
Полная версия
İdikut Roman
Tanrıdağ, tepesinde güneş doğmadan önce çobanlar tabak kuyruklu kara koyunlarını bu tarafa doğru sürüp geliyordu. Suya yaklaştıklarında onların sürü sahibi oldukları anlaşıldı. İdikut onların ceketlerinin sırtına sarı sırma iple gül ve ağaç desenleri işlendiğini fark etti, bu onların özel bir işareti olsa gerek. Çobanlar bu sıcaklara alışmış olmalı ki hiç terlemiyordu. Yüzleri, kara taş gibi parlıyordu. Ellerinde sopa, omuzlarında ok ve yay vardı. Onlar selamlaştıktan sonra hakanın sol tarafında oturdular ve avuçlarına su alıp yüzlerini yıkadılar. Bu garip misafirlere kimsiniz, nerden geliyorsunuz diye sorulmadı. Onlar sadece kendi işine bakan dürüst adamlardı.
– İdikut devletinin hakanı, Bavurçuk Art Tekin adlı bir yiğitmiş, doğru mu? Duydunuz mu? dedi bir çoban İdikut’a bakmadan yüzünü yıkarken. Sudan bir iki avuç ağzına aldı ve çalkaladıktan sonra bir tarafa tükürdü, sözüne devam etti, – Babasını kendisi öldürmüş! Cesur bir adammış. Babasını öldürmesi kötü bir şeydir. Ama o yiğit, Kıtanlara karşı hareket ediyormuş. Duyduğuma göre, babası onu Kıtanlara rehine olarak göndermiş. Biz kış olsun yaz olsun Turfan’a hiç giremeyiz, bu dağ, otlak, sulak vadilerde yaşayan insanlarız.
Bavurçuk Art Tekin, yanındakilere sakin olun mesajını vermek için başını hafifçe salladı ve güldü. Tora Kaya, Tarkan Bilge Buka kendilerini tuttular ve onlara sıcak baktılar. Muhafızlar da Bavurçuk Art Tekin’in “Sakın bir şey yapmayın!” mesajı veren işaretini anladılar ve kılıçlarını kılıfından çıkarmadılar. Bavurçuk Art Tekin çobanları biraz daha dinleyip sonra kendini tanıtmayı düşündü.
– Koyun çok, otlatmak da zor değil ama bu işte zorluk çıkaran bir şey var. Hiç hoşuma gitmiyor. dedi çoban.
– Onu öğrenebilir miyiz? diye sordu İdikut ona gülümseyerek bakıp. Çoban sinirlenerek yerinden kalktı ve bu garip yolcuya sert baktı.
– Bir olan Huda’ya et, ekmek, altın gümüş gerekmez. Ama yerdeki hudalar; hakanlar, serseriler; altın gümüş, et, at, sığır… hepsini alıp götürür yer! Namussuz vicdansızlar! Ejderha! Huda’ya yemin ederim ki, gerçekten ejderhalar! Bak kardeşim! Bunlar boş laf değil, hepsi gerçek! Ben yetmiş yaşını geçtim. Ömrüm sürü otlatmakla geçiyor. Sürülerim Kıtan’a gidiyor. İdikut halkının açları yok mu? Aç kalmıyor mu? Hayır, açları çok! Onlar neden et yemesinler? O alçaklar bizden koyun, Beşbalık’tan at toplayacaklar! Neden topluyorlar? Neden Kıtan’a veriyorlar? İşte bunu anlamıyorum. Ben bu defa Kıtan’a hiçbir hayvan vermeyeceğim!
– Vereceksin diye zorlarlarsa koyunlarımı Tuyuk Bezeklik dağ vadilerine ya da Yargol vadisine süreceğim. Bunu da bilerek yaptım diye yeni hakanın huzuruna gideceğim. Onun gazabına uğrasam da gam değil.
Bavurçuk Art Tekin halk arasında Kıtan’a ilişkin gerginlik ve nefretin uyandığını bu çobanın samimi sözlerinden anlayıp çok memnun oldu. Onun omuzundan tutup gülümseyerek, – Kıtan’a hiçbir hayvan vermemeniz doğru bir tavır!
Çoban bu açık sözlü adamın kim olduğunu merak edip sordu.
– Akıllı adama benziyorsun! Sen kimsin?
