bannerbanner
Alimcan İbrahimov'un Eserlerinde Tatar, Başkurt, ve Kazak Türklerinin Kültürel Değerleri
Alimcan İbrahimov'un Eserlerinde Tatar, Başkurt, ve Kazak Türklerinin Kültürel Değerleri

Полная версия

Alimcan İbrahimov'un Eserlerinde Tatar, Başkurt, ve Kazak Türklerinin Kültürel Değerleri

Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
2 из 11

Béznéŋ Könner (Bizim Günler) adlı romanın bir bölümü olmasına rağmen içeriği ve süjesi ile müstakil bir eser sayılan Başkort Kızı Gölbike (Başkurt Kızı Gülbike) adlı hikâyesinde A. İbrahimov Başkurt köylülerinin türkü zenginliğini ve genel anlamda Başkurtların samimi, güler yüzlü tipik karakterlerini yaratmayı başarır. Aynı zamanda, yazar bu eserinde Tatar ve Başkurt edebiyatında bir ilk olarak Başkurt kızı Gülbike’nin karakterini yaratır. Davut Yultıy şöyle yazar: “A. İbrahimov Gülbike’yi öyle nefis boyalarla tasvir etmiş ki bu eseri okurken tamamen kendinden geçip Gülbike’nin yaşadığı doğa ile bütünleşiyorsun. O manzara, o güzelliğiyle canlanıyor. Onun kendisine özgü havası temizliğiyle genize vuruyor, duyguların en ince tellerini yumuşak, rahat bir şekilde titretiyor.”19

A. İbrahimov’un 1912 yılında yazdığı Yeş Yörekler (Genç Yürekler) adlı romanı da iki kardeş Tatar ve Başkurt halklarının yakınlığını yansıtması bakımından önemlidir. Doğup büyüdüğü Başkurdistan’ın doğası, halkın kaderi, düşünceleri, hayalleri Tabigat Balaları (Tabiat Çocukları) adlı hikȃyede de özenle tasvir edilir ve anlatılır. Yazarın Almaçuar adlı eserinde ise Başkurdistan’da yaşayan Tatarların Başkurtlarla beraber kadim bayramlarından olan sabantuy bayramı, at yarışları ve çeşitli eğlenceler düzenlediği anlatılır. Kart Yalçı (İhtiyar Irgat) adlı eserinde de A. İbrahimov doğal bir şekilde olay örgüsüne Başkurt türkülerini örer. Kızıl Çeçekler (Kırmızı Çiçekler) adlı öyküde edip doğa manzaralarını sık sık Başkurtların tarihî efsaneleri ve rivayetleri ile bağlantılı olarak tasvir eder. Başkurt halk edebiyatına yazar o kadar ȃşık oluyor ki hatta Tataristan’da olup biten olayları temele alıp yazdığı Tiren Tamırlar (Derin Kökler) adlı romanına da çok özel türküleri ve hüznü ile Alemgol adlı bir Başkurt gencini yerleştirir.

1915 yılında A. İbrahimov Ufa’ya taşınır ve eğitim gördüğü Galiye medresesinde dil ve edebiyat dersleri vermeye başlar. Bu yıllarda o, Tatar ve Başkurt medeniyetini geliştirmek için aktif şekilde çalışır, Başkurt ediplerinin edebiyat meydanına çıkmalarına yardımcı olur. Ş. Babiç, S. Kudaş, G. Nigmeti, X. Tufan, B. İşemgol, A. Bikmurzin gibi ünlü Başkurt ve Tatar şair, edip ve bilim adamlarının A. İbrahimov’un şakirtleri olarak yükselmeleri edibin ne kadar etkili bir şahıs olduğunu bir kez daha kanıtlamaktadır.20 Böylece 1915-1917 yıllarında bu medrese, Tatar ve Başkurt halkarının edebî ve medeni hareketinin bir merkezine dönüşür. A. İbrahimov, M. Gafuri, S. Remiyev, X. Tufan, S. Kudaş, B. İşemgol, F. Seyfi-Kazanlı, S. Sünçeley, S. Gobeşi gibi edebiyat, medeniyet ve cemiyet adamları bu medreseden çıkar. 1917 Ekim devriminden sonra ünlü Başkurt şairleri Mecit Gafuri ve Şeyhzade Babiç’in yaratıcılıklarıyla ilgili makaleler yazan ilk edep de A. İbrahimov oldu.

