bannerbanner
Dorian Gray’in Portresi
Dorian Gray’in Portresi

Полная версия

Dorian Gray’in Portresi

Язык: tr
Год издания: 2023
Добавлена:
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
2 из 5

“Bence yanılıyorsun Basil, ama seninle tartışmayacağım. Her kim tartışırsa orada entelektüellik kaybeder. Söyle bakalım, Dorian Gray senin üzerine titriyor mu?”

Sanatçı birkaç dakika düşündü. Biraz duraksadıktan sonra “Beni sever.” diye cevap verdi. “Beni sevdiğini biliyorum. Tabii ki onu fazlasıyla methediyorum. Söylediğim için pişman olmam gerektiğini bildiğim şeyleri ona söylemekten tuhaf bir zevk duyuyorum. Çoğu zaman bana çok sevimli geliyor, atölyede oturuyoruz ve bir sürü konudan bahsediyoruz. Ne var ki, bazen inanılmaz derecede düşüncesiz biri oluyor ve bana acı vermekten ciddi manada keyif alıyormuş gibi görünüyor. Ardından Harry, ruhumu tamamen, sanki ceketine taktığı bir çiçek, sattığı cakayı sevimli göstermek için kullandığı bir süs, yaz günü taktığı bir aksesuar muamelesi yapan birine teslim ediyormuş gibi hissediyorum.”

“Basil, yaz günlerini de arkamızda bırakmak üzereyiz.” diye mırıldandı Lord Henry. “Belki ondan evvel bıkacaksın. Bu düşünmesi elem verici bir şey fakat dehanın güzellikten daha uzun ömürlü olduğu inkâr edilemez bir gerçek. Bu gerçek, o kadar acı verdiği hâlde neden kendimizi bu denli eğitime verdiğimizi de açıklıyor. Bu çetin varoluş mücadelesinde, sürüp gidecek bir şeylerin peşinde koşuyoruz ve yerimizi tutmak gibi beyhude bir umutla zihnimizi saçmalıklarla ve olgularla dolduruyoruz. Ciddi manada irfan sahibi olmuş bir adam; işte modern ülkü bu. Ve ciddi manada irfan sahibi olan kişinin aklı dehşet verici bir şey. Tıpkı bir süs eşyası dükkânı gibi, her yerde canavarlar ve tozlar, her şeye hak ettiğinin üzerinde bir değer biçilmiş. Ne olursa olsun, önce sen sıkılacaksın. Bir gün arkadaşına bakacaksın ve o taslağın biraz dışına çıkmış gibi görünecek veya o anki rengin tonunu beğenmeyeceksin yahut herhangi başka bir neden olacak. Acı bir biçimde onu kendi gönlünde ayıplayıp gerçekten sana çok kötü davrandığına kanaat getireceksin. Sonrasında seni aradığında tam anlamıyla buz gibi ve kayıtsız kalacaksın. Gerçekten yazık olacak, nitekim bu seni değiştirecek. Bana anlattığın şeyler gerçek bir aşk, sanat aşkı diyebiliriz. Ve ne çeşit olduğu fark etmeksizin aşkın tezahürünün en kötü yanı, bittiğinde muhatabını aşksız bırakmasıdır.”

“Harry, böyle konuşma. Yaşadığım müddetçe, Dorian Gray’in şahsiyeti üzerimdeki hâkimiyetini sürdürecek. Sen benim hissettiğim şeyi hissedemezsin. Sen sürekli bir değişim hâlindesin.”

