bannerbanner
ERICA'NIN AYNALARI
ERICA'NIN AYNALARI

Полная версия

ERICA'NIN AYNALARI

Язык: tr
Год издания: 2024
Добавлена:
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
3 из 4

Kendisini mantıklı düşünmeye zorladı.

Bu evde, tüm bu katlardaki odalarda, eşyalarda, insanın kendi evinde bu kadar korkutucu ne olabilir ki? Kesin Ela ya da onun arkadaşları kalıyor bu katlarda. Bebeği de onlar getirmiş olmalı buraya. Mantıklı düşünmek iyi gelmişti. Üstelik şimdiye kadar bu eski konakta, biricik yuvasında canı asla tehlikede olmamıştı. Fakat mantıklı düşünceler rüzgâr gibi hızla gelip geçiyordu zihninden ve yerini yine kaygılara bırakıyordu. Tamam ama bebeği çatı katına getirdilerse kendileri nereye gittiler?

Bebeğe sımsıkı sarıldı. “Korkma küçüğüm! Seni yalnız bırakmayacağım.”

Bebek halinden memnun bir şekilde tatlı tatlı bakıyordu Defne’nin yüzüne. Yüzü o kadar tanıdıktı ki… Henüz konuşamayan küçük bebek sanki gözleriyle ona merak ettiği her şeyi anlatacaktı.

Defne oturduğu yerde pencereden dışarıya baktı. Bakkal dükkânını gördü. İçeriden çıkan iki kadınla ilkokulda aynı sınıftaydılar. Onlar da bu sokakta doğmuş ve büyümüşlerdi. İkisi de birkaç bina ötede oturuyordu. Defne, onlarla arkadaşlık etmeyi başarabilseydi hiç değilse ara sıra keyifli çay saati sohbetleri yapabileceğini biliyordu. Hemen ardından bir kez başlattığında durduramayacağını düşündü. İhtiyaç duyduğunda yalnız kalabilmesi Defne için çok önemliydi ve hareketli bir sosyal yaşam bunu imkânsız kılabiliyordu. Kendinle baş başa kalmak istediğinde ne kapı sesi ne telefon sesi duracaktı ve karışmış kafasını toparlamak için ihtiyacı olan zamanı kendine ayıramayacaktı. İşte bu korku Defne’yi arkadaşlarından hep uzakta tutmuş, Ela dışında çocukluğundan bugüne taşıdığı bir arkadaşı olmamıştı.

Ela hep farklı olmuştu ve arkadaşlığı Defne’yi hiç ürkütmemişti. Çünkü Ela boğmuyordu Defne’yi. Onu anlıyor, yalnız kalmak istediğini fark edip uzaklaşıyor ya da aynı ortamda olsalar bile kendine ait işlerle meşgul olarak Defne’yi rahat bırakıyordu. Ela, Defne için ilaç gibiydi, varlığı huzur veriyordu ve çok iyi hissettiriyordu.

Defne bunları düşünürken, “Büyümek istemiyorum!” diye bir ses çınladı odada.

Defne kucağında bebekle ayağa kalktı. Bebek konuşmuş olamazdı çünkü henüz birkaç aylıktı. Bebeğe baktı ve sonra odaya bir göz attı. Bu sırada, bu kez kucağındaki bebekten geldiğinden emin olduğu o ses, “Büyümek istemiyorum!” dedi yeniden.

Sinirleri iyice bozulan Defne sanrılar gördüğünden emindi. İçini çekti, “Her şey düzelecek,” diye mırıldandı.

Bebekle birlikte koridorun sonundaki mutfağa gittiler. Sütün içine biraz nişasta ve şeker karıştırarak bolca muhallebi pişirdi Defne. Şimdiye kadar hiç kullanmadığı mutfakta nasıl olup da taze süt, şeker, su ve nişasta bulabilmişti? Üstelik buzdolabı ve mutfak dolapları ağzına kadar erzak, taze meyve ve sebzelerle doluydu. Ela’nın ya da Alp’in işi olmalı. İkisinden biri buraya yerleşti demek ki, diye düşündü yeniden. Aklına gelen en mantıklı düşünce buydu. “Acaba kiraya mı verdiler?” diye mırıldandı sonra. Fakat kendisi gün boyunca giriş katta, konağın ana giriş kapısını görür halde oturuyordu ve eğer bir yabancı içeri girecek olsaydı bunu çoktan fark ederdi. Ve Ela asla böyle gizli saklı işler yapmazdı!

