fethiye Nine’nin gösterişe düşkün dünürleri için çok övülen yemiş suyu verildi de sofraya fokur fokur kaynayan kocaman gümüş semaver getirildi. Çay sofrasına tereyağı, petekli beyaz ıhlamur balı, dövülerek yağla karıştırılan şomırt 170 , vak beléş, 171 sıcak koymak ile kaymak koyuldu. Bunlara başka bir şey de eklenmedi.” 172

Örnekten de görüldüğü gibi, Tatarlarda çay sofrasına kaymak, tereyağı, petekli bal gibi köy hayatında az çok varlıklı her evde bulunan yiyecekler de koyulur. Genelde arıların ıhlamur ağacından topladığı bal tutulur. Eserde tasvir edilen sofraya bütün yiyecekler geleneğe uygun olan sıraya göre çıkarılır.173

Gençlere nikâh kıyıldıktan sonra küçük de olsa düğün sofrası hazırlamak, İslam dini tarafından vacip sayılır. Örneğin, hadislerin birinde “Hiç yoksa bir koyun ile de olsa düğün yap.” denir.174 Bu yüzden eserde yoksul Çelem Babay Şeveli, kızını Şeyhel’e verdikten sonra, eşine tavukla da olsa düğün sofrası hazırlatır:

“Ninenin üç tavuğu vardı. Bir tanesi iyice semirdi ve neredeyse yumurtlamıyordu. Kızına bu tavuğu yakalatıp kocasına kestirdi de kendisi iyice temizleyip kazan astı.” 175

Eskiden Tatar Türklerinde düğün sofrasında alkol bulunmazdı. Nikâh meclisi dinî kurallara uygun yapıldığı için içkili düğün yasaktı. Fakat XIX. yy. sonunda XX. yy. başında Tatarlar, Rusların etkisi altında alkol kullanmaya başlar ve düğünlerde büyüklerden gizli de olsa gençler ara sıra alkol alırdı. Eserde bu hususla da ilgili bilgi verilmekte:

“Şeyhel biraz endişelendi: Bikyar dünürlerden Şibay’ın büyük oğlu Altınbay ile güveyi Eftah da, Nuri’nin büyük oğlu Töhfet ile üçüncü oğlu Şeygerden de hepsi içkiliydi. Şeyhel kendi kendisine ‘Fazla içmişler galiba. Büyükler görmezse iyi.’ dedi. İhtiyar Nuri ömründe bir kez olsun içkiyi ağzına almadı. Oğullarını da bu şekilde yetiştirmeye çalıştı. Önceleri az çok hissetse de iyice döverdi. Fakat gençleri zapt edemedi. Onlar her fırsatta -imecede, şehre gittiklerinde- az çok içki alır oldular. Nuri ‘Tek benimkiler değil, diğer gençler de aynı.’ diye dişini sıktı ve bu duruma yavaşça alıştı. Ama aynı zamanda iyice içip evdeki malı, ekinleri harap etmesinler diye, millete rezil olmamaları için de elinden geleni yaptı.”176

Burada alkolü komşu Rus köyüne gidip karşılığında bir köylü için hiç de az olmayan ücret -sekiz put çavdar- vererek aldıklarından da bahsedilmektedir.

Eserde gençler düğün günü gizli olarak alkol alırken büyükler yine de uyanık olur ve onlara engel olmaya çalışırlar:

“Kadın dünürler içmeden sarhoş olmak isterken, erkekler biraz alkol almak istedi. Fakat her iki tarafın büyükleri albastı 177 gibi onların üzerine çöktü, oyun oynamalarına da ne izin verdiler, ne de zaman bıraktılar. Sevincin çoğu dalgalanıp dışarıya vuramayınca, kalplerde kaldı, nurlanan gözlerde, kendi kendisine gülümseyen dudaklarda oynadı.” 178


Ak Kélet (Ak Kiler, Ak Otağ).

Tatar Türklerinde nikâh ve zöfaf –zifaf- olarak adlandırılan gerdek gecesi, kız evinde yapılır. Gerdeğe girilecek oda genelde kilerde ya da ayrı bir evde hazırlanır. Bu yüzden bu odaya Tatar Türklerinde ak kélet (ak kiler, ak otağ) denir.

