
Полная версия
Alimcan İbrahimov'un Eserlerinde Tatar, Başkurt, ve Kazak Türklerinin Kültürel Değerleri
Bu parçadan, sevdalanan genç ile kızın kendi aralarında söz kesme alameti olan işlemeli mendilin kız tarafından gence hediye edildiği de görünmektedir.
Tatarlarda bir kız çocuğu evlerine gelen erkekten gizlenmeyi de gerek bulmazdı. Sadece edebe uygun olarak ağzını yazmasının ucuyla örterdi:
“Evde Merhaba yalnız başınaydı. Yabancı bir genci görünce ne gizlendi ne de selam verdi. Ağzının bir köşesini yazmasının ucuyla örttü de arada bir konuğa gizlice göz gezdirdi.” 91
Kızın Ahlak ve Namusunun Annesinden Sorulması.
Kocasına anlattıklarında Gülbanu’nun annesi her ne kadar samimi olsa da bildiği bir şeyi -kızlarının başka bir gence sevdalı olmasını- kocasına yine de söyleyemez:
“Eğer kızının o genç ile çıktığını öğrenirse, her şeyden önce Fethiye Nine’nin üzerine gelirdi: ‘Bir anne olarak kızını böyle mi yetiştirdin?’ der ve karısını sakat bırakana dek döverdi. Sonra da kızını o gence vermemek için dişiyle tırnağıyla direnirdi.” 92
Eserin bu yerinde Tatar aile yapısında bir annenin kız çocuğu yetiştirirken onun namusundan ne derece sorumlu olduğu görülmektedir. Örneğin, Gülbanu’nun annesi, kızı boy alıp serpilince çeşitli imece ve bayramlara gönderirken, gözü hep arkada kalır, kızının bir yanlış yapmasından korkar, köyde adı dedikoduya karışır diye ödü patlardı. Kızı Gülbanu’nun görüştüğü bir gencin olduğunu duyunca da annesi hemen “Harap oldum!” diye endişelenir:
“Kız her ne kadar gizlese de annesinin içine doğuyordu, yavrusunun gönlünün kime doğru aktığını görmekteydi. O, buna önce şaşırdı, ‘aman kızım azmasın, kötü dillere düşmesin, dedikodu malzemesi olmasın Huda’m’ diye endişelendi. Gülbanu oturmaya gitmek için izin alırken seçici davrandı, gideceği eve göre gönderecek oldu. Baharda nehir kenarına çimlerin üzerinde kendir ağartmaya, akşamları nehir boyunda çamaşır topaçlamaya gittiğinde, kaz yolma imecesine, ekin biçme, ot biçme imecelerine çağrıldığında, yaz mevsiminde dağa, çayıra çıktığında, çeşmeye su almaya gittiğinde, Sabantuy bayramında anne yüreği hiç rahat olamadı. Kendi tanıdığı, çok güvendiği kızlarla ancak gönderirdi. ‘Beraber gidin beraber dönün, aman birbirinizden ayrılmayın!’ diye defalarca tembihlerdi.”93
Gülbanu’nun görümcesi Hayırnisa’nın hayat hikâyesi örneğinde de bir annenin kızını yetiştirmede ne kadar sorumlu olduğu görülmektedir:
“Oturmaya gittiği evlerde, güz mevsiminde kaz imecelerinde en çok eğlenen, en çok türkü söyleyen, en çok oynayan kız, Hayırnisa olurdu. Bir keresinde oturmaya gittiği evde kapıyı bilerek açık bıraktı ve eve akordeoncu genci aldı. Bir defasında çok arsız olmaya başlayınca genci üst rafa ayağından asıverdi ve el âleme maskara etti. Onun bu şakası, babası ihtiyar Şibay’a da duyuldu. O, ‘Kızlarını iyi yetiştirmiyorsun, kötü yerlere oturmaya gönderiyorsun!’ diye eşi Sabira’yı çok kötü dövdü.” 94
Düğün Merasimi.