– Ben İdikut! Bavurçuk Art Tekin!
O yerinden sıçrayıp dizlerini döverek kendini tutamadan kâhkaha attı ve sopasıyla İdukut’u dürttü.
– Bavurçuk Art Tekin’in yolundan git! Sende bende öyle talih nerede! Sen belki abdal yahut dervişsin? Ey ahmak! İdikut böyle dolaşır mı? Subaşında, koyun arasında benim gibi zavallıyla sohbet eder mi? Ahmak! Kafan olsa da aklın yokmuş senin! Dervişliğini yap! Eğer hakan senin gibi halk arasında dolaşıp halkın sıkıntısını ve derdini kendi gözüyle görmüş, şikâyetini duymuş olsaydı benim sevdiğim İdikut olurdu.
Bavurçuk Art Tekin her ne dese de ona kendisinin gerçekten İdikut olduğuna inandıramayacağını anladı ve onun elini sıkarak, – Beni yazda Beşbalık’tan, kışın Turfan’dan bulabilirsiniz! diyerek vedalaştı.
Çoban yine inanmadı.
– İdikut’ta kalender dervişler çoğaldı. Belki tekrar burada görüşürüz! diyerek İdikut’u dervişe benzetip alay etti. O, abasını sürüyüp beş on adım yürüdü, atlarını mahmuzlayıp uzaklaşan adamlara bakarak düşündü.
– Bir düşün ki, öyle güler yüzlü, samimi bir adam derviş değil, tüccar değil, o zaman kim? Muhafızları çokmuş! İdikut diyor! Hayır! Bunlar Tilavet Mabedine giden zavallı rahipler olsa gerek.”
Çoban derin düşüncelere daldı, abasının geniş kolunu sallayarak onların arkasından bakakaldı.
Çobanın açık sözü ve fikirleri İdikut’un aklıda kaldı. Bu gizli yolculukta her türlü kişiyle yapılan görüşmelerde İdikut’un üzülmesinden korkan ve çok mahcup olan Tora Kaya bu tür yolculuğun devam etmesinin şimdi gereksiz olduğunu İdikut’a usulca anlattı.
– Cenabı âli zat Bavurçuk Art Tekin! dedi biraz duraklayıp,
– Böyle yolculuk yapan bir hakanın birden bire saraydan ayrılmasını halk bilmese gerek. Yoksa şimdi olduğu gibi anlaşmazlık ortaya çıkar. Ben sizi yanlış yola sevk etmişim. Halk bizim halkımız olsa da düşman yabancıdır… Bundan kaygılanıyorum.
– Bazılarının bilmiş, bazılarının bilmemiş olması daha iyi diye düşünüyorum muhterem serdar! dedi İdikut nezaketle, – Korku ve endişeyle bu devleti yönetemem.
Tora Kaya, Tekin’in bu güzel cevabını beğendi ve bu konuda bir daha ağzını açmadı.
– Yine dolaşalım! dedi Bavurçuk Art Tekin merakla, – Duymaktansa görmek, dokunmak daha iyidir! diye konuştu.
O, Astana kabristanının yanındaki Turfan kabristanlığına doğru yürüdü. Beraberindekiler onu takip ettiler. Bavurçuk Art Tekin çok büyük bir üzüm teveğinin yanına geldiğinde alaca kır atından yere atladı. Muhafızlar onun atını bir ağaca bağladılar. Diğer iki devlet adamı Bavurçuk Art Tekin’in arkasından girdiler. Üzüm teveklernin ötesinde buğday harmanı vardı. Yanındaki birçok çuvala buğday doldurulmuş ve bir tarafa yığılmıştı. Geniş ve uzun üzüm teveklerinin altında serin bir hava vardı. Gölgelikler temiz süpürülmüş, her şey yerli yerinde, gölgeliğin bir tarafında ise marangozluğa ait aletler asılmış duruyordu. Burada saçları bembeyaz yaşlı bir karı koca bir şeylerle meşgul oluyordu. Kocası kalburla buğday ayıklıyordu, karısı ise at kuyruk ve yelesinden yapılmış elekle un eliyordu. Koyu renkli bir sepette meyveler sebzeler duruyordu. Ocakta yemek, tencerede ekmek pişiriliyordu. Su kabağında soğuk su vardı. Ahşaptan yapılmış teknede elenmemiş unun yarısı duruyordu. Kazan başında kavak kütüğünden güzelce oyulmuş, tam ortasına çubuktan bir sap geçirilmiş kova ve onun gibi kaplar bir şeylerle doldurulmuştu.
