bannerbanner
CELIL OKER-ÖZEL BASKI-ATES ETME ISTANBUL
CELIL OKER-ÖZEL BASKI-ATES ETME ISTANBUL

Полная версия

CELIL OKER-ÖZEL BASKI-ATES ETME ISTANBUL

Язык: tr
Год издания: 2024
Добавлена:
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
4 из 7

Yeniden sandalyesine oturdu. Yüzünde tam çözemediğim bir ifade vardı.

“Onu bilemiyorum,” dedi. “Bana sordu gerçi ne yapayım diye.”

“Siz ne dediniz?”

“Bu Remzi Ünal denen adamın kim olduğunu iyice bir öğrenmeden hiçbir şey yapma dedim, açık söyleyeyim,” dedi Firdevs Işın. “Ama beni dinledi mi, bilemem.”

Bu iyiydi.

“Remzi Ünal denen adamın neye benzediğini öğrenme şansı ayağınıza geldi,” dedim sigaramdan bir nefes daha çektikten sonra.

Firdevs Işın gülümsedi ben kül tablasını kullanırken.

“Madem açık konuşuyoruz,” dedi. “Tam olarak Begüm’ü neden ve hangi sıfatla arıyorsunuz öğrenebilir miyim?”

Sigaramı ağzıma götürmüşken indirdim elimi. Doğru söylemeye kadar verdim.

“Telefonda küçük bir yalan söyledim galiba,” dedim. “Kemal Arsan arkadaşım değil, müşterim. Begüm Hanım ortadan kaybolunca merak etmiş. Ben de aramaya başladım.”

Yalan konusundaki itirafımın üzerinde durmadı ev sahibem.

“Telesekreterine not bıraktığınız numara Kemal’de yoktu ama,” dedi.

“Biliyorum,” dedim. “İşim bu, bulmam gerekiyordu, buldum.” Bir ara verdim. Sigaramdan ertelediğim o nefesi çektim. Dumanı havaya savururken konuştum.

“O telefonun zili bu evde çalmış olmasın?” diye attım tutmasını umarak. Bazen yapardım bunu. Bazen tutardı.

Tutmadı.

“Hayır,” dedi Firdevs Işın. “Bu evde sabit telefon yok.”

Bir soruya itiraz etmeden cevap veren birine ikinci soru mutlaka sorulmalıydı.

“Peki, nerede Begüm Hanım?” dedim.

“Bilmiyorum,” dedi. Her halinden belliydi cevabının doğru olmadığı. Üstünde durmadım. Sigaramı söndürdüm. Kül tablası dünyanın bütün sigaralarına düşmanmış gibi anında yuttu izmariti. Üçüncü soruyu da sorayım bari dedim içimden.

“Neden ortadan kaybolmayı seçtiğini biliyor musunuz bari?” dedim.

Firdevs Işın bu kez doğru söylüyordu galiba.

“Biliyorum ama size söyleyemem,” dedi. “Beni zorlamaya kalkarsanız bağırırım, bilesiniz. Bu apartmanın duvarları çok incedir.”

“Aklımdan bile geçmez,” dedim.

“Buna sevindim,” dedi Firdevs Işın. “Şimdi ne yapacaksınız?”

Yerimde kıpırdandım.

“Aramaya devam edeceğim,” dedim. “Bıraktığım numarayı aramasını bekleyeceğim. Evini ve cebini sık sık yoklayacağım. Aklıma başka bir şey gelirse, onu da denerim.”

Aklımda yapmayı düşündüğüm bir şey vardı ama bunu ona söylemeyi düşünmedim.

“Yani, devam…” dedi. “Aramaya.”

“İşim bu,” dedim.

Artık evinden gitme zamanının geldiğini işaret etmek ister gibi ayağa kalktı. Gövdesi kapıya doğru döndü hafifçe. Ben de doğruldum.

“Benimle konuştuğunuz için teşekkür ederim,” dedim. “Gördüğünüz gibi gayet medeni bir özel dedektifim ben.”

“Gördüğüm ilk özel dedektif,” dedi. “Filmlerdekine benzemiyorsunuz, açık söyleyeyim.”