Bebeği kucağından bırakmıyor, Ela eve gelmeden önce titreyen elleriyle doyurup uyutma işini bitirmek istiyordu. İçeride hiç kimsenin bulunmadığından emin olunca bebeği yeniden koltuğun üzerine bıraktı ve mutfağa döndü.

Fokurdayan muhallebiyi üç porselen kâseye bölüştürdü. Peçete, kaşık ve kâselerden birini alarak bebeğin yanına döndüğünde onu bıraktığı yerde değil, pencerenin önünde duran salon bitkilerinin yanında buldu. Şaşırdı ve bir adım geri çekildi. Bebeği doyurmak istedi fakat korkudan elleri titriyordu ve yapamıyordu. Cesaretini topladı, bebeği kucakladı ve koltuğa ilişti. Tam da yanındaki sehpaya bıraktığı muhallebi kâsesini eline aldığında kâsenin içinde muhallebi kalıntısından başka bir şey olmadığını gördü.

Dönüp bebeğin ağzına baktı ve dudaklarının kenarındaki muhallebi artıklarını gördü. Mendiliyle yavaşça ve özenle sildi. Bebeğin burnuna dokunarak, “Ne tatlı bir kızsın sen böyle,” dedi.

Bebek muhteşem bir gülücükle kendisine teşekkür ediverdi. Defne kalbinin sevgiyle dolduğunu ve bu küçük bebeğe kısa zamanda bağlandığını hissetti. Bebeğin altını değiştirmemişti henüz fakat onun bir kız olduğundan emin gibiydi.

“Sana bir isim vermek gerek,” diye mırıldandı. Bu sırada gözü, bebeğin boynundaki madalyon kolyeye ilişti. Daha önce görmüştüm bu madalyonu, diye düşündü. Madalyonu açtı. Bir tarafında bir rahibenin, diğer tarafında da bebeğin fotoğrafları vardı. İki fotoğrafın altında da “Erica” yazıyordu. Defne birden gerçeği anladı ve mırıldandı. “Tamam, öğrendim işte, senin adın Erica.”

Aynı anda gözlerini kapadı ve bir görüntü belirdi karanlığın içinde. Yüksek tavanlı bir şapeldeydi ve önden ikinci sıranın başına oturmuş, ayine katılmıştı. Beyazlar giyinmiş çocuklar ilahiler söylüyorlardı. Üç genç kız bir köşede gitar çalıyor, korodaki çocuklarla muhteşem bir uyum sergiliyorlardı. Koronun yanında, en ön sıranın en başında oturan yaşlı bir kadın hiç durmadan, “Erica! Erica! Pedere bak!” diyerek koroyu yöneten pedere odaklanmasını fısıldıyordu.

Erica yaramaz bir kız olmalıydı ki korodaki yerinden ayrılıp gizlice bahçeye çıkıyor, yaşlı kadını peşinden koşturuyordu.

Defne irkilerek gözlerini açtı, “Ayakta uyudum galiba ama bu rüyayı sanki bir filmde izlemiştim. Ya da bir dizi filmde miydi?” dedi ve hemen ardından bomboş kalmış muhallebi kâsesine bir kez daha baktı.

“Ne zaman yedirdim ki ben bu muhallebiyi sana? Ah, neler oluyor böyle? Bir an önce alt kata dönmeliyim çünkü burada güvende hissetmiyorum. Sen şimdi iki dakika beni bu koltukta bekle, kâseyi ve muhallebi kabını yıkayıp hemen döneceğim. Kirli kapları burada bırakmam uğursuzluk getirir hepimize,” dedi kendi kendine, o an uydurduğu batıl inancı açıklayarak.

Defne şimdiye kadar hiçbir bulaşığı bu kadar hızlı yıkamamıştı, zira bir dakikadan fazla sürmemişti. Elleri titreyerek korkuyla yapmıştı işini. Telaş içinde bebeği bıraktığı yere döndüğünde artık onun orada olmadığını gördü.