A. İbrahimov’un siyasi faaliyetleri de temelde Başkurdistan ile ilgili oldu. 1917 Şubat Devriminden sonra A. İbrahimov beraber öğretmenlik yaptığı Fatih Seyfi-Kazanlı ile Ufa şehrinde İrék gazetesi çıkarmaya başlar. Aynı yılın eylül ayında Ufa şehrinde aynı amaçla çıkan üç gazete -İrék, Soldat Télegé, Avıl Halkı- birleşerek, onların yerine Béznéŋ Yul gazetesi dünya görür ve onun muharriri de A. İbrahimov olur. 1918 yılında A. İbrahimov Ufa vilayetinin Uçreditelnoye Sobraniye’sine21 milletvekili olarak seçilir. Her ne kadar daha sonraki yıllarda çeşitli şehirlerde yaşamak zorunda kalsa da A. İbrahimov Başkurdistan’da olup bitenlerle yakından ilgilenir. Örneğin, 1922 yılında Ulu Başkurdistan’a ait olmayan Ufa vilayeti Başkurtları, Başkurt Özerk Cumhiriyetine (BASSR) katılma dileğini bildirince yazar, Başkurt halkı kendisine özgü bir devlet kurmaya layıktır diye bildirir. Başkurdistan Özerk cumhuriyetinin oluşumu Başkurt halkının yazılı edebî dili etrafında bahislere yol açar. A. İbrahimov bu mesele ile ilgili 1923 yılında Béznéŋ Bayrak gazetesinin sekizinci sayısında yayınlanan Edebi Tél Meselesé Yaŋadan Küteréle (Törki Edebi Téller Xakında) adlı makale yazar.22 Edip, Başkurt Türkçesi hakkında söz ederken onun bütün incelikleri üzerinde durur, şive ve ağızlarını açıklar ve böylece bu ciddi meseleyi ele alarak Başkurt Türkçesini ne kadar yakından tanıdığını ve öz olarak kabul ettiğini bir kez daha kanıtlar. Tatar bilim adamı F. İslamov’un da belirttiği gibi, doğduğu yerin, Başkurt halkının düşüncelerini, umutlarını, isteklerini iyi bilen, ömrünü Tatar halkı ile beraber Başkurt halkının da mutluluğu için mücadeleye adayan A. İbrahimov’un yaratıcılığı, asırlar boyunca sıkı bir bağlantı içinde yaşayan bu iki kardeş halkların hayatının en güzel örneğidir.23

XX. yüzyıl başında Tatar yazarları millet kaderi konusunu kadınların kaderi ile sıkı bir bağlantıda izlediler. A. İbrahimov’un 1908 yılında yazılan Tatar Xatını Niler Kürmi (Tatar Kadını Neler Görmez) adlı öyküsünde de Tatar kadınının toplumsal baskıya ve ailedeki hukuksuzluğa karşı protestosu çok farklı tasvir edilir. Eserde Gülbanu adlı kadın, erkek kıyafetiyle eşinin evinden kaçar. Fakat 1920’li yıllarda yazılan bu eserin ikinci sürümünde İbrahimov, artık Gülbanu’nun kaderini gerçek hayat şartlarına bağlı olarak anlatır. Edip, böyle bir kaderin o dönem için yaygın olduğunu vurgulama amaçlı, onun etrafında feci kadere sahip olan başka gerçekçi kadın karakterler de yaratır. Daha fazlası, A. İbrahimov, Gülbanu’yu felakete sürükleyen dinî ve sosyal hayatın nedenlerini de açıklamaya çalışır. Bu nedenle öykünün ikinci sürümünde Tatar kadınının kaderi artık aile içi ilişkiler, Müslüman kadınlarının toplumdaki durumu, İslam dini, şeriat kanunları gibi faktörlerle belirlenir. Yazar sadece bir Tatar kadının kaderini anlatmadı, aslında Başkort Kızı Gölbike (Başkurt Kızı Gülbike) ve Kazah Kızı (Kazak Kızı) adlı kardeş Başkurt ve Kazak halklarının hayatını anlatan eserlerinde de aynı konuyu işlemeye devam etti. Eşi tarafından eziyet gören ve mutluluğun ne olduğunu bilmeden, acıklı türküler yakarak yaşayan Başkurt kadını Gülbike ile henüz bir buçuk yaşındayken beşik kertmesi sonucu bir erkek çocuğuna sözü kesilen ve büyüdüğünde başka bir genci sevmesine rağmen yine de ailesi tarafından istemediği sözlüsüyle siyasi amaçla evlendirilmeye çalışılan Kazak kızı Karlıgaç Sılu da o dönem Müslüman kız ve kadınların paylaştığı çelişkili kaderin birer örneğidir.

