bannerbanner
Rüzgârın Kızı Anne
Rüzgârın Kızı Anne

Полная версия

Rüzgârın Kızı Anne

Язык: tr
Год издания: 2023
Добавлена:
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
2 из 5

Burada şimdilik sadece yarım gün kalmış olsam da dulları ve Rebecca Dew’ü hayatım boyunca tanır gibiyim sanki. Kendilerine “teyze” diye hitap etmemi istediler çoktan. Ben de bana “Anne” demelerini istedim. Bir keresinde Rebecca Dew’e “Bayan Dew” demiş bulundum.

“Bayan ne?” dedi.

“Dew…” dedim uysalca. “Adın bu değil mi?”

“Evet, doğru. Ama uzun zamandır Bayan Dew şeklinde hitap edilmediğim için biraz afalladım. Bunu bir kez daha yapmasanız iyi olur Bayan Shirley, alışkın değilim ben.”

“Aklımdan çıkarmam bunu Rebecca… Dew.” dedim. Dew’ü söylememek için çok zorlansam da başarılı olamadım.

Bayan Braddock, Chatty teyzenin hassas olduğunu söylemekte yerden göğe kadar haklıymış. Bunu akşam yemeği yerken öğrenmiş bulundum. Kate teyze, “Chatty’nin altmış altıncı doğum günü.” gibi bir şey söylediği sırada tesadüfen Chatty teyzeye baktım ve gördüğüm şey gözyaşlarına boğulması değildi. Bu onun performansını tanımlamak için yanlış bir ifade olur. Gözyaşlarıyla dolup taştı. Gözyaşları iri kahverengi gözlerinde birikerek taşmaya başladı, hiç çaba harcamadan ve sessizce.

“Gene ne oldu Chatty?” diye sordu Kate teyze sertçe.

“Be… Benim altmış beşinci doğum günümdü.” dedi Chatty teyze.

“Özür dilerim Charlotte.” dedi Kate teyze ve araları hemen düzeldi.

Kedileri ise altın gözlü bir erkek kedi. Duman rengi zarif bir Malta kürkü kuşanmış. Göğüs kısmı ve boynunda ise keten rengi beyazlık var. Kate ve Chatty teyzeler ona Dusty Miller diye hitap ediyorlar çünkü adı bu. Rebecca Dew ise “O kedi…” diyor. Çünkü her sabah ve akşam ona bir parça ciğer vermek, salona sıvışırsa koltuktaki tüylerini eski bir diş fırçasıyla temizlemek ve gece dışarı çıkarsa peşinden koşmak zorunda olduğu için ondan haz etmiyor.

“Rebecca Dew hep kedilerden nefret etmiştir.” dedi Chatty teyze bana. “Özellikle de Dusty’den nefret eder. İhtiyar Bayan Campbell’in köpeği… O zamanlar bir köpeği vardı. İşte o köpek Dusty’i iki sene önce ağzında taşıyarak buraya getirdi. Sanırım kediyi Bayan Campbell’a götürmenin faydasız olduğunu düşündü. Zavallı yavrucuk sırılsıklamdı ve üşümüştü. Bir deri bir kemik kalmıştı, minicikti… Taş kalpli biri bile onu geri çeviremezdi. Böylece Kate ve ben kediyi evimize almaya karar verdik ancak Rebecca Dew bizi asla affetmedi. O zamanlar pek diplomatik davranmıyorduk. Kediyi almayı reddetmeliydik. Şey dikkatini çekti mi bilmiyorum…” Chatty teyze bu sırada yemek odası ve mutfak arasındaki kapıya dikkatle baktı. “Rebecca Dew’ü nasıl idare ettiğimiz.”

Dikkatimi çekmişti ve görülmeye değerdi. Summerside ve Rebecca Dew her şeyin kendisinden sorulduğunu düşünse de dullar işin aslını biliyorlardı.