Gözleriyle taradı ve küçük dairenin hiçbir yerinde yoktu. Yok olmuştu. Bir düş müydü bütün bu yaşananlar, aklını kaçıracak gibi oldu. Yıkadığı kabı ve kâseyi almak için yeniden mutfağa gitti, az önce bulaşık süzgecinin üzerine ters çevrilmiş halde bıraktığı kap da kâse de yoktu. Dolu bıraktığı iki muhallebi kâsesi de uçup gitmişti sanki. Korku tüm kasvetiyle onu ele geçirmişti ve boşlukta kaybolduğunu hissederek dehşete kapıldı. Elektriğe tutulmuşçasına titreyen dizlerinin üzerinde ayakta kalabilmek için büyük mücadele veriyordu… Bu sırada alt katlardan gelen kedi miyavlamasını işitti.

Pencereden içeri yine kedi girmiş, diye düşündü.

Hemen ardından opera öğrencisinin nakaratını duydu.

“La la la la la la la la laaaaaa!”

Kedi bir kez daha miyavladı yüksek sesle…

“Ne ev ama!” diye bağırdı abartılı bir şekilde, kendisini korkutmak isteyen hayallere, gizemlere ya da evine saklanmış kötü niyetli kişilere meydan okurcasına.

Korkmaktan bıkmış usanmıştı, karışmış aklını toparlamaya çalışıyordu. Bebek, birdenbire ortaya çıktığı gibi yok olmuştu.

Daha fazla dayanamadı ve hızlı adımlarla basamakları inmeye başladı. Bir taraftan da, “Ela haklı, tedaviye ihtiyacım var,” diye inliyordu, az önce kucağında tutup sevdiği bebeğin varlığından şüphe ederek. Sonra hemen ardından, “Bu son! Bu son! Bir daha asla üst katlara çıkmayacağım!” dedi korkudan çenesi titrerken.

Hızla giriş kata, bu koca konaktaki biricik dairesine, sığınağına vardı. Derin bir oh çekti içinden.

Kedi sesini duydu bir kez daha, mutfaktan geliyor ses, diye düşündü. Gidip baktı, kedi falan yoktu. Yine aynı şey oldu birden. Beynindeki görüntüler sanki emrediyor ve Defne’den gözünü kapatmasını istiyordu.

Defne gözlerini sımsıkı kapattı ve koyu karanlığa gömüldü. Hemen ardından yepyeni görüntüler belirdi zihninin içinde. Uzun bıyıklı, iri bir kediyi iple oynatıyordu ve kahkahalarla gülüyordu. Kedi de Defne de çok mutlu görünüyorlardı. Bir yandan da yaşlı bir adamla, yaşlı bir kadının kahkahaları duyuluyordu.

Defne ürktü ve gözlerini açtı. Koruyucu bir meleği ve geleceğe dair umutlarını kaybetmiş gibi hissetti. Güvende ve odasındaydı ama kendi varlığında büyütmek ve mutlu etmek istediği bebek Erica’yı bir daha asla göremeyeceğinden habersizdi.

7. BÖLÜM

Bir Opera Melodisi, Ritüel ve Gölge

Böyle çekip çekip nereye gidiyorsun Defne?Bulamıyorum artık hiç seni evde!Neredeydin kahrolası, en azından haber ver!Endişe içinde gelip geçti günler.

“Defne! Defne, evde misin?”

Cevap gelmedi. Ela gözlerini devirerek Alp’e baktı.

“Yok. Sanki yer yarıldı içine girdi. Tam bir baş belası bu! Kim bilir ne halde!”

“Bence artık onunla yollarını ayırsan diyorum Ela,” dedi Alp canı sıkkın bir tavırla. “Artık iyi bir işin ve maaşın var. Benim evimde birlikte yaşamaya devam edebiliriz. Bu evde değil kalmak kapısından içeri bile girmek istemiyorum. Öyle kasvetli ki…”

Ela içini çekti. Tıslar gibi konuştu.

“Biliyoruuuum, ben de istemiyorum burada kalmayı. Sadece haftada iki gün işte. O da hayatta kalması için. Onu bu halde tek başına bırakamam.”

