
Полная версия
Özbek Edebiyatı Yazıları
(2003)
TÜRKİSTAN’DA İLK TİYATRO FAALİYETLERİ VE PEDERKÜŞ PİYESİ
Mahmudhoca Behbûdî Efendi (1875-1919)’nin edebiyat tarihi bakımından en önemli özelliği, bütün Türkistan’da tiyatro yazarlığını başlatmış olmasıdır. Bir idealist olarak tiyatro edebiyatına alâka göstermiş olmasının, onun eğitimciliğiyle doğrudan ilgisi bulunmaktadır. Eğitim hakkındaki kanaatlerini sahne vasıtasıyla halka duyurmak istemesi ve yazdığı Pederküş adlı piyesinin seyirci üzerinde fevkalâde tesir uyandırması, diğer kalem sahiplerinin de dikkatini çekmiş ve bu suretle Türkistan’da ilk doğuşundan itibaren çok canlı bir tiyatro edebiyatı ortaya çıkmıştır. Tiyatro, Ceditçilerin halka yaklaşmalarında, halkın gündelik hayatına ve fikir dünyasına nüfûz etmelerinde ve kendi fikirlerinin yayılmasında büyük kolaylıklar sağlamıştır. Bu sebeple Ceditçi kalem sahiplerinin önemli bir kısmı, piyes yazarlığına ve sahne faaliyetlerine ayrı bir önem vermişlerdir. Hakikaten bu faaliyetler eğitim, ilerleme, aydınlanma, hürriyet ve istiklâl düşüncelerini halka taşıyan en önemli yollardan biri olmuştur (Rızayev, 1997:8)46
Türkistan’daki geleneksel halk tiyatrosu, Cedit tiyatrosu ve piyes yazarlığının teşekkülüne tesir etmiş, gelişmesine yardımcı olmuştur. Bilhassa komedi tarzındaki eserler, doğrudan halk tiyatrosu esas alınarak yazılmıştır. Ayrıca hiçbir kültür hareketinin kendi zemininden faydalanmaması da düşünülemez. Bununla birlikte, Cedit tiyatrosu, Türkistan’daki siyasî, sosyal ve kültürel hadiselerin akis bulduğu bir zemin olarak tanınmaktadır. Geleneksel tiyatroda, eserin hem müellifi, hem de sahneye koyan ve icra edenlerinin aynı kişiler olması gibi Cedit tiyatrocuları da ilk teşekkül devresinde aynı fonksiyonları yerine getirmişlerdir. Geleneksel tiyatronun yanı sıra, 1870’lerden itibaren Türkistan’a gelmeye başlayan Rus, Azerî ve Tatar aydınlarıyla birlikte, Avrupaî tarzdaki tiyatro temsillerinin de somut örnekler olarak Ceditçilere tesir ettiği ve Ceditçilerin asıl tiyatroyu bunlardan öğrendikleri bilinmektedir (Rızayev, 1997: 20).
Çar ordularının Türkistan’ı işgâl etmesinin hemen ardından hükûmet tarafından Ruslaştırma politikalarını gerçekleştirmek maksadıyla kültür programlarının da uygulamaya konulduğu hakikattir. Rus okullarının açılması, mahallî okulların kontrol altına alınması, gazete ve dergi yayınları, Rusçanın öne çıkarılarak Türkistan Türkçesinin geri plana itilmesi, diyalektolojiye itibar edilmesi gibi faaliyetler, Ruslaştırma programının unsurlarını oluşturmaktadır. Ancak bütün bunların yanında bir husus daha dikkatleri çekmektedir: Çar hükûmeti, siyasî emellerini gerçekleştirmek düşüncesiyle, Rus ordusuyla birlikte Rus kültürünün de Türkistan’ı işgâl etmesini programına dâhil etmiştir. Rus kültürü, Türkistan’a Rus askerleri ve Rus ilim adamlarıyla beraber gelmeye başlamıştır. İşgâlciler, kendi mevkiilerini daha kuvvetli bir şekilde devam ettirebilmek için mahallî kültür yerine kendi kültürlerini ikâme etmeye çalışmışlardır.
