
Полная версия
Özbek Edebiyatı Yazıları
Behbûdî Efendi, bu eserinde, seyircinin karşısına âdeta nasihat etmek üzere çıkmış bir vâiz edasıyla konuşmaktadır. Pederküş piyesi, esas olarak her şeyin paradan ve para kazanmaktan ibaret olduğunu düşünen elli yaşlarındaki “Bay” ile ona bu düşüncesinin yanlış olduğunu anlatmaya çalışan yenilikçi fikirlere sahip “Dâmulla” ve Rus mektebinde okumuş modern giyimli milliyetçi “Ziyalı” bir Müslüman arasında cereyan eder. Behbûdî Efendi, eğitimle ilgili düşüncelerini, Dâmulla ve bilhassa Ziyalı tiplerinin ağzından açıklar. Yazar bu tavrıyla, Ceditçi-Kadimci kavgasının sürdüğü bir zamanda, eski medreseyi temsil eden Dâmulla ile yeni mektebi temsil eden Ziyalı’yı aynı fikir etrafında buluşturarak birbirlerine zıt olan bu iki kutbu âdeta uzlaştırmaya çalışır. Kendisi de medresede dinî eğitim aldığı hâlde yeni mekteplerin açılıp çoğalması için gayret sarf eden Behbûdî Efendi’nin her iki aydın kesimini de kucaklamaya çalışan bu uzlaşmacı tutumu, kendi devri için çok önemli bir davranıştır.
Piyesin birinci perdesinde Dâmulla, evinde ziyaret ettiği Bay’dan oğlu Taşmurad’ın Usûl-i Cedit mektebinde mi, yoksa geleneksel tarzda sadece dinî eğitim veren eski mektepte mi okuduğunu sorar. Çünkü okumak, herkese borçtur; saygı ve fazilet sebebidir. Hâlbuki Bay için saygının yegâne sebebi maddî zenginliktir. Bunun için okuma yazma bilmeye de gerek yoktur. Bu sebeple oğlunu hiçbir mektebe göndermemektedir. Dâmulla’ya göre, son yirmi-otuz yıldan beri Türkistan’da ticaret, cehalet sebebiyle Yahudi ve Ermeniler başta olmak üzere yabancıların eline geçmiş, Türkistanlılar fakirleşmişlerdir. Ancak Dâmulla ne söylerse söylesin, Bay bunların hiçbirine değer vermez.
Dâmulla’dan sonra ziyarete gelen Ziyalı da Bay’dan fakir çocuklarının okuyabilmeleri için maddî olarak yardımda bulunmasını ister. Zira içinde bulunulan zaman, “yeni ve başka” bir zamandır. Bilgisi ve mesleği olmayan halkın zenginliği, yeri, yurdu, ahlâk ve itibarı günden güne elden gitmekte, hatta dini de zayıflamaktadır. Bu sebeple, Müslümanları okutmak lâzımdır. Ayrıca Müslümanlara bu devirde biri dinî ilimlerde, diğeri çağdaş ilimlerde olmak üzere iki türlü âlim gereklidir. Dinî eğitim görerek imam, hatip, müderris, muallim, kadı ve müftü olmak isteyenler, evvelâ Türkistan’da, daha sonra Mekke, Medine, Mısır ve İstanbul’da okuyarak mükemmel din âlimi olabileceklerdir. Aynı şekilde çağdaş ilimlere sahip olabilmek için de temel dinî bilgileri ve millî dili öğrendikten sonra hükûmetin açtığı düzenli mekteplere gitmek ve nihayet Petersburg, Moskova, İstanbul, Avrupa, Amerika üniversitelerinde okumak lâzımdır. Bu üniversitelerde okuyacak olanlar tıp, hukuk, mühendislik, iktisat, felsefe ve pedagoji ilimlerini öğrenecekler ve Çar idaresinin yönetim kadrolarına girerek vatana ve millete hizmet edeceklerdir. Fakat bu işlerin olabilmesi için Türkistanlı zenginlerin para yardımında bulunmaları gerekmektedir. Nitekim Kafkasya, Orenburg ve Kazan’ın Müslüman zenginleri, bu iş için çok para sarf etmekte ve fakir çocuklarını okutmaktadırlar. Bay, Ziyalı’nın bu anlattıklarını uyuklayarak dinlemektedir. Konuşmanın sonuna doğru uykuya dalan Bay, horlamaya başlar. Bu vurdumduymazlık karşısında Ziyalı, mendiliyle gözyaşlarını silerken, “İlâhî ya Rabbi! İslâm ümmetinden ve bilhassa biz Türkistanlılardan merhametini esirgeme!..” diyerek Bay’ın evini terk eder.