Eserde düğün ile ilgili gelenek ve görenekler, nerede yaşadıklarına bakmaksızın Tatarlarda en eski dönemlerden beri yaşaya gelen geleneklerdir. Buna en güzel kanıt, bu geleneklerin birçoğunun XIX. yy. sonunda-XX. yy. başında Tatar aydını, yazar ve bilim adamı Kayyum Nasıyri’nin kaleme aldığı Tatar Etnografiyeasé Materialları adlı hizmetidir. Aşağıda anlatılacak geleneklerin çoğu bu hizmette yer almıştır.95
Düğün Öncesi.
Kız Sorarga Kilü (Kızı İstemeye Gelme).
Eser, durumu iyi olan Nuri adlı saygın bir köylünün kızı Gülbanu’yu bir hafta içinde iki görücünün istemeye gelmesiyle başlar. Gönlüne hoş gelmeyen ilk gelen görücüyü ihtiyar Nuri, bir bahane bulup geri yollar:
“Bir hafta içinde kızı isteymeye iki görücü geldi. İlkini ihtiyar Nuri beğenmedi, kolay bir bahaneyle geri çevirdi: ‘Çok meşakkatli zamanım.’ dedi. ‘İşte ev inşaatına başlamayı düşünüyorum, bu amaçla arazi ve ağaç tomrukları satın aldım. Bu yıl düğün yapmaya gücümüz yetmez gibi.’ dedi.” 96
Gelen diğer görücüye ihtiyar Nuri kızını vermeye razı olur:
“İkincisi, komşu Bikyar köyünden kantun 97 Şibay tarafından gönderilmişti. Bu görücü, gönlüne pek hoş geldi. İhtiyar, diyecek bir söz bulamadı. Bu durumu görücünün kendisinden de gizlemedi: ‘Kendin de saygın birisin, seni gönderen adam da… Doğrusunu söylemek gerekirse, ne diyeceğimi şaşırdım şimdi. Çünkü bu yıl öyle büyük işlere el atamayacağımızı düşünmüştük. Ama seni de geri yollamaya gücüm yetmiyor. Şimdilik kesin söz veremem, annesiyle konuşmam lazım. Kardeş-sülaleye de danışayım.’ dedi. Kendisi kızı vermek istediğini dolaylı yollarla anlatmaya çalıştı.” 98
Bu gibi durumda aile başı olan baba, nadiren de olsa eşine ve hatta kızına da danışırdı. Örneğin, eserde Çelem Dede Şeveli, kızını isteyen Şeyhel’e şöyle cevap verir:
“… Bu türlü işler benim eşimden sorulur! Kızım da karşı değilse, ben ne diyeyim? Evlen!” 99
Ama evlilik meselesinde annelere ve kızlara sorulduğu yine de çok nadir görülürdü. Evin reisi olan baba, kararı daha çok kendi verirdi. Bu durum, sadece Gülbanu ile değil, onun büyük görümcesi Minnisa için de aynı olmuştur:
“Bir hafta ya geçti ya geçmedi iyi bir yerden görücü geldi. Babası, kızından razı olup olmadığını sormadı. Fakat Minnisa insanlardan duyduklarına memnun olup içini ferah tuttu.” 100
Babası kıza bu evliliği isteyip istemediğini sorduğunda da kız, babasına ancak üçüncü kez sorulduktan sonra cevap verir, yine evlendirilecek erkeği beğendiğini ve onunla evlenmeye razı olduğunu açıkça bildirmez, böylece son sözü babasına bıraktığını imalı bir şekilde anlatmaya çalışırdı:
“Merhaba cevap vermedi. Bunlara yan oturup önlüğünün kenarını bir katladı bir düzeltti. İhtiyar bir kez daha sordu, kız yine ses vermedi. Üçüncü kez sorunca, önlüğünün kenarıyla oynayarak kızardı ve gözlerini ayağındaki çabataya 101 dikerek, yavaşça utangaç bir sesle ‘Bu ne demek şimdi baba! Ben bu işlerden ne anlarım?’ dedi. Gencin gönlünü bir sıcaklık sardı. O, Merhaba’nın cevabını ‘Ben karşı değilim, sen nasıl istersen.’ diye anladı.” 102
