
Полная версия
Dostoyevski'nin hayatı
Tüm bunlara rağmen babam sonunda bir arkadaş bulabilmişti. Bu kişi tıpkı kendisi gibi yarı Rus olan genç Grigoroviç’ti, anneannesi Fransızdı. Torununun eğitimine büyük bir dikkat göstermiş, onun çok bilgili bir genç adam olmasını sağlamıştı. Fransızların geneli gibi neşeli ve sosyal olan Grigoroviç arkadaşlarıyla oyun oynamaya her zaman hazırdı, fakat o babamla vakit geçirmeyi tercih ediyordu. Onları birbirine bağlayan bir şey vardı; her ikisi de gizlice yazıyor, roman yazarı olmayı arzuluyorlardı.31
Babamın genç Grigoroviç’le olan arkadaşlığı ona kardeşi Mihail’i unutturmamıştı. Sürekli yazışıyorlardı; bu mektuplardan bazıları yayımlanmıştır. Bu mektuplarda Racine’den, Corneille’den, Schiller ve Balzac’tan konuşuyorlar, birbirlerine ilginç kitaplar öneriyorlar, edebi izlenimlerini paylaşıyorlardı. Amcam Reval’de geçirdiği sürede Alman dilini derinlemesine çalışma şansı bulmuştu. Sonraları Goethe ve Schiller’in bazı yapıtlarını çevirdi, çevirileri Rus kamuoyunun büyük takdirini topladı.
Genç Dostoyevski’nin babasına gönderdiği mektuplar da yayımlanmıştır. Bu mektuplar saygı doluydu, fakat genellikle para talebinden başka bir şey içermiyordu. Büyükbabam çocukları tarafından sevilmiyordu. Çok sayıda iyi özelliği bulunan bu Litvanyalının büyük bir kusuru bulunuyordu: Çok içiyor, sarhoşken şiddet dolu ve kuruntulu biri oluyordu. Eşi, kendisi ile çocukların arasına girip müdahale etmek için orada bulunuyorken her şey yolundaydı, büyükbabamın üzerinde ciddi bir etkisi vardı, çok içmesinin önüne geçiyordu. Kadının ölümünün ardından büyükbabam zaafına yenik düştü, çalışamaz hale gelip görevinden istifa etti. Küçük oğulları Andrey ve Nikolay’ı Çermak’ın okuluna yerleştirdikten, en büyük kızı Barbara’yı Moskova’nın yerlilerinden biriyle evlendirdikten sonra emekli olup Darovoye’ye çekilerek kendini tarıma adadı. İki küçük kızını da yanına aldı. Vera ve Alexandra’nın, kendisiyle birlikte korkunç bir yaşam sürmelerine yol açtı. O dönem kız çocuklarının ebeveyn gözetiminde yetiştirilmesi olağandı. Onlara verilen eğitim çok kapsamlı değildi: Fransızca, Almanca, biraz piyano ve dans, dikiş nakış. Yalnızca yoksulların kızları çalışırdı. Soylu ailelerin kızları evlenmeye mahkûmdu, bekâretleri dikkatle korunurdu. Büyükbabam güzel kızlarının tek başlarına dışarı çıkmalarına asla izin vermemiş, taşradaki komşularını ziyaret etmeye gittikleri ender zamanlarda onlara bizzat eşlik etmişti. Babalarının bu kıskanç teyakkuz hali halalarımın narinliğine halel getirdi. Daha sonraları babalarının, gizli âşıklarını yataklarının altında saklamadıklarından emin olmak için geceleri yatak odalarına nasıl girdiğini de korkuyla anımsayacaklardı. O zamanlar halalarım saf ve masum çocuklardı.
Büyükbabamın içki alışkanlığı kendini gitgide daha çok gösterdikçe tamahkârlığı da artıyordu. Oğullarına o kadar az para gönderiyordu ki neredeyse her şeye muhtaç kalmışlardı. Babam genellikle sağanak yağış altında gerçekleştirilen idmanlardan döndüğünde bir fincan çayın tadını çıkaramıyor, botlarını değiştiremiyordu; hepsinden kötüsü, stajyer mühendislere hizmet eden emir erlerine verecek paradan yoksundu. Dostoyevski, babasının rezilliğinin kendisini mahkûm ettiği yoksulluğa ve aşağılanmaya isyan etti; bu rezilliğin özrü yoktu, zira büyükbabam toprak sahibiydi ve kızlarının çeyizi için ayırdığı parası vardı. Babam, kendisi için büyükbabamın parlak ve seçkin bir okul tercih etmiş olması sebebiyle ona arkadaşlarıyla aynı düzeyde yaşamasına yetecek parayı da vermesi gerektiğini düşünüyordu.
Baba ile oğulları arasındaki bu sürtüşme çok uzun sürmedi. Büyükbabam serflerine karşı her zaman çok zalim davranmıştı. Sarhoşluğu onu öyle vahşileştirmişti ki sonunda onu öldürdüler. Bir yaz günü diğer arazisini, Çermaşnaya’yı ziyaret etmek üzere evden ayrıldı ve bir daha geri dönmedi. Biraz vakit geçtikten sonra iki arazinin ortasında, arabasındaki yastıklarla boğulmuş olarak bulundu. Arabacı atlarla birlikte kayıptı, köy sakinlerinden bazıları da eş zamanlı olarak ortadan kaybolmuştu. Mahkemece sorgulandıklarında büyükbabamın diğer serfleri bunun bir intikam cinayeti olduğunu kabul ettiler.
Bu korkunç ölüm gerçekleştiğinde babam evde değildi. Artık Darovoye’ye gitmiyordu, çünkü yazın Mühendishane öğrencilerinin Petersburg civarında manevra yaptırmaları gerekiyordu. Darovoye’nin, çocukken çok sevdiği köylüleri tarafından işlenen bu cinayet onun gençlik imgeleminde büyük bir etki yarattı.32 Bütün yaşamı boyunca bunun hakkında düşündü, bu korkunç sonun nedenleri üzerine derinlemesine kafa yordu. Büyükbabamın bütün ailesinin, onun ölümünü bir utanç kaynağı olarak görmeleri, bu olaydan hiç bahsetmemeleri ve Dostoyevski’nin yaşamını detaylıca bilen yazar arkadaşlarının, babama ilişkin hatıralarında bu konuyla ilgili konuşmalarını engellemeleri son derece ilginçtir. Amca ve halalarımın kölelikle ilgili olarak o dönemin Ruslarından daha Avrupai düşüncelere sahip oldukları açıktır. Köylüler tarafından işlenen intikam cinayetlerine o sıralar çok rastlanıyordu fakat kimse bundan hicap duymuyordu. Kurbanlara acınıyor, katiller dehşetle kınanıyordu. Rusların, efendilerin serflerine köpek gibi davranabileceğine ve serflerin de buna karşı çıkma haklarının olmadığına ilişkin saf düşünceleri vardı. Büyükbabamın Litvan ailesi ise meseleye çok farklı bir bakış açısıyla yaklaşıyordu.
Dostoyevski’nin yaşlı Karamazov tipini yaratırken aklında babasının bulunduğunu düşünmüşümdür her zaman. Bu karakterin, büyükbabamın kopyası olmadığı açıktır. Fyodor Karamazov bir soytarıdır, büyükbabam ise her zaman onurlu biriydi. Karamazov çapkın bir adamdır, Mihail Dostoyevski ise eşini seviyordu, ona sadıktı. Yaşlı Karamazov oğullarını bir kenara bıraktı ve onlarla ilgilenmedi, büyükbabam ise çocuklarına titiz bir eğitim verdi. Ancak bazı özellikler her ikisinde de ortaktır. Dostoyevski, Fyodor Karamazov tipini yaratırken belki de babasının, oğullarının çok fazla ıstırap duymalarına ve uğradıkları haksızlık dolayısıyla öfkelenmelerine yol açan tamahkârlığını, sarhoşluğunu ve bunun çocuklarında yarattığı fiziksel tiksinmeyi anımsamıştır. Alyoşa Karamazov’un bu tiksinmeyi paylaşmadığını fakat sefil babasına acıdığını söylediğinde Dostoyevski muhtemelen genç kalbinde hissettiği o tiksinti anlarını takip eden acıma hissini hatırlamaktadır. Babasının en nihayetinde hastalıklı ve mutsuz bir varlık olduğunu sezmiş olmalı. Büyükbabam ile yaşlı Karamazov arasındaki benzerliğin bütünüyle benim varsayımım olduğunun anlaşılması gerek, zira bu konuyla ilgili belgeye dayalı hiçbir kanıt bulunmamaktadır. Yine de yaşlı Karamazov’un ölmeden önce oğlunu gönderdiği köye Çermaşnaya33 adını vermiş olması bir tesadüften ibaret olmayabilir. Böyle düşünmeye eğilimliyim zira aile içinde babamın aslında Ivan Karamazov’da kendini resmettiği söylenir. Böylece kendini yirmi yaşındayken hayal etmişti. Ivan’ın dini inançlarını, şiirini, Büyük Engizisyon’u ve Katolik Kilisesi’ne olan büyük ilgisini yakalamak oldukça ilgi çekicidir. Dostoyevski ile atalarının Katolikliği arasında yalnızca üç ya da dört yüz yıllık bir sürenin bulunduğu unutulmamalıdır. Katolik inancını ruhunda hâlâ yaşıyor olmalıydı. Dostoyevski’nin kendi ismi Fyodor’u yaşlı Karamazov’a vermesi ve Smerdyakov’un ağzından Ivan’a şunları söylemesi çok daha ilgi çekicidir: “Tüm oğulları arasında babana en çok benzeyen sensin.” Babasının kanlı hayaletinin, yaşamı boyunca Dostoyevski’ye musallat olmuş olması ve babasının günahlarını miras almış olabileceğinden korkarak eylemlerini titizlikle incelemiş olması muhtemeldir. Oysa gerçekler böyle olmaktan çok uzaktı, Dostoyevski’nin karakteri tamamen farklıydı. Şaraptan hoşlanmıyordu, tıpkı sinirli yapıdaki insanlar gibi şarap da midesini bulandırıyordu. Çevresindeki herkese karşı kibar ve sevgili doluydu, kuşku uyandıran biri olmak şöyle dursun gayet sade ve güven veren biriydi. Dostoyevski, para tutmayı bilmemesi nedeniyle sıklıkla kınanmıştır. Ondan para isteyenleri asla geri çeviremez, sahip olduğu her şeyi başkalarına verirdi. Bunu yalnızca hayır için değil aynı zamanda babası gibi tamahkâr biri olmaktan korktuğu için yaptığına şüphe yok. Böyle olmaktan daha çok korkuyordu çünkü bu kötülüğün, kardeşi Barbara’da yeniden kendini gösterdiğini ve yavaş yavaş gerçek bir deliliğe dönüştüğünü görmüştü. Hiç şüphesiz ki Dostoyevski tamahkârlığın, bu ahlaki illetin ailesinde kalıtsal olduğunu ve eğer dikkatli olmazlarsa her birinin bu illetin saldırısına uğrayabileceğini kendine itiraf etmişti.
Büyükbabamın alkolikliği neredeyse tüm çocuklarının yaşamlarını mahvetti. En büyük oğlu Mihail ile en küçük oğlu Nikolay bu hastalığı miras almışlardı. Mihail Amcam, sarhoş olmasına rağmen en azından çalışabiliyordu, ne var ki talihsiz Nikolay, parlak bir eğitim hayatının ardından hiç ama hiçbir şey yapamayarak bütün yaşamı boyunca ailesine yük olmaya devam etti. Babamın kendisine çok fazla ıstırap veren epilepsisi de muhtemelen aynı nedenden kaynaklanıyordu. Ancak ailenin en sefil üyesi kesinlikle halam Barbara’ydı. Kendisine Moskova’da hatırı sayılır miktarda gayrimenkul bırakan hali vakti yerinde biriyle evlenmişti. Evler iyi gelir getiriyordu; halamın çocukları hayatlarını rahatça kurmuşlardı, hiçbir şeyin eksikliğini hissetmiyorlardı. Bu sayede ilerleyen yaşında rahatını sağlamak için gerekli olan her şeye sahip olmuştu, ancak talihsiz kadın cimriliğinin ve hastalık derecesindeki tamahkârlığının kurbanı oldu. Para çantasını bir tür yeisle açardı, en ufak harcamalar bile onun için bir işkenceydi. En sonunda maaşlarını ödemekten kaçınmak için tüm hizmetkârlarını kovdu. Odalarında ateş yanmıyordu, bütün kışı bir pelerine sarınmış halde geçirirdi. Yemek yapmıyordu, haftada iki defa dışarı çıkıyor, biraz ekmek ve süt alıyordu. Yaşadığı çevrede onun bu akıl almaz tamahkârlığı hakkında büyük dedikodular dönüyordu. Muhtemelen çok parası olduğu ve bu nedenle tüm varyemezler gibi parasını evinde sakladığı konuşuluyordu. Bu dedikodu, halamın kiracılarına hamallık yapan genç bir köylünün aklına yatmıştı. Mahallede sinsice dolanmakta olan bir serseriyle anlaşarak bir gece zavallı deli kadının evine girip onu öldürdüler. Bu cinayet babamın ölümünden çok sonra işlendi.
Büyükbabamın alkolikliğinin kalıtsal olması gerektiği sonucunu çıkarıyorum, zira kendisinin münferit sarhoşluğu ailemizde böyle bir felakete yol açamazdı. Bu rahatsızlık Mihail Amcamın ailesinde de kendini göstermeye devam etti, ikinci ve üçüncü nesiller de bu illetin kurbanı oldular. Barbara Halamın oğlu öyle aptaldı ki budalalığı neredeyse zekâ geriliği düzeyindeydi. Andrey Amca’mın genç ve parlak bir dâhi olan oğlu tüm vücuduna yayılan felç yüzünden hayatını kaybetti. Bütün Dostoyevski ailesi nevrasteni34 hastasıydı.
İlk Adımlar
Dostoyevski, Mühendisler Kalesi’ndeki çalışmalarını tamamladıktan sonra Askeri Mühendislik Daire Başkanlığı’na atandı. Bu pozisyonda uzun süre kalmadı, çok geçmeden istifa etti. Artık kendisini devlete hizmet etmeye zorlayacak babası yoktu, askerlikten tat almıyor, roman yazarı olmayı ise her zamankinden daha çok istiyordu. Genç Grigoroviç de onu örnek aldı. Birlikte yaşamaya karar verdiler, bekâr evine çıkıp kendilerine bir uşak tuttular. Grigoroviç taşrada yaşayan annesinden para alıyordu. Babam ise Moskova’daki velisinden harçlık alıyordu ki kendisi mütevazı bir yaşam sürmeye yetecek kadar para gönderiyordu. Ne yazık ki babam ekonomiyle ilgili her zaman uçuk kaçık düşüncelere sahipti. Bütün yaşamı boyunca bir sonraki gün nasıl yaşayacağını kendine sormadan cebindeki parayı harcayan bir Litvan Schliahtitch oldu. Yaşlandıkça da akıllanmadı. Yaşamının sonlarına doğru kendisiyle birlikte yaptığımız bir yolculuğu hatırlıyorum, yazı Jean Amcamla birlikte geçirmek için Ukrayna’ya gidiyorduk. Yol üstünde birkaç günlüğüne Moskova’da kalmamız gerekiyordu, Dostoyevski, annemi çok gücendiren bir şey yaparak kentte yer alan en iyi otelde konaklamakta ısrar edip birinci katta yer alan süitlerden birini tutmuştu; oysa Petersburg’ta oldukça mütevazı bir evimiz vardı. Annem kendisine boş yere karşı çıkmıştı, kocasının müsrifliğine çare olmayı asla başaramadı. Aile ziyafetlerimizden biri için akrabalarımız akşam yemeğine geleceklerinde, babam gidip Rusların akşam yemeğinde çok önemli bir yere sahip olan, meyve ve tatlıdan oluşan ordövr almayı teklif eder-di. Annem buna rıza gösterecek kadar basiretsiz olursa Dostoyevski kentteki en iyi dükkânlara gidip orada bulduğu tüm iyi şeyleri alırdı. Dimitri Karamazov’un Mokroye’ye doğru yola çıkmadan önce Plotnikov’un dükkânından erzak aldığını ne zaman okusam gülümserim. Staraya Russa’da, bazen babamla gittiğimiz dükkânda olduğumu, eksiklerini giderirken takındığı o kendine özgü tavırlarını hevesli bir çocuk gibi ilgiyle izlediğimi gözümde canlandırırım. Buraya annemle gittiğimizde kadıncağız dükkândan elinde mütevazı bir paketle çıkardı. Babama eşlik ettiğimde ise dükkândan elimiz boş çıkardık, fakat birkaç küçük çocuk önümüzde ya da arkamızda bizimle birlikte evimize doğru yürür, iyi bir bahşiş alacaklarını umarak büyük sepetleri neşeyle taşırdı. Babam gerçek bir Schliahtitch gibi zengin ya da yoksul olup olmadığını asla sorgulamadı. Eskiden Polonya ve Litvanya’nın yerlisi soylular evde açlık çeker, halka açık toplantılara ise yaldızlı arabalarla, muhteşem kadife ceketlerle, paltolarla giderdi. Borçlardan belleri bükülmüş vaziyette yaşar, aldıklarının ancak onda birini geri öder, finansal durumları hakkında düşünmez, kendilerini eğlendirir, güler ve dans ederlerdi. Bu ırksal kusurların ortadan kaldırılması yıllar alacak, Dostoyevski soyundan gelenlerin birçoğu atalarının çılgın müsrifliğinden mustarip olmaya devam edecek. Ancak babamla Litvanya Schliahtitchi’si arasında önemli bir fark vardı. Onlar yalnızca mutlu yaşamayı umursuyor, başka şeylere önem vermiyordu. Babam ise karşılaştığı tüm fakirlere sadaka verirdi, bedbahtlıklarından bahsederek kendilerine yardım etmesi için ona gidenlere para vermekten asla geri duramazdı. En ufak hizmetleri karşılığında uşaklara verdiği bahşişler olağanüstüydü ve bu durum zavallı annemi çileden çıkarıyordu.
Babamın bu şekilde yaşayarak Moskova’daki velisinin gönderebileceğinden çok daha fazlasını harcadığı açıktır. Borca girmiş, alacaklılarının usandırıcı ısrarlarından kurtulma isteğiyle velisine sahip olduğu mirası görece az miktarda nakit para karşılığında takas etmeyi teklif etmişti. Gazetelerle ya da yayımcılarıyla ilgili hiçbir şey bilmediğinden tüm masumlu-ğuyla kalemi sayesinde geçimini sağlamayı umuyordu. Velisi pazarlığa oturmayı kabul etmişti, aslında bundan memnuniyet duymaması gerekirdi. Halalarım, ağabeyleri Fyodor’un ticaretten anlamadığını, ona en dezavantajlı şartların bile kabul ettirilebileceğini düşünüyordu. Bu süreci daha sonra, Dostoyevski ailesi birkaç arazi daha miras aldığında tekrarlamaya çalıştılar; babamın kız kardeşleriyle girmek zorunda kaldığı bu mücadele yaşamının son demlerini kararttı. Bu meselelerden kitabımın son bölümünde bütünüyle bahsedeceğim.
Borçlarını kapatan Dostoyevski çok geçmeden geriye kalan parayı da harcadı. Çeviriler35 yapmaya çalıştı ama pek tabii ki bunun getirisi pek az oldu. Bu noktada Kumanin Teyzesi yardımına koşarak ona bir ödenek sağladı. Kumanin, Dostoyevski’nin annesinin zengin bir adamla evlenen kız kardeşiydi, etrafı kendini işlerine adamış bir hizmetkâr ordusuyla çevirili bir hâlde Moskova’da iyi bir evde yaşıyor, birkaç hanım arkadaşı tarafından refakat edilip eğlendiriliyor, karşısında titreyen bu zavallı kadınların zengin despotluğundan doğan kaprislerine kaynaklık ediyordu. Yeğenlerini her daim korurdu, özellikle de her daim favorisi olan babama karşı nazik davranırdı. Bütün ailede babamın yeteneklerinin kıymetini bilen tek kişiydi ve her zaman yardımına koşmaya hazırdı. Diğer genç yeğenleri gibi Dostoyevski de onunla biraz dalga geçse bile yaşlı teyzesi Kumanin’i çok severdi. Kumarbaz’da Almanya’ya gelen, rulet oynayıp servetinin yarısını kaybettikten sonra tıpkı geldiği gibi aniden Moskova’ya geri dönen Moskovalı yaşlı büyükannenin şahsında teyzesini resmetmiştir. Ruletin Almanya’da popüler olduğu zamanlarda büyük teyzem seyahat etmek için fazlasıyla yaşlıydı. Gerçi Moskova’da iskambil oynayıp büyük paralar kaybetmiş olabilir. Dostoyevski, teyzesini Almanya’ya gelip yanında rulet oynarken resmederek belki de kumara olan tutkusunun nereden geldiğini göstermek istiyordu.
Bununla birlikte çok para harcadığı için babamın müsrif bir hayat yaşadığı sanılmasın. Dostoyevski’nin gençliği çalışmak ve üretmekle geçmişti. Dışarı pek nadiren çıkardı, gün boyunca yazı masasında oturur, kahramanlarıyla konuşur, güler, ağlar ve onlarla birlikte acı çekerdi. Ondan daha pratik biri olan Grigoroviç bir yandan yazarken bir yandan da gelecekteki kariyerine yardımı dokunabilecek ilişkiler kurmaya çalışıyordu, kendini edebiyat çevresine tanıtmış ardından Dostoyevski’yi de bu çevreyle tanıştırmıştı. Grigoroviç yakışıklı, şen ve zarif biriydi; kadınlarla sevişir, her birini büyülerdi. Babam ise tuhaf, utangaç, sessiz, görece çirkin biriydi, az konuşur çok dinlerdi. İki arkadaş, müdavimi oldukları konuk salonlarında kendisi de roman yazarlığı kariyerine Petersburg’ta başlayan genç Turgenyev’le tanışmışlardı. Babam ona büyük bir hayranlık duyuyordu. Masum bir dille, “Turgenyev’e âşığım,” diye yazmıştı askeri eğitimini tamamlayıp Reval’de subay olarak görev yapmakta olan ağabeyi Mihail’e. “Çok yakışıklı, çok ince, çok zarif biri!” Turgenyev, babamın sunduğu saygıları sanki lütufta bulunuyormuş edasıyla kabul etmişti. Babamı önemsiz biri olarak görüyordu.
Grigoroviç, bir edebiyat dergisi çıkarmayı planlayan şair Nekrasov’la tanışmayı başarmıştı. Grigoroviç bu dergiyle o veya bu şekilde bağlantıda olmaya hevesliydi. İlk çalışmaları henüz tamamlanmış değildi -cemiyet hayatını biraz fazla seviyordu- fakat babamın halihazırda bir roman yazmış olduğunu ve pek başarılı olmadığından endişe duyarak bunu durmadan düzelttiğini biliyordu. Grigoroviç, kitabın taslağını kendisine teslim etmesi konusunda Dostoyevski’yi ikna ederek romanı Nekrasov’a götürdü. Nekrasov, Grigoroviç’e arkadaşının çalışmasından haberdar olup olmadığını sordu ve kendisinin romanı okumak için henüz vakit bulamadığı yanıtını aldı; romanın herhangi bir değere sahip olup olmadığını görebilmek için iki ya da üç bölümün üzerinden birlikte geçmeyi teklif etti. Babamın ilk romanının tamamını bir oturuşta bitirdiler.36 Kitabı bitirdiklerinde, günün ilk ışıkları pencereden içeri süzülüyordu. Nekrasov hayretler içinde kalmıştı. “Haydi gidip Dostoyevski’yi görelim,” teklifinde bulundu, “Çalışmasıyla ilgili neler düşündüğümü söylemek istiyorum.” Grigoroviç, “Ama şu anda uyuyordur, henüz sabah olmadı,” diyerek kendisini reddetti. “Ne önemi var? Uykudan çok daha önemli bir şey bu!” Hayranlıkla dolan Nekrasov, babamı sabahın beşinde yatağından kaldırıp kendisinin olağanüstü bir yeteneğe sahip olduğunu söylemek için yola koyuldu, Grigoroviç de peşinden geliyordu.
Daha sonra kitabın taslağı ünlü eleştirmen Belinski’ye gönderildi, kendisi taslağı okuduktan sonra genç yazarı görmek istedi. Dostoyevski, Belinski’nin huzuruna heyecandan titreyerek çıktı. Belinski ise onu ciddi bir ifadeyle karşıladı. “Genç adam,” dedi, “Sen ne yazdığını biliyor musun? Hayır, bilmiyorsun. Bunu henüz anlayamazsın.”
Nekrasov İnsancıklar’ı dergisinde yayımladı, roman büyük başarıya ulaştı. Babam bir gün içinde üne kavuşmuştu. Herkes onu tanımak istiyordu. Her yerde insanlar, “Kim bu Dostoyevski?” diye sorar olmuştu. Babam daha yeni yeni edebiyat çevresinin müdavimi olmaya başlamıştı, kimse özel olarak onu fark etmemişti. Çekingen Litvan her zaman ya bir köşeye ya da bir pencere boşluğuna çekilir veya bir perdenin ardına gizlenirdi. Fakat artık saklanmasına izin verilmiyordu. Etrafı sarılıyor ve iltifatlar ediliyordu; konuşmaya teşvik ediliyor, insanlar onu büyüleyici buluyordu. Petersburg’ta roman yazarı olmayı arzu edenlerin ya da edebiyata ilgi duyanların ağırlandığı edebi toplantıların yapıldığı salonlara ek olarak yalnızca ünlü yazarların, ressamların ve müzisyenlerin kabul edildiği daha ilgi çekici başka salonlar da vardı. Seçkin şair Prens Odoyevski’nin, on dokuzuncu yüzyılın ilk yarısındaki Rus yaşamının içe işleyen betimlemelerini bizlere sunan zevk sahibi roman yazarı Kont Sollohub ve onun kayınbiraderinin salonları da işte bu türden salonlardı. Kont Viyellegorski, Ruslaşmış bir Lehti. Tüm bu beyefendiler bir an önce Dostoyevski’yle tanışmak istiyordu, onu evlerine davet edip içtenlikle ağırladılar. Babam en çok Viyellegorski’yle birlikteyken keyif alıyordu, burada müzik harikaydı. Dostoyevski müziğe bayılırdı. Bununla birlikte kendisinin müzik kulağına sahip olduğunu düşünmüyorum, zira yeni bestelere şüpheyle yaklaşıyor, halihazırda bildiği parçaları dinlemeyi tercih ediyordu. Bu parçaları ne kadar çok dinlerse o kadar tat alıyordu.
Kont Viyellegorski tutkulu bir müzik aşığıydı; müzisyenlere kol kanat geriyordu, başkentin kuytu köşelerinde müzisyen avına çıkmayı alışkanlık haline getirmişti. Tuhaf tipli, biraz yoksul, sarhoş, muhteris, düşkün bir kemancının, bir tavan arasında Kont Viyellegorski tarafından bulunup kendisinin resepsiyonlarında çalmaya teşvik edilmiş olması babamın hayal gücünü tetiklemişti; zira kendisinin Netoçka Nezvanova romanının geçtiği yer Kont Viyellegorski’nin evidir. Bu romanda Dostoyevski, gençliğinden kaynaklanan deneyimsizliğiyle bunu okurlarına yeterince açıklayamamış olsa da kadın psikolojisine ilişkin gerçek bir başyapıt ortaya koymuştur. Kontes Viyellegorski’nin Prenses Biron olarak doğduğu söylenir. Kurlandiya’nın yerlilerinden olan Prenses Biron her zaman Avrupa aristokrasisinden ziyade hanedana mensup olduğunu iddia etmekteydi. Eğer Netoçka Nezvanova’yı dikkatle okursak çok geçmeden, zavallı bir yetim kıza yuvasını açan Prens S.’nin iyi eğitim almış, iyi çevresi olan bir adamken karısının bir hayli kibirli ve evine bir saray havası veren biri olduğunu fark ederiz. Çevresindekiler kendisinden sanki bir hanedan mensubuymuş gibi bahsederler. “Ekselansları,” diye hitap edilen şımarık ve kaprisli kızı Katya, hizmetindekilere bir an dehşet saçarken bir an onları gözdeleri yapar. Netoçka’ya duyduğu sevgi bir anda tutkulu hatta biraz erotik bir hal alır. Rus eleştirmenler bu erotizm iması nedeniyle Dostoyevski’yi yerden yere vurmuşlardır. Babam gerçeklere mükemmelen sadıktı; asla aşk evliliği yapamayan ve her zaman devletin çıkarları için kurban edilen sözkonusu Alman prensesler sıklıkla böylesi tutkulu ve hatta erotik kadınsı dostluklar kurmaktan mustariptiler. Bu rahatsızlıklar onlarda kalıtsaldır, dolayısıyla kendini o soydan gelen birinde, erken gelişmiş bir çocuk olan küçük Katya’da göstermiş olabilir. Viyellegorski’nin hiç kızı yoktu; Katya tipi bütünüyle, onları inceledikten sonra asil hane halkını resmeden babam tarafından yaratılmıştı. Bu küçük nevrotiğe ilişkin çizdiği portreyle Dostoyevski, kadınlara yaklaşmaya neredeyse hiç cesaret edememiş utangaç bir genç adama göre kadın psikolojisine ilişkin oldukça dikkat çekici bir bilgi birikimi ortaya koymaktadır. O dönemde yeteneği çoktan üst düzeye ulaşmıştı. Ne yazık ki model olarak kullanabileceği kimse yoktu. Hiçbir şey Petersburg’un bir bataklıkta doğup büyüyen mutsuz yerlilerinden daha sönük ve birbirinin bu kadar aynısı olamazdı. Onlar Avrupa’nın kopyalarından ve karikatürlerinden ibarettiler. “Bu insanların hepsi çok uzun zaman önce ölmüş,” der Rus yazar Mihail Saltikov. “Sırf polis onları gömmeyi unuttuğu için yaşamaya devam ediyorlar.”
Dostoyevski’nin, edebi kariyerlerine yeni başlayan roman yazarı arkadaşları onun bu beklenmedik başarısını kabullenecek olgunluğa sahip değildi. Kıskançlığa kapıldılar, bu çekingen ve mütevazı genç adamın tanınmış kişilerin, yazar adaylarının henüz kabul edilmediği salonlarında ağırlanıyor olması fikrinden rahatsızlık duydular. Romanını takdir etmeyeceklerdi. İnsancıklar onlara bıkkınlık verici ve saçma görünmüştü. Şiirlerle, yazılarla bu yapıtın parodilerini yapıp genç yazarla acımasızca alay ettiler.37 Kamuoyu nezdinde onu karalamak için hakkında grotesk hikâyeler uydurdular. Başarının Dostoyevski’nin başını döndürdüğünü, çok yakında Nekrasov’un dergisinde yayımlanacak olan ikinci romanın, dergide yer alan diğer çalışmalardan ayırt edilebilmesi için her bir sayfasının çerçeveye alınması konusunda ısrarcı olduğunu öne sürüyorlardı. Pek tabii ki bu bir yalandı. Öteki çerçevesiz yayımlandı. Dostoyevski’nin, kadınlar arasında kaldığı zamanki çekingenliğiyle alay edip konuk salonlarından birinde takdim edildiği genç güzelin ayaklarının dibine heyecandan nasıl da bayıldığını anlatıyorlardı. Babam arkadaşlığa ilişkin görüşlerini yitirirken çok acı çekti. Arkadaşlıkla ilgili çok farklı düşünceleri vardı; tüm masumiyetiyle, onların başarı elde etmesi karşısında nasıl ki hiç şüphesiz sevinçle dolacaksa onun elde ettiği başarıya da arkadaşlarının sevineceğini düşünüyordu. İnsancıklar’ın başarısı karşısında çileden çıkıp Dostoyevski’yi yaralamak için elinden geleni ardına koymayan Turgenyev’in yaptığı kötülükler babam için özellikle yaralayıcıydı. Turgenyev’e çok bağlanmıştı, ona çok içten bir hayranlık duyuyordu. Bu, yaşamları boyunca devam eden ve Rusya’da epey bir tartışılan düşmanlığın başlangıcıydı.