“Ah sevgili Basil, tam da bu sebepten hissettiklerini hissedebilirim. Sadıklar, aşkın sadece değersiz kısmından haberdardır: Aşkın felaketlerini sadakatsiz olanlar bilir.” Ve Lord Henry, sanki tüm dünyayı bir kalıpla özetlemişçesine kendini bilen ve tatminkâr bir edayla zarif, gümüş bir tabakadan sigarasını çıkarıp tüttürmeye başladı. Parlak yeşil sarmaşık yapraklarının arasında cıvıldayan serçelerin çıkardığı hışırtıları vardı ve çimlerin üzerinde, kırlangıçlar gibi birbirlerini kovalayan bulutların mavi gölgeleri geçiyordu. Bahçede muazzam bir huzur hâkimdi! Ve diğer insanlar çok latif duygular içindeydi! Ona göre, akıllarından geçen düşüncelerden çok daha güzeldi bu duygular. Kişinin kendi ruhu ve dostlarının tutkuları; hayattaki büyüleyici şeyler bunlardı. Kendi kendine, sessiz bir keyifle Basil Hallward’ın yanında çok uzun kaldığı için atlattığı sıkıcı öğlen yemeğini düşündü. Eğer teyzesine gitseydi, muhakkak Lord Goodboody ile karşılaşacaktı ve orada sadece fakirleri beslemek ve kiralık evlerin gerekliliği hakkında muhabbet edeceklerdi. Her sınıf, kendi hayatlarında yer vermeye gerek duymadıkları erdemlerin önemi hakkında vaaz verecekti. Zenginler tutumluluğun ne kadar mühim olduğu ve işsiz avareler de çalışmanın onuru hakkında dil dökecekti. Tüm bunlardan kurtulmuş olmak çok güzeldi! Teyzesini düşündüğünde aklında bir fikir belirdi. Hallward’a doğru döndü ve “Sevgili dostum, şimdi hatırladım.” dedi.

“Neyi hatırladın Harry?”

“Dorian Gray’in adını nerede duyduğumu.”

Hafifçe somurtarak, “Nerede peki?” diye sordu Hallward.

“Bu kadar sinirlenme Basil. Teyzem Leydi Agatha’dan duydum. Doğu yakasında kendisine yardım edecek olan muhteşem bir delikanlı keşfettiğini anlattı bana ve o delikanlının adı Dorian Gray’di. Şunu da belirtmeliyim ki onun yakışıklı biri olduğunu hiç söylemedi. Kadınlar, güzelliği hiç takdir etmezler, en azından iyi kadınlar böyledir. Çok ağırbaşlı ve zarif bir mizacı olduğunu söyledi. Bir seferinde gözlüklü, düz saçlı, acayip çilli ve kocaman ayakları üzerinde gezinen birini hayal etmiştim. Keşke onun senin dostun olduğunu bilseydim.”

“Bilmediğine çok sevindim Harry.”

“Neden?”

“Onunla tanışmanı istemiyorum.”

“Onunla tanışmamı istemiyor musun?”

“İstemiyorum.”

Uşak bahçeye geldi ve “Bay Dorian Gray atölyedeler efendim.” dedi.

“Beni hemen tanıştırmalısın!” diye haykırdı Lord Henry gülerek.

Ressam, güneş ışığı altında gözlerini kısarak duran hizmetçisine döndü. “Bay Gray’e beklemesini rica ettiğimi söyle Parker. Birkaç dakika içinde geliyorum.”

Adam eğildi ve yürümeye koyuldu.

Ardından ressam, Lord Henry’ye baktı. “Dorian Gray benim en yakın arkadaşım.” dedi. “Çok yalın ve güzel bir mizaca sahip. Teyzen onunla ilgili söylediklerinde haklıydı. Bu adamı heba etme. Onu etkilemeye çalışma. Senin yaratacağın etkiden fayda gelmez. Dünya oldukça büyük ve bir sürü olağanüstü insan yaşıyor üstünde. Sahip olduğu bütün zarafeti sanatıma bağışlayan yegâne insanı benden alma. Bir sanatkâr olarak hayatım onun ellerinde. İtiraz etme Harry, sana güveniyorum.” Tane tane konuşmuştu ve sanki kelimeler onun iradesi dışında ağzından çıkmıştı.

Gülümseyerek “Ne saçmalıyorsun sen?!” dedi Lord Henry ve Hallward’ın koluna girerek onu eve sürükledi.

2. BÖLÜM

İçeri girdiklerinde Dorian Gray’i gördüler. Piyanonun önünde oturmuş, sırtı onlara dönük bir şekilde, Schumann’ın Orman Manzaraları eserinin sayfalarını çeviriyordu. “Bunları bana ödünç vermelisin Basil!” diye haykırdı. “Bunları öğrenmek istiyorum. Çok etkileyiciler.”

“Bu, tamamen bugün nasıl oturacağına bağlı Dorian.”