Behbudî Efendi, bu düşüncelerini açıklarken İslâm dininin ilme ve öğrenmeye verdiği önemi ifade eden hadis ve âyetleri de delil olarak zikretmiştir.
Türkistan’da fakir çocuklarının okuyabilmelerine imkân sağlamak üzere “hayriye cemiyetleri”nin kurulmasına da öncülük eden Behbudî Efendi, cehaletin, Türkistanlılar için en büyük belâ olduğunu düşünmektedir. İşte bu cehalet sebebiyle Bay, mektebe göndermemek sûretiyle kendisi gibi cahil yetiştirmek istediği oğlu tarafından parası için öldürülür. Zira oğlu Taşmurad, bilgisizliği yüzünden kötü arkadaşlar edinmiştir. Bu kötü arkadaşlarının baştan çıkarmasıyla babasının yattığı odasındaki kasanın soyulmasına yardım eder. Ancak kasanın açılırken çıkardığı gürültüyle uyanan Bay, oğlunun da yardımıyla bıçaklanarak öldürülür. Böylece Taşmurad eğitimsizliği sebebiyle “pederküş”, yani baba katili olmuştur. Bay ise, kendisine edilen nasihatlere kulak asmadığı için böyle feci bir âkıbete uğramıştır. Başka bir ifadeyle, öldürülen Bay ile baba katili olup Sibirya’ya sürgün edilen oğlu Taşmurad, cehaletleri yüzünden bu hâle düşmüşlerdir. Behbûdî Efendi, zenginliğin tek başına bir işe yaramadığını, bilâkis cahillerin elinde felâketlere sebep olabileceğini ihtar etmektedir. Türkistanlılar, yine o cehalet sebebiyledir ki, “vatansız, derbeder, esir, fakir ve bîçare” durumuna düşmüşlerdir. Terakkî bilginin, esaret ise cehaletin eseridir. Dolayısıyla Türkistanlıların bu kötü durumdan kurtulabilmek için çocuklarını okutmaktan başka çareleri yoktur.
Pederküş piyesi, çok basit gibi görünmekle birlikte Türkistan’ın kangren hâlini almış bir meselesini, yer yer pendnâme tarzında olsa bile âdeta karikatürize ederek seyircinin dikkatine sunması bakımından çok önemlidir. Nitekim Behbûdî Efendi, eserinden gözlediği maksadına ulaşmış, Pederküş piyesi, muhtevası ve meseleyi takdim tarzı sebebiyle hem halktan, hem de sanat çevrelerinden büyük bir ilgi görmüştür. Herkesin içinde çırpınıp can çekiştiği cehalet batağını, sade bir dille ve Türkistan için tamamen yeni bir teknikle, sahne vasıtasıyla gözler önüne seren bu eser, yeni bir edebî devrenin, Cedit edebiyatının da müjdecisi olmuştur. İşte bilhassa bu son özelliği sebebiyle Behbûdî Efendi, Türkistan edebiyatında öncü rolünü oynamış önemli bir şahsiyettir.
KAYNAKLAR
ALİYEV Ahmed., (1994), Mahmudhoca Behbudiy, Taşkent.
ANDİCÂNİY İsmail Tölek., (1993), XX Asr Özbek Edebiyatı, Andican.
AVLÂNÎ Abdullah., (1993), “Tercime-i Hâlim”, Milliy Uyganış ve Özbek Filologiyası Meseleleri, Taşkent.