Alp umutsuzdu.

“Peki ne kadar devam edecek bu böyle? Biz ona ne kadar yardımcı olabiliriz ki? Eve her gelişimizde onu farklı bir tuhaflık içinde, bambaşka şeyler yaparken buluyoruz. Bir dediği bir dediğini tutmuyor, her şeyi unutuyor. Hayaller, sanrılar görüyor… Durumu her geçen gün daha da kötüye gidiyor. En sonunda bir gün gelip ölüsünü bulmaktan o kadar korkuyorum ki…”

“Allah korusun, de yahu! Bakma öyle, tuhaftır, hırçındır ama onun çok güzel bir kalbi vardır. Bu dünyada hiç kimsesi yok. Egosu tavan, kibri bir dünya, bencil mi bencil bir annesi var. Onun da şeytan görsün yüzünü. Defne’yi bu halde görse başına kalacak sanarak yüzüne bile bakmaz. Geçenlerde aradım ve yardım istedim kendisinden. ‘Hiç kimseyle ilgilenecek durumda değilim. Gel benim evime taşın, dediğimde gelmedi, burun kıvırdı, şimdi de ben hiç müsait değilim. Yaşamımı onun kaprislerine göre şekillendiremem, çocuk olan o, o bana uyacak, kusura bakmayın, otuzlarındaki şımarık kızı da pışpışlayamam. Koca konak, uçsuz bucaksız miras ona kaldı, bir eli yağda bir eli balda, hayat ona güzel. Ben öyle miyim? Hâlâ çalışıp didiniyor, hayata tutunuyorum. Şımarıklık yapmasın,’ diyerek kapattı ağzımı. Bir söyledim bin işittim resmen. Ağzımı bile açamadan kapattı telefonu. Böyle söyledi ama işin gerçeği öyle değil. Defne kendisine kalan en güzel evi ona verdi. Avukatı aracılığıyla düzenli olarak her ay annesine yüklü miktarda para gönderiyor.”

Alp içini çekti yeniden.

“Neyse ne artık, şu anda bunları konuşup tartışmamızın bir yararı olmayacak. Bir de anneyi dinlemek gerek enine boyuna. Fakat şunu bilmeni isterim ki seninle ancak birkaç kez daha kalırım bu evde. Sonrasında artık hastaneye mi yatar, annesinin yanına mı gider, eve yardımcı bir hemşire mi alır, kendisi bilir. Baksın başının çaresine. Bence aklı pekâlâ her şeye eriyor.”

Ela, elindeki alışveriş poşetlerini mutfak tezgâhının üzerine boşaltırken Alp’in söylediklerini başıyla onayladı. Haklı. Beni kırmamak için neredeyse bir yıldır Defne’ye katlanıyor, diye düşündü. Hem benim de artık bu işe dur deme zamanım geldi. Konuşacağım Defne’yle. Bundan böyle kendi başının çaresine bakacağını iyice soksun kafasına.

Bu sırada sokak kapısı gıcırdayarak açıldı. Defne içeri girdi ve kapıya doğru ilerleyen Ela’yı görünce sevinçle, “Ela, geldin demek! Hoş geldin canım…” dedi. “Ah, Alp de burada. Hoş geldiniz.”


Defne o kadar içten gülmüş ve samimi bir sevgiyle kollarını açmıştı ki Ela’nın yüreği vicdan azabı ve pişmanlıkla sızladı. Üniversiteye gittikleri yıllarda da hep böyleydi. Defne ne zaman kendisini sinirlendirecek davranışlarda bulunsa onu dinleyip anlamadan yargılar, ona karşı agresif bir tutum sergiler, sonra gerçeği öğrenince ya da Defne’yi görünce, tüm bunların boşuna olduğunu anlayarak vicdan azabıyla kıvranırdı. Aralarındaki iyi kalplinin Defne olduğunu düşünürdü.