A. İbrahimov, 1905 Rus İnkılabı döneminde şakirtlerin isyanına katıldığından dolayı Orenburg şehrinde eğitim gördüğü Veli Molla Medresesi’nden kovulur ve Kazak bozkırlarına gidip altı ay Kazak köylerinde öğretmenlik yapar. Böylece kardeş Kazak Türklerinin hayatını, geleneklerini, kültürünü Tatar yazarı bizzat kendi tanır. Halkın zengin söz varlığını, günlük hayatını yakından öğrenir, akınların söylediği üleŋ dedikleri türküleri dinleyerek ilham alır ve bütün gördüklerini, duyduklarını ve yaşadıklarını Kazah Kızı (Kazak Kızı) adlı eserinde usta bir kalemle tasvir edip Tatar okuyucularına sunar.

1915 yılında A. İbrahimov Ufa’ya taşınıp eğitim gördüğü Galiye medresesinde dil ve edebiyat dersleri vermeye başlar ve eğitim sürecinde çeşitli kardeş Türk boylarının dile ve edebiyata eşit derecede haklarının olduğunu vurgular. 1916 yılında Rusya içinde bulunan bütün Türk boyları için “tek dil ve edebiyat” ideasına karşı çıkarak yazdığı Télleré Başka Bulsa da Küŋélleré Bér (Dilleri Farklı Olsa da Gönülleri Aynı) adlı makalesinde Kazak edebiyatı örneğinde, Kazak Türklerinin çok özel ruhi hayatının altını çizerek A. İbrahimov şöyle yazar: “Kazakları Tatar Türkçesi ve edebiyatına dâhil etme hayaline kapılmadan önce biz, kendi edebî mirasımızı zenginleştirme amaçlı Kazak halk edebiyatını bütün incelikleriyle öğrenmeliyiz.”24 Yukarıda da belirtildiği gibi Ufa şehrinde açılan yeni usul Galiye medresesinde ileri görüşlü Başkurt ve Tatar öğrencileriyle beraber Kazak, Kırgız, Özbek, Dağıstan, Çerkez ve diğer halklardan da öğrenciler eğitim alır. Kazak Sovyet edebiyatının temel taşlarını atan Saken Seyfullin, Beyimbet Maylin gibi ediplerin de 1917 yılına kader olan hayatı ve faaliyetleri Galiye medrese ile bağlı olur.

A. İbrahimov’un 1911 yılında yazılıp 1934 yılında yayımlanan Kazah Kızı (Kazak Kızı) adlı romanda Kazak kızı Karlıgaç’ın aşk ve mutluluk uğruna verdiği mücadelesi, çeşitli aşiretler arasında gerçekleşen siyasi, sosyal sorunlar ve millî özgürlük için mücadele ön plandadır. İbrahimov bu romanında Sovyet dönemi yazarlarından ilk olarak ailede ve toplumda olan baskıya karşılık veren güzel Müslüman kızının karakterini yaratır. Ünlü Türkmen yazarı Berdi Kerbabayev’in dediği gibi, İbrahimov bu eseriyle Türk boylarının edebiyatına kadın özgürlüğü konusu getirdi. Ayrıca, Kazah Kızı (Kazak Kızı) adlı romanında İbrahimov, uçsuz bucaksız Kazak bozkırının güzelliğini, kardeş Kazak halkının günlük hayatını, hayat tarzını, hayat felsefesi ve millî değerlerini de ustaca tasvir etti. Bu yüzden mevcut roman, Kazak halkının yaşam ansiklopedisi niteliğinde değerlendirilmektedir.