Eserde Tatar aile yapısında bir baba sözünün geçerli olması, kararı genelde onun yalnız başına alması, sonra da eşini ve kızını alınan karar ile yüz yüze bırakması gibi unsurlar da söz konusudur: “Fakat kimseye danışmadı. İki gün düşündü de üçüncü gün kahvaltıdan sonra eşi Fethiye’ye şöyle dedi: ‘Annesi, dünürler parayla gelirler. Yemek hazırlamak lazım.’ Annenin yüreği ağzına geldi, diz bağları çözüldü. Ödü patlayıp kocasının gözlerinin içine baktı ve ürkerek ‘Bu ne demek? Hangi dünürler?’ diye sordu. Nuri, konuyu tek cümleyle kapattı: ‘Gülbanu’yu veriyoruz. Saygıdeğer bir aileye katılıyoruz. Aman insanlara rezil olmayalım, yiyeceklerini güzel hazırla!’”103
Ama tabii, kız isteme olayı her zaman usulüne göre olmaya da bilirdi. Özellikle de kız ile gencin aileleri sosyal açıdan eşit olmadıkları zaman. Örneğin, eserde ihtiyar Nuri’nin büyük oğlu Şeyhel, kendilerinde ırgat olan fakir Çelem Dede Şeveli’nin kızını istemeye babasının gitmeyeceğini bildiği için yalnız başına gider:
“Babası ile kavga ettiği gün hemen, babasının evinde uzun yıllardır ırgat olan Çelem Dede ihtiyar Şeveli (Şahveli)’yi gördü ve şöyle dedi: ‘Sana diyeceğim var. Şöyle bir gel.’ Sonra ağaç tomruğu üzerine oturmaya davet etti ve doğrudan konuştu: ‘Şahveli Dede, sen kızın Merhaba’yı bana ver!’ dedi.”104
Başkoda (Görücü) Gönderme.
Eserde, bütün Türk topluluklarına ortak olan görücü usulüyle evlenme geleneği görülmektedir. Eskiden Tatarlarda görücü anlamına gelen dimçé, yavçı, başkoda adlarıyla anılan birisi olarak köyde en saygıdeğer, güvenilir, atak, ağzı söz yapan ve sır tutmasını bilen bir büyüğü gönderirlerdi. Hikâyede olaylar Başkurdistan’da bulunan bir Tatar köyünde gerçekleştiğinden dolayı görücü için Ural bölgesinde yaşayan Tatar Türklerinin dilinde yer alan başkoda kelimesi kullanılır.
Görücüyü, her ne kadar istenilen bir aile tarafından gönderilmiş olsa da ilk gelişinde “Kardeşlerime danışayım, sonra konuşuruz” gibi bahaneyle geri yollamak âdetten olmuştur.105
Görücü usulü evliliklerde kızlar genelde hiç tanımadıkları fakat ailelerinin uygun gördüğü bir erkekle evlendirilirdi. Eserde sadece Gülbanu değil, onun güzel yengesi Meftuha da eşiyle tanışmadan evlendirilmiştir:
“O, kocasını görmeden bilmeden evlendi.” 106
Bazen çok nadir de olsa bir erkek, görücü göndermeden kızın babasına kızı istemeye doğrudan kendisi giderdi. Eserde Şeyhel de Merhaba’nın babasına kızı istemeye kendisi gelir:
“Kızım, dedi, sana görücü getirdim. Görücü de kendisi, güvey de kendisi. Bak işte, dedi.” 107
Ama tabii burada genç, kızın daha fakir bir aileden olmasından cesaret alır. Yoksa varlıklı bir ailede baba, görücü gelmeden kızını asla vermezdi. Zaten eserde Merhaba’nın annesi de Şeyhel’e hatasını yüzüne vurur:
“Gencin nasıl böyle bir iş için geldiğini öğrenince, ‘Genç başınla geleneklerimizi bozuyorsun, birilerini görücü olarak göndersen ne olacaktı?’ diye, Şeyhel’e kızdı.” 108
Ama Şeyhel’in her ne kadar babasıyla kavga etmiş olsa da varlıklı ve saygın bir aileden olması, Merhaba’nın anne ve babasının geleneğin bozulmasına göz yummalarını sağlar.