Başına takke giymiş yaşlı koca, bu yabancı misafirleri görünce elindeki kalburu henüz elenmemiş çerçöp dolu buğday üzerine fırlattı ve toz toprakla bulanmış ellerini yıkayıp, beyaz gömleğinin eteğine sürdü. Sık sakal ve bıyığını okşayarak, uzun boylu, gövdeli bu gençlere baktı. Bu yabancı kişiler gülümseyerek yaşlı kocaya doğru yaklaşıyordu. Selamlaştıktan sonra yaşlı koca sordu, – Siz nerelisiniz? Buraya neden geldiniz? Burada ne arıyorsunuz?
Yaşlı çiftçi bu sorularla onları tanımak istedi,
– Buyurun, içeri girin, oturun!
– Ben Beşbalık’ta doğdum! diye kendini tanıtmaya başladı Bavurçuk Art Tekin, bu defa kendini gizlemedi
– Adım Bavurçuk! İdikut Devletinin hakanı. Sizin durumunuzu öğrenmek için geldim.
Bavurçuk Art Tekin, yanındakileri tanıtmadı. Onlar da hiç konuşmadan hanı dinlediler.
Yaşlı çiftçi başını sallayıp gözlerini yumup kahkaha attı. Gülmekten kendini tutamayıp yaşlı karısının yanına giderek bir şeyler söyledi, karısı da güldü. Sonra dönüp, kirlenmiş takkesini elinde sıkıca tutarak,
– Buyurun hakanım! buyurun! Yukarı geçin! Sıcak ekmek yiyin çay için! dedi.
Misafirler eski bir minder üzerinde oturdular.
Ak yağlık takmış yaşlı karı temiz kâselere çay döküp, kocasının yanına gelerek yufka ekmekleri böldü. Kocasına, fısıltıyla, bu ekmekleri onların kâselerine koymasını söyledi ve oradan yavaşça uzaklaştı. Misafirler bir birine manalı manalı baktılar. Adet gereği Bavurçuk Art Tekin çaydan birazcık içti, diğerleri ondan sonra içmeye başladılar. Onlar keyifle oturuyordu. Yaşlı koca, kendisini İdikut diye tanıtan kişiye sürekli bakıyor, binbir türlü düşünce kafasını karıştırıyordu.
“İdikut diyor! Hakan diyor! Altın taç takmayı sen de arzu ediyormuşsun! Huda’nın toprağında kimler doğmuyor? Ama yeter ki kendini ve başkalarını kandırma!” diye düşünen yaşlı adamın gözü misafirlere dikilmişti. Bavurçuk Art Tekin’in İdikut olduğuna hiç inanmadı. Kendinden söz etmeye başladı.
– Ben yaşlandım! Gücüm tükendi ama şükrediyorum! dedi. Bavurçuk Art Tekin’e dönerek, – Bir şey sorarsan cevap vereyim ama sizin gibi yalancı değilim!
– Tarlanız var mı? diye sordu Bavurçuk Art Tekin.
– Var ama karnımız aç!
– Neden?
– Buğdayı Kıtan’a vereceğiz. Gördüğünüz şu çuvallardaki aşlık Kıtanlara gidiyor. Bana kalanı işte yerde duruyor. Yaşamak gerek, o yüzden üzüm de satıyorum!
– Niye Kabristanlığa bitişik ev yaptırdınız? diye sordu İdikut.
– Ölülere diri adam gerek! Onları gözetliyorum, koruyorum. Burada İdikut’un önceki kutsal ataları yatıyor. İdikut İyen Tömür de burada. O hakandan bize iyilik gelmedi. Kıtanlara gerek, hakana gerek diye elde ettiğimiz her şeyi tastamam aldı götürdü. Bize bir şey bırakmadı. Bugün İdikut olmuş kişi doğruyla yanlışı, dostla düşmanı ayrıt edebilse, iyilere ödül kötülere ceza vermeyi becerebilse güzel olur diye düşünüyorum. Duyduğuma göre o han, memleketten memlekete dolaşıyormuş. Umarım halk arasında saygı ve şeref bulur! İdikut’umuzun ömrü uzun, hanlığı ebedi olsun! dedi.