Sonuç olarak, A. İbrahimov’un yaratıcılığı Tatar edebiyatı ile sınırlı kalmayıp diğer Türk boylarında da popülerlik kazandı. Yazarın ve eserlerinin etkisi bütün Türk edebiyatlarına tartışılmaz derecede büyüktü. İbrahimov’un edebî geleneklerini Tatar yazarları dışında Özbek yazarı A. Kadıri, Kırgız edibi A. Tokombayev ve birçok Başkurt ve Kazak yazarları da devam ettirdi. Hatta Kazak ve Azerbaycan Türkleri onu kendi yazarlarından saydılar. Daha Alimcan İbrahimov kendisi sağken Rus bilim adamı, edebiyat uzmanı P.S. Kogan şöyle yazdı: “O, önemi kendi ülkesi sınırlarından uzaklara taşıyan yazarlardan bir tanesidir ve insanlık tarihinin en iyi edipleri arasında onurlu bir şekilde yer alabilir.”25

1. Alimcan İbrahimov’un Eserlerinde Tatar Türklerinin Kültürel Değerleri

(Tabigat Balaları (Tabiat Çocukları), Tatar Xatını Niler Kürmi (Tatar Kadını Neler Görmez) ve Almaçuar Adlı Eserler Örneğinde.)

1.1. Tabigat Balaları (Tabiat Çocukları) Eseri Örneğinde

1914 yılında A. İbrahimov, doğayla insan arasındaki ilişkileri ele alan (Tabiğat Balaları (Köy Çocukları) adlı hikâyesini yazar. Bu eser, kısa olmasına rağmen Tatar Türklerinin hayatıyla ilgili önemli bilgiler içerir. Hikâyeden görüldüğü gibi, hayvancılık ve çiftçilikle uğraşan köylüler, hayatın bütün zorluklarına rağmen kendilerini mutlu hissederler. Çünkü onlar doğanın kucağında tabiatın çocukları olarak yaşar. Köylü hayatına methiye şeklinde yazılan bu hikâye üçüncü şahıs ağzından, bir delikanlı tarafından anlatılmakta olup başından sonuna kadar Tatar destan ve masallarını hatırlatır. Annesi ile yalnız yaşayan bir genç, evleneceği kızı elde etmek için ciddî sınavdan geçirilir. Masallarda bu tür sınav, genelde kızı kötü niyetli devin esirliğinden kurtarma veya bulmaca çözme şeklinde gerçekleşir. A. İbrahimov’un hikâyesinde bu sınavın ot biçme şeklinde uygulanması ise okuyucuları Tatar köyünün gerçek hayatıyla yüz yüze bırakır.

1.1.a. Gaile Hem Könküréş Yolaları (Aile İçi ve Mevsimlerle İlgili Gelenekler)

Tuy Yolaları (Düğün Gelenekleri)

Yégétke Öylenü Öçén Kireklé Şartlar (Erkeğin Evlenebilmesi İçin Gereken Şartlar)

Hikâye üçüncü şahıs ağzından, bir delikanlı tarafından anlatılır. Yirmi bir yaşına gelen Hafız, ilk satırlardan kendisinin varlıklı hayatını –urta xellé (orta düzeyde bir hayata sahip), aru kön ite (iyi yaşamakta)– ortaya koyar: Onun üç atı, iki sığırı, on baş koyunu ve birkaç dönüm tarlası vardır. Ayrıca Hafız, Tatar Türklerine özgü ve sadece varlıklı köylülerin gücünden gelen ağaç tomruklarından altı köşeli olarak yapılan eve de sahiptir. Hikâyede evlenecek yaşa gelen bir gencin evlenmeden önce evini düzeltmesi, kiler-kapı gibi önemli yapıları inşa etmesi, Tatar Türkleri için özel anlama sahiptir. Hafız’ın anlattığına göre, şu an onun tek eksiği, munça (hamam)dır. Fakat o, onu da zamanla yapacağından emin şekilde konuşur. İşte bunlar, eskiden de günümüzde de köylü bir insanın bolluk içinde huzurlu bir hayat sürebilmesi için olmazsa olmazlarıdır.

