
Полная версия
İdikut Roman
– Sakin ol! dedi muhafız atın kalın yelesini okşayarak,
– Bana sert bakma, sana vuran ben değilim. İyi ki kırbaçla vurmuş, eğer bir yere takılmış olsaydın mızrağı sana saplardı, hançerle kanını akıtırdı! Şükret!
At bu sözü anlamıyordu, fakat kırbaç acısından kıpırdanıp duruyordu.
Cengizhan çabucak gelip, çadırın aşağısında oturan Angurat Noyan’a bağırdı ve ona karşı dikildi.
– Atlı asker göndermen lazımdı!
– Elbette cenabı kağanım! Bugün yine atlı asker gönderdim. Elçiler İdikut’tan çıkmış olsa bizimkilerle karşılaşır.
– Sen böyle mi düşünüyorsun? diye bağıran Hakanın boyun damarları kabardı.
– Evet, böyle düşünüyorum, bugün bir haber olacak!
– Neden bugün, şimdi bul! Şimdi! hâlâ kepekli başını kaşıyıp duruyor musun? Önüne çık, şimdi getir! “Köpeğin namusu olsa ayağını dişlemez.” dendiği gibi, sözü kestirip atmandan önce utan! Yanlış olsa da umudunu Tanrıya bağla!
– Ben elçileri karşılamaya çıkacağım! Angurat Noyan bu eleştirilere dayanamadı ve çadırdan çıkınca üç atı beraberinde götürüp, elçileri getirmeye gitti.
– Yılkı gibi yoldan şaşma! Yoksa hepinizi kovarım! diye bağırdı kağan.
Çadır dışındaki muhafızlar bunu duyunca tüyleri diken diken oldu.
Cengizhan’ın teveccühüne nail olmuş Angurat Noyan neden böyle azarlandı? Bunun nedenini sadece Cengizhan biliyordu. İdikut’tan gelecek haberin gecikmesi onu endişelendirmişti.
– Bavurçuk Art Tekin kibirli, küstah, akılsızsa bana kazık atar. Bu, “Eğer cesursan sınırımızdan geç bakalım!” anlamına gelir. Eğer o böyle düşünürse ben ve Moğollar için bir felaket olur. Evet! Ben, yiğit Bavurçuk Art Tekin’in kibirden sallanan ayağına pranga takacağım. Benim o Uygurlara gücüm yeter. Kadimde büyük hanlık olan devletinin mirası toprağa gömülür, hepsini yerle bir ederim. Dağ keçisi gibi tepelere çıktığını görelim bakalım… Savaşta düşman saflarını perişan eden yiğitlere ferman verirsem tahtı at toynağım altında kalır. Eğer sözüme kulak vermez de üzerine saldırsam ne olacak? Kalkan, mızrakla savaşalım mı, öyle yaparsak düşman yenik düşecek. Hayır hayır! Yedi kat gökten inen şeytan beni kandırma!” diye korkulu karmaşık düşüncelere daldı Cengizhan.
– Bu telaş nerden çıktı?
Ey Tanrım! Bavurçuk Art Tekin’in kalbine iyilik ver! Ben çok güçlüyüm ama Uygurlara asla istila seferi yapmayacağım. Ey Tanrım! Sözümü tutmazsam gazabına uğrayayım. Beni şimşek çarpsın, lanetin üzerimde olsun!
Cengizhan şimşekten, Tanrının gazabından çok korkardı. Onun bu defa Tanrı karşısındaki yeminine sadık olduğu sonradan Bavurçuk Art Tekin’le olan ilişkilerinde ifadesini buldu. Şimdi ise Cengizhan, sanki birisi yüreğini okla delmiş gibi sendeleyip durdu. Şu an Kerulen vadilerinde esen meltem onun ağır gövdesini hafifletmiş oldu.
Sarı çadır etrafındaki muhafızlar arasında birden kargaşa koptu, onlar her taraftan koşarak geliyordu. İki atlı atlarını hızla koşturup gelmekteydi. Cengizhan, çadır önüne geldi. Çadırı savaşçı askerler kuşatmıştı. Angurat Noyan Uygur devletinden gelmekte olan misafirler hakkında Cengizhan’a bilgi verdi.
– Geliyorlar kağanım! dedi Angurat Noyan, attan atlayarak yere diz vurdu
– İdikut’tan, Beşbalık’tan elçi geliyor!
–Azametli Yiğit! dedi Cengizhan onun omzuna hafifçe dokunarak, – Sonunda bulmuşsun! Aferin sana!
Kağan, müjde için çok sevindiğini ifade etti. Böyle ifadeleri önceleri çok nadir kullanmıştı. Ama o hiç kimseyi böyle telaşla beklememiş ve rahatsız olmamıştı. Şimdi endişelerini bir kenara bırakıp kendine geldi. Umut kıvılcımları aleve dönüşüp kalbini aydınlattı.
– Kaç adam? Bizimki mi? Yoksa İdikut’tan gelen adam var mı? diye sordu kağan.
– Uygur! Yalnız! diye cevap verdi Angurat Noyan gözünün çapağını çıkararak.
Cengizhan iki gündür göz kamaşma hastalığına yakalanmıştı, bazen at kuyruğundan yapılan bir ağı göz önüne takıyordu. Şimdi onu bıraktı, gözü aydınlandı.
– Hemen git! Muhafızlar saçma sapan konuşup o elçiyi rencide etmesinler! dedi kağan.
– Baş üstüne kağanım!
Kağanın düşündüğü gibi iki muhafız Utak ile Darbay’ın sözüne inanmayıp, Uygur’u kuşatıp, ondan soru sordu, giysileri ve eyerinin üstüyle altını araştırdı.
– Nereden geliyorsun? dedi esmer saçlı muhafız,
– Adın ne?
– Beşbalık’tan, ismim Atay Sali! İdikut Devletinden!
– Niçin geldin? Kiminle görüşeceksin?
– Ben İdikut elçisiyim! Kutlu Cengizhan’la görüşmek için geliyorum.
– İdikut! Ne demek İdikut? Otlak mı, çöl mü, dağ mı, ne? Yoksa İçecek bir şey mi?
– Yeter artık! Ahmak! Darbay ona kızdı, – Belki bizi de tanımıyorsun ahmak!
– Sus Kaplan baş! Tanımıyorum seni! Belki Uygur’un arasına sokulmuş bir hainsin! Şimdi söyle, kim olduğunu söylemezsen atın kuyruğuna bağlatıp cesedini kağana götüreceğim!
Utak’la Darbay birbirine, Atay Sali’ye ne diyelim diye bakıştı.
– Bıçak yahut zehirli ilaç var mı?
– Ara! dedi ses çıkarmadan duran Utak öfkeyle.
Muhafızlar sakince araştırmaya başladı, bir şey bulamadılar. Eyer ve kilimlere baktı, atların yele ve kuyruklarına da baktı.
Atay Sali’nin eyeri göz kamaştırıcıydı. Eyerin ön ve arkasını tutup baktılar.
– Bu sizde yapılır mı? diye sordu eyere göz diken kısa boylu muhafız.
– Evet, bizde, Beşbalık’da, İdikut Devletinde yapılır. Nasıl, beğendiniz mi bu eyeri?
– Evet, çok beğendik!
– O zaman al sana hediye ettim! dedi Atay Sali, yalandan.
– Bizde böyle eyerler çok!
O, Atay Sali’nin eyerini alıp kısa boylu atına taktı ve kendi eyerini Atay Sali’nin atına koydu.
– Şimdi sizi araştıracağım! dedi kısa boylu muhafız.
Utak ile Darbay ona Moğolca küfretti. Atay Sali’nin burada morali bozuldu. Bunun nedeni, biraz önce Atay Sali muhafızların önünden geçerken Bavurçuk Art Tekin’in mektubunu hemen Darbay’a vermişti.
– Bana Bavurçuk Art Tekin, “Mektubu iyi sakla! Kimseye verme, sadece Cengizhan’ın eline ver! dememiş miydi? Kafam dönmüş!” diye başını tuttu, “Ne yapmak gerek? Mektubu yırtıp atarsa ne olur? Bu salaklar öyle kötülük yapmaz diyemem!” diye düşündü.
Kısa boylu muhafız Darbay’a doğru okunu nişan aldı ve öbürüne emir verdi.
– Hemen ara! Sana dokunamaz. Eğer dokunursa okla yüreğinde delik açacağım!
Genç muhafız aramaya bir türlü cesaret edemeden titriyordu.
– Abi sen duymamış mıydın? diye şikâyet etti.
– Neyi?
– Önderimiz Angurat Noyan abim, “Hemen koşun, elçiler gelecek. Saçma sapan konuşmayın!”, demişti. Bunlar belki elçilerdir!
– Ara dedim ara! diye buyurdu, diğeri bu sözleri duymazlıktan gelerek, – Çabuk ol çabuk!
– Beni vur abi, arayamam! Bunları götürüp önderimiz Angurat Noyan’a teslim edelim! Bunlar gerçekten elçiler olursa yaptıklarımız için her ikimiz idama mahkûm oluruz. Bunu biliyorsun değil mi?
“Altın gümüşle süslü eyerle kemeri geri alacağım dersem ne derler?” diye düşündü Atay Sali ve onların geri verilmesini kesin bir dille istedi. Kısa boylu muhafız eyerini İdikut’un atı üzerinden alıp yere fırlattı ve
– Al bu eyerini! Ver benim eyerimi! Bu eyer kimin, biliyor musun aptal! Bu eyer hakanımız Bavurçuk Art Tekin’in. Sen bizi kim zannediyorsun? Kağanın huzuruna selametle varabilirsek hepsini tek tek anlatacağım. Siz haydut musunuz, hırsız mı? Yaptıklarınıza bakın, siz kağanın muhafızları değilsiniz.
– İdikut muhafızları, Utak ile Darbay’ı sıcak karşılamıştı, öyle değil mi?
– Hoş geldiniz, merhaba diye karşıladılar! Ya sizler? Kağana hepsini söyleyeceğim!
İki muhafız sus pus oldu.
– Sana dememiş miydim kaç kere! Bunları büyük kağanımız bekliyor. Biz onları çabuk götürmek yerine onları oyalıyoruz! dedi genç muhafız korkarak ve kızarak. Yine bir şey söyleyecekti, ama sözünü kesti ve
– Bak! Angurat Noyan da buraya geliyor! dedi.
Kısa boylu muhafız, Atay Sali’nin verdiği eyeri tekrar onun atına yerleştirdi, onun ata binmesine yardım etti ve
– Eyeri kendin verdin değil mi? diye Atay Sali’nin kulağına fısıldadı.
– Doğru, ben sana hediye ettim! Emin ol! Şikâyetim yok! dedi Atay Sali ve ona karşı birden kalbi yumuşadı.
Bunun nedeni, Utak ile Darbay olup biten her şeyi Cengizhan’a anlatacak. Gelmekte olan Noyan da bunları öğrenecek. Darbay gazabından ellerini kaldırıp durmadan gevezelenen muhafızın sağ ve sol yanağına bir kaç tokat attı.
– Tüh! Tanrı kahretsin sizin gibi salakları! diye saldırdı. Az önce kendini zorla tutmuş olan Utak ve diğer muhafızı tekmeleyip yere düşürdü, ağız ve burunlarından kan aktı.
– Eblehler!
Onlar Angurat Noyan’ı görünce hemen ayağa kalktı.
– Bizi dövdüler! diye şikâyet etti kısa boylu muhafız.
Akıllı Angurat Noyan buradaki herkesi süzdü, at ve eyerlere de bir baktı, sonra hepsiyle selamlaştı.
– Hepinize merhaba aziz misafirler! Cengizhan âlileri sizi bekliyor! Hadi gidelim! dedi sevinçle.
Kısa boylu muhafız, – Bizi bunlar… diye şikâyet etmeye başlayınca, Angurat Noyan, – Bırakın Eşekler! Çabuk gidin! Tembel herifler, Ben ne demiştim size! Şimdi kağan önünde sorguya çekileceksiniz!
Muhafızların tüyleri diken diken oldu. Dizlerinde can kalmadı ayakları üzengiye ulaşamadı. Bilhassa genç muhafız haksız yere öleceğini düşünürken dayanamadı, atın önünde dizlerini kucaklayıp ağlamaya başladı.
– Ben suçlu değilim. diye başını sallayıp, atına dizini vurdu.
– Bu böyle kötülük yapıyor diye bana gelip söylemen gerekti. Senin suçun işte burada! dedi Angurat Noyan yüzünü ekşitip,
– Ben seni uyarmıştım!
Genç muhafız endişeyle atına bindi, başını kaldırmadan onların arkasından yürüdü, yüreği çarpıyordu.
– O benim başımı döndürdü, yoldan saptırdı! diyerek eyer üzerinde sallanıp oturuyordu genç muhafız
– Işığı görmek istemiyorum Angurat Noyan, beni affet! Dikkatli olacağım, daha dikkatli!
– Doğru! Bu çocuk suçlu değil! dedi Darbay gencin feryatlarına dayanamayıp.
– Ona acıma! Affetmek yok, cezaya mahkûm bunlar!
Angurat Noyan’ın kararından dönmeyeceği kesindi.
– Güneşte çatlak yok, bende de dönmek yok! Bunu bil! Bunlar yabani kurt değil, aslan yavrusu da değil! Bunlar durmadan havlayan küçük köpekler!
Atı oynayarak yürüyordu.
– İşte aziz misafir! dedi Angurat Noyan,
– Sizin İdikut’tan geldiğinize çok memnun oldum. Mutluluktan neredeyse yüreğim göğsüme sığmayacak oldu. Biz sizi dört gözle bekledik. Sizi gönderen Tanrıma şükür! Bakın, bu uçsuz bucaksız otlak kağanın otlağıdır. Bu sınırsız gök kağanın asumanıdır. Kağanım açık asumanı görmek istiyor. Özellikle sizin Beşbalık’ın geniş arazi ve yaylağını görmek istiyor!
– Dileğiniz gerçek olsun! dedi Atay Sali,
– Kalbi pak büyük zata kapılarımız açıktır!
“Neden böyle konuşuyorum, ben İdikut muydum? Ağzımı yummam gerekiyor. İdikut beni uyarmıştı!” dedi Atay Sali kendi kendine. Cengizhan’ın huzuruna gelinceye kadar yeni bir söz söylemedi. Angurat Noyan kör gözünü silerek Cengizhan’ı övmeye hatta putlaştırmaya başladı.
Angurat Noyan, elçilerin gelişi hakkında Cengizhan’a malumat verdi.
– Her şeyden üstün Tanrıma şükür! Beşbalık’dan elçi göndermişsin! dedi. Kağan, sevinip ak çadırın içinde ileri geri yürüdü. En son kendini tutamayıp çadırdan çıktı.
– Buyurun! dedi çadırdan çıkan kağan.
Kağan, Atay Sali’yle sağ eliyle tokalaşarak görüştü. Atay Sali’nin önüne hemen bir yaşlı keçi getirdi. Ayağından kaldırıp yere düşürdü. Keçi meledi, sesi göğe yükseldi. Kasap, sapı yabani koyun boynuzundan yapılmış olan bir bıçağı alıp çıktı. O mantis gibi ince, kuru deri gibi sert bir adamdı. O keçiyi kesmeden karnını yarıp yüreğini sıkıca tutup bekledi.
– Size olan saygıdan! dedi Kağan. Sanki büyük bir hazine bulmuş gibi neşeliydi.
– Bu, bana değil büyük hakanımız Bavurçuk Art Tekin’e gösterilen bir saygıdır, kağanım! dedi Atay Sali elini göğsüne koyup.
Kağan güldü.
– Bu, Bavurçuk Art Tekin’e değil ilk misafirim olan size saygımdır!
– Aziz misafir neden geç kaldı? diye sordu Kağan, Angurat Noyan’a bakıp.
– Cenabı kağanım, aziz misafirlerimiz bizim aptal muhafızlar tarafından biraz baskı görmüş! deyip Angurat Noyan elçilerle muhafızlar arasında yaşanan olayları anlattı.
– Bu kadar sıkıntı görmüşsünüz öyle mi! Neredeyse Tanrı korumuş, şükür demek lazım!
Atay Sali ne diyeceğini bilemedi, iki muhafızın suratının beyaza dönüştüğünü fark etti. “Bunların kaderi ne olur acaba?” diye merak etti, onlara sürekli baktı. Kağan, Bavurçuk Art Tekin’e hiç benzemiyordu. Bavurçuk Art Tekin bir güneş, kağan ise ona tutulmuş bir aydı. O, öyle düşündü.
Cengizhan ay da değil, tam bir katil kesildi.
– Bunların kafasını çevir! Ömrünü kısalt! İşkence yap, derisini soyup al! Vücudunu parçalayıp çuvala sal, uzaklara at! dedi Kağan; uzun, şişman parmağıyla muhafızlara işaret edip. Sanki kendisi ceza uyguluyormuş gibi söylüyordu.
Angurat Noyan yan kılıcını asıp, el kılıcını kaldırıp bir muhafıza yol gösterip, onları tekmeleyerek döverek dışarı götürdü.
– Salaklar yine nerede olduğunuzu unutuyorsunuz! diye çizmeleriyle tekmeledi, çiğnedi
– Yürü, yürü, yürü diyorum!
– Hey Uygur! Beni kurtarsana! diye yalvardı genç muhafız
– Ben sana hiç dokunmadım değil mi? Tanrı buna şahit. Benim suçum yok!
Atay Sali sustu, fakat onlara acıdığını belirten bir göz teması oldu. “Tanrı bunu kabul etmez!” dedi o içinden “Katilmişsin! Neden bunu benim gözüm önünde yapıyorsun? Bu boşuna değil!” diye düşündü. O, kağanın daha ne olduğunu bilmiyordu. Bilse de ne yapabilirdi? “Bu, kağanın hatası mı? İşkence siyasetinin bir ifadesi mi? İradesini mi göstermek istiyor? Ya da ben çok güçlüyüm mü demek istiyor? Seni Tanrı yaratmışken, sen de bir şeyden korkuyorsun. Acaba neden korkuyor bu kağan? Suçları bir terazide ölçülürse ne kadar olur? Suçlarının ölçüsünü bilmenin Atay Sali’ye göre ne anlamı var? Katilleri hali hazırda yeterliymiş! Öldürüp tüketmek mümkün olmayan hırsız alçaklar çokmuş.” diye düşünürken ötede bir yerde yalvarıp yakınmakta olan genç muhafızın tüyler ürpertici acı sesleri buradan duyuluyordu.
– Siz bedbahtların cezasını çektirmek lazım. Kendi haline bakmadan Kaplan’ın bıyığını koparmak istiyorlar! Baş eğmezseniz hepinizi kılıçtan geçireceğim! diye bağırdı Cengizhan sanki sokak zorbaları gibi. Onun kabalığı Atay Sali’ye tuhaf gelse de Utay ile Darbay’a doğal geliyordu. Çünkü onlar böyle acımasızlık ve vahşiliği çok görmüşlerdi. Cengizhan her bir muhafız, komutan ve Noyan’dan disiplinli olmalarını, büyük yasada belirtilen talep ve vazifeyi yerine getirmelerini istiyordu.
Onun bu pespaye kişiliği Atay Sali’ye ters geldi. “Gerçekten bir inancın varmış!” diye ona lanet okumaya başladı “Göz kırpmadan iki cana kıydın!” diye düşündü.
“Ne düşündüğümü bilseydi gazabına uğrardım. O çiyana dokunmamalı. Adam öldürmekten çekinmeyen bir mahlûk o. Hiçbir şey görmedim, hiçbir şey duymadım. Ben bir misafir, elçi, yabancı elçi, işte hepsi bu!” diye içinden geçirdi.
Baş belası bu olaylar toz topraklardan veya zorluktan olmuş değil. Ama sanki kıvılcım yukarı mı uçuyor? İnsan kötülük üzerine mi doğmuş?
Biraz sonra Cengizhan; Atay Sali, Utak ve Darbay’ı kabul evi Sarı Çadıra davet etti.
Elçiler çekinerek çadıra girdi. Cengizhan ejderha tasviri nakşedilen altın tahtında oturdu.
– Kaderde görüşmek nasip oldu, öyle değil mi Uygur elçi?
– Evet, âlicenap kağanım! dedi. Bu cevap içten değildi.
– Utak! Sana teşekkürler! Darbay! Sana da teşekkürler! Vazifeyi tam yerine getiren becerikli adamlarsınız!
– Kağan için hizmet kılmaya canımız feda! dedi onlar sevinçle.
Atay Sali, sağ tarafta asılı kılıç, hançer, ok-yay, sapan, gürz gibi silahları görünce “Bu tür silahlarla nice adamın kafası koparılmıştır?” diye düşündü.
– Mektup nerde? diye sordu Cengizhan, ayı tabanı gibi elini uzatıp.
Kağan sözünü tekrarlamadı. Atay Sali buraya gelirken mektubu Utak’tan geri almıştı. Mektubu elbisesinin koynundan çıkarıp, taht önüne iki adım yaklaşarak iki eliyle kağana teslim etti.
“Tanrıma çok şükür, kendi elimle teslim ettim!” diye sevindi ve sırtından ağır bir yükü kaldırmış gibi hafif hissetti kendini.
Cengizhan mektubu aldı, evirip çevirip baktı. Tebessümle açılmış dudaklarını kıpırdattı. Sonra o saksağan tasviri nakşedilen ok ve yayını alıp yayını çekip okunu açık kapıdan fırlattı. Bu, kendisi tek başına otururken birisi hizmetime gelsin anlamına geliyordu. Sarı Çadırın kapı beyi hemen girip diz çökerek oturdu.
– Emir fermanınıza hazırım! dedi muhafız bey, gür sesiyle.
– Tatatunga hemen gelsin!
– Baş üstüne kağanım! deyip muhafız bey eğilerek kapıdan çıktı.
– Sizi? dedi kağan sıkılmış vaziyette oturan Utak ile Darbay’a keskin gözüyle bakarak, – Bavurçuk Art Tekin nasıl karşıladı?
– Sizin nam şerefiniz, şan şevketinizden Bavurçuk Art Tekin onur duydu ve bize kucak açıp ağırladı. Size olan güveni tamdır. Sizin İdikut’a iyilik yapmanızı istiyor! diye cevap verdiler.
– Peki, halkı ne diyor?
– Onlar Batı Kıtan’a düşmanlar!
– Bavurçuk Art Tekin’i davet edeceğim! Davet kabul görürse onu siz ağırlayacaksınız! Şimdilik Angurat Noyan’ın emri altında hizmet edeceksiniz! derken muhafız bey kapıdan eğilerek giriverdi.
– Kutlu Kağanım, emir fermanınıza binaen Uygur Tatatunga’yı kutlu huzurunuza getirdim!
– Girsin! Utay ile Darbay’ı Angurat Noyan’a götür! Çıkın!
– Baş üstüne kağanım! dedi muhafız beyi. Kağanın emrini kutsal sayarak Angurat Noyan’ı bulup ikisini teslim etti.
Kağanın huzurunda iki Uygur, iki kardeş, Beşbalık’lı vatandaşlar Moğol toprağında, sarı çadırda karşılaşırız diye hiç düşünmemişti. Bu tesadüfen görüşme, Beşbalık’ı çok özleyen Tatatunga için unutulmaz bir mutluluk ve eşsiz bir fırsat olmuştu. Atay Sali, dinî aydın Tatatunga’yı ilk bakışta tanıdı. Bu genç, Budist tapınağında eğitim görmüştü. Buda, Mani, Şaman akidelerini iyi biliyordu. Çok kitap okuduğu için İdikut’da “Altın başlı çocuk” diye ün kazanmıştı. O; Çin, Moğol, Türk kabilelerinin dil ve kültürlerini mükemmel biliyordu. Çince eserleri rahatça okuyup anlayan, Uygur devletleri ve o devletlere hakan hükümdar olan zatların serüvenlerini iyi bilen, canlı tarih gibi çok değerli bir insandı. Babası büyük bir tüccar, ipek yolunu en iyi bilen kişiydi. Türkistan, Hindistan, Bağdat, Mısır, Çin, Moğol devletleri ile İdikut devletini bağlayan, kendi devletinin kültür ve ticaretini canlandıran, çok akıllı ve milliyetçi bir adamdı. Atay Sali, Tatatunga ve onun babası Yağma Buğra’nın Gumatı mabedinde Budaya taptıklarını biliyordu.
Bir defasında Yağma Buğra, Atay Sali’ye şöyle demişti.
– Ben İyen Tömür’e gelip “İdikut neden bağımsız değil!”, dedim, ama o cevap veremedi! “Uygurlar neden batı Kıtan’dan korkuyor?” diye sordum, İyen Tömür tepeden baktı yine cevap veremedi.
“İdikut devleti seksen yıl Kıtan’a bağlı kaldı, halk hazinesini onlara vermekteyiz. Yeter artık! demek zamanı hâlâ gelmedi mi?” dedim. İyen Tömür bana sert baktı,
– Kişi zengin olunca şişmanlayıp derisine sığmaz olur değil mi? dedi Tarkan Bilge Buka zehir saçarak,
– Servetlere gömülmüşsün galiba, ama bunlarla avunarak yaşamakta olduğunu unutmuşsun öyle mi?
– Uygur’un saadetini zulümle berbat ettiler, bu zulümden, zorluktan kurtulalım diyorum. Kıtan kalesi neden böyle sarsılmaz?
– Paranın değeri düşünce vatanın kurtarıcısı oluvermişsin değil mi? dedi gene Tarkan Bilge Kaya.
– Sürünün önünde toz duman koparmayın Yağma Buğra! Önceden laf etmeyin. Kimdir seni azdıran?
– Hiç kimse! Kalbim öyle söylüyor!
– Senin içine şeytan olarak yerleşen kim? Söyle! Söylemezsen hemen öleceksin ya da İdikut’tan kovulacaksın! O kişi belki de Bavurçuk Art Tekin’dir. Öyle mi?
– Hayır! Bu, benim ve oğlum Tatatunga’nın fikridir! Bavurçuk Art Tekin’i hiç görmedim ve onunla konuşmadım!
– Bavurçuk Art Tekin’le biz konuşacağız!
Bu, az önce surat asıp ağzına su doldurmuş gibi konuşmadan oturan İyen Tömür’ün sözüydü.
– Ne yapalım? Çaresi ne? diye sordu İyen Tömür, Tarkan Bilge Buka’ya.
– Başka devlete sürgün etmek lazım. Çölleri gezsin! Yayan yürüsün! “Yayan yürüyen dayak yer!” diye güldü Tarkan Bilge Buka.
– Kıtan, Tibet ve Naymanların atını beslesin!
– Dolunay elle gösterilmez. Onu gözü açık herkes görebildiği gibi İyen Tömür ile Tarkan Bilge Buka’nın takip ettiği yolu da halk anlayacak! dedi.
– İyen Tömür ile Tarkan Bilge Buka bizi öyle kovdular. Oğlumla ikimiz Beşbalık’tan sürgün edildik. Siz Atay Sali kardeşim, Kıtan’da rehinde bulunan Bavurçuk Art Tekin’e derdimizi anlatırsınız! demişti.
Atay Sali bunlar hakkında Bavurçuk Art Tekin’e bilgi verdiğini hatırladı. İdikut, babası ve Tarkan Bilge Buka’dan nefret etmişti. “Seni tutarsız, geri zekâlı yaramaz çocuk! Devletimizin birlik ve bütünlüğünü bozan Yağma Buğra’yı desteklediğin için seni de kovacağım!” diyerek Bavurçuk Art Tekin’i batı Kıtan’a rehine olarak gönderdiğini biliyordu.
Tatatunga, Cengizhan önünde el bağlayıp durdu.
– Buyurun yüce kağanım!
Tatatunga; Cengizhan’ın kedisini beğendiğini, akıl ve bilgi bakımından oğullarından da üstün görüp özgürlük verdiğini bilse de fazla söz söylemekten çekinirdi.
Tatatunga, Atay Sali’yi tanıdı. Vücudunu ılık bir duygu sardı. Heyecandan mı yoksa nice yıldır memleketini göremediği için mi nefesleri hızlandı, dudakları titredi, kendini zorla tuttu. Ama Cengizhan’ın önünde onunla göz göze gelmekten de korktu.
– Bu Tatatunga!
Yere bakıp oturan yakışıklı delikanlıyı Kağan eliyle işaret etti.
– Uygur, Nayman’ın kölesi iken şimdi benim kölem oldu!
Biraz düşündü,
– Akıllı Uygur bu! O olmasaydı hazinem savrulup tükenecekti, işini mükemmel yapıyor. Suçsuz yiğit. Ama onun suçsuz babasını Naymanlar öldürmüş. Nayman hanı ona mühür verip hizmetinde bulundurmuş. Onu tutuklayıp öldürmek istediğimde “Ben mühürdarım, size büyük hizmet edeceğim, öldürmeyin beni!” diye yalvardı. Ona inandım. O hayatta kaldı. Verdiği sözünü yerine getirdi. Okuma yazmayı bilen çok bilgili birisiymiş. Kendi intikamım ve onun babasının intikamını aldım. Nayman’a saldırmasaydım bunun gibi bilgili adamı bulamazdım!