Biraz durdu ve Bavurçuk’a,
– Sen kendini iyi bir insan zannediyor musun? diye sordu ciddi ciddi bakarak.
Bavurçuk Art Tekin durakladı. Halk ve devletin önünde büyük hizmetleri başarmadan, “Evet ben iyi bir insanım!” demeye cesaret edemedi.
– Rahat ol! Kimse kendine ben iyi ya da kötüyüm diyemez ki. Han da öyledir! dedi yaşlı koca.
– Ben Beşbalık’a gittiğimde İdikut’a bir mektup yazıp ne gördüm ne duydum, hepsini anlatacağım!
– Okuyan adam nur gibidir. İlim, kalbini aydınlatır. Mektup yazacak mısın? dedi. Mektup yazacağına inanan yaşlı koca
– Yazarsan şöyle yaz!
“Halkının umudu Bavurçuk!
Haset şifasız bir derttir. Hasetten sakınmak gerek! Halk durup dururken zulme maruz kalmasın. Hanın sözü ve ameli doğru olsun! Sarayda hatun kızlar cariyeler azalsın! Sefahat düşkünlüğü olmasın, bizi ara. Gelip bizi bir gör. Senin göz nurun halktır!”
– Tamam, şimdi sen Beşbalık’a vardığında Bavurçuk Art Tekin hakanımıza bu mektubu ilet!
Bavurçuk Art Tekin bu sözleri duyunca ferahladı. Elini göğsüne koyup teşekkür etti.
– Hoşçakal amca! Seninle görüştüğüme memnun oldum. Doğru söylüyorsun, Bavurçuk’un göz nuru halktır. Bunu unutmamak gerek!
Bavurçuk Art Tekin gene yoluna devam etti. Bu defa pamuk tarlasını gezdi. Gökten bulut parçaları inmiş gibi görünen pamuklara hayran oldu. İpek dokumacılarıyla tanıştı, ipek böceklerini gördü. İpek çekip güllü ipek yapanların maharetlerini merakla seyretti. Turfan şehrinin kadın ve kızları ipek dokuma hünerinde mahirmiş. İpeğin çeşitli renkleri göz kamaştırıcıydı.
Bavurçuk Art Tekin bu küçük ama görkemli atölyede bir hayli dolaştı. Kızlar Bavurçuk’u kuşattılar. Tatlı sözlü, güzel kızlar,
– Vergi için mi geldiniz? diye gülmeye başladılar.
Bavurçuk Art Tekin onlardan hemen sordu.
– Bir yılda kaç top ipek ödemek zorundasınız?
– Üç yüz bin top ipek! Fermanda böyle yazılmış.
– Kime veriyorsunuz?
– Kıtanlara, kime olacak! diye söylendi kızlar.
– Biz Bavurçuk Art Tekin’in emriyle buraya geldik. Bundan böyle Kıtan’a bir top ipek bile verilmesin! Bavurçuk Art Tekin’in fermanı böyle! dedi.
Dokumacı kızlar bunu duyunca çok sevindiler.
– Bu müjdeniz için size beş çeşit renkli ipten dokunup dikilen kaftan giydireceğiz! dedi kızlar ve sevinçli bir şekilde Bavurçuk Art Tekin’e o kaftanı giydirdiler.
– Size çok yakıştı! Biliyor musunuz? Giydiğiniz bu kaftana bizde “kış kış” denir.
– Duymuştum, ama giymeye fırsatım olmamıştı. Hakikaten güzelmiş.
– Altın ip, yani zer ip yapmakta ustayım! dedi çok güzel bir kız. Onun ince, kıpkırmızı dudakları arasında bembeyaz ve düzgün dişleri belirli belirsiz bir şekilde görünüverdi
– Evlendiğiniz zaman bize haber verin! Biz ipekten istediğiniz şeyi dokuyacağız. Ama düğününüze bu kızların hepsini davet edeceksiniz.
– Ben evli bir delikanlıyım! dedi Bavurçuk Art Tekin. her hangi bir dedikoduya mahal vermemek için onlara doğruyu söyledi.
– Hakan olsaydınız hepimiz sarayınıza gidip hizmetinizde bulunurduk. Ne çare, hanlık her gence nasip olmaz ki! Eşiniz güzel mi? Nereli? diye sordu kızlar merakla.