Buna akıllıca bir cevap vermeliydim. Zaman bulamadım ama düşünmeye. Kapının zili yoğun bakım ünitesinde yatan birisinin kalp durmasını haber veriyor gibi çaldı. Uzun uzun ve üst üste.

Ya da üst kattaki komşu merdivenden düşüp ayağını kırdı gibi çaldı kapının zili.

Devletten vergi borcunuz var yazan sarı kâğıt geldi gibi çaldı. ÖSYM’den hiçbir üniversiteyi kazanamadınız haberi geldi gibi. Sevgiliden seni terk ediyorum mektubu gibi. Askerlik şubesinden celp emri gibi.

Belanın derini kapının hemen önünde der gibi çaldı kapının zili.

Firdevs Işın’la birbirimize baktık. Olur böyle şeyler, ben de tam gidiyordum bakışı attım kıza. Yeni bir hasta adayı şimdi vakitsiz olacak der gibi omuzlarını silkti, kapıya yöneldi ev sahibem.

Bildiğim kadarıyla tek başına yaşayan bir genç kadından beklemediğim bir şekilde kapının gözetleme deliğinden bakmadan açtı kapıyı. Ben kapıdayken ne yaptığını hatırlamaya çalıştım.

Gelecek sefer aynı hatayı yapmayacaktı, eminim ama.

Kapı umulmadık bir şiddetle içeri doğru savruldu. Firdevs Işın çarpmasın diye içgüdüsel olarak geriye bir adım attı. Açılan boşluktan içeri üç adam girdi. Sinemada yanınıza otursa yerinizi değiştireceğiniz üç adam.

Ben önce ilk girenin elindeki tabancayı gördüm.

“Sakin!” dedi tabancalı adam.

Üzerinde uzun, beyaz bir pardösü vardı. Mevsime uygun olup olmadığı umurunda değildi anlaşılan. Altından kahverengi kumaş pantolon paçaları görünüyordu. Ayakkabıları epeydir boya görmemiş İtalyan taklidi Çin işiydi.

Yüzü ne İtalyan’a ne Çinliye benziyordu ama.

Kafası yarım numara makine ucuyla alınmış gibiydi. Yusyuvarlaktı. Bebekken annesinin yatırma şeklini çıkaramadım. Düzene sokulmaya çalışılmış kaşları yine de küçük parmağımın yarısı kadar kalındı. Gözleri girdiği bir yeri hızla denetleyip arıza kaynaklarını bulup çıkarma konusunda deneyimliydi.

Anında beni gördü Firdevs Işın’ın iki adım gerisinde.

Küçük bir şaşkınlık gördüm sanki gözünde. Hemen geçti ama. Tabancanın ucuyla ellerimi havaya doğru tutmamı emretti. Simsiyahtı tabanca. Kocaman. Apaçık ölümcül.

Ona uydum.

Arkasındaki iki kişi daha silik karakterliydi. Böyle durumlarda her zaman olduğu gibi. İkisi de mont giymişti. Bacaklarında blucinler vardı. Biri siyah, biri gri boğazlı kazaklar ve Puma ayakkabılar giyimlerini tamamlıyordu. Yüzlerinde inisiyatifi bütünüyle patronlarına bırakmış bir sükûnet vardı.

Tabancalı adam bana doğru yürüdü. Firdevs Işın mecburen kenara çekildi. Arkasındaki adamlardan biri ona doğru iki adım attı. Fazla ileri gitmedi ama.

“Ne oluyor be?” dedi Firdevs Işın.

“Sakin,” dedi tabancalı adam yeniden. “Sakin. Bağırıp ne etme.”

Başıyla siyah kazaklıya işaret etti. Siyah kazaklı patronuyla arama girmemeye dikkat ederek arkama geçti. Kollarımı biraz daha kaldırdım yukarıya. Elleriyle üstümü aradı. Sesimi çıkarmadım. Dur bakalım ne olacak dedim içimden.

Arkamdan temiz olduğumu gösteren bir sinyal geldi herhalde. Tabancasıyla iki kişilik kanepeyi işaret etti pardösülü adam.

“Oturun,” dedi.

Firdevs Işın’ın geçmesi için bir adım geriye çekildim. Ellerim arkamdaki adama çarptı hafiften. Elimi itti.

Firdevs Işın önümden geçip kanepeye ilerledi.