KADİROV Muhsin., (1997), “Teatr”, Özbekistan Respublikasî-Ansiklopediya, Taşkent.
KÂSIMOV Begali., (1993), “Cedidçilik-Ayrım Mülâhazalar”, Milliy Uyganış ve Özbek Filologiyası Meseleleri, Taşkent.
RIZAYEV Şühret., (1997), Cedid Draması, Taşkent.
SÂDIKOV Hemdem., ŞEMSÜTDİNOV Rüstembek, REVŞENOV Pâyan,
USMANOV Kameriddin., (2000), Özbekistannıŋ Yeŋi Tarihi-Birinçi Kitab-Türkistan Çar Rassiyası Müstemlekeçiliği Devride, Taşkent.
PEDERKÜŞ 50 yâhut OKUMAYAN BALANIN HÂLİ
(Türkistan hayatından alınmış ibretnâme)
(3 perde, 4 sahneli ilk millî trajedi) ŞAHISLAR:
BAY – Elli yaşlarında.
TAŞMURAD – Bay’ın oğlu, 15-17 yaşlarında.
DÂMULLA – Yeni fikirli bir molla, 30-40 yaşlarında.
ZİYALI – (Avrupa tarzı elbise içinde) – Rusça okumuş, milliyetçi Müslüman.
HAYRULLAH – Bay’ın kâtip ve hizmetkârı, 18-20 yaşlarında.
TAÑRIKUL – Bay’ın kâtili.
DEVLET ile NAR (Gençler) – Keselerinde dört som kadar bozuk para gerek.
LİZA – Rus kadını, iğrenç bir hâlde.
ARTUN – Ermeni meyhaneci.
Polis müdürü, 2 polis, 2 gece bekçisi, Bay’ın 3 erkek hizmetkârı.
BAYVUÇÇA – Bay’ın hanımı, 35-40 yaşlarında. GEREKLİ EŞYA:
– Sofra, çaydanlık, piyale, pipo.
– Misafir odası için gerekli kilim, yorgan, yastık.
– Bay’ın yatak eşyası ve kerevet.
– Bir değnek.
– On şişe su ve mayalanmış ekmek suyu.
– Beş-altı bardak.
– Bir cüzdan içinde paraya benzer şeyler.
– Bir kasa
– Bir büyük bıçak.
– Bir tabanca.
– Kasayı açmak için demir çubuk.
– Güzel bir polis müdürü elbisesi.
– İki polis elbisesi.
– İki gece bekçisi sopası.
– Bir düdük.
– Bir cop.
– Bir ip.
– Bir kelepçe.
BİRİNCİ PERDEBay misafirhanede oturur, Hayrullah ile Dâmulla içeri girer:
– Esselâmu aleyküm.
BAY – Ve aleyküm esselâm, buyursunlar. (oturduğu yerden kalkarak karşılar, Dâmulla’ya yer gösterir, oturur.)
DÂMULLA – Bay, Allah Teâlâ zenginliğini daha da ziyade etsin. (Dua eder.)
BAY – Nefesiniz mübarek, inşallah duanız kabul olur.
DÂMULLA – Evet, Cuma akşamı, duanın kabul olunduğu zamandır.
BAY – Hoş geldiniz, efendi.
DÂMULLA – Sağ olun, sağ olun. (Elini kalbine götürür).
BAY – Hayrullah! Çay ve tepsi getir.
HAYRULLAH – Peki! (Çay ve tepsi getirir, çay doldurur, onlar yiyip içerler, Taşmurad selâmsız, saygısız bir tavırla içeri girer.)
TAŞMURAD – Baba, eğlenmeye gideceğim, para veriniz!
BAY – Oğlum kiminle gideceksin?
TAŞMURAD – Tursun ağabeyimle.
BAY (Kesesinden para çıkarır.) – Elbette, vakitlice dönün ve fena yerlere gitmeyin.