– Bana göre güzeldir! dedi Bavurçuk Art Tekin gülümseyip, – Beşbalık’lıdır. Turfan’da ve Beşbalık’ta sarayım var.
Bu söz kızlara tuhaf geldi, birbirlerine baktılar ve
– Bazen büyük laf ediyorsunuz değil mi? diye gülüştüler.
– Siz de çok şakacıymışsınız. Sarayın kapıcıbaşı desenize! Hanmış gibi sarayım var diyor ya! Biz size yiğit bir muhafız desek… Olsun! Dilediğinize kavuşun! Size hakanlık yakışır! Bizim kaftan üzerinizde durduğu müddetçe İdikut olabilirsiniz! diyerek kızlar tekrar gülüştüler.
Bavurçuk Art Tekin’in bu kızlarla konuşması da iyi geçti ve her iki tarafın gönlünde güzel izler kaldı. Bavurçuk Art Tekin dışarıya çıktığında düşünceli bir şekilde Tora Kaya’ya sordu.
– Devlet hazinesinde ne var?
Tora Kaya hiçbir şey yok demeye cesaret edemedi.
– Var, yok… diye kekeledi.
– Açık söyle! diye ona sertçe baktı Bavurçuk Art Tekin
– Kıtanlar bizden kaç bin gümüş aldılar?
– İki yüz bin gümüş.
Bavurçuk Art Tekin, birdenbire üzüldü.
Sonra kuyumcularla görüştü. Altın gümüşten yapılan mücevherleri gözden geçirdi ve oradan çıktı. Öyle sessizce yürüyerek Tuyuk ve Beşbalık mağaraları, dağlar oyularak yapılmış mağara evlerindeki Budaları gördü, secdeye kapandı. Bindikleri atları bir hayli uzakta, mağara üzerinde bırakmışlardı.
– İrdiminhan İdikut, Aslanhan İdikut’un yaptırdığı bin evler! Bu evlerdeki Budaları korumamız lazım! dedi İdikut. Tarkan Bilge Buka’ya bakarak
– Muhafız yokmuş, bundan sonra gönderelim.
– Baş üstüne hakanım! diyerek Tarkan el bağlayıp başıyla tasdik etti.
– Olur!
– Siz! Cenabı Tora Kaya! Bundan bizzat sorumlusunuz. Güç elinizde, asker de. Korumayı artırmada fayda var.
Tora Kaya el bağlayıp, – Baş üstüne! Hepsini yerine getireceğim. Fermanlarınız uygulanacak! dedi.
Bavurçuk Art Tekin Bin Evlerden çıkmadan düşüncelere daldı. “İdikut halkına aferin!” fikri geçti içinden.
– Bu ne büyük emek! Mağara gibi oyulup yapılmış yüzlerce ev, yüzlerce Buda! Hepsi sapasağlam duruyor. Kimse dokunmamış. Kutsal toprak, kutsal evler!
– İdikut hanının cevheri ve ruh zenginliği halktır. Halk Budaları korumuş gibi geliyor bana! diyerek Tora Kaya hikmetli sözleriyle İdikut’un dikkatini çekti.
Tora Kaya’ya başını çevirip.
– Doğrudur! dedi İdikut.
Tora Kaya, İdikut’un arkasından geliyordu. O, hanın dönüp bakarak söz dinlediğini belli etmesini lüzumsuz olarak düşündü. O yüzden o yüksek bir yerde dimdik duran Bavurçuk Art Tekin’e bir adım yaklaşıp, Müslümanlarla Budistler arasında yaşanmış feci olayları anlatmak istedi. Lakin Cenabı Bavurçuk Art Tekin buna dikkat etmiyor gibi görünüyordu. Eğer böyle olursa onun şöhreti zarara uğrar diye düşünüp korktu. Ama Bavurçuk Art Tekin ilginç tarihi olayları biliyor olmasından mı yoksa Tora Kaya’yı denemek istediğinden midir, ondan sordu.
– Karahanlılar kim?
– Uygurlar! Müslüman olmuş Uygurlar.
– Satuk Buğrahan aslında Budist değil miydi?