Defne, Ela’nın davranışlarını sorgulamaz, onun kararlarını sevgiyle benimserdi. Okul yıllarından bu yana Ela’nın maddi koşulları hep kötü olmuştu. Ailesinden gelen az miktardaki para, okul ihtiyaçlarını karşılaması ve kalacak güzel bir yer bulması için hiçbir zaman yeterli olmamıştı. Bu durumda görünmez meleği hep Defne olmuştu. Okul yılları boyunca Defne elini Ela’nın üzerinden hiç çekmemiş, tüm ihtiyaçlarını karşılamış, ona konağın en güzel odasını vermişti. Bunu sevgiyle yapmış, asla karşılık beklememiş ve verdiklerini geri almayı hiçbir zaman düşünmemiş, yaptığı iyilikleri büyük bir sır gibi saklamış, hiçbir zaman, hiçbir yerde sözünü etmemişti. Ela sık sık, “Bu seferki borcum olsun Defne. Bir iş bulur bulmaz bunu sana geri ödeyeceğim,” demişse de Defne bunları duymazdan gelmişti. Mezun olduktan sonra Ela önce ailesinin yanına dönmüş, ardından ailesine maddi destek verebilmek için iş bulabildiği farklı şehirlerde yaşamış, oradan oraya savrulmuştu. Bu arada Defne’yle görüşebilme fırsatı bulamamış, fakat onu her zaman çok özlemişti.

Şimdiyse yıllar sonra Defne’yi böyle aklı karışmış bir halde bulmuştu ve bu durumun kızcağızın yaşadığı manevi zorluklardan kaynaklandığından hiç kuşkusu yoktu.

Başını çevirdiğinde Defne’yle kucaklaşmasını garip bir ifadeyle izleyen Alp’le göz göze geldi. Hayır, Alp’in istediği olmayacak ve arkadaşımı yalnız bırakmayacağım. Bana ihtiyacı olduğu sürece onun yanında olacağım, diye düşündü. Sonra tekrar Defne’ye döndü.

“Tabii ki geldim Defneciğim. Seni hiç yalnız bırakır mıyım? Sen benim sadece arkadaşım değil gençliğimin hatırası biricik kız kardeşimsin.”


Ela biraz geri çekilerek Defne’nin gözlerinin içine baktı.

“Arada sırada sana karşı agresif davranışlarım oluyor. Lütfen sen benim kusuruma bakma. Biliyorsun ki çok zor günler geçirdim, bin bir umutla girdiğim o uluslararası turizm firmasındaki işim de tam bir fiyasko çıktı. Maaşlarımızı bile ödemediler ve harcadığımız yol paraları, gezi paraları cebimizden gitti. Kalacak yerim bile yoktu ve yine sana sığındım, her zamanki gibi. Ailem desen bin türlü problemleri var ve onlara destek olmam gerekiyor. Bütün bunlar bana zaman zaman ağır geliyor. Neyse ki şimdi iyi bir iş buldum ve artık Alp de var. Sen, yeni işim ve Alp, hep birlikte güvende ve mutlu olacağız.”

“Para için üzülme Ela, yeni işinde başarılı olacağından da eminim. Sen hem çok yeteneklisin hem de çok donanımlısın, her işveren seninle çalışmak ister. Önemli olan bunlar, paranın hiç önemi yok biliyorsun.”

“Biliyorsun” kelimesinin altında yatan anlamın, “Yeterince paramız var, dert etme,” demek olduğunu biliyordu Ela.

Bu diyalogları gözlerini kısmış bir halde izleyen Alp, ne düşüneceğini şaşırmış durumdaydı. Haksızlık yapmak ve ortamdaki kötü kalpli olmak istemiyordu. Son derece hastalıklı ve kafası karışmış bir tablo çizen Defne’nin nasıl olup da birdenbire pozitif bir karaktere dönüşebildiğini, böylesine ciddi konuşmalarla bu geçişi böylesine mükemmel yapabildiğini anlayamıyordu.

Defne’nin sakinliği tuhaf bir şekilde sinirlerini bozuyordu Alp’in. İşte bir kez daha etkilemeyi başarmıştı Ela’yı ve Alp artık, “Defne mi yoksa ben mi?” deme noktasına geldiğini hissediyordu. Kimi zaman böyle düşündüğü için utanç duyuyor, kendisini iki iyi eski arkadaşının birbirine olan sevgisini kıskanan şeytani bir varlık gibi görüyordu. Kendi kendiyle konuşuyor, alıp veriyor, kendi çıkarımlarını, kendi iç sesiyle çürütüyordu. Yine de her gün Defne’den kaynaklanan yeni bir sorunun gündeme gelmesine tahammülü kalmamıştı. Sonuçta sevgilisinin bir arkadaşının yaşamlarının merkezinde olması Alp için sıkıntı verici bir durumdu.