Yabışıp Çıgu (Sevdiği Adama Kaçma).
Gülbanu’yu istemeye gelmeleri ve babasının bu evliliğe razı olması gün içinde köyde herkese duyulup akşama doğru kızın da kulağına gelir. Kız hemen içinden bir karar alır:
“Başka kimse ile evlenmeyeceğine, eğer babası zorlarsa gizlice Lütfi’ye kaçmaya gönlünden ant içmesi işte buna dayanmaktaydı.” 109
Kızın beğendiği erkeğe gizlice kaçma olayı, Tatar toplumunda pek yaygın olmasa da yine de yer alırdı. Kızın kaçmasına, yapışarak evlenmek anlamına gelen yabışıp çıgu ifadesi kullanılır. Böyle bir durum, anne ve babalar kızlarını başkasıyla evlendirmek istediği ya da gençlerin evlenmelerini bir türlü kabullenemedikleri zaman ortaya çıkardı. Bu tür evliliği, her iki tarafın büyükleri kınardı. Çünkü o, gençlerin büyüklere saygısızlığı olarak kabul edilirdi. Bu yüzden de bu tür evliliğe başvuran gençler, ilk başta gizlenmek zorunda kalırlar. Fakat artık kızlarını yeniden baba evine alma çaresi kalmadığından ve kızlarının rezil olduğunu da unutmayarak anne ve baba, çocuklarına nikâh kıydırmak zorunda kalırdı. Doğal olarak, bu olaydan sonra artık düğün yapılmazdı. Eskiden oğlan tarafı, belli bir miktarda başlık parası öder ve nikâhı da kendi evinde kıyardı. Bazen de kız evi, kendilerini küçük düşürülmüş sayarak kızlarıyla bir türlü görüşmek ve ona çeyizini de vermek istemezdi. Ancak zaman geçtikçe her iki taraf da yumuşar, bir araya gelirdi.110
Yabışıp çıgu durumunda kız ile sevdiği arasında haber ve mektup taşıyan insana –o, genelde kızın yengesi olurdu- ara bulucu anlamına gelen araçı kelimesi kullanılırdı.111 Onun aracılığıyla kız sevdiği erkeğe haber verir ve evinden kaçardı. İşte Gülbanu da böyle bir durumda ne yapacağına şaşırıp doğru komşuda yaşayan yengesine koşar:
“Bu haberi duyunca onun içine ateş düştü, nereye gideceğini ne yapacağını bilemedi. Eve girdi, orada kendisine yer bulamayınca yine dışarıya çıktı. Böyle kendisini nereye atacağını bilemediği bir an evde suyun bittiğini fark etti. Bu, iyi bir bahaneydi. Annesinden izin alıp çabucak giyindi, kaşını gözünü düzeltti. Yüzüne al, dudaklarına ruj sürdü, gözlerine azcık sürme çekti. Daha sonra kalın şalını örtünerek, çıngıraklı terazi ile kovaları alıp komşuda yaşayan yengesi Meftuha’ya gitti.” 112
Gönül verdiği başka bir genç olduğundan dolayı gözyaşlarına boğulan Gülbanu, babasının kararına razı olmaz ve yengesini sevdiğiyle görüşmesi ve Gülbanu’nun ona kaçmaya razı olduğunu anlatması için ikna eder:
“Canım yengem, hemen bugün git gör onu. Ne pahasına olsa da gör. Bizimkiler uyuyunca bahçe yolundan kar yığınları tarafından sağdaki pencereye gelsin. Ben onu pencerede bekleyeceğim.’ dedi. Kendisi içinden: ‘Öldürmeyecekler ya! Rencide olurlar, beddua ederler de durulur.’ diye düşünerek sevdiği genç Lütfi’ye kaçma kararı aldı. İşte bu kesin düşünceyle su ile dolu kovalarını kaldırıp artık düğünü için hazırlık yapılmaya başlanan evine döndü.” 113
Sevdiği adama kaçma kararı alan ve yengesiyle haber gönderen bir kızın işi, annesi ile babası uyuyunca kaçmaya hazırlanması olurdu:
“Kışın kısa gecesi kıza çok uzun göründü. Hava kararıp saat geç oldu, babası ile annesinin çay faslı da çok uzamış gibi geldi. Sekiden fincanları toplayınca, Fethiye Nine yine havlular, sofra örtüleri hakkında söz açtı ve kızının kafasını iyice karıştırdı. Bütün bunlardan kurtulur kurtulmaz babalarının diğer odaya geçip uyumasını bekledi. Daha sonra Gülbanu pencereye, perdenin sokağa bakan tarafında görünecek şekilde ince kızıl tasma astı. Sonra işlemeye başladığı mendili eline alıp yalnız başına pencere önünde el işi yapmaya başladı.” 114