Sahne faaliyetlerinin doğrudan göze ve kulağa hitap ederek seyircileri çabuk ve derinden etkilemesi sebebiyle çok büyük önemi bulunmaktadır. İşte bu sebeple Ruslar, daha Türkistan’ın tamamına hâkim olamadan 1867 yılında Taşkent’te Heveskârlar Drama Tögeregi adlı ilk amatör tiyatro topluluğunu kurmuşlar, ardından 1876’da Semerkand’da Musikalı Drama Tögeregi, 1890’da Heveskârlik Cemiyeti’ni, Hokand Hanlığının yıkılışının ardından Hokand’da Dramatik San’at Heveskârları Tögeregi’ni faaliyete geçirmişlerdir. Bu tiyatro toplulukları, Rus ve Avrupa tiyatrosunun seçkin örneklerini sahneye koymuştur.
Bu mahallî tiyatro topluluklarının yanı sıra, Rusya’dan da birçok profesyonel tiyatro topluluğu Türkistan şehirlerinde temsiller vermiştir. F. İ. Nadler idaresindeki Rus tiyatro topluluğu, 1877’den 1880’e kadar Türkistan şehirlerini dolaşarak daha çok komedi, melodram, fars ve vodvilleri, bazen de ciddî dramatik eserleri sahneye koymuştur. N. İ. Rcevskiy topluluğu da Gogol, Lermontov ve Moliér’in piyesleriyle Goethe’nin Faust ve Puşkin’in Yevgeni Onegin romanlarını sahneye koymuştur. Bunlardan başka, 1880’li yıllardan 1917’ye kadar V. Vasilyev-Vyatsskiy (1890-1896), N. D. Kruçinina (1894-1899), V. İ. Yakov (1900-1903), Z. A. Malinovskaya (1903- 1917), N. P. Kazanskiy (1904-1906), M. S. Kocevnikov (1907-1908), V. F. Komissarcevskaya (1910), M. Şumskaya (1912-1913), A. S. Kostanyan (1913), D. H. Yucin (1916), L. V. Sobinov (1912, 1915) gibi sanatkârların tiyatro ve konser toplulukları, Rusya’dan Türkistan’a gelerek Taşkent, Semerkand, Hokand, Buhara, Hocend, Margılan, Aşkâbâd, Çarcoy gibi şehirlerde temsiller vermiş, müzik geceleri düzenlemişlerdir. Bu toplulukların repertuarlarında Offenbach operetleri, C. Verdi, M. Glinka, P. İ. Çaykovskiy operaları, A. N. Ostrovskiy ve A. P. Çehov’un vodvilleri, Shakespeare ve Schiller’in trajedileri, A. S. Griboyedov, N. V. Gogol, A. S. Puşkin, A. N. Ostrovskiy, A. N. Tolstoy, G. İbsen, L. N. Tolstoy, A. V. Suhovo-Kobilin, A. P. Çehov, A. M. Gorki’nin drama ve komedilerine kadar pek çok eser yer almıştır. Bazı Rus tiyatrocuları ve zengin Rus tüccarları, Türkistan şehirlerinde tiyatro binaları inşa ettirmişler; meselâ N. D. Kruçinina, Taşkent şehir parkında yazlık tiyatro binasını, G. M. Tsintsadze ise Kolizey adlı konser ve tiyatro binasını yaptırmışlardır (Rızayev, 1997: 21-23).
Türkistan’da Avrupaî tiyatro ve drama yazarlığının yayılmasında, Azerbaycanlı aydınların da fevkalâde önemli hizmetleri olmuştur. Azerbaycan tiyatro edebiyatının önde gelen ilk büyük temsilcileri Mirza Fethali Ahundzâde, Necef Vezirli, Celil Memmedkulizâde ve Neriman Nerimanov’un Cedit tiyatro edebiyatının ve sahne faaliyetlerinin başlamasında ve gelişmesinde büyük tesirleri olmuştur.