Ela, Alp’in delici bakışlarını görmezden gelerek sordu.

“Eee, nereden geliyorsun böyle pürneşe? Hımmm… Dur dur… Bir pehhhh yap bakayım içki mi içtin sen? Sanki nefesin şarap kokuyor.”

Defne kıkırdadı.

“Pehhhhhh!” diye üfledi.

Ardından cevap verdi.

“Yok yok, şarap falan içmedim. Hiçbir yere gitmedim buralardaydım. Çöp konteynerinin oradaki kedilere mama koyup geldim. İçlerinden biri doğum yaptı ve çok sevimli dört yavrusu oldu. Yavruları severken zamanın nasıl geçtiğini anlamamışım. En az yarım saattir onlarla oynuyordum.”

Ela gözlerini fincan kadar açarak, “İyi yapmışsın,” dedi. “Gerçekten de bu havada sokaktaki hayvanların yardıma çok ihtiyacı var. Özellikle de taze ve temiz suya. Ah, sahi senin yavru kedi ne oldu? Büyümüş olmalı geçen zaman içinde. Bu kadar tatlı bir kedi hiç görmemiştim. Gölge dışında…”

Bir anda tuhaf bir sıkıntı kapladı Defne’nin içini. Yine o görünmez el bu kez tam da kalbini yakaladı ve sola doğru olanca gücüyle bükmeye başladı sanki. Kekeleyerek ve hiç de kendinden emin olmayan bir sesle, “Bil… bilmiyorum,” dedi. “Uzun zamandır görmüyorum ben de. Buralardadır ya da evden kaçmıştır belki.”

Ela ve Alp, aynı anda aynı şeyi düşünerek bakışlarını birbirlerine kenetlediler o anda. Alp daha birkaç dakika önce kedinin koridordan geçerek hızla üst kata çıkan merdivenleri tırmandığını görmüştü, Ela gibi. Ne de olsa Ela’yı ve beni ara sıra görüyor ve gelişimiz onu ürkütmüş olmalı, diye düşünmüştü kedi için.

Alp, bu deli saçması muhabbete daha fazla katlanamayacaktı. Üzerlerinde dolaşan o görünmez el bu kez de kendisinin tükenmek üzere olan sabrını yakalamış ve sola doğru büküyor, düğümler atıyordu sanki. Bıkkın bir ses tonuyla, “Defne şaka yapmayı seviyor sanırım Ela,” dedi. “Kedi epey büyümüş ve az önce de hızla koridordan geçerek merdivenleri tırmandı.”

Defne’nin gözleri iri iri açıldı.

“Nasıl, merdivenleri mi tırmandı?”

“Evet,” dedi Alp. “Oldukça da iyi bakmışsın. Bu kadar kısa sürede böylesine palazlanması doğrusu müthiş. Demek ki sorumluluklarını gerçekten yerine getirebilen, çok sağlıklı bir kadınsın sen.”

Alp bu son kelimeleri söylerken vurgulamış, “artık sana ihtiyacı yok” dercesine, gözlerini devirerek Ela’nın gözlerinin içine bakmıştı.

Ela, Defne’yi hayatından çıkarması için Alp’in kendisine giderek daha fazla baskı yaptığını iliklerine kadar hissediyor ve bundan çok rahatsız oluyordu.

“Gidip şu kediciği yakalayıp geleyim de biraz mıncıklayayım. Hem bir adı da yok, ona ad buluruz. Hemen geliyorum,” diyerek yerinden fırladı.

Defne atılıp onun elini tuttu ve durdurdu.

“Gitme!” dedi yalvarırcasına. “Yemek kokularını duyunca kendisi gelir belki.”

Ela yeni bir soruna kapı açmak istemediği için sakin bir şekilde Defne’nin istediğini yaptı. Mutfak tezgâhındaki kesme tahtası üzerinde sebze ayıklama işine devam etti.