“Bankacıyı almak istemedik. Genç bir adam çok sıkıntı verirdi ve eğer kiliseye düzenli olarak gitmezse endişelenirdik. Ancak bankacıyı ister gibi yaptık ki Rebecca Dew lafını bile duymaya dayanamasın. Seni aldığımıza çok sevindim canım. Senin için yemek pişirmek güzel olacak. Umarım bizleri seversin. Rebecca Dew’ün çok güzel özellikleri var. Buraya on beş sene önce geldiğinde şimdiki kadar düzenli değildi. Bir keresinde Kate, salondaki aynanın tozlarıyla ‘Rebecca Dew’ yazdı. Ancak bunu bir kez daha yapmasına gerek kalmadı. Rebecca Dew mesajı iyi alır. Umarım odanda rahat edersin canım. İstersen geceleyin pencereni açık bırakabilirsin. Her ne kadar Kate gece havasını pek doğru bulmasa da pansiyonerlerin ayrıcalıkları olması gerektiğini biliyor. Onunla ben aynı odada kalıyoruz ve yaptığımız düzenlemeye göre pencere bir gece onun için kapalı bir gece benim için açık duruyor. Böylesi küçük sorunlar her zaman halledilebilir, öyle değil mi? Eğer istersen her zaman bir yol bulabilirsin. Geceleri Rebecca’nın etrafı kolaçan ettiğini işitirsen ürkme olur mu? O hep sesler duyar ve kalkıp bir göz atmak ister. Sanırım bankacıyı istememesinin de sebebi buydu. Geceliğini giyerken adamla karşılaşmaktan korkuyordu. Umarım Kate’in pek konuşmamasına aldırmazsın. O da öyle biri işte. Üstelik konuşacak çok fazla şeyi var. Gençliğinde Amasa MacComber ile dünyayı dolaşmış. Keşke benim de onun gibi bahsedecek çok fazla şeyim olsaydı. Ancak ben Prens Edward Adası’ndan hiç ayrılmadım. Ben konuşmayı severken konuşacak bir şeyimin olmaması o da konuşmayı sevmezken konuşacak çok şeyi olması ilginç bir şey doğrusu. Ancak en iyisini Tanrı bilir sanırım.”

Chatty teyze konuşkan biri olsa da tüm bunları tek seferde söylemedi. Belirli aralıklarla ben de birkaç yorum sıkıştırdım araya ama onlar pek önemli değil.

Yolun yukarısında, Bay James Hamilton’ın çayırında otlanan bir ineği var ve Rebecca Dew o ineği sağmaya gidiyor. Bol miktarda kaymak oluyor. Ayrıca anladığım kadarıyla Rebecca Dew her sabah ve akşam Bayan Campbell’ın “Kadın’ına” yarım açık kapıdan bir bardak taze süt götürüyor. Doktorun tavsiyesi gereği “Küçük Elizabeth’e” verilmek üzere. Kadın ya da Küçük Elizabeth kim henüz bilmiyorum. Bayan Campbell ise yan kapıdaki kalenin sakini ve sahibi. Oraya Evergreens diyorlar.

Bu gece uyuyabileceğimi zannetmiyorum. Yabancı bir yataktaki ilk gecemde asla uyuyamam ve bu gördüğüm en yabancı yatak. Ancak bu sorun değil. Ben geceleri hep sevmişimdir ve yatakta uzanıp hayatı, geçmişi, şimdiyi ve geleceği düşünmeyi severim. Özellikle de geleceği düşünmeyi…

Bu biraz acımasız bir mektup oldu Gilbert. Bir dahakine seni bu kadar uzun bir mektuba maruz bırakmayacağım. Ama sana her şeyi anlatmak istedim ki yeni çevremi daha güzel tahayyül edebilesin. Şimdi sonuna geldik. Çünkü limanın ta uzaklarındaki ay “gölgeler diyarına doğru batıyor”. Daha Marilla’ya mektup yazacağım. Mektup Green Gables’a yarından sonraki gün ulaşacak. Davy postaneden getirecek. Marilla mektubu açarken Dora ile beraber başına üşüşecekler. Bayan Lynde de kulak kesilecek. Of… Bu bana evimi özletti. İyi geceler en sevgili. Şimdi ve sonsuza kadar senin olan…

