
Полная версия
Alimcan İbrahimov'un Eserlerinde Tatar, Başkurt, ve Kazak Türklerinin Kültürel Değerleri
Hikâyede ekin biçme imecesinden sonra ot biçme imecesi zamanı gelir. Bu sefer imeceyi oğlu İbrahim’in askere gitmesi nedeniyle Bibiesma’nın babası Şahi Ağa yapar. Köyün ileri gelenlerinden ve hatırı sayılır birisi, bir de dünyalar güzeli kızı Bibiesma’nın babası olduğundan dolayı Şahi ağa daha lafını bitirmeden herkes hep beraber bir ağızdan imeceye geleceğini bildirir.
Bibiesma’nın kendi elleriyle hazırladığı yemekler ile sahurlarını yapan gençler, köyün orta yaş ve yaşlı erkekleri, tan ağarır ağarmaz işe koyulurlar. Sahurdan sonra atları koşup güneş doğmadan ve daha bülbüllerin ötmesi kesilmeden köyün ihtiyarlarıyla beraber gençlerin çayıra gidip çiğ düşen otları on iki kişi yan yana gelerek biçmeye başlamaları, sabahın taze havasından ruhlarının ferahlaması ve ciğerlerinin genişlemiş gibi olması, sessizliği bozan tırpan seslerinin bütün çayıra yansıması, bunlar hepsi öylesine canlı bir şekilde tasvir edilmiş ki, kendisini de bu insanlarla aynı ortamda ot biçiyor gibi hissetmeye başlıyorsun. Bu, Aimcan İbrahimov’un ne kadar usta bir yazar olduğunun kanıtıdır.
Eskiden Tatar Türklerinde sonbahar ve kış gelenekleri içinde önemli yer alan ömeler (imeceler) sırasında insanların bir araya gelip birbirlerine yardım etmeleri söz konusu olmuştur. Zor ve uzun süren işlerin (kaz yolma, odun taşıma, ev yapma, oğlan çocuğun baba evinden kendi evine taşınması, çeyiz hazırlama, ip eğirme, ot biçme, ekin biçme, vb.) daha kısa bir zaman içerisinde bitirilmesini sağlamak için yapılan imeceler, en eski çağlardan gelen ve Tatar Türklerine özgü olan en güzel geleneklerden biridir. Hikâyede imecenin, kimsesi olmayan ihtiyar bir nineye yardım yüzünden yapılması, köy gençlerinin kimsesizlere ve büyüklere olan saygısını da göstermektedir. Ayrıca, hikâyede anlatılan imecede kızların gençlerden daha becerikli oldukları da dile alınır:
“Ah rezalet, erkek olmamıza ve kızlardan iki kişi daha fazla olmamıza rağmen, kızlar kadar çalışamamışız. Bizim bitirmemiz gereken bir sajin 53 var daha, onlar ise kendi yerlerini bitirmiş, bize bakarak kahkaha atıyorlar…” 54
Bu durum, Tatar toplumunda kadınların eskiden de bugün de erkeklerden daha aktif olmasının bir göstergesidir.
Avlak Öy, Avlagıy (Oturmaya Gitme).