“Ne oluyor canım,” dedi. “Nasıl giriyorsunuz evime böyle? Ne hakkınız var? Kimsiniz siz?”

“Otur, soluklan hele bir bacım,” dedi eli tabancalı adam. Bacım sözcüğünün yumuşak vurgusu yoktu sesinde elbette. “Biraz konuşup gideceğiz. Bağırıp ne etme.”

Ben ağzımı açmadan kanepeye yöneldim. Oturmadan önce her şey yoluna girer işareti yaptım ev sahibeme gözümle. Oralı olmadı. Gözleri adamın elindeki tabancadaydı.

Duvarların inceliğine güvenmese diye geçirdim içimden.

Tabancalı adam tam karşımıza, Firdevs Işın’ın biraz önce oturduğu sandalyeye oturdu. Tabancası şimdi yere bakıyordu.

“Nerede arkadaşın Begüm olacak kız hanım abla?” dedi.

Buyur buradan yak dedim içimden. Sorusunu sorduktan sonra cevabı bir an önce alsa çok iyi olacağını göstermek ister gibi tabancanın namlusunu Firdevs Işın’a doğru salladı pardösülü adam. Tehdit eder gibi değil ama, elindeki çubuğu öylesine sallar gibi.

Üstelik ev sahibemin cevabını beklemedi. Bana döndü.

“Sen kimin nesisin üstat?” dedi. Tabancanın namlusu bana dönmüştü şimdi. Göbeğimle dizlerimin arasında bir yere.

Benden önce Firdevs Işın atladı.

“Bir yakını hastaymış. Ağır hasta. Beni tutmak için geldi,” dedi.

“Hee, sen hemşireydin değil mi hanım abla,” dedi adam.

Ayakta duran öbür ikisi, anlamamıza imkân olmayan bir espriye gülüştüler. Tabancalı adam onlara bakmadı. Omuzları biraz kasılınca kestiler onlar da gülüşmeyi.

“Neyse ne,” dedi adam. “Bakarız sana sonra. Sen soruma cevap vermedin be hanım abla.”

Firdevs Işın ne sorulduğunu unutmuş gibi bir yüzle baktı adama. Adam tekrarladı sorusunu.

“Begüm nerede?”

“Begüm kim?” dedi Firdevs Işın.

Tabancalı adamın kaşları çatıldı. Daha da kalınlaştılar sanki.

“Benimle kafa bulma hanım abla,” dedi. “Doğru dürüst cevap ver. Kasımpaşa damarımı kabartma.”

Firdevs Işın anlamamış gibi yaptı.

“Kasımpaşa nesi?” dedi durumu anlarsa bülbül gibi konuşacağını hissettirmek ister gibi.

Tabancalı adam çattık der gibi kafasını iki yana salladı. Sonra ciddileşti.

“Bak hanım abla,” dedi. “Güzellikle sordum sana. Bir kere daha soruyorum. Begüm denen kız nerede? Senin iyi arkadaşınmış, yeme beni. Söyle yerini, ya da çağır, telefon et, bir şey yap. İki satır konuşacağız kendisiyle.”

Firdevs Işın teslim oluyor gibi omuzlarını silkti. Yüzü düştü sanki. Alçak bir sesle konuştu.

“Tamam, tamam,” dedi. “Arkadaşım sayılır. Ama inan olsun nerede haberim yok. Kaç gündür görmedim.”

“Kimse görmemiş,” dedi adam. “Derdimiz de o.”

“Ben de görmedim,” dedi Firdevs Işın.

“Konuştun mu?”

“Hayır,” dedi Firdevs Işın. “Konuşamadım. Verdiği telefon açılmıyor. Telesekreter çıkıyor hep.”

Adam ver şu numarayı, bir de ben arayayım dese rahatlayacaktım. Ayla Duman ve soyadını bilmediğim başhemşire adına. Kısmet olmadı.

“Numara şu mu, başka mı?”

Ayla Duman tuşlarken ezberleyip, ankesörlü telefondan aradığım numarayı çarpım tablosunu yeni bellemiş bir ilkokul öğrencisinin kuşkulu gururuyla okudu kel kafalı. Kime sordular diye endişelendim. En önemlisi cevap almak için soruyu güçlendirici neler yaptılar?

Firdevs Işın başını salladı onaylarcasına.