Eserde Gülbanu’nun yakında babası tarafından başka birisi ile evlendirileceği hakkında sevdiğine haber vermek için el işi alıp pencere önüne geçmesi ve gencin kızı kaçırmak için pencereye gelip haber vermesini beklemesi olayına gelince, eskiden Tatar kızları sevdiği gençle akşamüstü, anne babası uyuduğu ya da görmediği zamanlar pencereden konuşurlardı. Bu gibi olay, Tatar Türklerine ait birçok manide de yer almaktadır. Örneğin, manilerin birinde kız, sevdiği gence şöyle seslenir:
İrte de kil, kiç te kil,Terezeme çirte kil;Kiç digeç te bik kiç kilme,Kiçké segat bişte kil.115Sabah da gel, akşam da gel,Pencereme tıkla gel;Akşam denince pek geç gelme,Akşam saat beşte gel.Fakat öyküde kızın sevdiği adama kaçma olayı gerçekleşemez: Güze doğru Gülbanu ile evlenebilmek için kıştan hazırlığa başlayan Lütfi, yeni evi için ormanda ağaç keserken yere düşmekte olan bir ağacın altında kalır ve sakatlanır. Böylece Gülbanu, babasının ayarladığı gençle evlenmek zorunda kalır.
Yereşü, Kiŋeş, Meher (Söz Kesme, Düğün Günü Belirleme, Mehr, Başlık Parası).
Tatar Türklerinde erkek tarafı danışmak, düğün günü belirlemek, düğüne alınacak çiftlerin sayısını konuşmak için düğünden 4-5 gün öncesi kız evine çağrılır. Tatar Türklerinde “Kiŋeşlé eş tarkalmas” (“Danışıp yapılan iş dağılmaz”) diye bir atasözü de vardır. Nikâh ve düğün kız tarafında yapılır. Sovyet döneminden itibaren artık alınmayan başlık parası da eskiden nikâh öncesi konuşulurdu.116
Eserde ihtiyar Nuri kızını vermeye razı olduktan ve söz kestikten sonra iki taraf bir araya gelir ve Tatar Türklerinde meher ya da kalın, kalım diye adlandırılan başlık parası konuşulur (yarısı verilir bile) ve cumartesi gününe düğün belirlenir:
“Para alındı, mehr konuşuldu, cumartesi düğüne gelinecek diye erkek evine insanlar gönderildi. Düğüne kaç kızak, kaç kişi geleceği belirlendi. Ahun Şerip’ten cumartesi günü kıyılacak nikâh için söz alındı.” 117
Nikâhtan iki gün öncesi getirilen meher, nikâh zamanında damat tarafından kız için meher sandığına koyulup genç geline ve onun akrabalarına hediye olarak gönderilen giyim-kuşam ve ayrı bir kızağa yüklenen yiyecekler ve paradan ibaret olurdu. 118 Hikâyede Gülbanu’ya gönderilen meher, yengeleri tarafından bakılır ve çok eksik ve rezil bulunur:
“Merhaba, erkekler sofradayken bir ara zaman bulup kadınlar tarafına geçti ve yere sererek meher olarak gelen elbiseleri, şalları, çizmeleri, paltoları karıştırmaya başladı. Ona kızgın gelin Merfuga da katıldı. Merhaba’nın ürkerek söylediği bazı eleştiri sözlerini iyice abartarak o, içini dökmeye başladı: “Diyeceğin var mı? İşte iki şal konuştular. Bir tanesi yumuşacık keçi pamuğundan olur dediler. Al, al işte, getirdiklerine bak: Keçi pamuğu böyle mi olur? Sahte ipten bu! Milletten de utanmıyorlar, Allah’tan da korkmuyorlar!’ dedi. Yine karıştırmaya devam etti. Bu sefer sıra elbiselere geldi. ‘Bak işte, altı elbisenin bir tanesi yünden, bir tanesi de değerli ipek dokumadan olur demişlerdi. Getirdiklerine bir bak, orak işi yapan bir kadına ancak verilen en kötü bez bu! Bir de kendilerini bir şey sanıyorlar, burunları havada, bir şey olduklarını sanıyorlar…” 119
Eni Bélen Etinéŋ Küŋélén Yomşartırga Tırışu (Anne Babanın Gönlünü Yumuşatmaya Çalışma).