Anne Shirley

2

(Anne’in Gilbert’a yazdığı mektuplardan bir başkası.)26 Eylül

Senin mektuplarını nerede okuyorum biliyor musun? Yolun karşısındaki koruda. Orada güneşin eğrelti otlarına benek benek düştüğü kuytu bir çukurluk var. İçinden kıvrılıp gelen bir de derecik var. Yere düşmüş yosun kaplı bir ağaç gövdesinin üzerine oturuyorum. Etrafta da dünya tatlısı huş ağaçları kardeşler var sıra sıra. Burayı gördükten sonra başka türde bir hayal kurdum. Altın yeşil, kırmızı damarlı bir hayal… Hayallerin hayali âdeta. Bu hülyamın gizli saklı çukur, incecik, havalı mı havalı kız kardeşler ve şarkılar mırıldanan dereciğin gizemli uyumundan kaynaklandığını düşünmek bana keyif veriyor. Oraya oturup korunun sessizliğini dinlemeyi seviyorum. Çeşit çeşit sessizlik türleri olduğunu daha önce hiç fark etmiş miydin Gilbert? Ormanın sessizliği, sahilin sessizliği, çayırların sessizliği, gecenin sessizliği, yaz öğleninin sessizliği… Hepsi birbirinden farklı çünkü her birinin ilmek ilmek işleyen alt notaları farklı. Eğer ben tamamen kör olsaydım, sıcağa ve soğuğa da duyarsız olsaydım etrafımdaki sessizliğin özelliğinden nerede olduğumu kolayca anlayabilirim diye düşünüyorum.

Okul iki haftadır açık ve ben işlerimi düzene sokmuş durumdayım. Ancak Bayan Braddock haklıydı… Pringlelar başıma bela oldular. Üstelik şanslı yoncalarıma rağmen bu sorunumu nasıl çözeceğimi bilemiyorum. Bayan Braddock’un dediği çıktı. Kaymak gibi pürüzsüzler, bir o kadar da kaygan.

Pringlelar sürekli birbirlerini takip eden ve kendi aralarında hatırı sayılır ölçüde kavgaya tutuşan ancak dışarıya karşı omuz omuza duran türde bir klan. Summerside’da iki tür insan olduğu sonucuna varmış bulunmaktayım. Pringle olanlar ve olmayanlar.

Sınıfım Pringlelarla dolu. Başka soyadları taşıyan çok sayıda öğrencinin ise damarlarında Pringle kanı var. Liderleri Jen Pringle gibi görünüyor. Yeşil gözlü bir yumurcak. Becky Sharp on dört yaşındayken muhtemelen onun gibi görünüyordu. Sanırım alttan alta itaatsizlik ve saygısızlık harekâtı yürütüyor bana karşı ve ben bununla nasıl başa çıkacağımı bilmiyorum. Suratını tuhaf şekillere sokmak konusunda pek hünerli. Eğer sınıfta arkamdan gelen bastırılmış bir kahkaha tufanı işitirsem buna neyin sebep olduğunu çok iyi biliyorum. Yine de henüz onu iş üstünde yakalayamadım. Üstelik çok da zeki küçük haylaz. Edebiyata dördüncü dereceden kuzen olabilecek kompozisyonlar yazabiliyor. Matematikte de çok iyi, bana vah ki ne vah! Söylediği ve yaptığı her şeyde kendine has bir ışıltı var. Bir de öyle bir mizah anlayışına sahip ki eğer benden nefret ederek başlamasaydı aramızda dostluk olabilirdi. Hâlihazırda Jen ile birlikte bir şeye gülebilmemiz için uzun zaman geçmesi gerekecek korkarım.

Myra Pringle, Jen’in kuzeni ve okulun güzel kızı. Belli ki aptal da. Eğlenceli gaflar yapıyor. Örneğin bugün tarih dersinde Kızılderililerin, Champlain ve adamlarının Tanrı ya da “insan dışı bir şey” olduğunu düşündüğünü söyledi.