TAŞMURAD – Haydi eyvallah, çok konuşuyorsunuz. (Çıkıp gider. Dâmulla, Bay ile Taşmurad’a tiksinerek bakar, başını eğer.)
BAY – Konuşunuz, efendi!
DÂMULLA – Peki, peki, oğlunuz büyümüş, Allah ömürler versin, Usûl-i Cedit mektebinde mi okuyor, yoksa eski mektepte mi?
BAY – İkisine de gitmiyor.
DÂMULLA – Evinizde mi okutuyorsunuz?
BAY – Yok, hayır. Ben oğlumu okutmayı düşünmüyorum.
DÂMULLA – Hayret, sebep nedir ki okutmuyorsunuz? Hâlbuki okumak herkese borç ve ilim dünyada saygı, âhirette de fazilet sebebidir.
BAY – Benim düşünceme göre dünyada saygının sebebi zenginliktir. Âhirette ise, Allah’ın takdiri ne ise o olur. Çünkü hepimiz görüyoruz ki, insanlar zengine molladan daha çok saygı gösteriyorlar. Bilhassa işte, bankalar çoğaldı. Büyük zenginler ortak oluyor, herkes bu ortaklara saygı gösteriyor. Hatta işi düşenler, bunların malını daha pahalı alıyor. Kaldı ki, bunlara iltifat etmeyenlere bankalar para vermiyor; aksi hâlde verenler itibar kaybeder, küçülür, anladınız mı?
DÂMULLA – Bu sözleriniz bugün için doğru, fakat bu ortaklara ve zenginlere gösterilen saygı, geçici ve halkın gözü açılıncaya kadardır. Hâlbuki onlara sadece işi düşenler saygı gösterir; mollaya ise bütün halk saygı gösterir, yani mollanın ilmine saygı gösterilir.
BAY – Bizim de zenginliğimize saygı gösteriliyor; hatta sadece Müslümanlar değil, Rus ve Ermeniler de saygı gösteriyor.
DÂMULLA – Saygıdan vazgeçtik, eğer oğlunuzu okutursanız defterlerinizi tutar, namazını ve Müslümanlığını iyi bilir, üstelik sizin için de sevap olur.
BAY – Kâtiplik kolay, işte, Hayrullah’a ayda yedi som veriyorum; gündüzleri kâtiplik ediyor, akşamları da misafirhanenin işlerini görüyor, hatta uykum gelinceye kadar hizmetimi görüyor, bana kitap bile okuyor.
DÂMULLA – Şeriat ilmini ve dinî mecburiyetlerini bilmesi için oğlunuzu okutmanız, elbette gereklidir.
BAY – Şeriat ilmini okutmayı gerekli görmüyorum; çünkü onu müftü, imam veya müezzin yapmak istemiyorum, kaldı ki, zenginliğim ona yeter.
DÂMULLA – Dinî mecburiyetlere ne diyorsunuz?
BAY – Ben beş vakit namazı, gerekli dualarıyla birlikte biliyorum, kendim öğretirim.
DÂMULLA – Okuma-yazmaya ne dersiniz? Hâlbuki okuması yazması olmayan adam, hiçbir şeye yaramaz.
BAY – Bu düşünceniz tartışılır; çünkü benim okumam-yazmam yok, fakat bununla birlikte bu şehrin büyük zenginlerindenim ve her işi biliyorum.
DÂMULLA – Siz eski zamanda her nasılsa bir şekilde zengin oldunuz; fakat şimdi zengin olmak şöyle dursun, sadece yaşayabilmek için bile ilim gerek. Görüyoruz ki, yirmi-otuz yıldan beri bütün ticaret Ermeni, Yahudi ve diğer yabancıların eline geçti; bunun sebebi, bizim okumamış olmamızdır. Okumayan zengin çocukları, görüyoruz ki, babasının zenginliğini batırıyor ve sonunda muhtaç hâle düşüyor; bu sebeple oğlunuzu okutmanızı size tavsiye ediyorum.