– Evet! Uygur, ilk Müslüman olmuş Uygur. İdikut Budistleri de Uygurdur. Dini ayrı, ama dili birdir. Satuk Buğrahan İdikut te-basını dininden döndürmek için zorlu baskılar yaptı. Ama İdikut tebası Budistler kendi dini için kan döktü. Dinini korudu. Burada Budistlerin kanı vardır.
– Büyük zafermiş. Benden önceki İdikutlar nasıl cesaret göstermişler?
Tora Kaya telaş etmeden cevap verdi. Bavurçuk Art Tekin’in tarihi iyi bilen bir hakan olduğunu biliyordu.
– Pan Tekin, Tibetleri Turfan’dan kovdu. Önce Beşbalık’ı başkent yaptı. Orhun devletini kurdu. Orhun nehri sahilindeki Karabalasagun’u merkez durumuna getirdi. Bunu Cengizhan iyi biliyor. Pan Tekin akıllı, iyi bir komutandı.! diyerek devam etti.
– Bögü Tekin meşhur komutandı. Uygur askerleriyle Manas, Urumçi, Beşbalık’tan Kırgızları kovdu. Tibetlerin serdarı Sankungra’nın kellesini kopardı. İrdiminhan Karahanlıların saldırısına dayanabildi. Samani’nin oğlu Abdulfettah’la savaştı. Ama Art Tekin onu yendi ve Kuçar, Aksu, Karaşehir’i ele geçirdi. Aslanhan Beşbalık’ta geçici bir mağlubiyete uğradı. Art Tekin, Turfan’ı kendine bağladı. Ama Aslanhan Beşbalık’tan İdikut şehrine uzanan, Tanrıdağ’dan geçen dağ yolu geçidine çok sayıda asker toplayıp hücum etti. Art Tekin’i öldürdü. Turfan ve Karaşehir’i tekrar ele geçirdi. Sonra İdikut Uygurları bağımsız yaşamaya başladı. Demek ki İdikut’da düşmana baş eğmeyen ulu İdikutlular yaşamıştır.
– Siz bana nasıl bir akıl vereceksiniz cenabı Tarkan? diye müracaatta bulundu Bavurçuk Art Tekin .
– Bakalım siz ne diyeceksiniz?
– Güçlü bir ordu kurmak lazım! Kıtan’dan kurtulmak gerek. Cengizhan’ı dost edelim. Yabancıların eliyle yabancıları yok edelim!
– Siz ne dersiniz Cenabı Tora Kaya?
– Kıtan temsilcisi Şaykım’ın kafasını hemen koparmak gerek. Böylece biz Kıtan’dan ilişkimizi tamamen kesmiş oluruz. Cengizhan bunu elbette dikkatle izleyecek. Cengizhan’ın şöhretine güvenelim! Onun heybeti şaşırtıcıdır, önlem almak gerek. Ama bütün İdikut’un hatun kızları, genç ve yaşlıları Uygur ordusuna katılsın! Güç toplayalım!
– Doğru fikir! Öyle olsun! Önce Buda tavafını bir yapalım! Beşbalık’a dönelim. Evet! Beşbalık’a çabuk dönelim!
Onlar saraya doğru hareket etti. Önlerinde bu gizli yolculuğun engebelerini aşmak gibi zorluklar vardı.
BEŞBALIK
Kahraman Şehzade ve sabık İdikut’lar Beşbalık şehrini İdikut Devletine başkent yaptığında en evvel Beşbalık’ı düşmanın beklenmedik hücumuna dayanabilmesi hususunu ciddi olarak düşünmüşlerdi. Özellikle İdikut Aslanhan iç ve dış şehrin etrafını geniş ve yüksek surlarla çevirtmişti. Şehrin beş girişi vardı. Beşbalık surları önce sakız topraklar doldurularak bastırıp sıkıştırılmış büyük duvarlardan oluşmuştu. İhtişamlı, görkemli evler ise özel ocaklarda pişirilmiş, sonra mahir ustalar tarafından gül nakış oyulmuş tuğlalardan yapılmıştı. İdikut Bavurçuk Art Tekin, kolay bir şekilde inşa edilmiş, bu han şehrinde yaşıyordu. İdikut sarayı da bu şehirdeydi. Burada Tora Kaya, Tarkan Bile Buka, kapı beyleri, üstat Atay Sali, Uygur atlı süvarileri, sanatkârlar, heykeltıraşlar, mimarlar, saray hattatları ve hizmetkâr cariyeler yaşıyordu. Bunun dışında İdikut’un özel muhafızları, hatunu Aygümüş Melike ve onun harem ağaları da vardı.