Azerbaycanlı tiyatro grupları ilk defa 1911 yılında Türkistan’a gelerek Semerkand, Hokand ve Çarcoy’da İ. Turgenyev, Mirza Fethali Ahundzâde, Neriman Nerimanov ve Necef Vezirli’nin eserlerini sahneye koymuşlardır. Bu ilk gruptan sonra 1913 yılında gelen Azerbaycanlı meşhur aktör ve rejisör Aliasker Askerov’un da Türkistan tiyatro tarihinde ayrı bir yeri vardır. İki yıldan fazla Türkistan’da kalan Askerov, Azerbaycanlı yazarların kaleme aldıkları eserlerle birlikte, Türkistan’da kaleme alınmış ilk piyes olan Pederküş’ü, Semerkand’da ilk defa sahneye koymuştur. Askerov, bu temsilden sonra Taşkent, Kettekorgan, Hokand, Namangen gibi şehirlerde de yerli oyuncularla birlikte Pederküş piyesini sahneye koymuştur. Onun Türkistan’daki bu tiyatro faaliyetleri hakkında Ayna dergisinin 14. sayısında (1915) şu bilgi bulunmaktadır: “Namangen yaşlarıge ve muhterem Aliasgar Efendi’ge teşekkür kılınur. Semerkand’da hem birinçi Türk tilinde koyılgen tiyatruge üç-tört sene ilgeri Aliasgar Cenabları sebeb bolıb edi. Türkistan’da Alias-gar Efendi’ni tiyatru koymagan şehri az kaldı ve kalganlarıge hem gayret etib koysa yahşi bolur.” (Rızayev, 1997: 24).
Türkistanlı aydınlara tiyatro konusunda tesir eden, ilham veren başka bir örnek de Tatar tiyatrosudur. Tatar tiyatro grupları Türkistan’a gelmeden önce, 4 Nisan 1904’te, Türkistan’da yaşayan Tatar “heveskârları” tarafından Nâmık Kemâl’in Işk Belâsı (Bu isimden, Nâmık Kemâl’in hangi piyesinin kastedildiği anlaşılamamıştır. Ş.K.) adlı eseri Taşkent’te sahneye konulmuştur. 1910 yılında Taşkent’te çalışmaya başlayan daimî bir Tatar tiyatro topluluğu Azerî, Tatar ve Rus tiyatrosundan eserleri sahneye koymuştur. 1911 yılından itibaren Tataristan’dan Türkistan’a gelmeye başlayan profesyonel tiyatro toplulukları Taşkent, Semerkand, Hokand ve Buhara’da temsiller vermek suretiyle mahallî tiyatronun gelişmesinde etkili olmuşlardır (Rızayev, 1997: 26; Kâdirov, 1997: 588-595; Andicâniy, 1993: 21).
Türkistan’a dışarıdan gelen bütün bu tiyatro topluluklarının temsilleri, Türkistan’da da millî bir tiyatronun doğuşu için gerekli zemini hazırlamıştır. Fakat dikkati çeken en önemli husus, henüz doğuş sürecinde bulunan tiyatro sanatının, modern eğitim seferberliği ve siyasî ve sosyal faaliyetler için kuvvetli bir vasıta olarak kullanılabileceği düşüncesini de beraberinde getirmiş olmasıdır. Bu düşünceyi hayata geçirenler de başta Mahmudhoca Behbûdî Efendi olmak üzere Ceditçi aydınlar olmuştur. Başka bir ifadeyle, devrin şartları karşısında kendi fikirlerini yaymak için yeni bir edebiyat yaratan Ceditçiler, piyes yazarlığı ile sahne faaliyetlerini de ülkülerini gerçekleştirmek için projelerinin çok önemli bir parçası olarak değerlendirmişlerdir (Rızayev, 1997: 49).
Mahmudhoca Behbûdî Efendi, 1911 yılında, Pederküş yâhut Okumagen Balanın Hâli (Baba Katili yahut Okumayan Balanın Hâli) adlı üç perde dört sahneden ibaret ilk millî piyesi yazmış, fakat sansür idaresinin izin vermemesi yüzünden eser iki yıl boyunca yayımlanamamıştır (Andicâniy, 1993: 36).47 Behbûdî Efendi, bu eserini, 1812 yılında Moskova’nın 124 kilometre batısındaki Borodino sahrasında cereyan eden Rus-Fransız savaşının Rusların zaferiyle sonuçlanmasının 100. yıldönümüne ithaf edince, Pederküş piyesi Tiflis sansür idaresinin 23 Mart 1913 tarih ve 19940 sayılı kararındaki “Tiflis sansür idaresinin izniyle Kafkas ülkesi sahnelerinde temsil edilmesi mümkündür” hükmüne istinaden 1913 yılında Semerkand’da risale hâlinde neşredilmiştir.