Tatar Türklerinde eskiden kızlar, genelde sonbahar işleri tamamlandıktan sonra, günler kısaldığında avlak öy, avlagıy55 diye adlandırılan akşam oturmalarına giderlerdi. Böylece büyüklerin olmadığı bir eve toplanarak, el işi yapar, çeyiz hazırlar, türküler söyler, fal açar ve eğlenirlerdi. Oynadığı oyunlar genelde müstakbel eşlerinin tespitiyle ilgili olurdu. Bazen oturma evine köyün gençleri de gelir, kızlara yardım etmeye çalışır ve onlarla birlikte eğlenirlerdi.56
Kış aylarında büyüklerin olmadığı evde geçen oturmalarda birbirlerini görüp konuşan Hafız ve Bibiesma, artık üç yıldır gizli görüşürler:
“Üç yıldır ondan aldığım işlemeli mendillerin sayısını da bir Allah bilir! Genç seçme oyununda beni üç kez saymışlar. Ben üçünde de Esma’ya denk gelmişim. Ferhi yenge “sizin saçlarınız bağlanmış” diyor. Benim de içime bir şeyler doğuyor, Huda’m nasip ederse beraber oluruz diye umut ediyordum. Fakat annemin rızasını almak zor.” 57
Burada da büyüklerin olmadığı evde kızların bir araya gelerek sevdikleri yiğitleri kurayla çekip eğlenmeleri, kızlar ve erkeklerin karşılıklı atışmaları, kızla oğlanın gizli saklı görüşmeleri, bu görüşmeler sırasında kızın sevdiği gence işlemeli mendil hediye etmesi gibi Tatarlara özgü gelenek ve örf-âdetler söz konusudur. Ayrıca hem imece hem askere uğurlama sırasında kız tarafından gence verilen işlemeli mendil, Tatar Türklerinde iki sevdalının beraber olacaklarına dair verdikleri sözün simgesi olurdu.58 Bu konu, Tatar Türklerinin birçok türküsü ve manisinde de geçer.
1.1.b. Dini Yolalar (Dinî Gelenekler)
Uraza (Oruç.)
Hikâyede köy işine alışkın güçlü fiziğe sahip erkekler, Ramazan ayında gerçekleşen ot biçme imecesinde tarlanın bir tarafından girip diğer tarafından çıkarlar. Hepsi kan ter içinde kalır ve susuzluktan dilleri damaklarına yapışır. Aralarında biri neredeyse baygınlık geçirir. Hikâyenin bu kısmında yaz mevsiminde tutulan orucun ne kadar zor olduğu gösterilmiştir. Hele Kazan Tatarları için. Bu Türk boyunun yaşadığı coğrafyada yazın güneş akşam saat 9-10 gibi batar ve gece saat 2’ye doğru artık doğmaya başlar. Bundan dolayı İslam dinini yaymaya gelen sahabeler de bayağı bir şikâyette bulunmuşlardır. Çünkü akşam namazı ile sabah namazı arası o kadar kısadır ki yatsı namazı için zaman neredeyse kalmıyor. İbn Fadlan da Bulgar şehrine gelişini anlatan Seyahatname’sinde bu durumdan bahsetmiştir.59 Fakat başka Türk boylarından daha erken dönemlerde ve ilk olarak İslam dinini kabul eden Tatar Türkleri, dinine çok düşkün bir toplum olarak bilinir ve hikâyeden de görüldüğü gibi XX. yüzyıl başında da bu durum değişmez: Gün ne kadar sıcak olursa olsun, ot biçenlerden kimse orucunu susuzluğunu gidererek bozmaya kalkmaz.
1.1.c. Tatar Xalkınıŋ İctimagıy Tormışı (Tatar Türklerinin Sosyal Hayatı)
Soldatka Alınu (Asker Olma).
Hikâyede Hafız, babası sağ olmadığı ve annesinin tek erkek çocuğu olduğu için askere alınmaz. Bu, XX. yy. başında Rusya’da uygulanan bir kuraldı. Sovyet döneminde de babası sağ olmayan ailelerde en küçük oğlan çocuğun askerlik yapma zorunluluğu yoktu.
1.1.ç. Tatar Xalık Edebiyatı Ürnekleré (Tatar Türklerinin Halk Edebiyatı Örnekleri)
Cır Cırlav (Mani Atışma).
Tatar Türkleri, sadece eğlenirken değil iş yaparken de türkü söylemeyi, mani atışması yapmayı çok seven bir toplumdur. Özellikle de avlak öy (oturma) ve öme (imece) gibi işlerin toplu yapıldığı ortamlarda hem erkekler hem kadınlar türkü yakar, mani atışması yapardı. Tatar Türkçesinde kıska cırlar (kısa türküler) olarak adlandırılan ve Tatar halk edebiyatının en yaygın türü olan maniler, Tatar bilim adamı İlbaris Nadirov’un da yazdığı gibi, “Tatarların yaşadığı her köyde, her şehirde – Orta İdil civarı ve Kama nehri boylarında, Ural yöresi ve uzak Sibirya enginlerinde – hayatın ta içinde olan bir tür olmuştur.”60 Halkın günlük hayatı çeşitli bayramlar, gelenekler, örf âdetler, oyunlar, eğlencelerle sıkı bir bağlantıda olduğundan dolayı, kıska cırlar köy sokaklarında da, şehirde de, avlak öyde de, köydeki eğlence mekânı olan kulüplerde de, iş sırasında da, akraba ve dostların bir araya geldiği sofra meclislerinde de söylenirdi. Tabigat Balaları (Tabiat Çocukları) adlı hikâyede de sesi güzel olan gençler mani atışmaya başlayınca, kızlar da onlara eşlik eder. Böylece eğlence ile karışınca iş daha kolay yapılır:
“Aralarında sesi güzel olan, dilbaz şakacı gençler de var. Onlar, bir ucu kızlara, gelinlere dokunacak şekilde bayağı bir iyi mani söylemeye başlıyorlar; kızlar daha zehirli manilerle cevap veriyor; bazen bir arada dostça söylenen türküler de oluyor…” 61
Burada bütün Türk boylarına özgü olan mani atışması, gençlerin ve kızların gizli duygularını, birbirlerine olan münasebetlerini dışa vurmaya da yardım eder.
Hikâyede Akidil nehri boyunda ot biçmekte olan erkekler ise yaşadıkları yörede akan akarsuyla ilgili türkü söylerler:
Agıydélkey alkın, suvı salkın,Dulkınnarı kaga sallarga…62Akidil hey akar, suyu soğuk,Dalgaları vurur sallara…Mekaller Hem Eytémner (Atasözleri ve Deyimler).
Eserde Tatar halkının günlük hayatta sık kullandıkları atasözü ve deyimlerinden de ustaca faydalanılmıştır. Genel olarak söylemek gerekirse, A. İbrahimov yazdığı her eserinde halkın konuşma diline, deyim ve atasözlerine özen gösterir ve onları sık kullanır. Örneğin, bir kızın güzelliğini anlatmak için mevcut hikâyede “Şundıy sılu – bér kaşık suga sal da yot” (“Öylesine güzel, bir kaşık suya koy da yut”), “Alma kébék kızı bar” (“Elma gibi kızı var”) ve iki insanın birbirine nasip olduğunu bildiren “çeçleré beylengen” (“saçları bağlanmış”) gibi deyimlerin ve belli bir süreye dayanmaktan bahsederken “Bér yılga kuyan tirésé de tüze” (“bir yıla tavşan kürkü de dayanır”) ve sözde durmaktan söz ederken “Eytken süz, atkan uk” (“Söylenen söz, atılmış oktur”), “İr ike söylemes” (“Erkek iki kez konuşmaz”) gibi atasözlerin kullanılması görünmektedir.
Tabigat Balaları (Tabiat Çocukları)’nda zaman dilimi de “Bér samovar kaynap çıgarlık ta vakıt ütmegendér” (“bir semaverin kaynayacağı vakit bile geçmemiştir”), ekin tarlalarında buğdayların gür ve yüksek yetişmesi de “cigülé at kérse, dugası-nisé bélen yugalır” (“koşumlu at sürsen içine, içinde koşum yayı ile beraber kaybolacak”) gibi Tatar Türklerinin hayatına özgü detaylarla tanımlanmaktadır.
1.1.d. Tatar Xalkınıŋ Milli Kıymmetleré
(Tatar Türklerinin Kültürel Değerleri)
Kiyém-Salım (Giyim-Kuşam).
Eserde Hafız kendi atına binip imecenin olduğu tarlaya geldiğinde kızlar ve gelinler, çalışma elbiseleri üzerinden giydikleri güzel elbise ve şallarını çıkartıp çalışmaya hazırlanıyorlardı:
“Köyün gençleri hâlâ at arabası yanında şakalaşıyorlardı. Önce Ferhi yenge indi arabadan, onun peşinden yazmalarını arkaya doğru bağlayan, bembeyaz ciŋseler 63 giyen olgun kızlar, bir şeyler konuşarak, gülerek ve şakalaşarak ekinlerin biçileceği yere doğru gittiler.” 64
Hikâyenin bu parçasında, Tatar Türklerinin giyim-kuşamıyla ilgili bilgi verilmektedir. Eskiden köylerde tarla ve ev işlerinde giysinin kolu eskimesin, kirlenmesin diye her iki bileğe giymek için ciŋseler dedikleri ek yenler dikilirdi. Tatar Türklerinde giysinin bu parçanın adı, yen anlamına gelen ciŋ kelimesinden türemiştir. Kızlar, bembeyaz kumaştan dikilen bu ek yenleri nakışlarla da süslerdi.
Tatarlarda eskiden genç kız ve kadınlar, mutlaka başlarını Tatar Türkçesinde yavlık denilen yazma ile örterlerdi. Genç kızlar, beyaz yazmalarının uçlarını arkaya doğru bağlarlardı. Evlenen kadınlar ise yazmanın uçlarını çene altına bağlardı. Günümüzde saçlarını yazma ile artık yaşlanmaya başlayan teyzeler ve nineler ancak örterler.
Aşamlıklar, Rizıklar (Yemek Kültürü).
Hikâyede Tatar Türklerinin yeme-içme kültürüyle ilgili bazı bilgiler de mevcut. Eserde yalnız yaşayan yaşlı kadın, imeceye gençleri toplamak için bir kece berené (oğlak) kesip önce ziyafet verir. Çünkü imece sırasında çalışanların gönlünü görmek için mutlaka mal kesilir ve ziyafet verilirdi.65 Tatar Türkleri toynaklı hayvanlardan et için geniş aileli insanlar genelde tana (dana), sarık (koyun), az ya da tek nüfuslu ailede de kece berené (oğlak) beslerdiler. Hikâyede nine yalnız başına yaşadığı için küçükbaş hayvan olan kece berené (oğlak) besleyip keser.
Eserde Ramazan ayı haricinde imeceye gelen köylülere genelde sabah maylı koymak,66 öğleyin de siméz itlé öyre ikram edildiği de bildirilir. Öyre diye Tatarlar, genelde yarma ile pişirilen cıvık çorbaya derler.67
“İmece, imece diyorlar. Oruçta imece de kuru laftan başkası değil. Başka zaman olsaydı, sabah tereyağlı krep ile çay içirip uğurlarlar, öğleyin de semiz etin suyunda pişirilen öyre getirirler. Peki, oruç zamanında ne var?” 68 ;
“Çocuklar yine ‘Öyre geliyor, öyre geliyor!’ diye bağrışmaya başladılar. İşte bu bir gerçekti: Üzeri sofra örtüleriyle örtülü göbéler, 69 batmanlar 70 konulan, bunları kucağına alıp iki oğlan çocuk ve bir tane kadının oturduğu kocaman at arabası bizim tarlanın tam orta bir yerinde durdu. Önce kızlar, gelinler, onların peşinden biz, orakları kenara atıp yer ortasındaki söğütlerle çevrili göl boyunca şu arabaya doğru koştuk.” 71
Burada, Tatar Türklerinin eskiden ve günümüzde de severek sabah kahvaltıya çay yanına tereyağlı krep yapmaları da anılmaktadır. Ayrıca, öğle yemeğinde ikram edilen semiz etin suyunda pişirilen darı yarması çorbası öyre’den de söz edilir. Eski çağlardan beri tarımcılıkla uğraşan Tatar halkı imecelerde genelde bu tür çorbayı pişirmiş olmalı. Çünkü Tatar âlimi F. Bayazitova, Tatarların yaşadığı değişik coğrafyaya düzenlenen folklor araştırma kamplarında toplanan imece türkülerinde genelde hep öyre’den ve botka’dan72 bahsedildiğini yazar ve buna şöyle bir örnek de verir:
Öyrelerde miken aşığız,Butkalarda miken aşığız.Öyreler de bulsa aşığız,Süségézné töymi taşlıybız.73Öyreler mi ki yediğiniz,Keşkekler mi ki yediğiniz.Öyreler de olsa yediğiniz,Lifinizi dövmeden bırakırız.Savıt-Saba (Mutfak Eşyaları).
Hikâyede yiyeceklerle beraber Tatar Türklerinin mutfakta kullandıkları bazı eşyalardan da bahsedilmektedir. Örneğin, Tatar Türkçesinde göbé olarak bilinen ve kaymaktan yağ yapmak için kullanılan yayıktan ve batman denilen ve bal koymak için kullanılan yüksek ve dar kova anılır:
“Üzeri sofra örtüsüyle örtülü göbéler, batmannar konulan, onları kucağına alan iki çocuğun bulunduğu ve bir kadının oturduğu büyük at arabası bizim yerin ortasında durdu. Önce kızlar, gelinler, onların peşinden biz, orakları kenara atıp yer ortasındaki söğütlerle çevrili göl boyunca şu arabaya doğru koştuk.”74
1.2 Tatar Xatını Niler Kürmi
(Tatar Kadını Neler Görmez) Adlı Eser Örneğinde
XX. yy. başı Tatar edebiyatında aile, okul medrese sorunları ile beraber güncel ve merkezî konuların bir tanesi de kadınların toplum ve aile içindeki hakları oldu. Despotizme dayanan örf âdetlerin hukuksuz kurbanı olan kadınların kaderi, demokratik ruha sahip olan Tatar ediplerini en çok endişelendiren konulardan oldu. Tatar edebiyatı uzmanı, çağdaş bilim adamı Ferit Beşirov’un da belirttiği gibi, bir taraftan onlar bu meseleyi ayrı bir şahsın kaderi örneğinde izlemeyi amaç edindiler, diğer taraftan da mevcut içeriği daha geniş planda, Tatar milletinin bugünkü vaziyeti ve geleceği ile bağlı açma niyetinde idiler.75
A. İbrahimov da 1908 yılında Ural’da Miass fabrikasında çalıştığı dönemde yazdığı Tatar Xatını Niler Kürmi (Tatar Kadını Neler Görmez) adlı eserinde Tatar köyünün zor, karmaşık hayatını, daha fazlası Tatar kadınlarının trajedisini Gülbanu adlı Tatar kadınının feci kaderi misalinde anlatır. Eserin bu yılda yazılan ilk sürümünde Tatar kadınının sosyal ezikliğe ve aile içindeki hukuksuzluğa olan protestosu çok değişik şekilde tasvir edilir: Gülbanu, eziyet gördüğü kocasının evinden erkek kıyafeti giyerek kaçar. Fakat bu eserin daha sonra yazdığı ikinci sürümünde A. İbrahimov Gülbanu karakterini gerçek hayat şartlarında gösterir. Eserde Tatar kadınının kaderi artık sadece Gülbanu karakterinin hayatı örneğinde değil, o dönemde onun gibi feci kaderi paylaşan başka birçok kadının -eşine yedinci eş olup gelen ve hayatınca ondan korkarak yaşayan annesi Fethiye Nine, ihtiyar Nuri’nin merhametsiz davrandığı önceki altı tane bahtsız eşi, çocuğu olmadığı için üzerine kuma getirilen ve artık kendi evinde hizmetçi vazifesinde kalan Gülbanu’nun güzel yengesi Meftuha, kızken eniştesi tarafından aldatılan ve çocuğunu aldırtmak zorunda kalan görümcesi Hayırnisa, kantun ihtiyar Şibay’a kim bilir kaçıncı eş olup gelen ve kötü huyundan dolayı kocasından sürekli dayak yiyen kaynanası Sabira, kendisi ve onun eziyetine dayanamayan kumaları- hayat hikâyeleri örneğinde de anlatılır. Eserde hangi kadının hayatına bakılırsa, hepsi kendi başına ayrı bir dram, ayrı bir trajedidir.
Öykünün ikinci sürümünde Ekim Devrimi öncesi Tatar köyünün hayatı, sosyal yapısı, halkın günlük hayatı, gelenekleri daha dolu ve daha bol boyalarla tasvir edilmiştir. Tatar bilim adamı M. Xesenov’un da dediği gibi, öykünün yeni sürümünde Tatar kadının kaderi artık aile içi ilişkilerin karakteri, Müslüman kadının toplumdaki durumu, İslam dini, şeriat kanunları gibi faktörlerle belirlenmektedir.76
Babası tarafından hiç tanımadığı ama varlıklı bir aile mensubu olan komşu köyün genciyle evlendirilen Gülbanu, kaynanasının eziyetlerine, kaynanasının kocasını kışkırtmalarına, kocası tarafından dövülmeye, yani kaynanası ve eşi tarafından gördüğü zulme ve evlât acısına dayanamayıp kendisini nehre atmasında çok derin felsefi anlam var: Yazar, toplumda köklü değişimler olmadığı sürece Tatar kadının özgür olmasının imkânsız olduğunu gösterir. Bu yüzden Tatar Xatını Niler Kürmi (Tatar Kadının Neler Görmez) adlı öykünün kıymeti sadece Tatar edebiyatı ile sınırlı kalmadı. Bu konu, Sovyetler bünyesinde olan bütün Türk boyları için ortak ve güncel bir konu idi ve onu kaleme almayan Orta Asya, Kazakistan ve Kafkasya halklarından olan neredeyse tek bir yazar kalmadı.
Öykü, köydeki sosyal farklılığı, eski Tatar aile yapısını, Tatar Türklerinin aile içi –ayrıca düğün geleneğinin bütün safhalarını- ve mevsimlerle ilgili geleneklerini, yüzyıllarca süregelen örf âdetleri, aile içi ve akraba ilişkilerini, Tatarların hayat tarzını, hukuki ve dinî haklarını ve yeme-içme, giyim-kuşam gibi kültürel değerlerini, yani bir halkın soyut ve somut mirasını detaylı bir şekilde ortaya koyan eşi benzeri olmayan bir eserdir.
Eserin adından da görüldüğü gibi A. İbrahimov her şeyden önce Zölhebire, Satılgan Kız Beyété (Satılan Kız Beyti), Bexétséz Kilén (Bahtsız Gelin), Dertli Bibigayşe vb. Tatar halk türkülerinde ve beyitlerde asırlarca anlatılıp gelen Tatar kadınlarının çetrefilli, çoğu zaman feci hayatını kaleme alır. Bütün Türk boylarında olduğu gibi Tatar Türklerinde de kızların kayınbaba evindeki hayatı genelde zorluk, mutsuzluk ve sıkıntı içinde geçer ve bazen de feci bir şekilde sona ererdi.
A. İbrahimov, Tatar Xatını Niler Kürmi (Tatar Kadını Neler Görmez) adlı eserinde Tatar Türklerinin evlenme, doğum ve cenaze merasimleri gibi aile içi geleneklerine tek tek değinmiş durumdadır. Özellikle de yazar, düğün geleneğini bütün safhalarıyla adım adım tasvir eder. Daha fazlası, bir aile içinde yer alan karı-koca, baba-oğul, gelin-kaynana, enişte-baldız, dünürler arası ilişkiler ve kuma getirme, mal paylaşımı, büyük oğulların baba evinden kendi evlerine çıkması gibi örf-âdetler, medresede eğitim görme, para kazanmak için gurbete gitme, Çar ordusunda askerlik yapma, din ve mahkeme yoluyla hakkını arama gibi sosyal sorunlar, köylü bir insanın hayat tarzı, toprak kiralama, yevmiyelik çalışma, ırgatlık, bunlar hepsi yazar tarafından öyküde ustaca tasvir edilir.
1.2.a. Gaile Hem Könküréş Yolaları
(Aile İçi ve Mevsimlerle İlgili Gelenekler)
Gaile Yolaları (Aile İçi Gelenekler.)
A. İbrahimov’un mevcut eserinde aile içi geleneklerinin her üçü de –düğün, doğum, cenaze- yazar tarafından özenle tasvir edilir.
Eser, aile içi geleneklerin içinde yer alan düğün merasimi ile başlar. Bu merasimin birçok safhası detaylı olarak kaleme alınmış durumdadır.
Düğün geleneklerini ele almadan önce düğün merasimiyle doğrudan bağlantılı olan ve eserde yer alan kızı evlendirme yaşı, evlenecek erkekle ilgili ölçütler, Tatar toplumunda kız ile erkeğin evlenmeden önce bir araya gelip görüşmesi, kızın ahlak ve namusunun onu yetiştiren annesinden sorulması gibi birkaç detayla ilgili bilgi vermek doğru olur.
Kızı Evlendirme Yaşı.
Eskiden Tatar Türklerinde kız çocuğu en erken on altı yaşında evlendirilebilirdi. Yirmiye kadar evlenmeyen kız, genelde sazıgan (evde kalmış) sayılırdı. Öyküde Fethiye Nine, kızının tarafını tutmak, onu sevmediği birisiyle evlendirmemek için direnirken, eşine kızının henüz genç yaşta olduğunu hatırlatır:
“Babası, biraz sabretsek mi ne? Kızımızın yaşı geçmemiş ya! Eylülde yeni on altısı bitti, on yedi yaşından gün aldı…” 77
Tatar Türklerinde kızlar, bu konuda hukuk tarafından korunmaktaydı ve kız çocuğun daha erken evlendirilmesi kanunen yasaktı. Hikâyede nikâh kıyan bir mollanın bu konuda bir yanlış yaptığından dolayı işinden olduğu da anlatılır:
“İzzet’in bir hatasıyla ilgili şikâyette bulundu: ‘Yaşı dolmayan kıza nikâh kıydı.’ diye dilekçe verdi. Araştırınca, gerçekten de nikâh kıyıldığı zaman kızın iki ayı dolmadığı ortaya çıktı. Bu yüzden imam görevinden alındı.” 78
Evlenecek Erkekle İlgili Ölçütler.
Kızını isteyen birisinden bir babanın ve annenin istediği ölçütler de olurdu. Bu ölçütlerin başında, her şeyden önce kızı isteyen adayın iyi ve varlıklı bir aileden olması gelirdi. İhtiyar Nuri de işte bu sebeple rızasını zengin ve saygın bir aile tarafından gönderilen görücüye verir. İhtiyar Şeveli bile bütün kuralları yıkıp kızını kendi istemeye gelen Şeyhel’e onu bol hayatta yaşatabilecek koşulları sorar:
“Sana, dedi, nasıl kız vereyim? Zengin dersen, malın yok, baban evinden attı. Çalışarak kazanır dersen, elinden gelen bir hünerin yok. Sana nasıl kız vereyim?’ dedi.” 79
Kızının Lütfi adlı bir gence gönül verdiğini öğrenen Fethiye Nine de gencin yakışıklı ve boylu poslu olduğunun yanında hemen onun durumunun iyi olduğunu da vurgular:
“Gencin kim olduğunu öğrenince o, biraz canlandı ve kendi kendine ‘Olmayacak birisi değil. Yakışıklı, boylu poslu, zenginliği de var.’ diye, takdirde varsa ve görücü gelirse kızını vermeye razı oldu.” 80
Lütfi’nin Gülbanu’nun yengesine konuştuğu parçada ise bütün Türk boyları için ortak olan bir örf âdetten bahsedilir: Bir genç (baba evinde kalmak zorunda olan en küçük oğlan değilse), evlenmek için önce ev yapmalıydı:
“İşte diyor, canım yengem diyor, amcam da bilir. Onlardan gizlim saklım yok, güze düğün yaparım, genç gelini getirmek için ayrı yeni bir evim olsun diye düşündüm, diyor.” 81
Zaten Türkçede “evlenmek” fiilinin “ev” kelimesinden türemiş olması da buna en iyi kanıttır. Devirler değişse de bu âdet günümüzde de önemini korumaktadır.