Hikâyede görüldüğü gibi, ebeveynlerin kızlarını verecekleri insanın maddî durumunu göz önünde bulundururken onun başka kardeşlerinin olup olmadığına, kaynana olacak kadının iyi huylu olmasına da dikkat ederlerdi. Çünkü kaynana ve kayınlar ile aynı evde yaşayacak kızlarının ezilmesini asla istemezlerdi. Bu yüzden Hafız, hem maddî durumu iyi hem tek çocuk olduğundan ve annesinin de köylüler tarafından “ağzı var dili yok”, sessiz, sakin, elinden her iş gelen, oğluna hem analık hem babalık yapan biri olarak tanındığından dolayı köydeki her baba ona kızını vermeye hazırdır.

Eskiden Tatar köylerinde erkek çocukları için evlenme yaşı on yedi olurdu. Kız çocukları ise on altı yaşlarını bitirip on yediden gün aldıklarında evlendirilebilirdi. Hafız bu konuda şöyle der:

“Benim gibi yalnız gençler, on yedi yaşını bitirir bitirmez evlenmeye başlıyorlar.” 26


Kiyevge Çıgaçak Kızdan Kötélgen Şartlar (Evlenecek Kızdan Beklenilen Şartlar).

Artık evlenecek yaşı geçmeye başlayan Hafız’a yengesi sürekli kız aramaktadır. Yengesinin, Hafız’a evleneceği kızı her yıl sonbaharda harman zamanında bakması da önemli bir detayı açıklar: Köyde gelin olup gelecek kızın becerikli, çalışkan biri olması, önde gelen şartlardan sayılırdı. Diğer taraftan, evlilikle ilgili konuşmalar ve hareketler genelde sonbaharda, ambarlar tahıllarla dolduğu zaman, bolluk içinde gerçekleşirdi.

Hafız’ın yengesi gence kızları sıralarken şöyle der:

“İşte, ihtiyar Şahi’nin elma gibi kızı var, çalışkanlığına gelirsen, köyde eşi benzeri yok. Kendisi öyle güzel, öyle endamlı, bir kaşık suya koy da… Çeyizi dersen anlatmaya söz yetmez, diyorum ya, evine sığmaz…” 27

Bu konuşmadan görüldüğü gibi, Tatar Türklerinde evlenecek kızı seçerken dikkat edilmesi gereken unsurlar şunlardı: Kız, her şeyden önce çalışkan, sonra güzel, boylu poslu ve tabii ki çeyizi bol olmalı idi. Hafız’ın yengesi gence avlak öy’de (oturma evinde) geçen konuşmadan bahsederek sözü yine onun için uygun gördüğü kıza çevirir:

“Bir gün Kerimelere oturmaya geldiler. On beş kız vardı… Bütün gece kendilerine müstakbel eş seçtiler… Cemali’nin Fahrinisa’sı pek utanmazmış: “Kime kim?” oyunu başlar başlamaz, ‘Hafız bana, Hafızcığım kendime!’ diye, kafasını senle bozdu. Yine de zavallıya sen denk gelmedin. Seni üç kez söylediler, üçünde de Şahi kızı Bibiesma’ya denk geldin… Diyecek yok, Şahi’nin Bibiesma’sı ile senin, yani ikinizin saçılarınız bağlanmış… Bir an önce bahçe kapısı ile kilerini yaptır da görücü gönder… Düğününüzde bir güzel eğleniriz…” 28

Oruç zamanında imece düzenleyen ev, gençleri sahura çağırır. Ama hikâyede sahur vaktinde bir araya gelirken Hafız’ın dikkatini yiyeceklerden ziyade Esma’nın ne kadar temiz, titiz ve becerikli bir kız olduğu çeker:

“Kız çocuğu işte, ona her şey ak ve pak olsun, her şey parlasın… Çaya oturacak olursan aklın şaşar: Sofra örtüsü… Semaveri altın gibi parlıyor, fincanları mı dersin, her şeyde becerikli kızın eli görünmekte.” 29

Köyde bir kızın köylüler tarafından sevilip sayılması da ona vurgun bir gencin gururunun okşanması için önemli bir husustu. Bununla ilgili eserde şöyle satırlar var:

“Esma diyorlar! Bibiesma diyorlar. Nineler güzelim diye onun sırtını sıvazlıyorlar. Emiş, gören erkekler onun yüzüne, boyuna poruna, adım atmasına hayran kalıp konuşuyorlar.” 30


Başkoda (Görücü).