Eserde yemek yenildikten sonra yengeleri gelini gerdeğe hazırlamaya başlar. Tatar Türklerinde görümcesini gerdeğe hazırlayan, gerdeğe gireceği odayı süsleyen, gerdek gecesi kız ile güveye çay sofrası ve gerdek gecesinin ertesi gün hamam hazırlayan insan, hep yengesi olurdu.179 Eserde de Gülbanu’nun yengeleri biri kızı diğeri kızın güveyle kalacağı odayı süsler. Gülbanu’yu hazırlamak için gönderilen yengesine şöyle denir:

“Giyecek elbisesini iyi seç. Alı mı gül desenlisi mi hangisi yakışırsa onu seç. Saçını kendin tara, iyice ör, belik uçlarına çulpıları 180 kendin tak. Yüzüklerini, bileziklerini, küpelerini kendin takıştır. Altını mı var, gümüşü mü kendin bakarsın. Yüzüne pudrayı ve dudaklarına ruju da kendin sür, sürmeyi de kendin çek. Oysa o, şimdi heyecandan ne yapacağına şaşırır. Aman ağlamasın, gülünç şeyler anlat.” 181


Birne, Öşençék (Çeyiz).

Gerdeğe girilecek odayı süslemek için Tatar Türklerinin birne dedikleri kızın çeyizinden rengârenk ipek iplerle işlenmiş en güzel havlular, seccadeler, perdeler, nevresim ve yatak örtüsü çıkarılırdı. Kızın birne dedikleri çeyizi kalay sandık diye adlandırılan ak pirinç sandığa toplanır ve baba evinden bu sandıkla götürülürdü:

“Büyük evde misafirlere yer az kalıyor diye kızın birne’leri, öşençék’leri ile dolu kocaman iki ak pirinç sandığı buraya, güvey odasının kapısına getirmişlerdi.” 182

Tatar Türklerinin bir grubu olan Mişerler ve Ural bölgesinde yaşayan Tatarlar, evlenme çağına gelen kızın kendi elleriyle hazırladığı çeyize öşençék derler.183 Eskiden her kız kendi çeyizini kendirden kumaş yapma ve çuha doldurma işleri yaparak, birçok imecelere katılarak, çeşitli oturmalara giderek kendi emeğiyle hazırlardı:

“Gülbanu, ön dört yaşından beri her baharda birkaç ay kendir biçti, kendisine ve müstakbel eşine havlular, sofra örtüleri, elbiseler, gömlekler, perdeler, cibinlikler hazırladı. Kaynanaya, görümceye, kayınlarına hediyeler işledi. Toprak açılıp çimler kuruyunca bütün bu hazırladıklarını kendisi gibi kızlarla nehir kenarında yeşil çimlerin üzerinde güneşte kurutarak ağarttı. Sonra yaz akşamları arkadaşlarıyla birlikte topaçladılar. Güz ve kış gelince dikişe, el işine oturdular. Pamuk atkılar, şallar ördü. İşte böylece on yedi yaşından gün aldığında kızın çok zengin çeyizi hazır oldu.” 184

Ama tabii kızın çeyiz hazırlığında babasının ve annesinin de desteği büyüktü. Hikâyede bu hususta şöyle denilmekte:

“Ah karıcığım, dedi. O çeyize az mı güç ve para harcandı? Çarşıya her gittiğimde ‘ip al, pamuk al, boya al, keten al’ diye başımın etini yiyen sen değil miydin?” 185 ;

“Nuri kendisi de bu durumdan rahatsız da olsa bahar ve güz mevsimlerinde çarşıya neredeyse her gidişinde en son çocuğu olan kızının dikiş, nakış ve kendirleri için gereken ipi, keteni, yumuşacık pamuğu, boyayı, pamuktan işleme ipini hep satın alıp getirirdi. O inatlaştığı, cimri davrandığı zamanlar Fethiye Nine gizlice yumurta ve ekin satıp kazandığı paralarına kızının çeyizinin eksiklerini tamamlamaya çalıştı.” 186

Gülbanu’nun yengesi, gerdek gecesi için ayrılan odayı işte kızın yıllardır hazırladığı bu çeyiz sandığındaki eşyalarla süsler:

“Pencere kenarlarına ve aralarına yine çiviler çaktırdı. Yine ipler geçirdi. Böylece evin bütün çıplak duvarlarını işlenmiş havlular ve seccadelerle süsledi. Güveyin geleceği oda beyaz, kırmızı, siyah, yeşil, sarımsı, mavi, mavimsi siyah, hafif menekşe rengi dalgalara gömüldü.” 187

Aynı ustalık ve zevkle yengesi yatağı da düzeltir ve en son olarak, yatağı ayıran ve Tatar Türkçesinde çıbıldık olarak adlandırılan cibinliği çeker:

“Yine çabucak çiviler çakıp ip geçirdiler. Cibinlik, güvey ile kızın yatağı üzerine asıldı. Burası tamamen ayrı bir yatak odası gibi oldu. Büyük, ince pamuk ipten olan kırmızı cibinliklerin bir tanesini tuğladan örülmüş ocağın önünden karşı duvara doğru çektiler ve böylece evi başköşeden kapıya doğru ikiye böldüler. Artık eve giren insanlar hemen yatağı görmeyecekti, kapıyı açınca soğuk hava da hemen güvey ile kıza vurmayacaktı.” 188

Eserden de görüldüğü gibi, güveyin kızla dört ya da altı gece geçireceği ak kélet’i, kızın çeyizinde yer alan ve kendi elleriyle dokuyup işlediği havlu, çarşaf, seccade ve cibinliklerle yengesi süslerdi.189

Gerdek gecesi için ak kélet hazır olunca, güzel giyinen ve süslenen gelin oraya getirilirdi. Eserde bu an şöyle anlatılır:

“Üzerindeki al elbisesini, bileklerine takılan bileziklerini, başına örttüğü kırmızı-yeşil renklerle oynayan mavi şalını, gözlerine sürülen sürme ile yanaklarına yakılan alı severek gözden geçirdi. Güzeldi, her şeyi çok güzeldi, üzerindeki her şeyi çok yakışıyordu kıza.” 190

Böylece düğün günü Gülbanu’ya, bütün Türk boyları tarafından benimsenen ve en güzel renk olarak sayılan al giysiler giydirilir ve değerli takılar takılır.


İşék Bavı (Kapı Mandalı).

Eski çağlardan beri kara ruhları korkutma amaçlı yapılan üç kez tüfek atma sesleri duyulur duyulmaz güvey, kiyev yégétleré191 olarak kimlik kazanan arkadaşları ile kızın bulunduğu ak kélet’e gelir. Fakat kız yanına kolay kolay giremez: Güveyi eşikte kapı mandalı tutan çocuklar karşılar. İşék bavı olarak bilinen kapı mandalı geleneği, güveyi kız yanına girerken kapıya ip gererek onu bu kapıdan ancak hediye ya da para karşılığı geçirmekten ibarettir.192

Eskiden kızı evinden götürmek hiç kolay olmazmış. Kız tarafı özellikle zorluk çıkarırmış. Çünkü kız, evlenip kayınbaba evine gidince ailede bir işçi azalırdı. Bu yüzden güveyin geleceği köprüyü sökerler, güveyi taşlarlar, bazen döverlermiş. Meselâ, Semerkant’ta yaşayan Özbekler güveye, ucuna çivi çakılmış oklava ile dürterlermiş.193 Tatar Türklerinin masallarına baktığımızda da kahraman, bir kızla evlenmek için ateş, su ve karanlık ormanlar gibi çeşitli engelleri aşıp düşmanlarını yenerek kayınbabasının çeşitli şartlarını yerine getirir (“Kamır Batır”, “Dutan Batır” vb.). Kahramanların gücünü, zekâsını sınama gibi masalsı ve epik motifler, insanlığın ilk çağlarından beri yer alan düğün sınavları, yıkılmak üzere olan egzogami çağının uzantısından başka bir şey değildir. Kız ve erkek tarafı arasında yapılan bu tür mücadeleler, Tatar halk masal ve destanlarında önde gelen motiflerdendir (“Alıp Batır”, “Alpamış”, “Tülek” vb.). Kız alırken ortaya konulan karşılık ve zorluklar, anaerkil dönemden ataerkil döneme geçişin belirtileridir. Ayrıca bu gelenek, ataerkil dönemde uygulanan, kendi kavminden olan kızı başka kavme verme geleneğine protesto olarak da anlatılabilir. Bu tür mücadeleler günümüzde de düğün esnasında dramatik oyunlar şeklinde (güveyi eve yaklaştırmama, dövme, karşılık gösterme, kapı mandalı tutma vb.) devam eder. Bu sırada uygulanan kızı başka bir yere saklama geleneği ise aynı zamanda kötü ruhları şaşırtma niyetiyle de yapılır.194