Cengizhan’ın övgüsünü duyan Atay Sali bundan çok memnun oldu. Ama bunun gizli bir amacı olduğunu da fark etti. “Bence kağan Uygurları seviyor. Bununla birlikte onlardan faydalanmak istiyor! Olsun! Uygurlara kötü bakmıyorsa bunlar kafi!” diye düşündü.
Atay Sali, kendi düşünceleriyle başbaşa kaldı, onların sohbetine katılmadı.
– Tatatunga Beşbalık’lı, hem sizin şehriniz sayılır. Tanıyor musunuz? diye sordu Cengizhan esrarengiz bir edayla.
“Tanıyorum desem ne olur? Tanımıyorum desem ne olur?” diye düşündü Atay Sali bir şeylerden endişe duyarak. “Tanımıyorum desem, Tatatunga benim hakkımda yanlış mı düşünür? Tanımıyorum demem uygun mu acaba?” diye muhakeme etti. Kafasından geçirdiği şeylerden dolayı zihni oldukça karıştı.
– Tanımıyorum, büyük kağanım! dedi Atay Sali, – İlk defa gördüm!
– Beşbalık’da böyle yiğitler çok mu?
– Beşbalık’ta rahipler çok. Ben rahiplerin üstadıyım!
– Hangi dini öğretirsiniz onlara?
– Buda dinini, kağanım!
Cengizhan şimdi Atay Sali’yi bırakıp, mektubu Tatatunga’ya verdi.
– Oku bunu!
Tatatunga mektubu açıp yavaş yavaş okumaya başladı…
Cengizhan mektupta denilen sözleri duyunca yerinden kalktı,
– Aslan! Kaplan! Erkek! Yiğit! Teşekkürler! diyerek mektubu Tatatunga’nın elinden aldı
– Bu benim için büyük bir müjde, büyük bir iyilik! Sayın elçi! Müjde getirdiğiniz için size çok müteşekkirim!
– Sizin teşekkürünüzü Bavurçuk Art Tekin’e diye kabul ediyorum!
Atay Sali her defasında İdikut’u yüceltmekten çekinmiyordu. Cengizhan onun bu tavrına saygı gösterdi.
– Evet! Sözünüz doğru! Bavurçuk Art Tekin’e teşekkür ederim!
Atay Sali, gönlünü ferahlatan bu sözden memnun halde gülümsedi. Cengizhan, Atay Sali’ye bir kaftan giydirmeyi uygun gördü.
– Atay Sali gibi aziz Uygur elçisine içten saygımın nişanesi olarak kaftan giydireceğim! Getirin kaftanı! diye Tatatunga’ya hazineden bir kaftan getirmesini emretti.
Tatatunga, tazim ederek teşekkürünü ifade etti. Kaftanı hemen getirdi. Cengizhan hürmetle onu Atay Sali’ye giydirdi. Moğol geleneğince, sevilen misafir ata bindirilir ve askerlerin nezareti altında Kerulen vadisini bir defa dolaştırılırdı. Bu tören de yerine getirildi.
Atay Sali, Cengizhan’ın kabul töreninde müsteşarların giydiği, siyah yünden bir elbise giydi, Cengizhan’ın önüne gelip secde edercesine eğilerek tazim etti ve başını kaldırmadan durdu. Cengizhan ona,
– Eee! Büyük Uygur elçisi, başını kaldır! Bu gün matem günü değil, mutluluk günüdür. Bavurçuk Art Tekin bana yardım ve zafer verdi!
Atay Sali, Cengizhan’ın gizli bir hilesinin olduğunu anladı. “‘Kötüye yanaşan yere düşer, çamura batar.’ sözünde belirtildiği gibi bu kötü niyetli, kuşkucu, zalim, hilebaz adamın kafasında İdikut’un bilmediği nice sırlar, kin ve sinsi düşmanlıklar vardır. Ama biz Uygurlar Cengizhan için bir kalkan oluruz!” diye düşünen Atay Sali yine de, Uygur-Moğol dostluğundan yanaydı.