Durumu çok iyi olan Hafız, artık istediği birine başqoda (görücü) gönderebileceğinden de rahatlıkla ve memnuniyetle bahseder:

“Köyde bizim gibilere “orta halli”, “iyi yaşıyor” derler. Bunun üstüne bir de tek çocuk oldun mu sen artık istediğin eve başkoda göndersen de sözüm geri döner diye şüphelenmiyorsun!” 31

Başkoda kelimesi, genelde Mişer şivesinde ve Ural Tatarlarının ağzında kullanılan “baş” ve bütün Türk boylarında kullanılan “koda” kelimelerinin birleşmesinden ortaya çıkan ve görücü anlamına gelen bir kelimedir. Kız evine başkoda göndermek için Tatar Türklerinde en uğurlu günler, baş gün pazartesi ve perşembe günleri sayılırdı. Boş gün olan salı günü ise uğursuz gün sayılırdı.32

Ne oğlan çocuğa ne de kız çocuğuna genelde kimle evlenmek istediği sorulmazdı. Böyle bir kararı her zaman gencin ve kızın babası alırdı:

“Babaları olan gençlerin kendilerine hiç sorulmaz; yaşı gelince hemen bir tarafa görücü gönderirler. Kendisine gelene kadar, artık düğün kararı alınmış olur.” 33.

Hafız annesi ile yalnız yaşadığı için, onun kaderi kendi elinde olur. Genç bu hakta övünürcesine, gönül rahatlığıyla şöyle der:

“Bizde ise evin erkeği benim. Biz annemle zaten iyi geçiniyoruz… O bana danışmadan kıl kıpırdatmaz.” 34

Çünkü Tatar Türklerinde babası vefat edince evin erkeği olarak onun en büyük ya da tek oğlu kalır. Annesi de artık her konuda ona danışır. İşte hikâyenin başkahramanı Hafız, böyle şanslı erkeklerden biridir. Aynı zamanda Hafız annesinden rıza alıp almaması konusunda hem endişelenmekte hem annesinin çoktan gelin rahatını görmeyi hak ettiğini düşünmektedir:

“O, bayağı bir yaşlandı; galiba kaynana olup başköşede oturmayı, gelin rahatı görmeyi çok istiyordur. Bunu kesin bir şekilde konuşmasa da yeri geldiğinde sert bir şekilde dile getiriyor.” 35

Eskiden Tatarlarda dimçé, yavçı, başkoda (yani görücü) olarak köyde en saygıdeğer, güvenilir, atak, ağzı söz yapan ve sır tutmasını bilen bir büyüğü gönderirlerdi. Nadiren de olsa görücü olarak gencin babası ile annesi ya da akrabası da gidebilirdi.36


Kız Kiléşü, Yereşü (Kız İsteme).

Hikâyeden anlaşıldığı kadarıyla Hafız, kızı birkaç kez istetmesine rağmen Bibiesma’nın babası kızını ona vermeye razı olmaz. Burada bir babanın damat adayını kolay kolay beğenmemesi, hiçbir genci kendi kızına layık bulamaması gibi Türk topluluklarına özgü bir âdet de göze çarpar.

İmeceye gelen erkekler kızgın güneşten gölgeye kaçıp dinlendikleri zaman Hafız ile Bibiesma’nın babası Şahi bir bahse girerler: Hafız ot biçerken, ömründe hiçbir tırpana yol vermemiş yaman ihtiyar Kerim’i geçerse, Şahi ona kızını verecek. Aşkla kamçılanan Hafız, insanüstü bir çaba sergileyerek ihtiyar Kerim’i geçer ve Şahi Ağa sözünde durarak ona kızını verir. Genç, güçlü, çalışkan, tuttuğunu koparan, sevgilisi için her türlü fedakârlığı yapan Hafız ve onun güzel, titiz, elinden her iş gelen hamarat sevgilisi Bibiesma, burada tam bir köylü Tatar genci ve Tatar kızı misali olarak tasvir edilmişlerdir.