İdikut Bavurçuk Art Tekin, devleti yönetmenin yeni yöntemlerini araştırdı. Fikir ve düşüncelerini saray müsteşarlarından gizledi. Sabahleyin han şehrinin surlarına çıkıp herkesi şaşırttı. Geniş ve derin hendekler boyunca yürüdü.
“Ben hürriyet istiyorum… Bu silahlı ev farelerinin bende ne alacağı olabilir? Beni neden takip ediyorlar? Kimden korkuyorlar? Elbette düşmandan, katilden! Düşman kimdir? Beni İdikutlu Uygurlardan koruyan ve saklayan kişi mi? Onlara güvenen kişi mi? Beni o anda darağacına neden çekmediler, ben Uygurlarıma neden inanmıyorum ki? Ben yabancıların mekânından gelmedim. Beşbalık toprağında doğdum. Kim benden üstün, kim benden yüce? Bana muhafız gerekmez! Saray yalnız İdikut Bavurçuk Art Tekin’in değil, bütün İdikutlu Uygurların kutsal evi olsa ne olur? Öyle olması daha münasip. Halk beni görsün, onlarla devamlı yüz yüze görüşebileyim. Onların arzu ve maksadını devamlı öğrenebileyim. Saraydaki en akıllı müsteşarları görevden alacağım, başkasından da vazgeçmek gerektir. Bana göre, ok çekip yay atmak, ata binmek, kılıç sallamak, mızrak fırlatmak çok kolaydır. Fakat İdikut olmak kolay değil. Durum şimdi çok çetindir!” diye düşünüp surlardan yavaşça inerek kimseye görünmeden saraya girdi ve Tarkan Bilge Buka’yı çağırttı.
Hemen hakan huzuruna gelen Tarkan Bilge Buka’ya İdikut’un fikri çok garip geldi, suratı bembeyaz oldu.
Bavurçuk Art Tekin, – Başka bir şekilde düşündüğümüzde, siz ilim hazinesine girmiş akıllı bir adamsınız! Benim en yakın müsteşarlarımdan birisiniz. Fikrinizi kabul etmeden hiçbir tedbir alınmaz, hiçbir ferman verilmez, hiçbir hüküm çıkarılmaz! derken büyük vezir hayatta kalacağını anladı, yüzüne kan geldi.
– Islahatınız çok doğru ulu hakanım! dedi baş eğip, – Doğru söylüyorsunuz! Başlatılan iş neticeli olsun. Fermanınızı halka duyuralım. Öyle olsun! dedi ve Tarkan Bilge Buka nezaketle dışarı yürüdü. Ondan sonra giren Tora Kaya, İdikut’un yüklediği vazifesini yerine getirip, şehir hazinelerinin tarihi hakkında hikâye anlattı. İdikut merakla dinledi.
– Peki erbabım! diye müracaat kıldı İdikut. Önünde diz çöküp oturan Tora Kaya’ya tebessümle baktı, – Bu devlette beş şehir vardır demişti atamız, âli zat, büyük âlim
Kaşgarlı Mahmut. ‘O şehirlerin halkı aşırı kâfir, en usta atıcılardı’ diyor. Bu şehirler; Sulmi, Koço, Hanbalık, Beşbalık, Yenibalık’tır diye yazmış Divanu Lügatit Türk adlı büyük eserinde.
– Peki! Buyurun hikâyenize devam edin! Beşbalık’ın eski bir şehir olduğu kesinleşti.
– Öyledir hakanım!. Şimdiki bu yazlık başkentimiz olan Beşbalık, Hunlar devrinde de bilinen bir şehirdir. Beşbalık toprağı kutsal topraktır. Burası Hun, Türk, Han ve Tang sülaleleri, Tibetler ve Karahanlı askerlerinin kanları dökülmüş kutsal bir yerdir. Ticarette meşhur olmuş bir şehirdir. Gök Türk Kağanlığı, Doğu Orhun Kağanlığı devride de ilişkiler kesilmemiştir. Doğmuş olduğunuz Beşbalık’ın ise çok mühim bir yerde inşa edilmiş olduğu tezkirelerde detaylı, net bir şekilde kaydedilmiştir. Kesişen yolların başucunda Turfan çok stratejik bir yere sahiptir diye düşünüyorum. Şimdilik bildiklerim bu kadar.