BAY – Ah, Dâmulla, başıma müfettiş mi kesildiniz? Oğul benim, zenginlik benim, size ne oluyor? Okumuş birisiniz, fakat yiyecek ekmeğiniz yok; bu hâlinizle bana nasihat ediyorsunuz. Hayrullah! Misafirhaneyi kilitle, uykum geldi. (Hayrullah kabı kacağı toplar, hazır bekler.)
DÂMULLA (Seyircilere bakarak) – Okumak ve molla olmak için pul gerek. Zenginlerimizin hâli bundan ibaret, bu gidişle neuzubillâh dünya ve âhirette rezil oluruz. Okumak, bütün Müslümanlara, erkek veya kadın olsun, farzdır. Bu nerede kaldı? Ah, vay bizim hâlimize! (Bay’a bakarak) Bay, ben size dinin emrini tebliğ ettim; böylece şeriatın boynuma yüklediği görevi de yerine getirdim. İnşallah bıyığı terlemiş, elifi mertek zannetmeyen oğlunuzun hâlini görürüz ve okutmadığınız için günahkâr olursunuz. (Dâmulla enfiye çeker.)
BAY – Ah, Dâmulla! Bana nasihatçi gerekmez, bezdirdiniz, (seyircilere dönerek) bu adam beni işimden, uykumdan etti. Hayrullah, misafirhaneyi kilitle. (Dâmulla, yapılanları ayıplıyarak çıkıp gider; Bay oturduğu yerde düşünceye dalar. Ziyalı Müslüman girer, palto ve asasını çiviye asar, Bay sinirli sinirli bakar, memnun olmaz.)
ZİYALI – Esselâmu aleyküm.
BAY (Hareketsiz, duygusuz bir hâlde) – Ve aleyküm esselâm, Hayrullah, sandalye getir. Bu adam yere oturamaz. (Getirir, Ziyalı oturup sigara içer.)
ZİYALI – Muhterem Bay, sizi keyifsiz görüyorum, sebebini öğrenebilir miyim?
BAY – Bir molla gelmişti; oğlunu okutmuyorsun diyerek çok canımı sıktı, âdeta kovdum da zorla kurtuldum, fakat yumruklaşmadık.
ZİYALI – Bak hele, hayret verici ve enteresan bir hadiseymiş, (seyircilere dönerek) bu şehirde zenginlere nasihat edecek molla da varmış, Allah’a şükür. Hakka riayet eden o muhterem mollayı bulup ziyaret etmek lâzım. Bay efendi, siz üzülmeyiniz, bu mesele hakkında ben de size ne zamandır birkaç söz söylemek istiyordum, demek ki bugün nasipmiş; şimdi ilmin faydasından söz etmek üzere sizden birkaç dakika bana kulak vermenizi rica ediyorum.
BAY (Öfkeli gözlerle bakıp) – Şimdi anladım, siz de oğlumu okutmam için beni kolluyormuşsunuz, (seyircilere doğru) bugün sol yanımdan mı kalktım nedir, aklımın köşesinden bile geçmeyen işler başıma geldi; yağmurdan kaçarken doluya tutulduk. Hayrullalı, pipo getir! (Her ikisi de sessiz. Pipo gelir, Bay çeker, öksürür.)
BAY – Hayrullah!
HAYRULLAH – Efendim, buyurun!
BAY – Yerimi hazırla, uykum geldi (esner), yarın iş çok, vakitlice yatmak gerek. (Yine esner.)
HAYRULLAH – Peki, hemen şimdi.
ZİYALI (Ciddi hâlde) – Bay Efendi! Ben size, millet için gerekli olan ilimlerden bahsetmek istiyorum; fakat siz benim sözümü dinlemek istemiyor gibisiniz. İkinci defa söylüyorum, kulak verin, bu sözler sizin ve milletin faydasınadır.
BAY – Sözünüzü zorla mı dinleteceksiniz? Yoksa bana işkence etmek için mi geldiniz?
ZİYALI – Hayır, ben aslında başka bir iş için gelmiştim; fakat ilim bahsine takılıp kaldım. Bu sebeple asıl maksadımdan vazgeçerek size ilimden bahsetmek istedim. Yeter ki, sizin gibi muhterem zenginler milletin çocuklarını okutmaya gayret etsinler.