Bu hikâye başından sonuna Tatar destanları ve masallarını hatırlatır. Bir yiğit anası ile yalnız yaşar ve evleneceği kızı elde etmek için ciddî sınavdan geçer. Masallarda bu tür sınav genelde kızı devin esirliğinden kurtarma veya bulmaca çözme şeklinde gerçekleşir.37 A. İbrahimov’un hikâyesinde bu sınavın ot biçme şeklinde uygulanması ise okuyucuları Tatar köyünün gerçek hayatı ile yüz yüze bırakır. Şahi ağa verdiği sözde durarak, kızını Hafız’a verir.

Hikâyede kız istemeye gitmek için kullanılacak atın işe koşulmadan özel beslenmesi, kız tarafından başlık parası istenmesi, düğünün hasat toplandıktan sonra sonbaharda bütün köylüler bir araya gelip yapılması gibi Tatar Türklerinin düğün geleneklerinde yer alan detaylar da anlatılır:

“Şansımıza, ekinler bol oldu. Yoldaş Göl boyuna ekilen bayağı bir yulaf vardı, o da bol oldu. İhtiyarın sözünü alır almaz kiler ile bahçe kapısını yaptırdım. Genç, kara aygırı artık sadece evde besliyorum, yulaf çok, semirsin diyorum. Belli, kızı istemeye gitmek ve misafirlik dönemi için iyi at lazım.” 38

Burada Tatar Türklerinde gençlere nikâh okuduktan sonra da kızın uzun zaman baba evinde kalıp güveyin onun yanına maddi duruma bağlı olarak belli bir süre –bazen birkaç hafta ya da ay, bazen de ilk çocuğu doğana kadar- kiyev kilü, kiyevlep yörü (güvey ziyaretleri) gerektiğinden bahsedilmektedir.39 Tabii düğünün hem kız isteme, hem güvey ziyaretleri yapma gibi ciddi safhalarında atların bakımlı olması da şarttı.


Tuy, Kilén Töşérü (Düğün ve Gelin Göçü).

Tatar Türklerinde kız tarafında düğün genelde güze doğru, ambarlar tahıllarla dolunca, bolluk içinde yapılırdı. Bütün güz ve kış ayları, babasının evinde kalan kızın yanına kiyevlep yörü (güvey ziyaretleri) yapılır, kızı kayınbaba evine götürme geleneği de genelde yaza doğru ekin işleri başlamadan gerçekleşirdi. Çünkü kızı bir an önce kayınbaba evinde yazın bitmez tükenmez tarla işleri için bir işçi olarak beklerdiler. Fakat evde de gelin hizmetine ihtiyaç olduğu durumda, kız baba evinden kış mevsiminde de götürülebilirdi. Hafız’ın kendi ağzından söylendiği gibi, yalnız olduğu için o, yaza kadar beklemeden kızı kendi evine birkaç ay içinde kışın getirir:

“Ekinler toplanıp bitince bütün köyü bir araya getirip düğün yaptık. Yazı beklemedim, ben yalnız adamım diye Esma’yı kışın hemen eve getirdim.” 40


Meher (Mehr, Başlık Parası).

Hikâyede meher (mehr, başlık parası), Eptereş ihtiyarın Maybeder adlı kızını isteyip de alamayan Şeyahmet’ten bahsederken anılır:

“Sadece başlık parası konusunda anlaşamamışlar. Eptereş, kalın bir bişmet, 41 bir kadak 42 çay, yarım pud bal vermesini de istemiş, onlar da buna razı olmamış. Satkay ise bir yerden bunu duymuş ve Hayrulla ihtiyarı görücü göndererek, ne isterse onu ver yeter ki Maybeder’i al demiş. Hayrulla gitmiş ve Eptereş’in istediğinden bile fazlasını vermiş. Hemen yirmi beş teŋke 43 para vermiş ve kızın hediyesini de hemen getirmiş” 44

Kız isteme, bütün Türk dünyasında olduğu gibi Tatar Türklerinde de söz kesmekle bitmez, her iki taraf karşılıklı olarak söz hediyeleri de verirdi. Tatarların Meher, kalım ya da kalın dedikleri başlık parasının da erkek tarafından kız evine mutlaka verilmesi gerekirdi. Ayrıca, başlık parasına ek olarak –hikâyeden de görüldüğü gibi-palto, elbise, şal gibi giysiler ve bal, çay ve hamur işi yiyeceklerden ibaret olan kuyımnık da istenirdi. İstediğini aldıktan sonra kız evi damat tarafına söz kesme hediyesi – kızın kendi elleriyle işlediği veya diktiği havlu, sofra örtüsü gibi eşya- gönderirdi. Tatar Türkleri bu hediyeye ak, aklaşu derledi.45


Beyrem Hem Könküréş Yolalar (Bayramlar ve Mevsimlerle İlgili Gelenekler).