Eserin yayımlanması, bütün Türkistan’da millî tiyatronun doğuşunu müjdelemesi bakımından büyük önem taşımaktadır. Aynı yıl, Semerkand’da Behbûdî Efendi, Taşkent’te ise Münevver Kaarî ile Abdullah Avlânî, Pederküş piyesini sahneye koymak üzere çalışmaya başlarlar. Ayna mecmuasının 1913 tarihli 10. sayısındaki “Semerkandda Tiyatru” başlıklı haber yazısında, bu eserin sahneye konulması ile ilgili olarak şu bilgiler verilmektedir: “Semerkandnıŋ Özbek ve Tatar yaş ve terakkiyperverleri bir bolıb, Özbekçe ‘Pederküş’ ve Tatarca ‘Aldaduk hem Aldanduk’ eserlerini Semerkand Kıraathâne-yi İslâmiyesi nef’iga 1914 yıl 15 Yanvar akşamında Semerkand’da koymakçi boldılar ve hem uşbu gayretli Özbek ve Tatarlar birleşib Hokand ve Buhara ve özge Türkistan şeherlerinde milliy tiyatrlar körsetmakçidürler ki, niyet ve gayretleri şâyân-ı şükrânedür. İdârege kelgen mektublarge karagende Hokand ve Taşkend’de hem ‘Pederküş’ fâciasını sahnede koymak üçün meşk kılmakda emişler. Egerde gayretlik yaşlar milliy tiyatrga rivâc berseler, yene başka eserler de tertib ve neşr kılınur.” (Rızayev, 1997: 53).
Pederküş’ün yayımlanması ve hemen ardından sahneye konulması, bu haber yazısından da anlaşılacağı gibi, sadece Behbûdî ve Semerkandlı aydınlar için değil, bütün Türkistan’ın sosyal ve kültür hayatı için önemli bir hadise olarak karşılanmıştır.
Pederküş, ilk defa 15 Ocak 1914 günü Semerkand’da sahnelenmiştir. 320 kişilik tiyatro salonuna, 50 kişilik yer ilâve edilmiş, biletlerin tamamı yüksek fiyatla önceden satılmıştır. Buna rağmen birkaç yüz kişi de bilet bulamadığı için tiyatrodan geri dönmek zorunda kalmıştır. Bazıları oyunu ayakta seyretmeye bile razı olmuş, fakat bunun için de yer bulunamamış; görevlilerin yakın bir tarihte piyesin mektepler yararına tekrar oynanacağını ilân etmesinden sonra dışarıda kalanlar dağılmışlardır. Oyunun rejisörlüğünü, bir rivayete göre Azerbaycanlı Aliasker Askerov, başka bir rivayete göre de Mahmudhoca Behbudî Efendi bizzat kendisi yapmıştır. Perde aralarında, Semerkand’ın meşhur hâfız (hânende)larından Hacı Abdülaziz koşuklar okumuştur (Rızayev, 1997: 55).
Eserin Semerkand’da 7 Mayıs’taki ikinci temsilinden elde edilen 235 som’un 110 som’u mektep ıslahına, 35 som Cambay’da Molla Muallim Kâmil idaresindeki mektebe, 15 som Bâğışamal mektebine, 15 som Buhariy köyündeki Molla Corabay mektebine, 25 som Rus mektebinde okuyan Müslüman öğrencilere, 35 som Molla Muallim Abdülkâdir mektebine bağışlanmıştır (Rızayev, 1997: 57).