Sosyal ilişkiler bakımından Pringlelar, Rebecca Dew’ün deyimiyle Summerside’ın ışıkları. İki Pringle evinden çoktan yemek daveti aldım bile. Çünkü yeni bir öğretmeni davet etmek münasip bir davranış. Pringleların da gereken nezaketi ihmal etmeye hiç niyetleri yok. Dün gece James Pringle’ın evindeydim. Az önce bahsettiğim Jen’in babası. Her ne kadar bir kolej profesörü gibi görünse de aslında aptal ve cahil. Sürekli “disiplinden” bahsedip durdu. Konuşmasına vurgu yapmak için parmağının ucuyla hep masaya vuruyordu. Zaman zaman da korkunç gramer katliamları gerçekleştirdi. Summerside Lisesi her zaman ciddi ve tecrübeli bir öğretmene gerek duymuş ve erkek öğretmenler tercih edilirmiş. Benim biraz genç olmam onu endişelendiriyormuş. “Kısa süre sonra düzelecek bir kusur.” dedi üzülerek. Ben de hiçbir şey söylemedim. Çünkü bir şey söyleseydim çok şey söyleyecek olmaktan korktum. Ben de herhangi bir Pringle gibi ince, kaymak gibi oldum. Ona bakarak içimden, “Seni huysuz, ön yargılı ihtiyar!” demekle yetindim.

Jen zekâsını annesinden almış olmalı. Kendimi Jen’in annesinden hoşlanırken buluverdim. Jen anne babasının yanında terbiye abidesi gibiydi. Ancak her ne kadar kelimeleri nazik olsa da ses tonunda küstahlık vardı. “Bayan Shirley” şeklinde her hitap edişinde hakaretvari bir ton vardı. Bana her bakışında saçlarımın havuç kırmızısı olduğunu hissediyordum. Sanırım hiçbir Pringle saçlarımın renginin kestane olduğunu kabul etmeyecektir.

Morton Pringle ailesini daha çok sevdim. Gerçi Morton Pringle söylenen hiçbir şeyi dinlemiyor ama olsun. Karşısındaki insana bir şey söylüyor ve cevap verilirken bir sonraki sözünü söylemeyi düşünüyor.

Bayan Stephen Pringle… Dul Pringle… Summerside’da sürüsüne bereket dul var. Bana dün bir mektup yazmış. Cici, kibar ama zehirli bir mektup. Millie’nin çok fazla ödevi varmış. Millie hassas bir çocukmuş ve çok fazla çalışamazmış. Bay Bell ona asla ev ödevi vermezmiş. Hassas bir çocukmuş ve bunun anlaşılması gerekiyormuş. Bay Bell onu çok iyi anlarmış. Bayan Stephen eğer çabalarsam benim de anlayacağıma inanıyormuş!

Bayan Stephen’ın bugün okulda Adam Pringle’ın burnunu kanatarak eve gitmesine sebep olduğumu düşündüğünden hiç şüphem yok. Dün gece yarısı uyandım ve bir daha uyuyamadım çünkü. Tahtaya yazdığım bir soruda “i” harfinin noktasına koymadığımı hatırladım. Eminim Jen Pringle bu hatamı fark edip kendi kabilesine fısır fısır yaymıştır.

Rebecca Dew, Maplehurst’teki yaşlı hanımlar hariç tüm Pringleların beni bir kez yemeğe davet ettikten sonra sonsuza kadar görmezden geleceklerini söyledi. Kendileri “elit” oldukları için Summerside’da sosyal yasaklı olacakmışım. Neyse bakalım, göreceğiz. Savaş başladı ve henüz kaybedilmiş ya da kazanılmış değil. Yine de bundan dolayı kendimi çok mutsuz hissediyorum. Ön yargı ile uzlaşmak mümkün değil. Ben hâlâ çocukluğumda olduğum gibiyim. İnsanların benden hoşlanmamalarına dayanamıyorum. Öğrencilerimin yarısının ailelerinin benden hoşlanmadığını düşünmek tatsız bir his. Üstelik hiçbir kabahatim yokken. Beni rahatsız eden de bu ön yargı.

Pringleları bir kenara bırakacak olursak öğrencilerimi çok seviyorum. Zeki, hırslı, çalışkan öğrencilerim var ve eğitim almaya gerçekten istekliler. Lewis Allen, konaklama ücretini karşılamak için kaldığı evde ev işleri yapıyor ve bundan zerre gocunmuyor. Sophy Sinclair ise babasının ihtiyar boz kısrağı üzerinde her gün dokuz kilometre gidip dokuz kilometre geliyor. İşte burada önemli bir nokta var. Eğer böyle bir kızcağıza yardım edebileceksem Pringlelar umurumda olur mu?

Ancak sorun şu ki eğer Pringleları kazanamazsam diğerlerine yardım etmek için pek fazla şansım kalmayacak.