Yazgı-Ceygé Beyremner Hem Yolalar (Bahar ve Yaz Mevsiminde Uygulanan Gelenekler).

Urak Ömesé (Ekin Biçme İmecesi).

Hafiz’in Bibiesma ile yüz yüze ilk görüşmesi, yerleşik hayata çok erken dönemlerde geçen Tatar Türklerinin en önemli geçim kaynağı olan ekin biçme işleri sırasında gerçekleşir. Ekinlerin bol olduğu bir yıl komşuları Bedri Nine, Akidil’e dökülen Göksu boğazında ektiği bir dönüm darıyı toplamak için köyün gençlerini imeceye çağırır. Hafız pek gitmek istemese de imeceye gelecek kızların arasında ilk olarak Esma’nın adı dile alınınca, ninenin teklifini severek kabul eder.

Tatar Türkçesinde öme kelimesi, ayrı bir aile ya da insan için toplu bir güç isteyen her hangi bir işi insanların isteyerek bir araya gelip karşılığında ücret almadan yapması anlamına gelir.46 Tatarlarda köy gençlerinin birbirlerini bir imece sırasında tanımaları, gayet doğal bir olaydı. Kaz yolma, kendirden dokulan kumaşı ağartma, ağartılmış kendir kumaştan çeyiz (havlu, cibinlik, seccade vb.) hazırlama, tarlayı gereksiz otlardan temizleme, ip eğirme, ot ve ekin biçme, çuha doldurma gibi zor, zahmetli işlerin imece olarak yapılması, onların daha kısa süre içinde yapılmasını sağlıyordu. Ayrıca, köyün kızları ve gençleri için bu tür yardımlaşma, bir imeceden çok bir eğlence, oyun rengini alırdı.47 Hikâyede imecenin bir işten ziyade daha çok eğlence olduğunu doğrulayan sözler de var:

İmece dediğin çok hoş vallahi! Bu hiç iş değil, oyun kahkaha, şakalaşma ve delice eğlenme…”48

Eserde yalnız yaşayan yaşlı kadın, imeceye gençleri toplamak için bir oğlak kesip önce ziyafet verir. Çünkü imece sırasında çalışanların gönlünü görmek için mutlaka mal kesilir ve ziyafet verilirdi.49 Fakat bazen durum farklı da olabilirdi. Örneğin, hikâyede ot biçme imecesi yaza, Ramazan ayına denk gelir. Oruçlu halleriyle köy gençleri ot biçme işine girişirler. Bu durumun en zor tarafı, Ramazan ayı haricinde imeceye gelen köylülere genelde sabah maylı koymak,50 öğleyin de siméz itlé öyre51 ikram edilip oruçta bütün bu nimetlerden mahrum olmaktı:

“İmece, imece diyorlar. Oruçta imece de kuru laftan başkası değil. Başka zaman olsaydı, sabah tereyağlı krep ile çay içirip uğurlarlar, öğleyin de semiz etli öyre getirirler. Peki, oruç zamanında ne var?” 52


Péçen Çabu (Ot Biçme).

Hayvanları yazın otlaklara çıkarıp kışın bu tür imkânı olmayan Tatar Türkleri, eskiden de günümüzde de kış mevsimi için yaz aylarında ot biçip kışa hazırlık yapmak zorundadır. Ot biçme işleri genelde Temmuz ayında sıcaklar bastırınca başlar. Uzun süren bir iş olduğundan dolayı, buna benzer başka işler gibi ot biçme de köylerde eskiden imece şeklinde yapılırdı. Erkekler çayıra gün ağarmadan gider ve otu tırpan ile biçerler, bunu takiben kadınlar ve kızlar, otu kabartıp çevirmek ve sonra da toplamak için çayıra giderlerdi.

На страницу:
2 из 11