Tiyatro temsillerinden elde edilen gelirler, daima Cedit mektepleriyle diğer eğitim kurumlarına, “hayriye cemiyetleri”ne, basın faaliyetlerine ve diğer kültür hizmetlerine tahsis edilmiştir. Nitekim Semerkandlı oyuncular, aynı eseri Hokand’da Cedit mektepleri menfaatine sahneye koymuşlar ve toplanan 604 som’dan, kendi geçimlerini farklı meslek ve işlerden temin ettikleri için sadece yol parası almışlardır. Ancak Behbûdî Efendi’nin ve çevresindeki Ceditçilerin bu hayırlı niyetlerinin yanı sıra, bazı tiyatro toplulukları da eserin kazandığı şöhretten istifade etmek üzere yazarından izin almaksızın para kazanmak veya başka maksatlarla Pederküş piyesini kendi çıkarları için sahneye koymuşlardır. Bu durumdan haberdar olan Behbûdî Efendi, kendisinden izin alınmasını talep ettiği Ayna (nu. 47) dergisindeki yazısında şöyle diyor: ‘’Bazılarının yazdıkları mektuplarda haber verdiklerine göre, tiyatro bazen, mektep veya cemiyet faydasına sahneye konulduğu hâlde parası belirtilen yere harcanmamaktadır. Ayrıca tiyatro akşamları edep dışı hareketler meydana gelmektedir. Bunun için mecburen ilân ediyoruz ki, bundan sonra piyesi sahneye koymak isteyenler, önce yazarından yazılı izin alarak oyunu hangi maksatla sahneye koymak istediklerini bildirsinler, ondan sonra harekete geçsinler.” (Rızayev, 1997: 59).
Behbûdî Efendi, “ibretnâme” adını verdiği tiyatroda, “hilâf-ı edeb” hareketlere izin verilmemesi için mücadele etmiş, Doğu ve Batı ülkelerini gezerek tiyatronun bazen gönül eğlendirme, bazen de büyük sosyal ve manevî eğitim ve tefekkür vasıtası olduğunu görmüş ve kendisi de bunlardan ikincisini tercih etmiştir. Milletin istikbâli için tiyatroyu en geniş tesirli silâhlardan birisi olarak değerlendirmiş ve diğer Ceditçilerden de bunu talep etmiştir.
Behbûdî’nin tiyatrodan gözlediği maksadı ve genel olarak Ceditçilerin tiyatro anlayışı önemli bir konu olarak karışımıza çıkmaktadır: “İnsanlar, tiyatroya hoşça vakit geçirmek için gelirler; fakat buradan fikir sahibi olarak çıkmaları lâzımdır.” Ceditçilerin bu tiyatro anlayışı ile onlardan yarım asır kadar önce Mukaddime-i Celâl’i kaleme alan Nâmık Kemâl’in görüşleri arasında tam bir paralellik bulunmaktadır. Hatta görüşlerin ifade ediliş tarzındaki şaşırtıcı benzerlik, 20. yüzyıl başlarından itibaren Türkiye’deki neşriyatı takip” ettikleri bilinen Ceditçilerin, Nâmık Kemâl’i okuyarak etkilendikleri ihtimalini düşündürmektedir.
Pederküş piyesinin yazılması, Türkistan’da millî tiyatroyu başlatması sebebiyle fevkalâde önemlidir. Hiç şüphesiz Hokand, Kettekorgan, Andican, Namangen, Buhara şehirlerinde amatör tiyatro topluluklarının teşekkül etmesi de Semerkand’da başlayan bu millî tiyatro teşebbüsüyle doğrudan ilgili olmalıdır. Taşkent’teki millî tiyatronun teşekkülü ise bundan farklıdır.
Abdullah Avlânî, 1932 yılında kaleme aldığı Tercime-i Hâlim yazısında, Taşkent’te tiyatro topluluğunun teşkil olunması ile ilgili olarak şu bilgileri vermektedir: “1913 yılından itibaren, halkın gözünü açmak ve halkı medeniyete yaklaştırmak için teşebbüste bulunanlara ve tiyatro kurmak isteyenlere rehberlik ederek Türkistan’ın birçok şehrinde, Özbekler arasında tiyatroya yol açtım, Turan adlı tiyatro topluluğunu kurdum.” (Avlani, 1993: 110). Turan tiyatro topluluğu, 1913’te amatör olarak kurulmuş, 1914 yılı sonlarında da resmen “Turan Tödesi” adını alarak profesyonel bir topluluk hâline gelmiştir. Abdullah Avlânî ile beraber Münevver Kaarî’nin de bu topluluğun kurucularından biri olarak bütün faaliyetlere iştirâk ettiği bilinmektedir.48
27 Şubat 1914 akşamı, Taşkent’te 2.000 kişilik Kolizey salonunda, Taşkent “Müsülman Cemiyet-i İmdâdiyesi faydasıga” sahneye konulan Pederküş piyesinin temsilinden önce Münevver Kaarî Abdürreşidhanov sahneye çıkarak, Türkistan dilinde henüz bir tiyatro oynanmadığı için bazılarının buna “oyınbazlık” veya “masharabazlık” gözüyle baktıklarına, hâlbuki tiyatronun mânasının “ibrethâne” veya “uluğlar mektebi” olduğuna, tiyatro sahnesinin her tarafı aynalarla kaplı bir eve benzediğine, orada herkesin kendi “hüsn ve kabihligini, ayb ve noksanını” görüp ibret aldığına ve aktörlerin de birer “tabîb-i hâzık” olduklarına dair kısa bir konuşma yapmıştır. Oyun büyük alâka görmüş, salon tamamen dolmuş, müşterilerin önemli bir kısmı da kapıdan geri dönmek mecburiyetinde kalmıştır (Rızayev, 1997: 63-64; Sâdıkov, 2000: 278).
Pederküş piyesinin Semerkand ve Taşkent’te olağanüstü başarı kazanması, başka şehirlerdeki gençleri de gayrete getirmiş, onlar da kendi tiyatro gruplarını kurmak üzere harekete geçmiştir. Ayrıca maddî imkânsızlıktan kıvranan ve hatta kapanan Usûl-i Cedit mekteplerinin ihtiyacı olan meblâğı temin için bu faaliyetler bir zarûret hâline gelmiştir (Rızayev, 1997: 84).
Ceditçilerle Kadimciler arasındaki kavga, Cedit mekteplerinden sonra tiyatro meselesinde de şiddetli bir hâl almıştır. Kadimcilerin tiyatroya karşı tavır almaları, bu sanatın gelişmesinde problemler ortaya çıkarmıştır. Din adamları ve dinî ilimlerle meşgûl olanlardan meydana gelen Kadimciler, modern tiyatro faaliyetlerini, eski temâşâ sanatı gibi “masharabazlık” olarak değerlendirmişlerdir. Ceditçilerin tiyatro çalışmaları, halktan büyük bir takdir görmesine mukabil Kadimcilerle hükûmet memurları tarafından hoş karşılanmamış ve hatta Ceditçilere, Behbûdî Efendi’nin eserine izafeten “Pederküşler (= Baba katilleri), “Masharaçılar” gibi adlar verilmiş; halk arasında, “Pederküşler, hükûmet tarafından tutuklanıyormuş” şeklinde dedikodular yayılmıştır. Namangen’de Abdilkâdirhoca adlı bir zengin, halkı gençler aleyhine tahrik etmiş, tiyatro ile meşgûl olanlara bakkal ve diğer esnafın hiçbir şey satmaması ve berberlerin onları tıraş etmemeleri için faaliyetlerde bulunmuştur. Buna benzer karşı hareketler, Taşkent’te de cereyan etmiştir. Turan tiyatro topluluğunun 27 Şubat 1914 tarihinde Taşkent’teki temsili, Kadimcilerin tepkileriyle karşılaşmış, diğer şehirlerde de buna benzer tepkiler meydana gelmiştir.49
Behbûdî Efendi, ilk piyesi hem yazmanın, hem de sahneye koymanın yanı sıra, tiyatro sanatını Türkistan’da ilk defa tetkik eden kişi olarak da tanınmaktadır. 1914 yılında, Ayna dergisinin 29. sayısında yayımladığı “Teyatr Nedür?” adlı yazısı, Cedit tiyatrosu ve drama estetiğini öğrenmek bakımından önemlidir. Daha önce çeşitli gazete ve dergilerde tiyatro hakkında yazılar neşredilmiş, fakat tiyatronun ne olduğunu ve fonksiyonunu ilk defa Behbûdî Efendi, bu yazısında söz konusu etmiştir.
Behbûdî Efendi, Cedit tiyatrosunun asıl mahiyetini, “ibretnâme” sözüyle hülâsa ederek “va’zhâne, ta’zîr-i edebî, ayna” gibi sıfatlarla tarif etmekte ve “terakkî etmenin en birinci sebebi, tiyatrodur” demektedir. Behbûdî Efendi, tiyatronun, “kabih” âdetleri terk ettirerek “yahşılıkni ziyâde” edici “uluğlar mektebi” olduğunu düşünmekte ve milletin menfaatine olan hizmetinden söz etmektedir. Tiyatro oyunculuğunun önemine de temas eden yazar, bir “muallim-i ahlâk” olarak gördüğü aktörün,”kibar ve muhterem sınflar katârında’’ bir mevkie sahip bulunduğunu bildirmektedir. Buna mukabil Müderris Seyidahmed Vasliy, 1914 yılında Sadâ-yı Fergana gazetesinin 83. sayısında neşredilen “Şeriat-ı İslâmiye” adlı yazısında, tiyatronun “her nev’ oyın ve lu’biyyâtlar” gibi “haram” olduğunu bildirmiştir (Rızayev, 1997: 96-97).
Behbûdî Efendi, bu “Şeriat-ı İslâmiye” yazısına, 1915 yılında, Ayna dergisinin 5. sayısında, “Teyatr, Musika, Şe’r” adlı yazısıyla cevap vermiştir. Bu cevap yazısında, haram denilen bazı oyunların, “şer’an lâzım ve sevâb” olduğunu bildirir: “Teyatr dürüst, belki va’z ve maslahat, ammege yetişli sözlerden bahs bolgeni üçün sevâb bolur… Medâhili (= gelirleri) millî ve dinî ehtiyaclara sarf bolur.” Aynı yazıda devamla şöyle denilmektedir: “Bizçe teyatr oyın emes. Belki meclis-i va’z ve dershâne-i ibret-dür. Teyatr bir âyinedür ki, cemiyetge âid bolgen nâkıs u âdetlerni mücessem körsetür. Bâis- i terbiye ve sebeb-i teâmil ü ıslâh bolur.” (Rızayev, 1997: 98-99).
Pederküş piyesinin halktan alâka görmesi üzerine, Türkistan şehirlerinde yeni tiyatro toplulukları teşkil olunmuş, devrin kalem sahipleri tarafından kısa zaman içinde birçok tiyatro eseri yazılmıştır. Behbûdî Efendi’den sonra Abdurrauf Samedov (Şehîdî) Mahremler, Hacı Muin – Nusretullah Kudretullah Toy, Hacı Muin Bay ile Hizmetkâr, Köknarı, Mazlûme Hatın, Cüvanbazlik Kurbanı, Eski Mekleb – Yeŋi Mekteb ve Kâzı ile Muallim, Nusretullah Kudretullah Keŋeş Meclisi, Abdullah Bedri Cüvanmerg ve Ahmak, Hamza Hekimzâde Niyazi Zeherli Hayat, İlm Hidâyeti ve Mulla Narmuhammed Damleniŋ Küfr Hatâsı, Abdullah Kâdirî Bahtsız Küyav, Abdullah Avlânî Advokatlik Asanmı, Pinek ve Biz ve Siz, Gulam Zaferi Bahtsız Şâgird, Abdülhamid Süleyman Çolpan Bay, Abdurrauf Fıtrat Begican, Mevlid-i Şerif ve Ebâ Müslim, Hurşid Bezârı, Ârif ile Ma’rûf ve Kara Hatın piyeslerini yazmışlardır. Adı bilinmeyen yazarlar tarafından da Ahmed Parina, Eski Mektebler Hâli ve Eşigide Kanlı Köz Yaşlarımız gibi millî drama eserleri kaleme alınmıştır (Rızayev, 1997: 129).