Defne devam etti.

“Ne güzel şeyler almışsınız böyle, ağzım sulandı, öyle açım ki… Ben de şu balıkları temizlemeye başlasam iyi olur. Böylece işimiz daha hızlı biter. Belki Alp de salatayı yapar ya da sofrayı hazırlar.”

Alp hiç de samimi olmayan bir gülüş eşliğinde başıyla onaylarken, bu ya zır deliliğin vücut bulmuş hali ya da iyi oynuyor ve bizimle iyiden iyiye dalga geçiyor. Ama bu gece son, artık amacı her neyse de bitti diye aklından geçirdi. Sonra Ela’nın yıkayıp sirkeli suda beklettiği marul yapraklarını silkeleyip suyunu süzdü ve başka bir kesme tahtasının üzerine aktardı. Bir bıçak almak için çekmeceyi çektiğinde içinin ne kadar düzenli ve temiz olduğunu görerek tuhaf bir şekilde etkilendi. Birdenbire bu evin her zaman inanılmaz temiz ve düzenli olduğunu düşündü ki bunu şimdiye kadar hiç aklına getirmemişti. Evet evet… Vicdanı rahattı çünkü eğer Defne, Ela’yı böylesine tedirgin edecek kadar kötü durumda olsaydı evini bu kadar düzenli ve temiz tutamazdı. Üstelik giyecekleri, bedeni, saçları elleri de evi kadar temiz ve düzenliydi. Ev de ne ev ama… Ev dediğin de koca konak… Sanırım bir başıma ben de bu konakta yaşasam ben de aklımı yitiririm korkudan, diye düşündü.

Alp marul yapraklarını ince ince keserken gözleri Defne’nin bu kadar küçük balıkları nasıl da ustalıkla temizlediğine ilişti. Defne bunu seri bir şekilde ve kusursuz yapıyordu. Ayıkladığı tüm balıklar fabrikadan çıkmışçasına düzgün bir haldeydiler ve sudan geçirilmiş, süzgecin üzerine bir tabur asker gibi dizilmişlerdi. Ela’nın ne kadar dağınık ve pasaklı olduğunu düşünen Alp birden gerçekte bundan çok rahatsızlık duyduğunu fark etti. Dönüp Ela’nın ayıkladığı ıspanaklara, dilimlediği havuçlara baktı. Önünde sebze kabuklarından ve saplarından bir çöp yığını oluşmuştu bile ve ayıkladığı sebzeleri neredeyse bu yığının içinde ince ince kıyıyordu. Sonra kendi evindeki, Ela’yla birlikte uyudukları ve yaklaşık kırk beş gündür değişmeyen yatak çarşaflarını düşündü. Yatak odasında, yere atılan ve giderek daha büyük yığınlara dönüşen giysileri, çorapları, dağınık elbise dolabını, giderek daha çok kirlenen buzdolabını düşündü… Görünmez el bu kez başka, boğazının içinde, kestiremediği bir yeri tutup kavradı ve sıkmaya başladı. Bunun etkisi büyük olmuştu. Boğulacak gibi hissetti Alp ve iniltiye benzer bir sesle, “Ben kapının önünde bir sigara içip geleceğim,” dedi.


Ela ve Defne, sessizce başlarını sallayıp hiç konuşmadan işlerini yapmaya devam ettiler. Alp bir süre bahçede oturdu. İçine düştüğü bu boğucu durumdan kurtulacağına dair kendisine bir söz verdi. Sonra Ela’ya haksızlık ettiğini düşündü. İşini yapabilmek için gün boyunca koşuşturuyordu ve Defne gibi eviyle ilgilenebilecek geniş zamanı bulamıyordu.

Alp sigarasını içerken bunları düşünüyordu. Bitişik binadaki balkonların birinden Alp’i izleyen Hümeyra sigarasından derin bir nefes çekti ve üflerken, hmm, çok hoş. Anlaşılan konakta eğlence var ve bu adam da sık sık konağa gelip gidiyor. Sevgilisi mi acaba, diye aklından geçirdi. Hemen ardından kendine cevap verdi. Yok yahu, kesin akrabasıdır. Kim sevgili olur ki o manyakla!