Sevdiği ve görüştüğü gençle tasarladığı kaçış planı gerçekleşemeyince kız, son bir hamle olarak annesinin ve babasının gönlünü yumuşatmaya çalışırdı. Eserde Gülbanu da çaresizlikten ağlayarak annesine sevmediği ve tanımadığı adamla evlendirmesinler diye yalvarır:
“Anneciğim, vermeyin beni ona…’ dedi de hüngür hüngür ağlayıp kendisini annesinin göğsüne attı. Annesinin içine doğmuştu böyle bir şey olacağı. Gülbanu’yu bir türlü avutamadı. Tersine, kendisi yumuşadı, gözlerinden yaş geldi: ‘Ciğerim, yavrum, ne yapabilirim ki? Baban işte! Ben kendim de habersiz kaldım. Ne yapabilirim ki yavrum!’ dedi de kızını bağrına bastı.” 120
Ama Tatarlarda eskiden bir kız çocuğu annesiyle rahat konuşup ona ağlayabilse de aynı durum babası için geçerli değildi:
“O arada dışarıdan ayak sesleri geldi. Gülbanu sıçrayarak ayağa kalktı. Kapıdan giren babasına gözyaşlarını az da olsa gizlemeden, ağlayan gözleriyle baktı da gözyaşlarını elbisesinin yeni ile silerek, mutfağa çıktı.” 121
Gülbanu’nun annesi kızının acısına dayanamaz, bütün cesaretini toplayıp kocasına bu konuyu açar. Fakat baba dedikleri, kızının gözyaşlarına hiç aldırmaz:
“Ne imiş, ağlıyor! Ağlamadan hangi kız kocaya varmış? Eskiden kalan âdettir. Sen kendin de evlenirken ağlamadın mı? Biz kimden eksik hayat yaşadık?” 122
Daha fazlası, ihtiyar Nuri kızını tanımadığı biri ile evlendirmede hiçbir sakınca görmediği gibi, birçok mutlu evliliğin böyle gözyaşıyla başlamasını vurgular ve eşine, aynen böyle ağlayarak evlenmesini ve kendilerinin yaşadığı hayatı, mutlu bir hayat örneği olarak gösterir:
“Allah’a şükürler olsun, nice mal biriktirdik, nice çocuk büyüttük! Nasip olursa şimdi de en küçüğümüzü evlendireceğiz… Böyle mutluluk herkese nasip olmaz.” 123
Kadim insanlar, baba evinden ağlayarak ayrılan kızın gelecek hayatının güzel geçeceğine inanmışlardır. Bu yüzden gelin olacak kızlar ağlayarak onları kayınbaba evinde bekleyen kötü ruhların şefkatini arardı. Birçok Türk boyunda olduğu gibi Tatar Türklerinde de yöresine göre Kız Ağlatma anlamına gelen Kız Yılatu, Sıktav, Taŋ Kuçat, Ecel İtép Cırlav vb. gibi adlarla bilinen türküler de korunmuştur. Severek evlendiği durumda bile kız, baba evinden ayrıldığı zaman ağlamak zorunda olurdu. Bu, mutlak bir şarttı ve atalardan kalan âdet sayılırdı. Tatarlarda bu durumla ilgili “Yılap barsaŋ, goméréŋ kölép uzar, kölép barsaŋ, goméréŋ yılap uzar” (“Ağlayarak evlenirsen, ömrün gülerek geçer. Gülerek evlenirsen, ömrün ağlayarak geçer.”) gibi bir atasözü, nasihat da vardır.124
Tuy Aldı Ezérlék (Düğüne Hazırlık).