Saygınlık, yakışıklılık ve varlık yanında bir şart daha vardı kız verirken damadın askerliğini yapmış olması. Eserde buna örnek olarak Çelem Dede Şeveli’nin kızına söylediği sözler getirilebilir:
“Acele etmemek lazım kızım. Asker olacak daha. O gidince elinde çocukla kalırsan ne yaparsın?” 82
Tatar Toplumunda Kız ile Erkeğin Evlenmeden Önce Bir Araya Gelip Görüşmesi.
Gülbanu’nun Lütfi adlı bir gence gönül vermesi, onun daha önceden bu gençle bir araya gelip görüşmesine işaret eder. Tatar Türklerinde kız ile erkek, evlenmeden önce de görüşebilirdi. Bu, genelde tarla işleri ve mevsimlerle ilgili gelenekler –ot ve ekin biçme, avlagıy83– sırasında ve çeşme yolunda olurdu. İşte Gülbanu da Lütfi ile öyle yerlerde görüşür:
“Gerçi aralarında şu orman ağzında ot biçerken birden koşarak ağaç altından çıkıp kucaklayıp öpmekten başka hiçbir şey olmasa da, gerçi onların bütün yakınlıkları orak işi, ot biçme işi ve çeşmeye su almaya giderken arada bir görüşmekten ibaret olup göz kırpma, kaş oynatmadan daha fazlaya kaçmasa da, gerçi avlagıya gittiği evde eşikte bu oturmada bulunan başka gençlerden gizli saklı verilen sözden, iki kez sunulan hediyeden başka hiçbir şeyle onlar bağlanmış olmasa da, düğüne kadar Gülbanu kendisinin Lütfi’ye, Lütfi’nin de kendisine ait olduğunu düşünüyordu.” 84
Merhaba ile Şeyhel de birbirlerini tarla işleri ve oturma sırasında görüp tanırlar. Fakat Gülbanu ile Lütfi’den farklı olarak, onlar birbirlerini görmek ve tanımakla sınırlı kalır:
“O, ihtiyar Nuri’ye bazen yevmiyelik işe giderdi. Tarlayı gereksiz ottan temizlerken, ot biçerken, ekin biçerken, harmanda ekin döverken Şeyhel ile sık görüştüler.” 85
Tatar Türklerinde kızlar ile erkekler iş ve eğlence sırasında bir araya gelebilir ve başka Türk toplumlarından farklı olarak bu konuda daha serbesttiler. Böylece onlar hem iş yapar, hem kendilerine eş beğenirdi. Eserden görüldüğü gibi hatta eğlenceye -örneğin, düğüne-giderken de gençler bir arada kaynaşarak, birbirlerini beğenme derdine düşerdi:
“Her kız, sevdiği gencin önünde ve her gencin karşısında kimseden eksik görünmemek, gönül almak, kalplere aşk tohumları ekmek istedi. Mümkün olursa bir bakışı, fırsat olursa bir göz kırpmayı, kaş oynatmayı umut etti.
Kızışmış yürekli kızların dalgası, kendi büyüleyici gücüyle genç tasasız gençleri gizli iplerle kendi peşlerinden kendi gölgeleri gibi sürükleyiverdi. Kırma bürék 86 hazırlayamayan genç, güzel bir kelepüş 87 elde etti. Bu gibi günlere sakladığı bişmeti 88 varsa onu giydi, yoksa kamzolunu 89 silkeleyip düzeltti. Sevdiği kızın hediyesi olan kırmızı ya da yeşil mendili işlemeli tarafıyla cebinden dışa doğru sarkıtıp olduğu kadar ve gücünden geldiği kadar süslenen her genç, kendisini sokağın dalgasına attı. Canı istediği kızı görür, belki bir çift laf ederim, belki fırsat olursa, gizli görüşebilirsem ayazdan kızarmış yüzünün tam ortasından, alev alev tutuşan dudaklarından öperim, belki sözleşirim diye heyecanlandı. İşte bu heyecan onun vücuduna bir hafiflik verdi, ayaklarını hızlandırdı ve gözüne yüzüne gençlik nuru ekledi.” 90