Sonra aceleyle sigarasını balkondan aşağıya atıp içeri girdi, mutfağa gidip çöp kutusunu açtı, çöp dolu poşeti aldı, “Arif, ben çöpü atıp geliyorum,” diyerek hızla evden çıktı.

Arif duymamıştı bile, dalıp gittiği Avrupa Kupası maç özetlerini izlerken.

Hümeyra, Alp içeri girmeden önce yakınından geçebilmek umuduyla merdivenleri ikişer ikişer iniyordu ve naylon tabanlı terliğiyle yerdeki su damlasına basıp kaydı. Hümeyra sendeledi, görünmez bir futbol topuna röveşata atarmışçasına savruldu… Sarsıcı düşüş ve boylu boyunca yere patlayış sırasında kolunu merdiven tırabzanına, alnını da apartman duvarına vurdu.

Arif, kaç yıllık sevgili eşinin böylesi bir röveşata atacağını bilseydi maç özetleri yerine evin kapısında durur ve karısının bu muhteşem performansını izlerdi. Hümeyra’yı bu ağır darbe de durdurmadı, hatta hiç etkilemedi, gözünü kararttı ve hızını kesmeden sokağa fırladı.

Alp sigarasını içmeye devam ediyordu çünkü ikincisini yakmıştı. Bu sırada bitişik apartmanın kapısı açıldı ve Hümeyra hızla çıkarak konağa doğru yürüdü. Alp’in yanından geçerken dikkatle baktı ve onun bu evde hangi sıfatla bulunabileceğini bir kez daha düşündü. Eğer sevgilisiyse çok şanslı bir kız! Acaba evde baş başalar mı? Gece mutlu sonla mı bitecek?

Bunları düşünmek Hümeyra’yı heyecanlandırıyordu ve bu nedenle günlerini, çevresinde yaşayanların hayatlarını gözetleyerek geçiriyordu. Kendi hayatında en son ne zaman heyecanlandığı bir şey olduğunu hatırlamıyordu bile. Sürekli ev kirasının yaklaştığından, ödenmesi gereken faturaların çokluğundan dem vurarak fazla para harcamasını engellemeye çalışan Arif’ten fazlasını beklemek kendi zekâsına hakaret olurdu.

Alp’le göz göze geldiklerinde, heyecanını gizlemeye çalışarak konuştu.

“İyi akşamlar. Sizi daha önce de bu bahçede görmüştüm. Bitişik apartmandaki komşunuzum. Adım Hümeyra,” dedi ve yaşadığı daireyi gösterdi.

“Memnun oldum Hümeyra Hanım. Ben de Alp,” diye cevap verdi Alp, kadın başını çevirdikten sonra, işaret ettiği evin balkonunda beliren beyaz atletli adama kaçamak bir bakış atarak.

Hümeyra bir an için durdu, ne diyeceğini bilemedi ve elindeki çöp poşetini hatırladı.

“Ben de çöp atmaya çıkmıştım da sizi görünce bir selam vereyim dedim.”

“İyi ettiniz. İyi akşamlar dilerim size.”

“İyi akşamlar.”

Hümeyra çöpü atarken aynı zamanda kalbinin tuhaf bir kederle çarptığını fark etti. Alp’in ses tonu, bakışları ve uzun boyundan çok etkilenmişti; öyle sıradan bir etkileniş değildi bu. Ergenlik çağına girdiğinden beri her yerde, herkesten işittiği ve asla tatmadığı, hatta gerçek olduğuna inanmadığı o duyguyu, gecenin karanlığında, çöp atmaya giderken tanıyıvermişti. Şimdiden sonra hayatının değişeceğini ve bunun, bu karşılaşmanın bir kapının kilidini açan ve kendisini yaşamının başka bir bölümüne ya da farklı bir boyutuna geçiren tuhaf ama çok önemli bir an olduğunu hissetti. Farkındalığının kapalı kapılarından bir tanesi açılmıştı ve bunun getirilerine hazırlıklı olmak önemli bir işti.

Alp sigarasını söndürürken Hümeyra da evine geri dönüyordu ve böylece bir kez daha geçti konağın yakınından. Ne diyeceğini bilemez halde saçmaladı.

На страницу:
3 из 4