Eserde kapı mandalı geleneği şöyle anlatılır:

“Kapı arkasında çocuklar hâlâ inatlaşıyordu: ‘Enişte, kapı mandalı bir akçe, bizim abla bin akçe!’ diyerek, ellerine sıkıştırılan yirmi tiyen 195 gümüş paraya razı olmadılar, kapı mandalını bir türlü bırakmadılar. Güvey yine birer gümüş verdi, çocuklar gitgide inatlaştı, yine aynı sözü tekrarladılar: ‘Enişte! Kapı mandalı bir akçe, bizim abla bin akçe!’ Güvey üçüncü kez para verdi, bu sefer çocuklar aldıkları paraya sevinerek hemen koşup kaçtılar.” 196

Görüldüğü gibi, güvey önce çocuklara az miktarda gümüş para verip kurtulmak ister fakat çocuklar pazarlık yapmaya devam edince o, bahşişi arttırmak zorunda kalır. Ancak üçüncü kez bahşiş verdiğinde onu artık rahat bırakırlar. Burada yine bir hareketin üç kez tekrarlanması söz konusudur.

Güveyi ak kélet’te kızın yengesi kız ile görüştürür ve bunun için yengeye güvey hediye verirdi.197 Eserde güveyin kız yanına girme anı şöyle tasvir edilir:

“Güvey kapıyı itti, iç taraftan kızın yengesi kilidi açtı. Eve, yanında birkaç erkek ve delikanlı ile üzerine kocaman kürk ve başına kenarları pahalı su hayvanı kürküyle işlenmiş şapka giyen sağlam vücutlu güvey girdi. Güvey Zakir, önce kendisini karşılayan yengelerle selamlaştı, sonra seki kenarına oturup dua etti. Evdeki herkes ona katıldı. Böylece sağdıçlar ve güveyi eve getiren erkekler, kendilerini önemli görevi yerine getirmiş hissettiler ve her iki tarafa mutluluk ve sonsuz aşk dileyip evden çıktılar. Evde güvey, kız ve kızın üç yengesi kaldı. Merhaba, ustalıkla güveye üstünü çıkarmasına yardım etti. Güvey, şapkasını çıkarıp sandığın üzerine koydu, Kazan Péçen Bazarı’ndan 198 aldığı güzel kalın simli kelepüşünü düzelterek taktı. Bu anda cibinliğin iç tarafından Meftuha yengesi tir tir titreyen Gülbanu’yu çıkardı ve genç ile kızı görüştürdü.” 199


Zöfaf (Gerdek Gecesi).

Yukarıda örnek olarak verilen parçadan görüldüğü gibi, kız ile güvey genelde birbirlerini ilk kez gerdek gecesinde görürlerdi. Artık güvey, nasibine şalın altından ne çıkarsa ona razı olurdu.

Eserde düğün öncesi evleneceği kızı Zakir’e hiç de hoş anlatmayan, onu korkutanlar da olur:

“Düğün, nikâh, evlenme etrafında önceleri çok ve değişik laflar edildi. Bazıları güveyin ödünü patlattı. Karayurga köyünden olanlar hepsi zenginler, kendileri kaba, pis dediler. Gülbanu hakkında demedikleri kalmadı: Yüzü tabak gibi, ağzı elek gibi, kendisi kedigözlü, adımlarını dengesiz atar dediler.” 200

Tabii, kızı övenler de olur ama gencin kalbine bir şüphe düşünce o kendisini nereye atacağını bilemez. Gülbanu’yu uzaktan da olsa görebilmek için arkadaşıyla ata binip Karayurga’ya iki kez gelir fakat amacına eremez. Hatta az kalsın dövülecek olur. İşte bu yüzden ak kélet’e güvey eserde şüpheler içinde girer ve kız şalını indirince derin bir nefes alır, onun güzelliğine kapılır, ona âşık olur. Bütün şüpheleriyle birlikte ağaları ve yengelerinin kız yanına girince neler yapılması gerektiğini söylediklerini de unutur:

На страницу:
5 из 11