Tüm bunların yanında Windy Poplars’ı seviyorum. Burası bir pansiyon değil benim için. Bir ev. Üstelik beni seviyorlar. Dusty Miller bile seviyor. Gerçi zaman zaman benden hoşlanmadığı oluyor ve bunu sırtı bana dönük oturarak belli ediyor. Arada bir de omzunun üzerinden şimşek gibi bir bakış atıyor ki tavrını nasıl karşıladığımı bilsin. Rebecca Dew etraftayken onu pek sevmiyorum çünkü gerçekten rahatsız oluyor. Gündüzleri, cana yakın, rahat, düşünceli bir hayvan. Ancak geceleri kesinlikle tuhaf bir canlıya dönüşüyor. Rebecca bunun sebebinin karanlık çöktükten sonra dışarıda kalmasına izin verilmemesine bağlıyor. Arka bahçede durup onu çağırmaktan nefret ediyor. Tüm komşuların kendisine güleceğini söylüyor. Keskin, gür bir sesle tüm kentten duyulacak şekilde “Pisi… Pisi… Pisi!” diye bağırıyor sakin gecede. Dullar, yatma zamanı geldiğinde Dusty Miller evde olmazsa çileden çıkıyorlar. “O kedi yüzünden neler çektiğimi bir tek ben bilirim.” dedi Rebecca bana.

Dullarla iyi anlaşacağız gibi görünüyor. Onları her gün biraz daha seviyorum. Kate teyze roman okumayı onaylamasa da okuma materyallerimi sansürlemeyi teklif dahi etmeyeceği konusunda beni bilgilendirdi. Chatty teyze romanları seviyor. Kitaplarını sakladığı bir kuytu köşesi var. Kent kütüphanesinden kaçak kitap sokuyor eve. Ama sadece bununla da bitmiyor. Kate teyzenin görmesini istemediği her şeyi, örneğin kart oyunu için iskambil kâğıtlarını da gizlice eve sokuyor. Chatty teyzenin kuytu köşesi bir koltuğa gizlenmiş. Bunu da sadece o biliyor. Sırrını benimle paylaşmasının sebebi ise bahsettiğim kaçakçılık eylemine yardım ve yataklık etmemi istemesi olduğunu düşünüyorum. Aslında Windy Poplars gibi bir yerde bir şeyleri saklamak için kuytu köşelere ihtiyaç duyulmaması gerekir. Çünkü ben daha önce hiçbir yerde bu kadar çok gizemli dolap görmedim. Gerçi Rebecca Dew hiçbirinin gizemli kalmasına izin vermiyor ama olsun. Her zaman dolapları yırtıcı bir tutkuyla temizliyor. Dullardan biri itiraz edecek olursa, “Ev dediğin kendi kendini temizleyecek değil ya.” diyor. Eğer elinde bir roman ya da bir seri iskambil kâğıdı olsaydı işlerini çabucak bitirirdi diye düşünüyorum. Ancak onun gelenekçi ruhu için bu iki şey de dehşet verici. Rebecca’nın İncil dışında okuduğu tek şey Montreal Guardian gazetesinin sosyete satırları. Milyonerlerin işlerine, ev ve mobilyalarına kendini kaptırmayı çok seviyor.

“Altın bir küvetin içine gömüldüğünü düşünsene Bayan Shirley!” diyor hevesle.

Ancak kendisi gerçekten ihtiyar bir ördek. Tam benim acayipliğime göre solmuş sırma kumaş kaplı eski bir koltuk buldu bir yerlerden ve bana, “Bu senin koltuğun. Bunu sana ayıracağız.” dedi. Dusty Miller’ın da koltukta uyumasına izin vermiyor. Okul eteğime kedi tüyü bulaşırsa Pringleların konuşacak bir şeyi olmasın istiyor.

Üçü de benim inci kolyemle çok ilgili, kolyenin neyi temsil ettiğiyle de. Kate teyze bana kendi nişan yüzüğünü gösterdi. (Yüzük küçülmeye başladığından artık takamıyormuş.) Yüzükte turkuaz taşı vardı. Zavallı Chatty teyze ise bana gözlerinde yaşlarla hiç nişan yüzüğü olmadığını söyledi. Kocası bunun “fuzuli masraf” olduğunu düşünmüş. O sırada benim odamdaydı. Yüzüne süt banyosu yapıyordu. Ten rengini muhafaza etmek için her gece yapıyormuş ve Kate teyzeye söylememem için de bana yemin ettirdi.

“Bunun benim yaşımda bir kadın için saçma bir gösteriş düşkünlüğü olduğunu düşünür.” dedi. “Ayrıca Rebecca Dew’ün hiçbir Hristiyan kadınının güzel olmaya çalışmaması gerektiğini düşündüğünden eminim. Eskiden süt banyosu yapmak için Kate uyuduktan sonra gizlice mutfağa girerdim. Ama artık Rebecca Dew’ün aşağı inmesinden korkuyorum. Uyurken bile kedi kulakları var onun. Eğer her gece buraya sıvışıp yaparsam… Ah çok teşekkür ederim canım benim.”

Evergreens’deki komşularımız hakkında da bir şeyler öğrendim. Bayan Campbell (kendisi bir Pringle!) seksen yaşında. Onu hiç görmedim. Ancak anladığım kadarıyla oldukça aksi bir ihtiyar hanım. Martha Monkman ismindeki hizmetçisi de kendisi kadar yaşlı ve aksi neredeyse. Ondan genelde “Bayan Campbell’ın kadını diye bahsediliyor.” Ayrıca bir de torununun çocuğu var onunla birlikte. Küçük Elizabeth Grayson. Burada iki haftadır kaldığım hâlde Elizabeth’i daha hiç görmüş değilim. Kendisi sekiz yaşında ve devlet okuluna “arka yoldan” yürüyerek gidiyor. Arka bahçelerden okula çıkan kestirme bir yol bu. Onunla ne giderken ne de gelirken karşılaştım. Vefat eden annesi Bayan Campbell’ın torunu oluyor. Annesini de Bayan Campbell büyütmüş. Çünkü onun da anne babası vefat etmiş. Annesi Pierce Grayson isimli bir Yanki ile evlenmiş. Bayan Lynde olsaydı böyle derdi yani. Elizabeth doğarken ölmüş. Pierce Grayson ise şirketinin Paris’teki bir şubesini yönetmek için Amerika’dan ayrılmak zorunda kalınca bebeği İhtiyar Bayan Campbell’a yollamışlar. Hikâyenin devamında adamın kızını görmeye “dayanamadığı” var. Çünkü karısının ölümünden onu sorumlu tutuyormuş ve çocuğunu hiç umursamamış. Bu tabii ki sadece bir dedikodu olabilir çünkü ne Bayan Campbell ne de Kadın adamla ilgili ağzını açıyormuş.

Rebecca Dew, Küçük Elizabeth’e çok sert davrandıklarını ve çocuğun onlarla çok da iyi vakit geçirmediğini söylüyor.

“Diğer çocuklar gibi değildir o. Sekiz yaşında bir çocuğa göre fazla ihtiyar. Bazen öyle şeyler söylüyor ki! ‘Rebecca’ demişti bir gün bana. ‘Hiç gece yatağa girerken ayak bileğinde bir çimdik hissettiğin oluyor mu?’ Karanlıkta yatağa girmeye korkmasına şaşırmamalı. Bayan Campbell evinde korkak istemezmiş. İki kedinin bir fareyi izlediği gibi gözetliyorlar ve hayatının her bir anında ona müdahale ediyorlar. Azıcık bile gürültü yapacak olursa çileden çıkıyorlar. Her zaman ‘sus, sus’ diyorlar. Çocuğu ölümüne susturuyorlar bence. Peki bununla ilgili ne yapılabilir ki?”

“Gerçekten, ne yapılabilir?”

Çocuğu görmek ister gibiyim. Bana biraz acınası hâlde gibi geliyor. Kate teyzeye soracak olursan fiziksel olarak ona çok iyi bakıyorlar. Kate Teyze tam olarak şöyle söyledi: “Karnını güzelce doyuruyorlar ve üstünü başını güzelce giydiriyorlar.” Ancak bir çocuk sadece yeme içmeyle yaşayamaz. Green Gables’a gelmeden önceki yaşamımın nasıl olduğunu asla unutamam.

Gelecek cuma Avonlea’de iki güzel gün geçirmek üzere eve dönüyorum. Bunun tek kötü tarafı herkesin bana Summerside’da öğretmenlik yapmayı sevip sevmediğimi sorması olacak.

Ancak şimdilerde Green Gables’ı bir düşünsene Gilbert… Üzerindeki mavi sisle beraber Parlak Sular Gölü’nü… Derenin etrafındaki akçaağaçlar kızıla çalmaya başlamıştır. Lanetli Koru’daki eğreltiler altın kahverengisidir şimdi. Bir de Âşık Yolu’ndaki gün batımı gölgeleri çok tatlıdır. Tüm kalbimle şu anda orada olmayı dilerdim. Bil bakalım kiminle beraber?

Biliyor musun Gilbert öyle zamanlar oluyor ki gerçekten seni sevdiğimi düşünüyorum.

Windy Poplars, Spook Caddesi, Summerside10 Ekim

Saygıdeğer ve Pek Muhterem Beyefendi,

Chatty Teyze’nin büyük annesinin yazdığı mektup işte böyle başlıyordu. Çok leziz değil mi? Büyük babasına nasıl bir üstünlük duygusu yaşatmıştır kim bilir? Sen de bu hitabı, “Gilbert, sevgilim” vs. gibi ifadelere tercih etmez miydin? Ancak en nihayetinde senin büyükbaba olmamandan çok memnunum. Büyükbaba… Genç olduğumuzu ve önümüzde uzun bir yaşam olduğunu, birlikte yaşanacak bir yaşam olduğunu düşünmek muhteşem! Öyle değil mi?

(Birkaç sayfa eksik. Belli ki Anne’in kalemi aşk mektubu yazmaya müsait.)

Kule penceresinin altındaki oturakta oturuyor ve kehribar rengi gökyüzüne el sallayan ağaçlara ve uzaklardaki limana bakıyorum. Dün gece kendi başıma çok güzel bir yürüyüş yaptım. Gerçekten bir yerlere gitmek zorundaydım çünkü Windy Poplars’da tatsız bir hava vardı. Chatty teyze duyguları incindiği için oturma odasında ağlıyordu. Kate teyze, Kaptan Amasa’nın ölüm yıl dönümü olduğu için kendi odasında ağlıyordu. Rebecca Dew ise anlayamadığım bir sebepten dolayı mutfakta ağlıyordu. Rebecca Dew’ü daha önce hiç ağlarken görmemiştim. Ağlamasının sebebini nazikçe sormaya çalıştığımda hırçın bir şekilde, “Rahat rahat ağlamanın keyfini çıkaramayacak mıyım yani?” dedi. Ben de hemen oradan ayrılıp keyfiyle baş başa bıraktım.

Dışarı çıktım ve liman yoluna indim. Havadaki güzel, soğuk ekim kokusu yeni sürülmüş toprağın leziz kokusuyla iç içe geçmişti. Alaca karanlık, ay ışığının aydınlattığı bir sonbahar gecesinde kayboluncaya dek yürümeye devam ettim. Tek başıma idim ancak yalnız değildim. Hayali yoldaşlarımla çok sayıda hayali sohbetler ettim ve o kadar çok nükteli söz buldum ki kendi kendimi şaşırttım. Pringle endişelerime rağmen keyif yapmaktan geri durmadım.

Pringlelarla ilgili biraz daha mızmızlanasım var. Bunu söylemekten nefret etsem de Summerside Lisesinde işler pek yolunda gitmiyor. Aleyhime bir komplo düzenlendiği kesin.

Mesela verdiğim ödevleri ne Pringlelar ne de yarı-Pringlelar yapıyor. Ailelerine müracaat etmek de hiç fayda etmiyor. Tatlı dilli ve kibarlar ama başlarından savıyorlar beni. Pringle olmayan tüm öğrencilerimin beni sevdiğini biliyorum ama onların itaatsizlik virüsü tüm sınıfın moralini bozuyor. Bir sabah masamın altüst edildiğini gördüm. Bunu yapan kişinin kim olduğunu bilen yoktu tabii ki. Ertesi gün masama bırakılan ve içinden yapay bir yılanın fırladığı kutuyu da kimin koyduğu bana söylenmedi ya da söylenemedi. Ancak okuldaki tüm Pringlelar çığlık çığlığa kahkahalar attılar yüzüme karşı. Belli ki çok korkmuş görünüyordum.

Jen Pringle okula sık sık geç geliyor. Her zaman da küstah bir alt tonla kibarca dile getirdiği mükemmel bir bahanesi oluyor. Gözümün önünde sınıfta notlar dağıtıyor. Bugün kabanımın cebinde soyulmuş bir soğan buldum. O kızı düzgün davranmayı öğreninceye kadar sadece ekmek ve su verecek şekilde bir yerlere kapatmayı çok isterdim.

Şimdiye kadar başıma gelen en kötü şeyse karatahtaya çizilmiş bir karikatürümü görmem oldu. Beyaz tebeşirle çizilmişti ve saçları kızıldı. Herkes yaptığını inkâr etti. Jen de tabii ki. Ancak ben böyle bir çizimi yapabilecek tek kişinin Jen olduğunu biliyordum. Çok iyi çizilmişti. Her zaman gurur ve neşe kaynağım olan burnum eğri büğrüydü. Ağzım ise Pringlelarla dolu bir sınıfta otuz sene öğretmenlik yapmış suratsız bir kız kurusunun ağzıydı. Ancak çizilen bendim. Gece saat üçte uyandım ve karikatürü hatırlamak kıvranmama sebep oldu. Bizleri gece yarısı kıvrandıran şeylerin kötü şeyler değil de çoğunlukla utanç verici şeyler olması tuhaf değil mi sence de?

Her türden şey söylendi bana. Mattie Pringle’ın sınav kâğıdında notunu kırmakla suçlandım. Sebebi ise onun bir Pringle olmasıydı. Çocuklar hata yaptığında “gülmekle” itham edildim. (Gerçi Fred Pringle “yüzbaşı” kelimesini “yüz yıl yaşayan adam” olarak tarif ettiğinde gülmüştüm. Ama ne yapayım, elimde değildi.)

James Pringle sınıfta “disiplin” olmadığını söylüyor. Bir de etrafta “terk edilmiş çocuk” olduğum dedikodusu dolaşıyor.

Pringle karşıtlığı başka alanlarda da karşıma çıkıyor. Eğitim alanında olduğu kadar sosyal alanda da Summerside’da Pringleların sözü geçiyor. Onlara neden “Kraliyet Ailesi” denildiğine şaşmamak lazım. Alice Pringle’ın geçen cumaki yürüyüş partisine davet edilmedim. Bayan Pringle bir kiliseye yardım projesi için çay daveti düzenlediğinde (Rebecca Dew kadınların yeni bir “çan kulesi” inşa edeceklerini söyledi!) görev verilmeyen tek Presbiteryen kız bendim. Summerside’a yeni gelen papazın eşi bana koroda şarkı söyleme teklifini öne sürdüğünde tüm Pringlelar koroyu terk edeceklerini söylemişler. İşte bu, koronun taşıyamayacağı bir yüktü.

Elbette öğrencilerle sorun yaşayan tek öğretmen ben değilim. Diğer öğretmeler öğrencilerini “disiplin” edilmek üzere bana yolladıklarında, “disiplin” kelimesinden nefret ediyorum, öğrencilerin yarısı Pringlelardan oluşuyor. Ancak asla şikâyet edilmiyorlar.

İki akşam önce Jen’i, kasıtlı olarak yapmadığı ders çalışmalarını yapması için okulda tuttum. On dakika sonra Maplehurst’ten gelen bir at arabası okulun önünde durdu ve Bayan Ellen kapıda belirdi. Güzelce giyinmiş, tatlı tatlı tebessüm eden bir ihtiyar hanımefendiydi. Siyah dantelden zarif eldivenleri ve incecik sivri burnuyla 1840 yılından kalma bir şapka kutusundan fırlamış gibiydi. Özür dileyerek Jen’i almak istedi. Lowvale’deki dostlarını ziyaret edecekmiş ve Jen’i de yanında götüreceğine söz vermiş. Jen muzaffer bir edayla okuldan çıktı. Ben de savaş kuvvetlerinin bana karşı hizaya geçtiğini bir kez daha anlamış oldum.

На страницу:
2 из 5