BAY (Seyircilere bakarak) – Keşke Dâmulla’nın hikâyeleri bitmeseydi. Tamam, mademki yakamı bırakmayacaksınız, sabah söyleyin, uykum geldi, (esner) elâlemin çocuğunu okut, diyorsunuz.
ZİYALI – Bugün içinde bulunduğumuz zaman, yeni ve başka bir zamandır. Bugün bilgisiz ve mesleksiz halkın zenginliği, yeri-yurdu ve her şeyi günden güne elinden gittiği gibi ahlâk ve itibarı da kayboluyor, hatta dini zayıflıyor. Bunun için Müslümanları okutmaya gayret etmemiz lâzımdır. Hâlbuki dîn-i şerifimiz, her çeşit faydalı ilim okumayı, beşikten mezara kadar bize farz kılmıştır. Bu hüküm, şeriatın hükmüdür. Biz Müslümanlara, bilhassa bu zamanda iki türlü ulema gereklidir: Biri din âlimi, diğeri çağdaş ilimlerin âlimi. Din âlimi imam, hatip, müderris, muallim, kadı ve müftü olarak halkın din ve ahlâkla ilgili işlerini idare eder. Bu gruba giren talebelerin evvelâ Türkistan’da ve Buhara’da ilmî ve dinî eğitim görmeleri, Arapça ve biraz Rusça öğrenmeleri, daha sonra Mekke, Medine, Mısır ve İstanbul’a giderek dinî ilimleri hatmetmeleri gerekir; işte ancak bu şekilde kâmil molla olabilirler, (Bay uyuklamakta) anladınız mı Bay?
BAY (Başını kaldırarak) – Evet, evet, anlatın, kulağım sizde.
ZİYALI – Çağdaş ilimlerin âlimi olmak için çocukları, evvelâ Müslümanca okuma yazmayı ve temel dinî bilgilerle milletimizin dilini öğrendikten sonra, hükûmetimizin düzenli mekteplerine vermek gerekir; yani jimnazyum ve şehir mekteplerini okuyup bitirdikten sonra Petersburg, Moskova üniversitelerine gönderip doktorluk, avukatlık, mühendislik, hâkimlik, meslek, iktisat ve felsefe ilimlerini, muallimlik ve diğer ilimleri okutmak lâzımdır. Rus vatanına ve devletine bilfiil ortak olmak gerekir, devletin idarî kadrolarına girmek lâzımdır. Günümüzün hayatî ihtiyaçları konusunda vatana ve İslâm milletine hizmet etmek düşüncesiyle, Çarlık Rus devletinin idarî kadrolarına girerek Müslümanlara faydalı olmak maksadıyla, Rus devletine ortak olmak ve hatta bu yolla okuyan Müslüman çocuklarını Avrupa, Amerika ve İstanbul üniversitelerine eğitim için göndermek gerekir. Hz. Peygamberimiz, “ilim Çin’de de olsa, alınız” demediler mi? (Bay uyuklamakta) Bu işler ancak para ile, sizin gibi büyük zenginlerin himmeti ile olabilir. Meselâ Kafkasya, Orenburg ve Kazan Müslümanlarının zenginleri ve gayret sahipleri, ilim için çok para harcıyorlar ve fakir çocuklarını okutuyorlar, (Bay’a bakarak) elbette söylediklerimi anlıyorsunuz zengin hazretleri. Bay, hey!
BAY (Uyuklamakta iken esneyerek başını kaldırır) – Evet, evet…
ZİYALI – Şimdi bizim Türkistan halkının kötü bir âdeti var, bir kişi Rusça okuyup da Çarlık idaresinde işe girip resmî üniforma giyecek olsa, maskara yerine koyarlar. Eğer faytoncu veya zanaatkâr olarak Avrupalıların eski elbiselerini veya oyuncuların elbisesini giyecek olsa, hiç kimse bir şey demez. Bu, tam bir kendini bilmezliktir, dünyadan bihaber olmaktır. Öyle değil mi Bay amca?