* **Üç perde dört sahneden ibaret olan Pederküş piyesi, muhtevası itibariyle Ceditçilerin eğitim hakkındaki görüşlerini aksettirmektedir. Hayatın bütün cephelerine ilgi gösteren Ceditçilik hareketi, bilindiği gibi önce eğitimde yenilik hareketi olarak doğmuştur. Çünkü bu hareketi şuurlu bir şekilde ortaya koyan ve bütün Türk dünyasına teşmil eden Kırımlı İsmail Gaspıralı’dan başlayarak bütün Ceditçiler, Türk ve İslâm âleminin Hıristiyan âlemi karşısındaki perişanlığını daima eğitimsizlik ve cehaletle izah etmişlerdir. İslâm âlemi, zaman içersinde kendisini yenileyemeyen eski eğitim kurumları sebebiyle çağın gerisinde kalmış ve Osmanlı ülkesi dışında tamamı Hıristiyan âleminin işgâline uğrayarak sömürge hâline gelmiştir. İşgâlden ve sömürge olmaktan kurtulmanın tek çaresi, eski eğitim kurumlarını ıslah etmek, yeni eğitim kurumları açmak ve genç nesilleri, yeni eğitim programlarına göre tanzim edilmiş okullarda, çağın gerektirdiği bilgilere sahip insanlar olarak yetiştirmektir, yani cehaletin karanlığından ilmin aydınlığa çıkmaktır. Behbûdî Efendi’nin bu maksatla Türkistan’da yeni mektepler açtığı, yeni bilgileri ihtiva eden ders kitapları yazdığı ve gazete ve dergilerde yine aynı maksatla yazılar kaleme aldığı bilinmektedir.
Ceditçiler, eğitimci olarak kendilerine sadece genç nesli değil, bilâkis gençlerle beraber toplumun bütün kesimlerini hedef seçmişler, bütün herkesi dünyadan ve yeni hayat tarzından haberdar etmeye çalışmışlardır. Onların dergi ve gazetecilik faaliyetleri ve hatta dil, muhteva ve estetik yönünden Türkiye’deki Millî edebiyat cereyanıyla hemen aynı prensipleri benimseyen yeni bir edebiyat kurma gayretleri, hep aynı maksada hizmet eden çalışmalar olarak değerlendirilmelidir.
Ceditçi aydınların başka bir önemli özelliği de, 19. yüzyılın ikinci yarısında Türkiye’de faaliyet gösteren Tanzimat’ın birinci nesil aydınlarına benzemeleridir. Birinci nesil Tanzimat aydınları da Türkiye’de topluma hitap eden bir edebiyat kurmaya çalışmışlar, bu yönde eserler vermişlerdir. Onların toplum karşısındaki tavrı ile Ceditçilerin tavrı arasında, tam bir benzerlik bulunmaktadır. Ancak Ceditçiler, yaşadıkları devrin siyasî şartları sebebiyle halka ulaşabilmek bakımından daha çok Millî edebiyat dönemi şair ve yazarlarına benzemektedirler.
Halka yeni bilgiler ve değerler kazandırma iddiasını taşıyan Ceditçiler, ideallerini gerçekleştirmek için çok yeni olmasına rağmen edebî türlerden tiyatroya daha fazla önem vermişlerdir. Çok eski ve zengin bir geçmişi bulunmasına rağmen şiir, bu dönemde tiyatro kadar popüler olamamıştır. Ceditçileri tiyatroya yönlendiren en önemli sebep, hiç şüphesiz bu sanat faaliyetinin sahne vasıtasıyla doğrudan etkileme gücüne sahip olmasıdır. İşte bu gücün farkında olan Behbûdî Efendi, Cedit mekteplerini ve yeni tarz eğitimin önemini halka anlatabilmek için tiyatrodan faydalanmak istemiştir. Eserin kitap hâlinde basıldıktan sonra sahneye konulması için gayret göstermesi ve hatta bizzat kendisinin rejisörlüğe teşebbüs etmesi, onun tiyatro faaliyetinden ne kadar çok şey beklediğini göstermektedir. Nitekim Behbûdî Efendi bu beklentisinde yanılmamış, Pederküş piyesi, belki onun tahmininden de fazla bir ilgi görmüştür. Hemen arkasından pek çok tiyatro eserinin yazılıp sahneye konulması çığırını başlatan Pederküş piyesi, kazandığı başarıyı, kendi kabiliyetinden ziyade gördüğü işte bu olağanüstü ilgiye borçlu olmalıdır. Türkistan hayatından alınmış belki de sıradan bir hadiseyi, bir facia şeklinde ilk defa sahneye taşımış olması, eserin şöhretini artırmıştır. Aslında piyes, teknik yönden kuvvetli bir eser değildir. Entrik unsurlardan uzak ve âdeta müsamere tarzında kaleme alınmış bir oyun gibidir. Fakat bütün Türkistan için ilk tecrübe olması sebebiyle son derecede önemlidir.