Düğüne gelen misafirlerin ağırlanacağı ev, Tatar Türklerinde eskiden de günümüzde de özenle hazırlanır. A. İbrahimov’un eserinde de kızın annesi, misafirler gelmeden önce erkeklerin oturacağı misafir odasını süsler; gereksiz bulunan eşyaları –sekileri, vitrini- çıkartır. Evin yarısını alan tuğladan yapılan ocağa badana yaptırır, yerleri sildirir, kapıdan başköşeye doğru beyaz keçe döşetir, onun üzerine el işi yolluklar serdirir, duvar boyuna minderler koyar. Duvarlara kırmızı ve beyaz renkli el işi havlular ve çarşıdan yeni alınan iki şemail asılır:
“Eskiden de Mekke ile Medine resmi vardı. Eve güzellik katıyor diye çarşıdan yine iki tane büyük şemail aldırttı. Şemailin birinde Aya Sofya Camisi, ikincisinde de İstanbul köprüsü resimleri vardı. Duvara asınca, onlar eve bambaşka bir renk kattı.” 125
Hikâyede bu detayın, özel anlamı vardır. Tatar Türkleri, İstanbul şehrini İslam dininin merkezi olarak algılarlar ve İstanbul’a gidip gelmeyi hacca eşdeğer bulurlardı. XX. yüzyıl başında Kazan’dan İstanbul’a gidip eğitim gören veya ticaret yapan Tatarlar da az olmadı. Ayrıca, evi şemaille süsleme, başka Türk boylarında pek rastlanmayan, Tatar Türklerine özgü ve günümüzde de değerini kaybetmeyen bir âdettir. Bu konuda ünlü Tatar aydını, yazar ve bilim adamı Kayyum Nasıyri şöyle yazar: “Duvarı süsleyip şemail, güzel çerçeve içinde diğer dualar, “Ayatül-Kürsi” gibi ve Mekke, Medine suratı ya da gül resmini kağıda yapıp çok güzel süsleyip duvara asarlar.”126
Evi süsleme safhasında Gülbanu’nun babasının durumunun iyi olduğuna işaret eden bir detay daha var: Annesi misafir odasını süslerken başköşedeki duvara Gülbanu’ya çeyiz olarak alınan büyük ayna ile büyük duvar saati asar. Bu tür eşyalara XX. yüzyıl başında tabii ki her köylü sahip olamazdı.
Kadınların kalacağı oda da Fethiye Nine tarafından “pelin dilli” dünürü Sabira’ya yaranmak için aynen erkek tarafı kadar güzel süslenir. Burada misafirleri sofrada ağırlama sırasında eskiden Tatar Türklerinde şeriata uygun olarak evi erkeklerin oturduğu ve kadınların bulunduğu kısımlara bölme olayı da görünür.127
Düğün esnası.