BAY (Oturduğu yerden bir tarafa devrilip yatar) – Hur, hur, hurra, hurra, hurra…
ZİYALI – İlâhi yarabbi! İslâm ümmetinden ve bilhassa biz Türkistanlılardan merhametini esirgeme!.. (Mendiliyle gözyaşlarını silerek çıkıp gider.)
PERDE İNER
İKİNCİ PERDE(Birahane manzarası: Bay’ın oğlu ile üç kişi oturmaktadırlar.)
TAÑRIKUL – Bu akşam, bilmiyorum neden içki beni etkilemiyor? İkindiden beri bir düzine şişe boşalttım. Deyyusun birası kulağımı ısıtmadı. Doldur, içelim. (Nar, kadehleri doldurur.)
HEPSİ – Bay’ın oğlu Taşmurad’ın sağlığına hurra! Hurra! Hurra! (İçerler.)
DEVLET – Arkadaşlar! Ben ondan içtim, şimdi aklıma sevgili Liza düştü. Ah, sevgili Liza!
HEPSİ – Ah, sevgili Liza, vah sevgili Liza, neredesin!
NAR – Zalim felek ayrılık ateşiyle yaktı beni, vallahi gelmezse olmaz.
DEVLET – Böyle bağırıp çağırmakla, feryat etmekle hiçbir şey olmaz. Bunun gereğini yerine getirmek gerek.
NAR – Elini uzat ey nâmert, buldun. (Elini sıkar) Oldu.
DEVLET – Hey, pala bıyık Taŋrıkul, hiç sesin çıkmıyor. Bunca adamı sadece dinliyorsun. Er kişiye yol vermek, arslana yol vermek demektir. Sohbete katıl! Yoksa bu adamları beğenmiyor musun? Bizim de yanımızda beş tenge paramız var. Arkadaş, sarhoşluk, gerçeğin kendisidir. Gözünü aç!
TAÑRIKUL – Arkadaşlar, sizden sakladığım bir şey yok. Doğruyu söylemem gerekirse, ben içtim, kulağım çınlıyor. Sen Liza dedin, şimdi kendim burada olsam da aklım Liza’da. Eğer Liza’yı getirmezsen beni konuşturamazsın. Fakat Devlet, eğer beni konuşturabilirsen sen büyük adamsın!
DEVLET – Üzülme, istediğin zaman Liza’yı yanında bulursun; gelmezse mi? Başını alırım.
NAR – Bay oğlu! Gitmek istiyor musunuz?
TAŞMURAD – Peki, adam gönderin, meclis kurulsun.
TAÑRIKUL – Lâf, lâfla zaman kaybediyorsunuz, emir verin, emredin erken gelsin, keyfedelim. (Devlet zili çalar, Ermeni meyhaneci Artun girer.)
ARTUN – Ne diyorsun?
DEVLET – Liza’ya birini gönder, gelsin.
ARTUN – Buraya mı?
DEVLET – Evet, buraya getirmeyip de mezara mı getireceksin?
ARTUN – Affedersin, sordum sadece.
DEVLET – Haydi, haydi! Birini gönder.
ARTUN – Bak, ne var bilirsin? Liza bana demiş ki, on beş manatsız bana kişi gönderme. Evet, on beş manat ve fayton parasını da ver, sonra Nikola’yı göndereyim. Liza olmazsa, başkasını getirsin, keyfin nasıl?
DEVLET – Önce getirip sonra parayı alsan olmaz mı?
ARTUN – Devlet zor! Ben sana demişim ki, Liza akçe olmayınca gelmez, bana ne? Sen kendin bilirsin ki, o gâvur kızı, benim değil.
TAÑRIKUL – Artun, biraz bekle, para vereceğiz.
ARTUN – Baş üstüne, hazıram. (Çıkar. Dostların keyfi kaçmış, sükût ederler.)
DEVLET – Doldur, içelim! (Nar doldurur.)