Tabancalı adam durumu değerlendirmeye çalışıyor gibi duraladı bir an. Sonra başını arkasındakilere çevirdi.

“Eee,” dedi. “Neden geldik buraya biz? Sıfıra sıfır elde var sıfır.”

“Sıfır,” diye tekrarladı siyah kazaklı olan.

“Sıfır olmaz,” dedi eli tabancalı.

“Olmaz!” dedi arkadaki.

“Olmaz,” diye tekrarladı eli tabancalı adam kendi kendine konuşur gibi.

İş boka sarıyor dedim içimden.

Firdevs Işın ne olduğunu anlamıyor gibi saf saf bakıyordu etrafına. Gerçek miydi rol mü yapıyordu anlamadım.

Eli tabancalı adam anladı mı bilmiyorum. Belki de iki durum da umurunda değildi. Tabancayı sol eline aldı. Sağ eliyle amansız bir tokat çaktı Firdevs Işın’ın suratına. Şimşekler çakmış olmalı. Tokadın etkisiyle kanepenin kolçağına yığıldı ev sahibem.

Eli tabancalı adam ayağa kalktı. İkinci hamlesini yapacaktı sanki. Oturduğum yerden konuştum.

“Sakin olun beyler,” dedim. “Kıza boşuna eziyet etmeyin. Belki ben yardımcı olabilirim size.”

Eli tabancalı kel adam, attığı tokat kadar hızla bana döndü.

“Hey, hey, hey!” dedi. “Bir dakika. Ne dedin sen?”

Kanepenin arkalığına sırtımı sıkıca dayayarak konuştum. Birazdan bir sigaraya ihtiyaç duyacaktım, biliyordum.

“Kıza boşuna eziyet etmeyin,” diye tekrarladım. “Onun bildiklerini ben de biliyorum. Belki daha fazlasını…”

“Allah Allah,” dedi. “Hani senin hastan vardı, ağır hastan?”

“Sen hiç polise yalan söylemedin mi?” dedim.

Eli tabancalı adam eve girdiğinden beri ilk kez gülümsedi. Öyle geniş geniş değil, kontrollü. Dikkatini çekmeyi başardığımı düşündüm. Polis mevzuuna girmemeyi tercih etti ama.

“Tamam,” dedi. “Konuş, seni dinliyorum.”

İyi dedim içimden. En azından ikinci tokadı engelledim. Bir tür başlangıçtı bu. Bakalım nereye kadar gidecekti.

“Yalnız…” dedim.

“Yalnız ne?” dedi. “Çabuk başladın pazarlığa.”

“Mühim şeyler değil,” dedim. “Bir sigara içmem lazım. Demin izin vermişti bana.”

Önce Firdevs Işın’ı, sonra kül tablasını işaret ettim başımla.

“Orası kolay,” dedi. “Hem biz de birer tane yakarız. Madem izin verdi hanım abla. Konuş.”

Cebimden sigaramı çıkardım. Karşımda, dudaklarında hâlâ küçük bir gülümseme parçası ile oturan adama uzattım. Gözlerini yüzümden ayırmadan aldı, çakmağımla onunkini yaktım önce. İşimi kolaylaştırmak için öne doğru eğilmedi.

Kendiminkini yakarken sigara ağzımda konuştum.

“Bir de,” dedim. “Adını bağışla bana. Bu bendeki bir tuhaflık işte. İnsanların adını bilmezsem kolay konuşamıyorum. Benimki Remzi Ünal bu arada.”

Bu sefer konuşmak için arkasındakilere döndü.

“Ne acayip tuhaflıklar var insanlarda,” dedi. Adamları mecburen gülümsediler. Siyah kazaklı biraz daha fazla. Ben dediğini onaylarcasına başımı salladım. Firdevs Işın yatalak hastası birden yürümeye başlamış gibi bakıyordu bana.

“Bana Tetik Osman derler camiada,” dedi eli tabancalı adam içine çektiği nefesi salarak. “Aslında öyle çok sevmem bu meretle oynamasını ama yiğit lakabıyla anılır derler. Seninki ne?”

“Remzi Ünal,” dedim. “Lakabım yok.”

“Orayı anladık,” dedi. “Madem tanışma merasimi yapıyoruz… ne ayaksın onu da söyle bakalım.”

Başladıysam devam edeyim dedim kendi kendime.

“Özel dedektifim,” dedim. “Kızın sevgilisi tuttu beni kızı bulayım diye. Meraklanmış zavallı. Ben de buldum.”

“Ne?” dedi Tetik Osman. “Bir dakika lan! Ciddi misin sen?”

Sigaramdan bir nefes daha çektim. “Kızın nerde olduğunu biliyorum,” dedim.

“Helal olsun sana,” dedi Tetik Osman.

Firdevs Işın kalbi durmuş hastası aniden gözünü açmış gibi bakıyordu bu kez bana.

“Sağ ol,” dedim.

“E! Söyle o zaman!” dedi. “Lafı daha fazla dolandırmadan!”

İnadına uzun bir nefes çektim sigaramdan. Geçici de olsa küçük üstünlüğümün zevkini çıkarmak istiyorum gibi. Hafif sinirlenmesi işime gelecekti.

Tetik Osman epeydir yere dönük tuttuğu namluyu yüzüme doğru kaldırdı. Tam iki gözümün ortasına. Sol gözü seğirdi.

“Üçe kadar sayıyorum,” dedi.

“Bence yapma,” dedim. “Bu evlerin duvarları çok ince. Karıştırma işi.”

Tetik Osman cevap vermedi. Gözlerini kısıp yüzüme bakıyordu. Doğruyu söylemeye karar verdiğimi nereden bilecekti… Kafamla işaret ettim.

“Begüm Kalyon içerideki odada,” dedim.

5. BÖLÜM

İstediğim oldu.

Firdevs Işın’ın davetsiz misafirlerinin üçü birden tam arkamdaki odanın kapısına baktı. Yeterdi bu bana.

Önceliğim belliydi. Tetik Osman’ın elindeki tabancaya vurdum sağ elimin avuç içiyle. Düşmedi elbette. Namlusu yere yöneldi ama. Daha ne olduğunun tümüyle farkına varmadan sol yumruğumu adamın suratının ortasına oturttum. Okkalı bir vuruştu bu. Gövdesi darbeyle geriye kaykılınca oturduğu sandalyenin ön ayakları dört santim havalandı. Bunu bekliyordum, iki elimle birden yardım ettim iyice havaya kalkmalarına. Adamın ağırlığı işime yaradı, devrilen sandalyeyle birlikte arkaüstü düştü. Ayakları havalandı. Kafası yere vurdu mu bilmiyorum.

Şaşkınlığını ilk atlatan siyah kazaklı oldu. Boğazımı sıkmak ister gibi iki eli önde üzerime doğru atladı hırlayarak. Beceriksiz bir hamleydi bu. Sol elimin bilek kemiğini iki kolunun arasından çenesine doğru yönlendirdim. Hareketinin hızıyla gövdesinin ağırlığı birleşince sonuç tam istediğim gibi oldu. Çenesinin bilek kemiğime çarpmasından çıkan sesi bir daha duymak istemem. Dizlerinin üzerine çöktü bu kez acıyla bağırarak.

Eğilip tabancayı aldım.

Üçüncü adam yerinden kıpırdamadı.

Firdevs Işın’a baktım. Yerinde yoktu. Divanın arkasına çömelmiş olabileceğini düşündüm ama bu durumda kontrol edemezdim.

Tetik Osman’dan ses çıkmıyordu. Ayaktaki adama doğrulttum tabancayı.

“Üstüne otur!” dedim kafamla galiba çenesini kırdığım arkadaşını göstererek.

Anlamadı.

Siyah kazaklı bir eli yerde, öteki çenesinde doğrulmaya çalışıyordu. Ayağımla yerden destek aldığı koluna vurdum. Kolu savrulunca yüzükoyun kapaklandı. Ağzından ses çıkmadı ama. Galiba.

“Çabuk üstüne otur arkadaşının!” dedim sesime tabanca namlusunun ikna ediciliğini ekleyerek. Ne yapmasını istediğimi anladı gri kazaklı. Biraz da gereksiz bir hızla ilerledi, arkadaşının sırtına oturdu. Yüzü bana bakıyordu. Alttaki bu kez açık seçik inledi.

“Kımıldamadan otur orada,” dedim gözümle salonun içini tararken.

Sonra dikildim. Gözlerimi ve namluyu arkadaşının sırtında oturan gri kazaklıdan ayırmadan divanla sehpanın arasından geri geri yürüdüm. Pencereye doğru. Ev sahibem divanın arkasında falan değildi. Önemsemedim. Gözüm hâlâ üçünün üstünde, jaluziyi çekip indirmek için kullanılan ipleri tutup şiddetle çektim.

Ikea’nın sattığı malzemelerin bazıları iyidir, bazıları değil. Firdevs Işın ucuzunu almış olmalı. Yan yana sallanan iki ip, bağlantı parçasıyla birlikte koptu jaluziden. Çekingen bir çatırtı duyuldu. Kusura bakma Firdevs Hanım dedim içimden.

Arkadaşının üzerinde oturan gri kazaklı bakışlarını tabancanın namlusundan ayırmamıştı. Üçüne doğru ilerledim. Kopardığım ipi gri kazaklıya doğru fırlattım. Yakaladı.

“Bağla ikisini de,” dedim. “Dalga geçme kırarım kafanı. Sıkı bağla.”

İstediğimi hemen anladı bu sefer. İşbirliği niyetini abartılı hareketlerle göstererek işe koyuldu. İpi ikiye ayırdı. Arkadaşının ellerini arkaya getirdi, becerikli hareketlerle bağladı. İşi bitince yüzüme baktı. Başımla onayladım.

Tetik Osman’a doğru iki dizinin üstünde emekleyerek yöneldiğinde arkamda bir hareketlenme oldu. Atkuyruklu kadının girdiği kapı açıldı sesinden anladığım kadarıyla. Dönüp bakmadım.

Hizama geldiklerinde gördüm onları. Firdevs Işın önde, içeri girdiğimde bizi yalnız bırakan kadın arkada hızla yanımızdan geçtiler, evin ana kapısına yöneldiler. İkisi de bizim tarafa bakmıyordu. Küçük adımlarla ama telaşla ilerlediler.

Bugün epey sürpriz misafir buyur eden kapı açıldı, hemen kapandı arkalarından. Durup ayakkabılarını giyip giymediklerini fark edemedim. İçimden güle güle dedim.

Üç dakika sonra bir sigara içmeye hazırdım. Üçüncü davetsiz misafiri de ben bağlamıştım sıkıca. Hani bir şey yapacağından değil, arkadaşlarından ayrılmasın diye. Biraz gevşemeye hakkım olduğunu düşünüyordum. Sandalyeyi düzeltmiş, divana oturup ayaklarımı üzerine koymuştum. Komşular, “Bir gürültü duyduk, var mı bir durum?” demeye gelmemişlerdi. Tetik Osman kafasını kötü vurmuş olacak ki, tam olarak kendinde değildi. Çenesi önüne düşmüştü, aralıklarla inliyordu. Öteki ikisini tam karşımdaki rafları dolduran tekerlekli çekmecelere yaslamıştım, bacaklarını uzatmış oturuyorlardı. Siyah kazaklının hiç sesi çıkmıyordu. Gözleri kapalıydı ama göğsü inip kalkıyordu.

Sigaramı yakarken hissettim yokluğunu şöyle koyu bir kahvenin. Firdevs Işın ikram etmemişti. Şimdi olsa ederdi herhalde diye düşündüm kendi kendime. Kalkıp mutfağa geçtim. Mutfak kapısıyla atkuyruklu kızın girdiği odanın kapısı yan yanaydı.

Mutfak küçük ama tertipliydi. Aradıklarımı hemen buldum. Neskafe, su ısıtıcı, kupa ve kaşık. Bir buçuk dakika sonra kahvem hazırdı.

Kupayı alıp salona geçtim.

Yerime oturdum. Sigaramı yaktım. Ayaklarımı önümdeki sandalyeye uzattım. Kahvemden kocaman bir yudum aldım. Üstüne kocaman bir nefes.

Gri kazaklı oturduğu yerden kopyası yakalanmış ortaokul öğrencisi gibi bakıyordu bana. Bir kahve sigara öpüştürmesinden sonra ona seslendim.

“Adın ne senin?” dedim.

Gözlerini ayakkabılarının ucuna çekti.

“Sivaslı derler bana,” dedi alçak bir sesle.

“Asıl adın ne?” dedim.

“Ne yapacan asıl adımı?” dedi Sivaslı. “Vukuat defterine mi yazacan?”

“Hiçbir yere yazmayacağım,” dedim. “Polis molis değilim ben.”

Bu kez yüzüme baktı Sivaslı.

“Eee…” dedi. “O zaman? Sivaslı… Sivaslı… Yeter.”

Cevap vermedim. Kimlik tartışmasına girmeye niyetim yoktu. Bir nefes daha çektim sigaramdan. Kahve bekledi.

“Sivaslı!” dedim sonra.

“Buyur?”

“Ne ayak bu sizin patron?”

“Essah patron o değil,” dedi Sivaslı. “O da bizim gibi kereste. Kerestenin önde gideni sadece.”

Dudağımın kenarıyla güldüm. Ayaklarımı sandalyeden indirdim.

“Estağfurullah,” dedim. “Peki, kim o zaman essah patron?”

“Bizim gibi kesime yazılmış keresteler patronu görebilir mi ki?” dedi. “İt ite buyurur, it de kuyruğuna. O hesap. Bu bizim Tetik Osman gelir alır bizi kahveden, takılırız peşine.”

“Bu sefer ne dedi kahveye geldiğinde?” dedim.

Elleri bağlı olmasa kafasını kaşıyacakmış gibi yüzünü ekşitti.

“Hiç,” dedi. “Zaten gözünün içine bakarız iş buyursun diye. Bu da çaktı işmarı, düştük peşine.”

“Şöyle yapacaksınız, böyle yapacaksınız diye bir şey söylemedi mi?”

“Ben size bir şey demedikçe konuşmayın dedi arabanın içinde gelirken.”

“Nereye park ettiniz?”

“Bu apartmanın az berisinde,” dedi Sivaslı. “Yol dar, yarısını kaldırıma çıkardı Clio’nun.”

“Tetik mi kullanıyor?” dedim başımla yerde hâlâ hırıldayarak yatan kel kafalıyı işaret ederek.

Sivaslı başını salladı.

“İş bitince ne yapacaktınız?” dedim.

Bu kez iki yana salladı başını Sivaslı. Sonra söyleyecek sözü yokmuş gibi yüzüme baktı. Cevap versin diye bekledim.

“Ne bileyim,” dedi. “Kahveye geri bırakacaktı zaar…”

Sigaramı canavar kül tablasının midesinde bir yerlere bıraktım. Kahvemden bitirici bir yudum aldım. Öne doğru eğildim.

“Sizin kahve nerede?” dedim. “Kasımpaşa’da mı?”

Kahvenin yerini bilmem dünyanın en akıl sır ermez marifetiymiş gibi gözleri açıldı. Hafifçe sırıttı.

“Hee,” dedi belli belirsiz bir coşkuyla. Sanki benim becerime ortak olmak istiyordu. “Şarkışla Kıraathanesi… Anacaddede. Fırının hemen yanı.”

Kasımpaşa’nın anacaddesindeki fırının adını biliyormuşum gibi yapmam gerektiğini hissettim sanki. Sormadım.

Ayağa kalktım. Yatak odasına bir göz atıp atmamayı tarttım zihnimde. Salonda asayiş berkemaldi. Eksik kalmasın dedim içimden.

Keşke öyle demeseydim. Ya da iyi ki öyle demiştim.

Firdevs Işın’ın yatak odasının kapısını açtığımda ilk gördüğüm ceset oldu.

Cesetlerin böyle bir etkisi var galiba görenlerin üzerinde. Çevrede geri kalan her şey, usta fotoğrafçıların adını bilmediğim tekniklerle bazen yaptığı gibi flulaşıyor, geri plana itiliyor, önemini kaybediyor. Yalnızca o heykel gibi duran bedeni görüyorsunuz. Hayattan çekip gittiklerinde son halleri neyse, elleri kolları, bacakları, başının duruşu, bakışları nasıl donduysa öyle duruyorlar. Adları, eğer biliyorsanız, adları bile siliniyor varlıklarından.

Yatakta sırtüstü yatan adamın adını bilmiyordum.

Herhalde Kemal Arsan’ın yaşlarındaydı. Üzerinde siyah bir blucin, siyah çizgili bir gömlek vardı. İki eli iki yanında duruyordu. Siyah süet ayakkabıları ayağındaydı. Başı, büyüklü küçüklü karelerle dolu yatak örtüsünün altından varlığını hissettiren yastığın kenarına dayanmıştı. Gözleri tavana bakıyordu.

İnce uzun bir yüzü vardı. Hafif sakallıydı. Geniş alnı kısa kesilmiş kıvırcık saçlarla çevriliydi. Yüzüne bakanların yakışıklı adam diyebilecekleri bir uyum vardı gözünde kaşında.

Ölümüne neden olan kurşun deliğini sonra gördüm.

Gömlek cebinin hemen yanındaydı delik. Çevresindeki kurumuş, rengi koyulaşmış küçük kan lekesi, siyah gömleğinin üzerinde ben buradayım diye bağırmıyordu.

Sırtımı odanın kapısına dayamak ihtiyacı hissettim. İçimden birkaç kere üst üste küfrettim. Belki de Firdevs Işın’ın söylediği doğru değildi. Duvarlar içeride neler olduğunu anında duyurmuyordu komşulara. Tamam, yataktaki kıvırcık saçlının nefesini kesen tabanca sahra topu değildi ama yine de bir miktar gürültü çıkarmalıydı.

Bu düşünce acele etmem gerektiğini haber verdi bana. Komşulardan biri silah sesini duymuş, ama yalnızca polise telefon etmekle yetinmiş olabilirdi. Evet, hızlı hareket etmeliydim ve elimde birisi kalın, üç tane kereste vardı.

Odayı hızla gözden geçirdim.

Yatak iki kişilikti. Duvara bitişik ferforje bir başlığı vardı. İki yanında iki komodin. Komodinlerin bana yakın olanının üstünde radyolu bir alarm saati, okuma lambası ve üst üste kadın dergileri ile bir uzaktan kumanda duruyordu. Öteki komodinin üstü boştu. Çekmeceleri kurcalamaya vaktim olmadığını düşündüm.

Yatağın tam karşısındaki tuvalet masasına benzettiğim şeyin üzerinde orta boy bir LCD televizyon vardı. İki yanına bir dolu makyaj malzemesi, deodoran, saç bandı gibi ıvır zıvırlar yayılmıştı. Salondaki pencereyi süsleyen jaluzinin aynısı burada da vardı. Pencerenin yanındaki iki kapılı dolap dekoru tamamlıyordu.

Tamam dedim içimden. Tüyme zamanı.

Yatakta sırtüstü yatan adama bir kez daha baktım. Ne o bana ne ben ona bir şey söyledik. Zamanımız dardı. Kapıyı arkamdan çekip çıktım. Kapı kolunu içeriden ve dışarıdan gömleğimin eteğiyle sildim.

Salon bıraktığım gibiydi. Kimse yerinden kıpırdamamıştı. Tetik Osman’ın yüzünde sanki kendine gelmiş gibi bir hal gördüm. Öteki kereste daha bilinçli inliyordu. Sivaslı, Şarkışla Kıraathanesi’ndeki son okey partisinde hangi taşı atması gerektiğini düşünüyormuş gibi dikmişti gözünü yerdeki halıya.

“Sivaslı, Sivaslı, hemşerim uyan!” dedim.

Kafasını kaldırdı. Bana baktı.

“Sivaslı,” dedim. “İyi dinle. Ben şimdi çekip gidiyorum. Arkamdan yüze kadar say. Sonra arkadaşlarını alıp olabildiğince hızla tüyün buradan. Sakın oyalanmayın.”

Sivaslı olağanüstü bir durum olduğunu fark etmiş gibi keskin gözlerle bakıyordu bana.

“Bak, tekrar söylüyorum,” dedim. “Sakın oyalanmayın. Birazdan polisler dolacak buraya. Kim vurduya gidersiniz. İçerde bir ceset var!”

Üst üste başını öne doğru salladı Sivaslı. Eğilip ellerini çözdüm. Teşekkür etmedi. En az benim kadar acelesi vardı.

“Tetik Osman unutmasın bu kıyağımı,” dedim kapıyı üç şanslı kerestenin üzerine çekerken.

На страницу:
4 из 7