Tuy Atları, Aş Çanası (Düğün Arabaları, Yiyecek Kızağı). Düğün başlamadan önce kız evine akraba ve komşular gelir, avluya çoluk çocuk toplanıp eğlenmeye başlar. Düğün kızaklarının gelme müjdesini her zaman çocuklar verir. Günümüzde de Tatar Türklerinde düğünde damat tarafını beklerken, haber vermeleri için kapıya çocukları görevlendirirler. Eserde de olaylar aynen böyle gelişir:
“Düğün geliyor, düğün! Düğün geliyor, düğün!’ diye bağrışmaya başladılar. Köyün aşağı ucundan çıngırak sesleri duyuldu. Bu ses gittikçe yaklaştı. Arabacı “Ha-a-ay!” diye bağırıp kamçısını patlattı. Nuri, bahçe kapısına yetişemedi, karı etrafa uçurarak önlü arkalı koşuşup ikişer üçer ve tek at koşulan dört-beş kızak avluya hızla giriverdi.” 128
Güvey tarafı, düğün kış mevsiminde yapıldığından dolayı atlı arabalarla değil, atlı kızaklarla gelirdi. Bu kızaklara koşulan atlar besili, kızaklar da bakımlı olmalıydı. Atların boynuna kara ruhları kovma niyetine çıngıraklar takılırdı.129
İlk kızakta güveyin babası ve annesi, ikinci kızakta kız kardeşi ile kayını, üçüncü kızakta hediyeler ve dördüncü kızakta yiyecekler gelirdi. Düğün için hediye yiyeceklerin konulduğu ve dünürlerin bindiği at arabasını (kızağını) takiben gelen at arabasına (kızağa) Tatarlarda, yiyecek kızağı anlamına gelen aş çanası, savım çanası, sandık arbası ifadeleri kullanılırdı.130 Aş çanası, eserde de yer alır:
“Dördüncü kızak, yiyecek kızağı idi. Orada tek başına bir genç oturuyordu. Uşaklardan biri ona yardımda bulundu. Diğer erkekler ve kadınlar, çeşitli hediye yiyeceklerle dolu bohçaları, sandıkları düzenli bir şekilde eve götürdüler.” 131
Ayrıca, erkek tarafı dünürler, kız tarafında yapılan nikâh düğününe özenle hazırlanıp gelirdi. Örneğin, eserdeki Kantun Şibay gibi:
“Düğüne gelirken o, atlarının, kızaklarının, giysilerinin ve hediyelerin millete rezil olmayacak kadar güzel olması için çabaladı. Çok değerli olduğu en iyi kazakisini 132 giydi, çizmesini düzeltti. Saatinin zinciri kopmuştu, gümüşçü güveyine onu tamir ettirdi. Şehirden yeni Kazan kelepüşü satın aldırdı. Nikâh hutbesinden sonra dağıtacağı sadakayı da bu düğün için bayağı bir borç almış olmasına rağmen çok iyi hazırladı.” 133
Öndevçé (Misafirleri Düğüne Çağıran Adam).
Damat, düğün günü kız evine sağdıçları ile en sonunda, ayrı kızak ile gelirdi. Burada, Tatarlarda misafirleri düğüne çağırmak için özel görevlendirilen ve öndevçé olarak adlandırılan şahıstan da söz edilir.134 Tatarlarda damat, nikâh kıyıldığı zaman kız evine gelmez, bu öndevçé evinde kalırdı:
“Âdete uygun bir şekilde damat, misafirleri düğüne çağıran öndevçé Çokır Habib’in evine geldi. İyi bir at koşup sağdıçla ikisi aynı kızakta geldiler. Nikâh kıyılana kadar şu düğüne çağıran şahsın evinde kalacak, ondan sonra kız yanına gelecekti.” 135
Çey Östelé (Çay sofrası).
Eserde misafirlerle beraber eve kışın soğuk havası dolar ve üşümüş misafirlere nikâh başlamadan önce hemen çay sofrası hazırlanır. Yemek yemeden önce çay içmek, Tatarlara özgü bir alışkanlıktır. Çay sofrasına eskiden de günümüzde de Tatar Türkleri beléş136, peremeç137, koş télé138, bavırsak139, koymak140 gibi hamur işi millî yiyecekler ve tereyağı, bal, reçel koyarlar.
Hikâyede de çay sofrasına çayla birlikte koymak, peremeç ve may (tereyağı) ikram edilir.
Nikâh.
Ünlü Tatar aydını, yazarı ve bilim adamı Kayyum Nasıyri’nin de belirttiği gibi, Tatarlarda nikâh ve büyük nikâh meclisi kızın babasının evinde olur.141 Tatarlarda düğün her zaman şeriat kanunlarına uygun olarak özel duaların okunması, yani imam nikâhı ile başlar. Tatarlar bu olaya nikâh meclésé derler.142 Nikâh meclésé, kız evinde yapılır. Nikâha köyün en saygıdeğer din adamları – imam ve müezzin – çağırılır: