bannerbanner
Mitoloji Rehberi
Mitoloji Rehberi

Полная версия

Mitoloji Rehberi

Язык: tr
Год издания: 2024
Добавлена:
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
5 из 6

Manabozho çayırın kenarındaki gölgeliğe uzanıp ne yapacağını düşünmeye başlamış. Seyahat etmeye ve yeni ülkeler görmeye karar vermiş ve kararını verir vermez, üç günden kısa bir süre içinde devasa uzuvları ve engin adımları sayesinde bütün kıtayı dolaşmış. Yolunun üstündeki her kulübeye göz atmış ve gözlemleri sayesinde yaşlı büyükannesine belirli saatlerde ailelerin akşam yemeğinde neler yediğini söyleyebilmiş.

Bu büyük görevlerinin yanı sıra orman sporlarında kendini geliştirmek isteyen Manabozho, avcılıkta da büyük zaferler elde edildiğini duymuş ve kendini denemek istiyormuş.

Kulübenin yakınlarındaki tüm av hayvanlarını silip süpürmesinin de bu kararda etkisi olmuş, bir akşam büyük gölün kenarında yorgun ve aç bir halde yürürken altı yavrusuyla kendisine doğru gelen yaşlı bir kurt görünümündeki büyük bir sihirbazla karşılaşmış.

Kurt onu görür görmez yavrularına Manabozho’nun yolundan çekilmelerini söylemiş. “Biliyorum ki şu ileride gördüğümüz çok sinsi bir adamdır.”

Kurtlar koşmaya başlayınca Manabozho bağırmış: “Torunlarım, nereye? Durun ben de sizinle geleyim. Bilge babanızla biraz sohbet etmek isterim.”

Bunu söylerken ilerleyerek yaşlı kurdu selamlamış ve onu iyi gördüğüne sevindiğini söylemiş. “Yolculuk nereye?” diye sormuş.

“Kışı geçirmek için avlanacak yer arıyoruz,” demiş ihtiyar kurt. “Sen burada ne yapıyorsun?”

“Seni arıyordum,” demiş Manabozho. “Çünkü avlanmaya merak saldım. Ailene hep hayran oldum, beni bir kurda dönüştürmeye ne dersin?”

Kurt, Manabozho’nun isteğini kabul ederek onu bir kurda dönüştürmüş.

“Pekâlâ, bu işimi görür,” demiş Manabozho ve sonra kuyruğuna bakıp eklemiş: “Kuyruğumu biraz daha uzatıp gürleştirmeyi bana lütfeder misin?”

“Elbette,” demiş kurt ve Manabozho’ya öyle uzun ve geniş bir kuyruk vermiş ki, kuyruk sürekli bacaklarının arasına giriyormuş ve de o kadar ağırmış ki onu taşıyacak gücü yokmuş. Ama böyle bir kuyruğu kendisi istediğinden, bir şey demeye utanmış ve hepsi birlikte vadiye doğru yola koyulmuşlar.

Ormanda biraz ilerledikten sonra geyik izlerine rastlamışlar. Yavru kurtlar koşturarak geyiğin peşine düşmüş, ihtiyar kurt ve Manabozho da acele etmeden onları takip etmiş.

“Söyle bakalım,” diye lafa girmiş ihtiyar kurt. “Sence bu çocuklardan en hızlısı hangisi? Zıplayışlarından anlayabilir misin?”

“Zor soru,” diye karşılık vermiş Manabozho. “Uzun atlayışlar yapan, bence en hızlısı o.”

“Ha! ha! Yanıldın,” demiş ihtiyar kurt. “Evet, iyi bir başlangıç yaptı ama ilk yorulan o olacak; en geride görünen ise avlayacak olan.”

Bu sırada yavruların avın peşine düştükleri noktaya gelmişler. Yerde, içlerinden birinin avlanma partilerinde kullanmak için taşıdığı küçük ilaç kesesine benzer bir şeyi düşürdüğünü görmüşler.

“Al onu Manabozho,” demiş ihtiyar kurt.

“Yok, bu kirli kurt postunu ne yapacağım?”

Yaşlı kurt yere düşeni almış, çok güzel bir kaftanmış.

“Bunu alırım,” diye bağırmış Manabozho.

“Hayır,” demiş sihirli güçlerini kullanan ihtiyar kurt. “Bu incilerle bezenmiş bir kaftan. “Acele et!” demiş ve hızla uzaklaşmış.

“O kadar hızlı koşamıyorum!” diye bağırmış Manabozho arkasından. “Ah bu lanet olası kuyruk!”

Geyiğin yattığı yere vardıklarında, yavru kurtların avlarının peşinde yeni bir hamle yapmak üzere olduğunu görmüşler.

“Aa!” demiş ihtiyar kurt. “Bu geyik çelimsiz. İzinden belli, avın şişman mı yoksa çelimsiz mi olduğunu her zaman anlarım.”

Az ileride geyiğe saldıran yavru kurtlardan birinin bir ağacın üzerinde dişini kırdığını görmüş.

“Manabozho,” demiş ihtiyar kurt, “torunlarından biri avını yakalamış. Git de onun okunu al.”

“Hayır,” demiş Manabozho. “Pis bir kurt dişini ne yapacağım?”

İhtiyar kurt dişi çekip almış. Bir de ne görsün, muhteşem gümüş bir ok.

Sonunda yavrulara yetişmişler ve onların çok şişman bir geyiği avladığını görmüşler. Manabozho’nun karnı çok açmış ancak ihtiyar kurt yine sihirli güçlerini kullanmış ve Manabozho ava baktığında kemik kalıntılarından başka bir şey göremez olmuş. “Tam tahmin ettiğim gibi pis, açgözlü kurtlar hepsini yemiş. Arkamda bu kuyruğum olmasaydı birkaç lokma yemek için zamanında gelebilirdim,” demiş kendi kendine ve kuyruğa en içten beddualarını etmiş. Yine de tek kelime etmeden bir köşeye oturmuş.

Sonra ihtiyar kurt, yavrulardan birine seslenmiş:

“Büyükbabana biraz et ver.”

Yavru onun emrine itaat etmiş ve Manabozho’nun yanına gelerek av sırasında biriken kozalaklarla güzelce terbiye edilmiş kendi gür kuyruğunun diğer ucunu ona uzatmış.

Manabozho yerinden sıçrayıp bağırmaya başlamış:

“Seni hain kurt, karnın doyduğuna göre akşam yemeğim için seni yiyeceğimi mi düşünüyorsun? Yürü git başımdan.”

Bunu söyledikten sonra, Manabozho öfkesine hâkim olamayarak uzaklaşmaya başlamış.

“Geri dön kardeşim,” diye bağırmış kurt. “Kör olmuşsun.”

Manabozho arkasına dönüp bakmış.

“Çocuğa haksızlık ediyorsun, şuraya bak!”

Manabozho ne görsün, bir yığın taze et yemeye hazır bir biçimde yerde duruyormuş. Bu kadar lezzetli yemekler karşısında gülümsemiş.

“Hayretler içinde kaldım,” demiş. “Et ne kadar da güzel görünüyor!”

“Evet,” diye yanıt vermiş ihtiyar kurt. “Bizde böyledir, her zaman işimizi biliriz ve en iyisi neyse onu avlarız. Avcıyı iyi yapan, uzun kuyruğu değildir.”

Manabozho dudağını ısırmış.

Artık kışı geçirecekleri yeri ayarlamışlar. Yavru kurtlar ava çıkmış ve kısa sürede bol etle geri dönmüşler. Yavrular yokken bir gün ihtiyar kurt, bir geyikten kalan iri kemikleri kırarak oyalanıyormuş.

“Manabozho,” demiş, “bu kaftanı kafana ört ve ben kemiklerle uğraşırken bana bakma çünkü parçalar sıçrayıp gözüne kaçabilir.”

Manabozho kendine söyleneni yapmış ama kaftandaki bir delikten kurdu izlerken bir parça fırlayıp gözüne isabet etmiş.

“Ah! Ne diye bana saldırırsın seni ihtiyar kurt?”

“Demek ki bana bakıyorsun.”

“Hayır, hayır, sana neden bakmak isteyeyim ki?”

Manabozho, bakmasan canın yanmazdı.”

“Hayır, hayır, bakmıyordum,” demiş Manabozho ancak içinden “Bu kötülüğü ona ödeteceğim,” diye geçirmiş.

Ertesi gün eline bir kemik almış ve kurda dönerek:

“Kardeşim, kafanı kaftanla kapat ve bana bakma çünkü gözüne bir parça gelmesini istemem.”

Kurt söyleneni yapmış ve Manabozho, geyiğin büyük bacak kemiğini alarak önce kurdun kafasını tamamen kapatıp kapatmadığını kontrol etmiş, sonra da var gücüyle ona bir darbe indirmiş. Sıçrayan kurt darbenin etkisiyle yere yığılmış.

“Neden?” diye sormuş doğrulacak gücü kendinde bulduğunda. “Neden bana vurdun?”

“Vurmak mı?” diye sormuş Manabozho şaşkın bir halde. “Vurmadım, demek ki bana bakıyordun.”

“Hayır,” demiş kurt. “Bakmadım diyorum ya.”

Ama Manabozho ısrarcı davranınca, ihtiyar kurt dolambaçlı tartışmalarda usta olmadığından pes etmek zorunda kalmış.

Çok geçmeden ihtiyar kurt, Manabozho’ya şansını denemesini, tek başına avlanmasını söylemiş.

Manabozho, aklına koyduğunu ustalıkla başardığından güzel, etine dolgun bir geyiği avlamayı başarmış ve geyiği sinsice bir kenara çekip tek başına yemeyi düşünmüş. Döndüğünde de hiçbir şey avlayamadığına dair anlatacak güzel bir hikâye hazırlamış.

Karnı çok aç olduğundan hemen etin başına çömelmiş ama hiçbir zaman doğrudan işe girişemediğinden, yemeye nereden başlayacağını düşünmüş.

“Eh,” demiş, “nereden başlayacağımı bilemiyorum. Kafasından mı başlasam? Yok, olmaz. İnsanlar benimle alay eder ve ‘Tersten yedi,’ derler.”

Yan tarafa kaymış, “Olmaz,” demiş. “İnsanlar ‘Yanlamasına yedi,’ derler.”

Sonra geyiğin arkasına geçmiş. “Hayır, bu da olmaz; önden yediğimi söylerler. Ben buradan başlıyorum. Ne derlerse desinler!”

Geyiğin sırtından küçük bir parça koparmış ve tam ağzına götürmek üzereyken yakınındaki ağaçtan bir ses gelmiş. Sese öfkelenmiş, lokmayı ikinci kez ağzına götürmek üzereyken yine bir ses duymuş.

“Ne yapıyorsun?” diye bağırmış. “Böyle sesler olduğunda yemek yiyemiyorum. Dur!” Sonra da, “Bu gürültüde yemek yiyemem,” diyerek eti elinden bırakmış ve ağaca tırmanıp onu rahatsız eden dalı çekiştirmeye başlamış ama ön patisi dallara sıkışmış ve oradan kurtulamamış.

Dala sımsıkı tutunurken bir kurt sürüsünün ormandan geçerek avının olduğu yere doğru ilerlediğini görmüş. Onların ihtiyar kurt ve yavruları olduğundan şüphelenmiş ama gece çöktüğünden onları seçememiş.

“Başka yoldan gidin, başka yoldan gidin!” diye bağırmış. “Ne almaya geldiniz?”

Kurtlar bir süre aralarında konuştuktan sonra kendi kendilerine, “Belli ki Manabozho bir şey avladı, yoksa bize başka yoldan gidin diye bağırmazdı,” diye düşünmüşler.

“Artık onu ve hilekârlıklarını tanımaya başladım,” demiş ihtiyar kurt. “Gidelim de ne olduğunu görelim.”

İlerleyince yerde boylu boyunca uzanan avı görmüşler ve onu alıp hemen kaçmışlar. Manabozho onların büyük bir keyifle karınlarını doyurmalarını, sonra da büyük bir neşeyle evlerine dönmelerini efkârlı bir biçimde seyretmiş.

Biraz sonra şiddetli bir rüzgâr esmiş ve dalların arası açılınca, Manabozho sıkıştığı yerden kurtulmuş ve geyikte kemikten başka bir şey kalmadığını görmüş. Eve doğru yola koyulmuş ve başına gelen talihsizliği anlatınca, ihtiyar kurt ön pençesine dokunarak onu avutmaya çalışmış. Hatta konuşurken gözünden bir damla yaş bile akmış:

“Kardeşim, bu bize önümüzde yiyecek lokmamız varken merasimle uğraşmamak gerektiğini öğretmeli,” demiş.

Yavaş yavaş kışın sonu yaklaşmış, ilkbaharın ilk günlerinden birinde aydınlık bir sabahta ihtiyar kurt Manabozho’ya seslenmiş: “Kardeşim, artık senden ayrılmak zorundayım ama zaman zaman seni üzmek pahasına günümü gün etsem de senin rahatını önemsediğimi sana kanıtlayacağım. Giderken çocuklarımdan birini senin için avlanması ve uzun akşamlarda sana yoldaşlık etmesi için bırakacağım.”

İhtiyar kurt beş yavrusunu da alıp uzaklaşmış ve gözden kaybolduklarında Manabozho bir anda hayal kırıklığına uğrayarak ölümlü haline geri dönmüş.

Her ne kadar zaman zaman onu kızdırmış ve kandırmış olsalar da ihtiyar kurt ve yavrularıyla güzel bir kış geçiren Manabozho, onlardan ayrıldığı için üzülmüş ancak güneş kendini gösterdikçe ve havalar ısındıkça neşesini ve kendine güvenini yeniden kazanmış, aklına gelebilecek her tür yeni maceraya atılmaya hazır hale gelmiş. İçindeki yaramazlık ruhu hâlâ taptaze duruyormuş.

İhtiyarın onunla bıraktığı kurt iyi bir avcıymış ve yemek ihtiyaçlarını karşılamayı hiç ihmal etmiyormuş. Bir gün Manabozho ona şöyle seslenmiş:

“Torunum, dün gece hiç hayra alamet olmayan bir rüya gördüm. Şu büyük gölle ilgiliydi, gölün suyu buz tutmuş görünse de görünmese de karşıya geçerken dikkat et ve asla gölün etrafından dolanma. Karşı kıyıda seni bekleyen düşmanlar var, buz daima güvenlidir.”

Manabozho, güneşle birlikte buzların erimeye başladığını çok iyi biliyormuş ama genç kurda bir oyun oynamaktan kendini alamamış.

Av peşinde geçen uzun bir günün ardından akşam göle gelen kurt, büyük babasına güvenerek “Buz incelmiş görünüyor ama Nesho güvenebilirsin dedi,” diye düşünüp cam gibi görünen buzların üzerinde koşmaya başlamış.

Daha yolun yarısına bile gelmeden buz kırılmış ve genç kurt kederli bir çığlık atarak suya düşmüş. Kurdun Manabozho’nun torunu olduğunu bilen ve İnci Tüyü savaşında akrabalarını kaybetmelerinin intikamını almak isteyen su yılanları hemen onu yakalamış.

Manabozho kulübesinde otururken genç kurdun yakarışlarını duymuş ve ne olduğunu anlamış, o andan itibaren sihirli güçlerinin birçoğundan mahrum kalmaya başlamış.

Sıradan bir ölümlüden hiçbir farkı kalmayınca, evine dönmüş ancak büyükannesinin nereye kaybolduğunu kimse bilmiyormuş. Mızrak başı yapan adamın kızıyla evlenip birkaç çocuğu olmuş ancak çok fakirleşmiş. Geçimini zar zor sağlar olmuş. Kulübesi ücra bir köşede kaldığından, etrafta avlayacak hayvan bulamamış. Kış mevsimi gelip çatmış ancak refahtan çok uzak bir hayatı varmış. Bir gün karısına, “Biraz dolaşmaya çıkacağım ve etrafta birkaç kulübe olup olmadığına bakacağım,” demiş.

Biraz yürüyünce ileride iki kulübenin olduğunu fark etmiş. Kapıda çocuklar oynuyormuş. Onu gördüklerinde evlerine koşup ailelerine Manabozho’nun geldiğini söylemişler.

Burası, büyük kırmızı başlı ağaçkakanın eviymiş. Kapıya çıkıp Manabozho’yu içeri davet etmiş. Manabozho daveti hemen kabul etmiş.

Çok geçmeden bir büyücü olan ağaçkakan, karısına dönüp şöyle demiş:

“Manabozho’ya ikram edecek bir şeyin yok mu? Karnı aç olmalı.”

Kadın, “Hayır,” diye cevap vermiş.

“Akşam yemeğini yemeden evden gitmemeli,” demiş ağaçkakan. “Bir çaresini düşüneyim.”

Kulübenin ortasında büyük melez çamı boylu boyunca uzanıyormuş. Ağaçkakan, çamın üzerine uçup başını ağacın iki yanına çevirerek ve arada bir gagasını ağaçtan içeri sokarak yukarı tırmanmaya başlamış. Sonunda ağaçtan bir şey koparıp yere atmış ve bir rakun yakaladığı görmüş. Altı yedi tane daha rakun avladıktan sonra ağaçtan inmiş ve karısına yemek hazırlamasını söylemiş.

“Manabozho,” demiş misafire dönerek, “bizim yediğimiz tek şey bu. Sana başka ne hazırlayabiliriz?”

“Bu yemek gayet iyi,” demiş Manabozho.

Pipolarını tüttürüp sohbete koyulmuşlar.

Yemekten sonra Manabozho eve dönmeye hazırlanırken ağaçkakan karısına “Diğer rakunları da ver de çocuklarına götürsün,” demiş.

Manabozho evden çıkarken bilerek eldivenlerinden birini düşürmüş ve çok geçmeden eldiven fark edilmiş.

“Koş,” demiş ağaçkakan büyük oğluna. “Ona yetiş ve eldivenini geri ver ama çok yakınına yaklaşma, uzaktan fırlat çünkü ona güvenmek mümkün değil, çok şüpheli davranıyor.”

Oğlu söyleneni yapmış.

“Büyükbaba,” diye seslenmiş Manabozho’ya, “Eldivenini düşürmüşsün, getirdim.”

“Öyle mi?” diye sormuş Manabozho durumdan habersiz davranarak. “Farkında değilim ama eldiveni sakın atma, karda ıslanır.”

Delikanlı yine de eldiveni fırlatmış ve gitmek üzereyken Manabozho bağırmış: “Dur bakalım evlat! Sizin tek yediğiniz şey gerçekten bu mudur? Rakundan başka şey yemez misiniz? Söyle bakalım.”

“Evet, sadece rakun,” diye cevap vermiş genç ağaçkakan. “Başka hiçbir şeyimiz yok.”

“Babana söyle, benim ziyaretime gelsin. Yanında da bir çuval getirsin. Ona rakunun yanında yenebilecek bir şeyler vereceğim.”

Genç ağaçkakan eve dönüp Manabozho’nun mesajını babasına ilettiğinde, yaşlı ağaçkakan bu davete burun kıvırmış. “Bu zavallı adam neyi var zannediyor merak ediyorum doğrusu!”

Yine de bu misafirperver daveti geri çevirememiş, bu yüzden eline çuvalını alıp Manabozho’nun kulübesine doğru yola koyulmuş.

Manabozho, yaşlı ağaçkakanı büyük bir törenle karşılamış. Kapıda durmuş, onun gelişini bekleyen Manabozho ağaçkakanı görür görmez, o daha çok uzaktayken hoş geldin demek için eğilip kollarını açmış. Ağaçkakan da gagasını eğip yerde sağa sola zıplayarak ve kanatlarını sonuna kadar açıp göğsüne doğru çarparak uygun bir karşılık vermiş.

Ağaçkakan nihayet kulübeye vardığında, Manabozho hava şartları, arazinin durumu ve özellikle de av hayvanlarının yetersiz oluşuyla ilgili çeşitli konulardan bahsetmiş.

“Ama bizde,” demiş, “her zaman yeteri kadar yiyecek olur. İçeri gel, buradan karnın aç dönmezsin benim yüce gönüllü kardeşim.”

Manabozho daima kendine verileni karşılıksız bırakmamakla övünürmüş; ağaçkakana uyum sağlamak için kulübesini büyük, kuru bir melez çamının etrafına taşımış.

“Sana ne hazırlasak?” diye sormuş ağaçkakana. “Biz ne yiyorsak sana da onu ikram edeceğiz.”

Bunun üzerine yerinden kalkarak ağacın üzerine zıplamış ve tıpkı ağaçkakan gibi başını bir o yana bir bu yana çevirerek yukarı çıkmaya çalışmış ama sürekli ayağı kayıyormuş. Arada bir sanki gagası varmış gibi ağaca vuruyor ve geri çekiliyormuş ancak bir tane bile rakun yakalayamamış. Burnunu ağacın gövdesine o kadar sık çarpıyormuş ki sonunda burnu kanamaya başlayınca yere yığılmış.

Ağaçkakan yerinden fırlayarak davuluna ve çıngırağına hızlıca vurmaya başlamış ve sonunda Manabozho’yu kendine getirmeyi başarmış.

Aklı başına gelince, Manabozho bu başarısızlığı yüzünden karısını suçlamaya başlamış ve konuğuna şöyle demiş:

“Nemeşo, şu senin yakın akraban olan kadın var ya, işte bu başarısızlığın sebebi odur. Onun yüzünden işe yaramaz adamın teki oldum. Onunla evlenmeden önce rakun da yakalardım.”

Ağaçkakan hiçbir şey söylemeyip ağacın üzerine uçmuş ve birkaç rakun yakalamış.

“İşte,” demiş. “Bu iş böyle yapılır!” Sonra da sanki ayağını basmaya değmezmiş gibi gagasını havaya kaldırarak eşikten geçip Manabozho’yu küçümseyerek kulübeden ayrılmış.

Bu ziyaretin ardından Manabozho bir gün kulübesinde başı öne eğik oturuyormuş. Rüzgârın bir ıslık sesi halinde estiğini fark etmiş ve kulak verince bunun kendisiyle konuşan bir ses olabileceğini düşünmüş. Rüzgâr sanki şöyle diyormuş:

“Yüce şefim, neden üzgünsün? Ben senin dostun, koruyucu ruhun değil miyim?”

Manabozho hemen çıngırağına sarılmış ve oturduğu yerden kalkmadan her öne kapanışında “Wha lay le aw” nakaratlı ilahiyi söylemeye başlamış.

Sıkıntılı zamanlarında söylemeye alıştığı bu kendine özgü ilahisini mırıldanırken biraz düşünmüş, sonra çıngırağını bir kenara bırakarak oruç tutmaya karar vermiş. Bunun için batmakta olan güneşi gören bir mağaraya gitmiş, karısına orucu bitene kadar onun da çocuklarının da kendini rahatsız etmemesini tembihledikten sonra yaktığı küçücük ateşin yanına uzanmış.

Yedi günün sonunda, zayıflamış ve ruhlarla iletişime geçmişçesine ruh gibi solgun bir halde kulübesine geri dönmüş. Bu sırada karları eşeleyen karısı, yer mantarı adı verilen birkaç bitki bulmuş. Bunları kaynatıp kocasının önüne koymuş ve ellerindeki tek yiyecek buymuş.

Bu hafif yemeği bitirince, Manabozho neler olacağını görmek için kapıdaki yerini almış. Elinde yay ve oklarla dolu sadağıyla öylece dururken kilometrelerce uzaktan bir geyiğin geçtiğini görmüş ancak atacağı hiçbir ok ona isabet edemeyecek durumdaymış.

Bir süre sonra havada bir ses duymuş ve kafasını kaldırıp baktığında büyük bir kuş sürüsünün geçtiğini görmüş ama o kadar uzaktalarmış ki beyhude bir çabayla oklarını kaybedebilirmiş.

Yine de tetikte beklemeye devam etmiş ve şansının dönmek üzere olduğundan çok eminmiş. O sırada kulübeye sırtlarındaki sırıkta semiz bir ayı taşıyan iki avcı yaklaşmış, ayı o kadar tombulmuş ki taşımak için iki kişinin gücü anca yetiyormuş.

Kulübenin kapısına geldiklerinde avcılardan biri Manabozho’nun nerede yaşadığını sormuş.

“İşte burada,” diye cevap vermiş Manabozho.

“Adını çok duydum,” demiş avcılardan biri. “Seni görmeyi çok istiyordum ama sihirli güçlerini kaybetmişsin. Tüm gücünü kaybettiğine emin misin?”

Manabozho bu konuda kendisinin de bir şey bilmediğini söylemiş.

“Bir deneme yapsanız,” demiş avcı.

“Ne denemesi?” diye sormuş Manabozho.

“Bu benim arkadaşım,” demiş avcı yanındaki adamı göstererek. “Eve taşıdığımız bu ayının sahiplerinden biri. Bakalım onu bir kaya parçasına dönüştürebilecek misin?”

“Pekâlâ, deneyelim bakalım,” demiş Manabozho ve ağzından daha tek kelime çıkmışken diğer avcının bir kayaya dönüştüğünü görmüş.

“Şimdi onu tekrar eski haline getir,” demiş avcı.

“Yapamam, işte gücüm burada bitiyor.”

Avcı şaşkın bir ifadeyle kayaya bakakalmış.

“Ne yapacağım ben şimdi?” diye sormuş. “Bu ayıyı asla tek başıma taşıyamam, eve gidene kadar ayıyı parçalamayacağımıza dair anlaşmıştık. Arkadaşımı eski haline getiremez misin Manabozho?”

“Dileğini yerine getirmek isterdim ama bu kontrolüm dışında,” demiş Manabozho.

Bunun üzerine mutsuz ve şaşkın bir ifadeyle yeniden kayaya bakan avcı, kulübenin kapısında yatan ayıya kederli bir bakış atarak hem ayıyı hem de arkadaşını kaybetmenin verdiği hüzünle ağlayarak uzaklaşmış.

Manabozho çocuklarını kırmızı söğüt dalı almaya yolladığında avcı gözden kaybolmak üzereymiş. Söğüt dallarını almış, hayvan ve kuş dostlarını ziyafete davet etmeye yarayacak eşit uzunlukta parçalar kesmiş. Ağaçkakan ve ailesini unutmadan her birine kırmızı bir sopa göndermiş.

Kulübeye varan misafirler böyle bir kıtlık zamanında kendileri için bu kadar çok et hazırlandığını görünce şaşırmışlar. Manabozho, bu şaşkınlığı onların gözlerinde görmüş ve böyle bir gövde gösterisi yapma şansını bulduğu için gururlanmış.

“Akewazi,” demiş ziyafetin en yaşlısına dönerek, “hava çok soğuk ve uzun süre kar yağacak, artık küçük, kara sincaplardan başka bir şey avlayamıyoruz. Etleri yememe yardım etmen için seni çağırdım.”

Ayıdan bir lokma almayı ilk deneyen ağaçkakan olmuş ama et, daha ağzına götürmeden kupkuru bir toza dönüşüp onu öksürtmüş ve kül gibi kara bir renk almış.

Aynı şey geyiğin de başına gelmiş ve vücudundaki her bir kemiği titretecek kadar kuru bir öksürüğe tutulmuş.

Ayı etinin tadını çıkaran Manabozho ve ailesi hariç herkes, öksürenler kervanına katılmaktan kendini alamamış. Ancak misafirler ahlaklı ve terbiyeli olduklarından, hiçbiri ağzını açıp tek kelime edememiş. Et o kadar güzel görünüyormuş ki baktıkça onlara umut veren görüntüsü yüzünden tekrar tekrar birer lokma almak istemişler ancak ne kadar çok yerlerse o kadar çok öksürmeye başlamışlar ve Manabozho, hâlâ sahip olduğunu fark ettiği sihirli güçlerini kullanarak hepsini birer sincaba dönüştürene dek öksürükler daha da artmış. Bugün bile sincap, Manabozho’nun küllenmiş ayı etini yemeye çalışmanın verdiği kuru öksürükten mustariptir.

Ve bu dönüşümden sonra, Manabozho ailesi için erzak bulamadığında sincap avlamaya başlamış ve evlerinden sincap eksik olmuyormuş, böylece ziyafetlerde her zaman birkaç arkadaşı sincap formunda masadaki yerini almış.

Avcıyı dönüştürdüğü, bu sayede ayının sahibi olmasına olanak tanıyan kaya, o zamandan beri kulübesinin yanında kalmaya devam etmiş ve kayaya Fesat Manabozho’nun av çantası adı verilmiş.

Gluskap Kaplumbağayı (Amcasını) Nasıl Büyük Bir Adam Haline Getirdi?

Ona Kaplumbağa Yumurtalarından Bir Eş Yaratması ve Gluskap’ın Tütün İçerek Bir Büyücüyü Alt Etmesi (Mikmak ve Passamaquoddy)

Gluskap, Uktukamkw’tan, yani Newfoundland’den ayrıldığında bir kanoya atlayarak Piktook’a (Pictou) gelmiş; bu da havayı yoğunlaştırmış çünkü yakınlardaki su çok fazla fokurdamış. Vardığı yerde bir Kızılderili köyü bulunuyormuş ve üstat Gluskap orada hayatı boyunca seveceği adamla tanışmış.

Bunun nedeni, Mikmak dilinde Mikçiç, Passamaquoddy dilinde ise Chick-we-notchk, yani kaplumbağa anlamına gelen bu adamın yüce, zengin veya iyiliksever olması değilmiş. Aksine, bu kaplumbağa çok fakir ve tembelmiş, yaşlanmış ve ne zeki ne de bilge olduğu söylenebilirmiş. (Bazı kaynaklar onun Gluskap’ın amcası olduğundan bahsederken diğerleri onun evlat edinildiğini iddia etmektedir.) Ancak bu yaşlı kaplumbağa, istekleri öyle iyi bir şekilde yerine getirmiş ki üstat Gluskap onu güçlü bir adama dönüştürmeye karar vermiş. Bu da az sonra göreceğimiz gibi epey garip bir şekilde gerçekleşmiş.

Yüzden fazla çadırın bulunduğu Piktook’a gelen Gluskap, çok yakışıklı, görkemli ve kabile reisini andıran tavırlarıyla köy kadınları tarafından öyle beğenilmiş ki herkes onu evinde ağırlamak için sıraya girmiş. Gluskap, hepsini geri çevirerek tuhaf davranışları olan ve eskilere dair hikâyelerini büyük bir zevkle dinlediği amcasının yanına yerleşmiş. O akşam köylüler oyunların oynanacağı bir ziyafet düzenlemiş ancak Gluskap konuk olarak da oyuncu olarak da onlara katılmak istememiş. Sonra Mikçiç’e neden hiç evlenmediğini sorarak, bu akşam tüm bekâr kızların orada olacağını hatırlatmış ve ona yalnız yaşamaması gerektiğini öğütlemiş. Bunun üzerine amcası, “Ben zavallı, yaşlı ve şatafatsız biriyim, ziyafette giyecek kıyafetim bile yok, en iyisi evde oturup pipomu tüttürmek,” demiş. “Tek çekincen buysa amcacığım,” demiş Gluskap, “terziye gider ve seni bir güzel giydiririm. Bana sorarsan ne dış görünüşünü ne de yüzünü kendine dert et çünkü işinin ehli için bir adamı baştan yaratmak, bir takım elbise giydirmek kadar kolaydır.” “İyi ama yeğen, bir ölümlünün içini güzelleştirmeye ne dersin?” diye sormuş Mikçiç. “Yüce kunduz adına!” demiş üstat. “Bunu yapmak çok daha zor, yoksa bu dünyada bunca zamandır çalışıp didinmezdim ama madem istedin, bu köyden gitmeden önce senin için bunu da yapacağım. Bu akşama dönersek, benim kemerimi tak.” Gluskap’ın kemerini takan Mikçiç, birden o kadar genç ve yakışıklı bir adama dönüşmüş ki hiçbir erkek veya kadın onun gibisini ömrü boyunca görmemiş. Sonra Gluskap ona en güzel giysilerinden giydirmiş ve bu dünyadaki günlerinin sonu gelinceye dek, ne zaman bir erkek olması gerekse herkesten daha yakışıklı olacağına dair ona söz vermiş; ayrıca bir hayvan olarak da hem sabırlı hem de sert yapısı sayesinde yeryüzündeki tüm varlıklar arasında öldürülmesi en zor canlı olacağını söylemiş.

Böylece Mikçiç ziyafetin yolunu tutmuş. Piktook’un kabile reisinin üç tane güzeller güzeli kızı varmış ve bunlardan en küçüğü, köyün en güzeliymiş. Mikçiç ona göz koymuş ve eve döndüğünde, “İstediğim gibi birini buldum,” demiş. Piktook’un tüm gençleri bu kızı arzuluyor, onu elde etmek isteyen herkesin canına kastediyormuş.

На страницу:
5 из 6