TAÑRIKUL – Parayı peşin istemesi, işin belini kırdı.
DEVLET – İş ters gidince böyle olur. Paranız var mı? Hepiniz çıkarın. (Hepsi çıkarır, Devlet sayar, beş som eksik çıkar.) Bununla hiçbir şey olmaz. Bir çaresini bulmak gerek.
NAR (Hırslı bir şekilde) – Hey Bay oğlu, biz fakiriz. Sizde ne var, kesenizden pul çıkmıyor? İşte Bay oğlunun hâli! (Eliyle gösterir.)
DEVLET – Korkma, Nar. Eğer Bay oğlu razı olursa, ben bir şey düşündüm.
TAÑRIKUL – Neymiş? Ne?
DEVLET – Dur, ne olduğunu öğreneceksin. Önce Bay oğlunun sağlığına içelim. (Taŋrıkul doldurur, Bay oğlunun sağlığına içerler.)
DEVLET – Bay oğlu. Bu geceki gibi çarşamba eğlencesi, ayda yılda bir defa olur veya olmaz, bir gece bin gece olmaz, sabredin, eğer kabul ederseniz Taŋrıkul’u sizin yanınıza katacağım. Beraber gidip babanızın kasasını göstereceksiniz. Gerisini Taŋrıkul halleder.
TAŞMURAD – Taŋrıkul ağabey, gelir misiniz?
TAÑRIKUL – Dostlar emrederse, giderim. Orası sizin eviniz.
DEVLET – Sen ne dersin, Nar?
NAR – Ben de bu gruptan biriyim, git dersen giderim.
DEVLET – Hayır, iki kişi yeter. Görenler şüphelenmesin. Bugünün yarını da var.
NAR – Bay oğlu! Babanıza ait kasanın yerini biliyor musunuz?
TAŞMURAD – Babamın yattığı odada.
DEVLET – Yattığı odanın kaç kapısı var?
TAŞMURAD – Üç.
DEVLET – Hangi kapıdan giriyorsunuz?
TAŞMURAD – Kapının biri annemin odasına açılır. Ben girip avlu tarafındaki kapıyı açacağım, sonra Taŋrıkul ağabeyim girer.
DEVLET – Eyvallah! Daha önce de hırsızlık etmiş gibisiniz. Nar, doldur içelim! (Nar doldurur, içerler. Taŋrıkul ve Taşmurad’a bakarak) Şimdi gidecek misiniz?
TAÑRIKUL – Elbette, gitmeyip de ne yapacağız? (Devlet, tabancasını Bay oğluna verir. Nar, sağ çizmesinden bıçağı çıkarıp Taŋrıkul’a verir. Onlar da ihtiyaten saklarlar.)
DEVLET (İkisine bakarak) – Yolunuz açık olsun, yiğitler!
TAÑRIKUL – Dinle! (Devlet Taŋrıkul’u bir kenara çekerek gizlice bilgi ve emirler verir)
NAR – Âmin, Allah… (Hepsi) Allahu ekber. (Devlet dua eder.)
PERDE İNER
ÜÇÜNCÜ PERDEBay, her zaman olduğu gibi kerevet üstünde uyumaktadır. Odanın bir tarafında kasa durmaktadır. Taşmurad bir kapıdan yavaşça girer; sağa sola bakınarak başka bir kapıyı açar ve bir kenarda durur. Taŋrıkul girer, elinde anahtar ve bir demir çubuk, belinde bıçak, kasaya yaklaşarak anahtarı sokar, kasa açılmaz. Taşmurad’a bakar. İşaretle ne yapması gerektiğini sorar. Taşmurad kasayı demir çubukla kırmasını emreder. Taŋrıkul demirle kasayı kırar. Kasadan çıkan gürültü üzerine Bay uyanır. Ayağa fırlayan Bay, sopasını kaptığı gibi “vay, vay” diye feryat ederek Taŋrıkul’un üstüne yürür. Taşmurad yetişip sopayı tutar. Taŋrıkul bıçağı Bay’ın bağrına saplar.