– Başka söyleyecekleriniz yok mu? dedi İdikut.
– Var! dedi Tora Kaya bu soruyu bekliyormuş gibi.
– Beyan buyurun, dinleyelim! dedi İdikut merakla.
Tora Kaya askerî işlere yönelik mühim, kritik bir meselenin ipucunu verdi. Onun fikri, Bavurçuk Art Tekin’in herkeslerden gizleyegeldiği fikirleriyle örtüşüyordu.
– Cengizhan! dedi Tora Kaya ve Bavurçuk Art Tekin’in yüzüne baktı, onun hiç surat değiştirmediğini görünce ciddi düşünmeye başladı.
– Cengizhan dünyaya egemen olacağım diye ilan etmiş. Eğer o Türkistan’a sefer düzenlerse, göreceksiniz ki, askerlerini buradan geçirmek için sizden izin isteyecek!
– Zor bir mesele! dedi İdikut fısıldayarak
– Peki bunun çözümü ne?
Bu sohbetin sonucunu Bavurçuk Art Tekin çıkaracak olsa da, bu soruya kendisinin cevap vermek zorunda olduğunu Tora Kaya hissetti.
– Siz kendi menfaatinizi, Cengizhan da kendi menfaatini düşündüğünde çözüm bulabiliriz diyorum.
– Benim fikrim de öyle! dedi Bavurçuk Art Tekin.
Bu, elbette Tora Kaya’yı en büyük müsteşar rütbesine getirdiğinin bir ifadesiydi.
– Bizim hal ve hareketimizi elbette Cengizhan takip ediyor. Eğer biz Kıtan elçisi Şaykım’ı öldürsek, Cengizhan bunu duyunca belki İdikut’a hemen elçilerini gönderir! diye kendi görüşlerini açıkladı Tora Kaya.
– Siz ve Cengizhan aynı çağda yaşıyorsunuz, aynı devrin insanlarısınız, bir birinizin ışık ve gölgesini bile görmeden yaşayamazsınız. İşte mesele burada.
Bavurçuk Art Tekin akıllı birisi olsa da “Moğol ve İdikut, her ikisi huzur içinde yaşayacak mı yoksa perişan mı olacak?” bunları şimdilik tam kestiremiyordu. Ama Cengizhan ile dostluk ilişkilerini başlatabileceğine inanıyordu. İdikut, gönülleri endişeye sürükleyen bu sohbete başka bir soruyla son verdi.
– Kaç tane at satıldı?
– On bin tanesi satıldı! Her bir at için kırk top atlas aldık!
– Beşbalık atlarına merak duyan devletler çok. Bu bizim için iyi. Ama bizden sonra at satılmasın. dedi İdikut kesinlikle – Bu bizim hazinemizdir!
– Baş üstüne cenabı Tekin! diyerek baş eğdi Tora Kaya.
Bu da onun kafasındaki bir fikirdi. Bavurçuk’un ağzından duyunca gönlü ferahladı, çok sevindi.
– İyen Tömür’e öyle demiştim, ama o kulak vermedi! dedi ve İdikut’a gülümseyerek baktı.
Bavurçuk Art Tekin, kendini öven adamı sevmiyordu.
– Ben övülmeyi sevmiyorum! dedi gülümseyerek ve mütevazi şekilde elini Tora Kaya’nın omuzuna koydu.
Tora Kaya, İdikut olduğundan beri Bavurçuk Art Tekin’de değişiklikler olduğunu hissetti.
– Sizi atlı askerler ve halk bekliyor. Sizi görmeyi istiyorlar. dedi Tora Kaya.
– Ben hazırım! Sizin de orda olmanız gerek. dedi Bavurçuk Art Tekin.
Tora Kaya,
– Ben sizinle … dediği an İdikut,
– Tek başıma çıkacağım. Beni koruyan asker ve muhafızlara gerek yok! Benim için özel çadır dikmeyi bırakın. Gün ışığında yanmam daha iyi. Halkımı yakından, kendi gözümle görmeyi istiyorum– dedi.
– İdikutlar tarihinde görülmemiş bir olay! dedi Tora Kaya