Piyano sandalyesi üzerinde yaramaz ve fevri bir tavırla dönen delikanlı “Of, modellik yapmaktan bıktım, gerçek boyutlu bir portremin olmasını da istemiyorum.” diye karşılık verdi. Lord Henry’yi görünce yanaklarında bir anlığına ürkek bir allık belirdi ve ayağa kalktı. “Çok affedersin Basil, yanında birinin olduğunu bilmiyordum.”

“Bu beyefendi Lord Henry Wotton’dır Dorian, kendisi Oxford’dan eski bir arkadaşım. Ben de ona senin ne kadar mükemmel bir model olduğundan bahsediyordum ama sen her şeyi berbat ettin.”

Bir adım yaklaşıp, elini uzatarak “Yine de sizinle tanışma zevkini berbat etmediğinizi söyleyebilirim Bay Gray.” dedi Lord Henry. “Teyzem sizden pek çok kez bahsetmişti. Onun gözdelerinden birisiniz ve korkarım, aynı zamanda kurbanları arasındasınız.”

Yüzünde gülünç bir pişmanlık ifadesiyle “Artık Leydi Agatha’nın kara listesine girdim.” diye karşılık verdi Dorian. “Geçtiğimiz salı günü, onunla Whitechapel’da bir cemiyet kulübüne gideceğime söz vermiştim ama sonra bunu hepten unuttum. Onunla birlikte düet yapmayı planlamıştık, üç şarkıydı zannediyorum. Bana ne der bilmiyorum. Onu ziyaret etmeye çok çekiniyorum.”

“Ah, teyzemle aranızı düzelteceğim. Size pek düşkündür kendileri. Ayrıca oraya gitmemiş olmanızın çok da sorun teşkil edeceğini sanmıyorum. Dinleyiciler zaten düet yaptığını sanmıştır. Nitekim Agatha teyzem piyanonun başına oturduğunda iki kişiye denk gürültü çıkarmayı başarır.”

“Bu onun için kötü bir durum ve benim için de pek hoş değil.” diye cevapladı Dorian gülerek.

Lord Henry gözlerini ona çevirdi. Evet, incecik, kıvrımlı, al dudaklarıyla, parlak mavi gözleriyle ve altın sarısı, kıvırcık saçlarıyla gerçekten de eşsiz bir güzelliğe sahipti. Yüzünde, insanların ona anında güvenmelerini sağlayan bir şey vardı. Gençliğin getirdiği tüm samimiyetin yanı sıra, yine gençliğe ait ateşli bir masumiyet de çehresinde yer etmişti. Hiçbir leke almadan kendini dünyadan sakınmış denilebilirdi. Basil Hallward’ın onu taparcasına sevmesi çok doğaldı.

Lord Henry, “Siz, hayır işleriyle ilgilenemeyecek kadar çekicisiniz Bay Gray, ziyadesiyle sevimlisiniz.” dedi ardından kendini divanın üstüne attı ve tabakasını açtı.

Bu sırada ressam, boyalarını karıştırmakla ve fırçalarını hazırlamakla meşguldü. Endişeli bir hâli vardı, Lord Henry’nin son sözlerini duyduğunda bakışlarını ona çevirdi, bir anlığına duraksadı ve “Harry, bu resmi bugün bitirmek istiyorum. Senden gitmeni istesem kabalık etmiş olduğumu düşünür müsün?” dedi.

Lord Henry gülümseyerek Dorian Gray’e baktı. “Gideyim mi Bay Gray?” diye sordu.

“Ah, lütfen kalın Lord Henry. Görünen o ki, Basil’in aksiliği yine üzerinde ve o bu hâldeyken ona katlanmak benim için çok güç oluyor. Ayrıca, neden hayır işlerine dâhil olmamam gerektiğini bana anlatmanızı istiyorum.”

“Size bunu anlatmalı mıyım bilmiyorum Bay Gray. Bu o denli sıkıcı bir konu ki, bu husustan ciddiyetle bahsetmek gerekir. Fakat şu an benden kalmamı istediğiniz için kaçıp gidecek değilim. Senin için sorun olmaz, değil mi Basil? Modellerinin sohbet edebilecekleri birilerinin olmasını istediğini söylerdin bana hep.”

Hallward dudağını ısırdı. “Şayet Dorian istiyorsa elbette kalabilirsin. Dorian’ın dilekleri herkes için emirdir, kendisi hariç.”

Lord Henry şapkasını ve eldivenlerini aldı. “Çok ısrarcısın Basil, ancak korkarım gitmek zorundayım. Orleans’ta bir dostumla buluşacağıma söz verdim. Hoşça kalın Bay Gray. Bir öğleden sonra Curzon Sokak’a beni görmeye gelin. Saat beşte hep evde olurum. Geleceğiniz zaman bana yazın. Siz geldiğinizde evde olmamak beni üzer.”

“Basil!” diye bağırdı Dorian Gray. “Eğer Lord Henry Wotton giderse ben de giderim. Resim yaparken hiç ağzını açmıyorsun, bir platform üzerinde dikilip hâlimden memnunmuş gibi görünmeye çalışmak inanılmaz derecede sıkıcı bir şey. Ondan kalmasını rica et. Bunda ısrar ediyorum.”

Çizdiği resme dikkatle bakarken, “Kal Harry, hem Dorian’ın hem de benim hatırım için kal.” dedi Hallward. “Söyledikleri çok doğru, çalışırken asla konuşmam ve söylenenleri dinlemem. Bu durum modellerim için son derece can sıkıcı olsa gerek. Senden kalmanı rica ediyorum.”

“Peki Orleans’ta buluşacağım arkadaşıma ne olacak?”

Ressam güldü. “Bunun herhangi bir sorun teşkil edeceğini sanmıyorum. Tekrar otur Harry. Dorian platforma çık ve çok fazla kıpırdama, Lord Henry’nin söylediklerine de fazla kulak asma. Ben hariç, arkadaşları üzerinde gerçekten kötü bir etkisi vardır.”

Dorian Gray genç bir Antik Yunan şehidi edasıyla platformun üzerine adım attı ve büyük bir yakınlık hissettiği Lord Henry’ye dönerek, hoşnutsuzluğunu ifade etmek için dudaklarını hafifçe büzdü. Lord, Basil gibi değildi. İkisi şahane bir zıtlık oluşturuyorlardı. Ayrıca sesi çok güzeldi. Birkaç dakika sonra Dorian Gray, “Gerçekten çok kötü bir etkiniz mi var Lord Henry? Basil’in söylediği kadar kötü mü?” diye sordu.

“İyi etki diye bir şey yoktur Bay Gray. Tüm etkiler ahlak dışıdır; bilimsel açıdan da ahlak dışıdır.”

“Neden?”

“Çünkü bir insanı etkilemek, ona kendi ruhunu vermektir. Etkilenen insan artık kendi özgün fikirlerini düşünemez veya kendine has tutkuların ateşiyle yanamaz. Erdemleri ona ait olmaz. Günahları -şayet günah diye bir şey varsa- eğretidir. Yabancısı olduğu bir müziğin yankısı, onun için yazılmamış bir senaryonun aktörü hâline gelir. Hayatın amacı, kendini geliştirmektir. İnsanın doğasını eksiksiz bir biçimde anlamak; işte bu hepimizin bu dünyaya gelme nedeni. Günümüzde insanlar kendilerinden korkuyorlar. En ulvi görevlerini, kendilerine karşı yükümlü oldukları görevi unuttular. Pek tabii, hepsi yardımsever şahsiyetler. Yoksulları doyuruyor ve garipleri baştan ayağa donatıyorlar. Lakin kendi ruhları aç ve çıplak kalıyor. Cesaret, soyumuzu terk etmiş durumda. Belki de hiç cesaretimiz olmadı. Ahlakın temelini oluşturan toplumdan çekinme, dinin sırrını teşkil eden Tanrı korkusu; bizlere hükmediyor. Hâl böyleyken…”

Kendini tamamen işine veren ve yalnızca delikanlının suratında daha önce hiç görmediği bir ifade oluştuğunu fark eden ressam “Uslu bir çocuk gibi başını hafif sağa çevir Dorian.” dedi.

Lord Henry, alçak ve ahenkli sesiyle, Eton Kolejindeki öğrenciliğinden beri, karakteriyle özdeşleşmiş olan zarif el hareketlerinin eşliğinde “Hâl böyleyken…” diye devam etti. “kanaatimce tek bir insan bile hayatını dolu dolu yaşasaydı, tüm duygularına hayat verseydi, her düşüncesini ifade etseydi, düşlerinin hepsini gerçekleştirseydi, dünya öyle büyük bir mutluluğa kavuşurdu ki, Orta Çağ’dan bu yana çektiğimiz tüm dertler unutulur ve Antik Helen ideasına, belki de Helen ideasından çok daha iyi ve zengin bir şeye geri dönebilirdik. Fakat aramızdaki en cesur adam bile kendinden korkar. Vahşi olanın kendini yok etme hasleti, hayatlarımızı mahveden kendini inkâr etme davranışında trajik bir biçimde varlığını sürdürmektedir. İnkârımızın cezasını çekmekteyiz. Boğmaya çalıştığımız her dürtü, aklımızda kuluçkaya yatar ve bizi zehirler. Beden bir kez günahını işler ve günahla işi biter; nitekim eylem, bir tür arınmadır. Sonrasında ise keyfin yâd edilmesinden veya pişmanlığın sunduğu zevkten başka hiçbir şey kalmaz geriye. Bir cazibeden kurtulmanın yegâne yolu o cazibeye kapılmaktır. Karşı koyduğumuz takdirde, bizzat koyduğu korkunç yasaların korkunç ve gayrimeşru kıldığı şeylere yönelik arzular eşliğinde ruhumuz kendine yasak ettiği şeylerin özlemiyle hasta düşer. Söylenen odur ki, dünyanın en muhteşem olayları zihinde gerçekleşir. Yerküre üzerindeki en büyük günahlar zihnimizde, yalnızca zihnimizde vuku bulur. Siz Bay Gray, gül kırmızısı gençliğinizle ve gül beyazı delikanlılığınızla bizzat siz dahi, tüylerinizi ürperten tutkulara kapıldınız, sizi dehşete düşüren düşünceleriniz oldu, uykularınızda ve uyanıkken, sadece hatırlamanın dahi yanaklarınıza utancın allıklarını süren hayallere daldığınız oldu…”

Dorian Gray “Yeter!” dedi titrek bir sesle. “Durun! Zihnimi bulandırıyorsunuz. Neden bahsettiğinizi anlamıyorum. Söylediklerinize karşılık bir cevap muhakkak vardır fakat ben o cevabı bilmiyorum. Konuşmayın. Düşünmeme müsaade edin. Daha doğrusu düşünmemeye çalışmak için bana izin verin.”

Ağzı açık ve garip bir şekilde parıldayan gözleriyle yaklaşık on dakika olduğu yerde durdu. İçine yepyeni etkilerin nüfuz ettiğinin belli belirsiz farkındaydı. Yeni olmalarına rağmen, hepsinin kaynağı kendi benliğiymiş gibiydi. Basil’in arkadaşının ağzından çıkan birkaç söz, şüphesiz ki gelişigüzel söylenmiş ve bilinçli bir çelişki barındıran bu birkaç söz, daha önce hiç temas edilmemiş, ancak o anda titrediğini ve tuhaf dürtüleri titrettiğini hissettiği bazı sırların tellerine değmişti.

Daha önce müzik benzer heyecanları uyandırmış, pek çok defa onu altüst etmişti. Fakat müziğin dili bariz değildi. Yeni bir dünya kurmuyordu, içimizde yeni bir kaos yaratıyordu. Kelimeler! Saf kelimeler! Ne kadar da korkunçtular! Aşikâr, yalın ve zalim kelimeler! İnsan onlardan kaçamazdı. Yine de bu sözlerde saklı bir büyü vardı! Biçimsiz şeylere yapay biçimler verebiliyordu, en az keman veya ud kadar hoş, kendilerine özgü müzikleri vardı. Safi kelimeler! Kelimeler kadar gerçek bir şey var mıydı?

Evet, delikanlılık çağlarında anlamadığı şeyler vardı. Şimdi onları anlıyordu. Hayat aniden coşkun renklere bürünmüştü onun gözünde. Daha önce hep ateşin üzerinde yürümüştü sanki. Neden anlamamıştı bunu?

Lord Henry gizli bir tebessümle onu izliyordu. Hiçbir şey söylememesi gerektiği o psikolojik anı çok iyi tanıyordu. Yoğun bir alaka beslediğini fark etti. Sözlerinin yarattığı ani tesir kendisini büyülemişti, on altı yaşında okuduğu, daha öncesinde çok az şey bildiğini ona gösteren bir kitabı hatırlarken Dorian Gray’in de benzer bir deneyim yaşayıp yaşamadığını merak etti. Yaptığı sadece havaya bir ok atmaktı. Ok hedefi bulmuş muydu? Genç adam ne kadar da büyüleyiciydi!

Hallward, sadece ve sadece kuvvetten gelen, sanat kapsamındaki gerçek inceliğe ve mükemmel zarafete sahip, ayrıca fevkalade cüretkâr dokunuşlarıyla resim yapmaya devam etti. Sükûnetin farkında değildi.

Dorian Gray “Basil, dikilip durmaktan yoruldum!” diye sızlandı. “Dışarı çıkıp bahçede oturmalıyım. Buradaki hava beni bunaltıyor.”

“Sevgili dostum, çok üzgünüm. Resim yaparken başka bir şey düşünemiyorum. Fakat daha önce hiç bu kadar güzel poz vermemiştin. Mükemmel bir biçimde sabittin. Ayrıca istediğim etkiyi yakalamıştım; hafif aralık dudaklar ve gözlerde parlak bir bakış. Harry sana ne anlatıyordu bilmiyorum, ancak sende harikulade bir ifade ortaya yaratmayı başarmıştı. Zannediyorum ki sana iltifatlar yağdırıyordu. Söylediği tek bir söze bile inanmamalısın.”

“Kesinlikle bana iltifat filan etmiyordu. Belki de bu yüzden söylediği sözlere inanmıyorumdur.”

Hülyalı, baygın gözlerle ona bakarken, “Sen de biliyorsun ki hepsine inanıyorsun.” dedi Lord Henry. “Seninle birlikte bahçeye çıkacağım. Atölyenin içi aşırı sıcak. Basil, bize buzlu içecekler ikram et. İçinde çilek de olsun.”

“Tabii ki Harry. Sen zili çal, Parker geldiğinde ona ne istediğinizi söylerim. Arka plan üzerinde çalışmalıyım, daha sonra size katılırım. Dorian’ı fazla oyalama. Bugün daha önce hiç olmadığı kadar iyi resim yapıyorum. Bu benim şaheserim olacak. Şu anki hâliyle bile benim şaheserim sayılır.”

Lord Henry bahçeye çıktığında Dorian Gray’i yüzünü muhteşem leylak çiçeklerinin arasına gömmüş, kokularını şarap misali içine çekerken buldu. Ona yaklaştı ve elini gencin omzuna koydu. “Bunu yapmakta sonuna kadar haklısın.” diye mırıldandı. “Duyulardan başka hiçbir şey ruhu iyileştiremez. Tıpkı duyuları ruhtan başka bir şeyin iyileştiremediği gibi.”

Delikanlı irkilerek geri çekildi. Başında şapka yoktu, yapraklar asi saç kıvrımlarını dağıtmış ve parlak saç tellerini birbirine karıştırmıştı. Gözlerinde, tıpkı aniden uyanan insanların yüzlerinde beliren, korkulu bir bakış vardı. Zarif biçimli burun delikleri kıpırdadı, gizli bir güç kırmızı dudaklarını soldurup titretti.

“Evet…” diye devam etti Lord Henry. “bu hayatın en büyük sırlarından birisidir; duyular sayesinde ruha deva bulmak ve ruh sayesinde de duyulara deva bulmak. Sen muhteşem bir yaratıksın. Zannettiğinden çok daha fazlasını biliyorsun, aynı şekilde bilmek istediklerinden de daha azını biliyorsun.”

Dorian Gray kaşlarını çattı ve başını diğer yöne çevirdi. Hemen yanında duran uzun boylu, ağırbaşlı genç adamı sevmekten kendini alamıyordu. Coşkulu, esmer yüzü ve yüzündeki yıpranmış ifade, ilgisini cezbediyordu. Baygın ses tonunda kesinlikle büyüleyici bir şeyler vardı. Dingin, beyaz, çiçekleri andıran elleri bile ender görülen bir cazibeye sahipti. O konuştuğunda tıpkı musiki gibi hareket ediyorlardı, kendilerine özgü bir dile sahiptiler sanki. Lakin ondan korkuyordu ve korktuğu için utanç hissediyordu. Neden kendini kendine aşikâr etme işi bir yabancıya kalmıştı ki? Basil Hallward’ı aylardır tanıyordu, ama arkadaşlıkları kendisinde hiçbir değişikliğe sebep olmamıştı. Birdenbire hayatın sırrını ona gösteren bir adam karşısına çıkmıştı. Peki korktuğu şey neydi? Bir okul çocuğu veya küçük bir kız değildi ki o. Korkmak çok anlamsızdı.

“Haydi gidelim, gölgede oturalım.” dedi Lord Henry. “Parker içeceklerimizi getirdi ve bu güneşin altında durmaya devam ederseniz pişeceksiniz ve Basil de asla resminizi yapmayacak. Kesinlikle güneş yanıklarından kaçınmalısınız. Bu hiç hoş olmaz.”

Bahçenin sonundaki sandalyeye otururken gülerek, “Ne fark eder ki?” diye haykırdı Dorian Gray.

“Sizin durumunuzda bu çok fark eder Bay Gray.”

“Neden?”

“Çünkü siz her şeyden daha değerli olan gençliğe sahipsiniz, gençlik sahip olmaya değer yegâne şeydir.”

“Ben böyle düşünmüyorum Lord Henry.”

“Doğru, şimdi böyle düşünmüyorsunuz. Bir gün, yani yaşlandığınızda, yüzü kırış kırış, çirkin bir adam olduğunuzda, düşünceler alnınızı çizgileriyle dağladığında, tutku dudaklarınızı korkunç alevleriyle mühürlediğinde bana hak vereceksiniz, hem de ziyadesiyle. Bugün, nereye giderseniz gidin büyülüyorsunuz. Bu hep böyle mi olacak? Olağanüstü güzellikte bir yüzünüz var Bay Gray. Kaşlarınızı çatmayın, doğruyu söylüyorum. Güzellik dehanın bir çeşididir; hiç şüphesiz, dehadan daha üstündür, bunu açıklamaya gerek yok. Dünyadaki en muazzam hakikatlerden birisidir; tıpkı gün ışığı, bahar mevsimi veya Ay ismini verdiğimiz gümüş güllenin karanlık sulardaki yansıması gibi. Sorgulanamaz. İlahi hâkimiyet hakkına sahiptir. Ona sahip olanları prens mertebesine yükseltir. Gülümsüyorsunuz? Ah! Onu kaybettiğinizde gülümsemeyeceksiniz… İnsanlar bazen güzelliğin yüzeysel bir şey olduğunu söyler. Belki de öyledir; ancak düşünceler kadar yüzeysel olmadığını söyleyebilirim. Bana kalırsa güzellik harikaların en üstünüdür. Görünüşe değer biçmeyenler sadece sığ kişilerdir. Dünyanın asıl gizemi görünür olandır, görünmeyen değil… Evet, Bay Gray, Tanrılar size lütufta bulunmuşlar. Ancak Tanrılar verdiklerini hızlı bir şekilde geri alır. Gerçekten, mükemmel ve dolu dolu yaşamak için sadece birkaç seneniz var. Gençliğiniz yitip gittiği zaman, güzelliğiniz de onunla birlikte sizi terk edecek ve elinizde övünecek hiçbir şeyin kalmadığını birden fark edeceksiniz, geçmişinizin sunduğu anılarla hayatı yenilgilerden bile daha acı kılan acımasız iftiharlarla kendinizi teselli etmek zorunda kalacaksınız. Geçip giden her ay, sizi başka bir rezalete yaklaştıracak. Sizi kıskanan zaman, zambaklarınıza ve güllerinize karşı savaş açmış durumda. Solgun, yanakları çökmüş ve donuk bakışlı bir adam olacaksınız. İnanılmaz derecede acı çekeceksiniz… Ah! Hazır elinizdeyken gençliğinizin farkına varın. Günlerden müteşekkil hazinenizi, sıkıcı şeyler dinleyerek, umutsuz hataları düzeltmeye çalışarak veya ömrünüzü cehalete, bayağı ve pespaye şeylere hibe ederek israf etmeyin. Bu saydıklarım çağımızdaki iğrenç hedefler, yanlış ideallerdir. Yaşayın! İçinizdeki muhteşem hayatı yaşayın! Sizde var olan hiçbir şeyin kaybolmasına müsaade etmeyin. Yeni coşkular arayın her zaman. Hiçbir şeyden korkmayın… Yeni bir hazcılık; yüzyılımızın istediği şey bu. Onun gözle görülür sembolü olabilirsiniz. Kişiliğiniz sayesinde yapamayacağınız hiçbir şey yok. Dünya bir mevsimliğine size ait… Sizinle tanıştığım anda kendinizin ne olduğunun, ne olabileceğinizin bilicinde olmadığınızı fark ettim. Sizde o denli bir cazibe vardı ki, kendimi size sizinle ilgili bir şeyler anlatmaya mecbur hissettim. Sizi heder etmenin bir felaket olacağına kanaat getirdim. Nitekim gençliğinizin son bulmasına çok kısa bir zaman kaldı; hem de çok kısa. Hep rastlanan bayır çiçekleri solarlar, ancak tekrar açarlar. Sarısalkım, bir sonraki haziranda da şimdi olduğu kadar sarı olacak. Bir ay sonra filbahri üzerinde mor renkli yıldızlar olacak ve yıllar geçtikçe yapraklarındaki yeşil gece o mor yıldızları tutmaya devam edecek. Ancak bizler, gençliğimizi asla geri alamayacağız. Yirmili yaşlarımızda atan neşenin nabzı daha sonra yavaşlayacak. Bacaklarımız çökecek, duyularımız bozulacak. Çirkin kuklalara dönüşeceğiz, ödümüzü koparan tutkuların ve teslim olacak cesareti bulamadığımız olağanüstü cazibelerin hatıraları yakamızı bırakmayacak. Gençlik! Gençlik! Dünyada kesinlikle gençlikten gayrı hiçbir şey yok!”

Dorian Gray kocaman açılmış gözleriyle, endişe içinde dinliyordu. Leylak dalı elinden kayıp çakılların üzerine düştü. Bir yaban arısı geldi ve bir süre dalın etrafında dönüp durdu. Minik çiçeklerin dairesel yıldız biçimindeki yuvarlakları üzerinde dolanmaya başladı. Genç adam, çok önemli şeyler bizleri ürküttüğünde veya ifade edemediğimiz yeni bir duygu yüzünden heyecanlandığımızda yahut dehşetli bir fikir zihnimizi istila edip bizi teslim olmaya çağırdığında sıradan şeylere karşı duymaya çalıştığımız o tuhaf alakayla arıyı izledi. Bir süre sonra arı uçup gitti. Delikanlı, onu eflatun renkli çit sarmaşığının lekeli, boru şeklindeki çiçeklerinden birinin içine sokulurken gördü. Çiçek titrer gibi oldu ve sonra öne arkaya hafifçe sallandı.

Ansızın atölyenin kapısında ressam belirdi ve onları içeri davet eden keskin hareketler yaptı. Birbirlerine baktılar ve gülümsediler.

“Bekliyorum!” diye bağırdı. “İçeri gelin. Işık mükemmel, içeceklerinizi de getirebilirsiniz.”

Birlikte ayağa kalkıp, umursamaz adımlarla yürüdüler. Yeşil ve beyaz renklerde iki kelebek kanat çırparak yanlarından geçti ve bahçenin köşesindeki armut ağacının üzerinde bir ardıç kuşu şakımaya başladı.

Dorian Gray’e bakarak “Benimle tanıştığınıza memnunsunuz, değil mi Bay Gray?” dedi Lord Henry.

“Evet, artık memnunum. Acaba her zaman memnun kalacak mıyım?”

“Her zaman! Bu ifade tüylerimi ürpertir. Duyduğumda tireme alır beni. Kadınlar bu ifadeyi kullanmayı pek sever. Tüm aşkları, sonsuza kadar sürdürmeye çalışarak berbat ederler. Aynı zamanda anlamsız bir ifadedir bu. Şımarıklık ve ömür boyu süren bir tutku arasındaki tek fark, şımarıklığın biraz daha uzun sürmesidir.”

Atölyeye girerlerken Dorian Gray elini Lord Henry’nin koluna attı. Sergilediği cüretin etkisiyle yüzü kızarırken “O hâlde, arkadaşlığımız bir şımarıklık olsun.” diye fısıldadı ve platforma çıkıp poz vermeye devam etti.

На страницу:
2 из 5