
Полная версия
İrade Terbiyesi II Zihinsel Çalışma ve İrade
Unutmayalım ki Dürüst Muhasebeci koruyucu bir meleğin merhametine sahip değildir; esnemez ve acıma duygusuna erişemez: Olanı olduğu şekilde kayıt altına alır ve sadece zenginlere eli açık davranır. Bunu asla aklımızdan çıkarmayalım ve kendimiz aleyhine hareket etme budalalığına sahip olmayalım. Başarısız, kıskanç, hayal kırıklığına uğramış kişi her zaman ödenecek borçlarını budalaca artırıp hanesine yazdıran ve günden güne merhametsiz düşmanını güçlendiren bir “Héautontimorouménos”tur.21 Hayatın, her birimiz için olmasını istediğimiz şekilde var olan birer yapıt olduğunu düşünmemiz daha doğrudur. Her birimizin üzerinde eksiksiz yargıyı oluşturan şey, yapabildiğimiz işin kalitesidir. Yaratmayı bilmeyen kişi yalnızca bir gölge ve saf bir hiçliktir. Yaşamak, yaratmaktır; yaratmak ise çalışmak.
Çalışma üzerine Montaigne’in felsefe hakkında söylediği şeyi söyleyebiliriz: “Onu çocuklara erişilemez, asık suratlı, çatık kaşlı ve korkunç bir şekilde tasvir etmekle hata ediyoruz. Bu sahte suratla onu benden gizleyen kimdir? Bundan daha neşelendirici ve çılgınca diye tarif edebileceğim bir şey yok.”
İKİNCİ BÖLÜM
Gerçek Zekâ ve Sözde Çalışma
Mademki bir insanın değeri yaptığı işin değeriyle ölçülür, o hâlde bu kelimenin anlamını tam olarak belirlemek, sözde çalışmayı gerçek olandan seçmek ve yüzeysel gözlemcileri aldatabilecek taklitleri ayırt etmek gerekir. Emile Zola, Dört İncil yapıtının ilkinde şunu yazmaktaydı:
“Çalışmaya inanç duymanızı rica ediyorum. Hayatın başka bir anlamı, başka bir var olma amacı yok: Her birimiz yalnızca elimizdeki emeği ortaya koymak ve daha sonra yok olmak için tezahür ediyoruz. Ah gençlik! O hâlde hepiniz işinizin başına geçin! Her biriniz hayatını dolduracak bir görev edinsin! Oldukça mütevazı görünebilir ama daha faydalı olacaktır. Ne şekilde olursa olsun fark etmez yeter ki bir göreviniz olsun ve sizi ayakta tutsun! Onu düzene koymayı başardığınız zaman bu görev sizin sağlık ve mutluluk içinde yaşamanızı sağlayacaktır. Her üyesinin kendi çalışma mantığını oluşturan bir toplum ne kadar sağlıklı ve büyük bir toplum olacaktır! Bizi kurtarabilecek tek inancın da eksiksiz çabanın verimliliğine inanmak olduğunu düşünüyorum.”
Birkaç zaman sonra Tolstoy şöyle itiraz ediyordu:
“Çalışmak ama neye?” diye soruyordu. “Afyon, tütün, brendi üreticileri ve satıcıları; tüm borsa vurguncuları, tüm gardiyanlar, tüm cellatlar çalışır. Tüm bu işçiler işlerini durdurursa insanlığın kazanacağı kesindir. En meşgul insanlar kendilerini bir an için rahatlamaya bıraksalar, yaptıkları işin yararlılığını inceleyip sorgulamaya vakit ayırsalar iyi olmaz mıydı? Ve dahası siz genç insanlar, lise bitiminde sizi bekleyen bu engin dünyaya girmeden önce etrafa bakmak ve sizi nereye götüreceğini bilmek için gideceğiniz yolu düşünmeniz gerekmeyecek mi? Ayırt etmek, karşılaştırma yapmak ve düşünmek için hareket etmeyi durdurmazsanız yapılacak en iyi işin ne olduğundan nasıl emin olacaksınız?”
Bu gözlemden daha doğrusu yoktur. Gerçekleştirme zahmetine değmeyecek ve hatta tehlikeli olabilecek, fayda sağlamayan işler vardır. Gerçek altını bakırdan, gerçek çalışmayı da sözde çalışmadan ayırt etmeye yarayan bir mihenk taşı var mıdır? Eğitimde egemen olan ilkeye başvurmak gerekir: Bir anlamda özgürlüğü ve düşünme enerjisini kısıtlayan, onları tek başına mümkün kılan koşulu yani adaleti yıkmaya dayanan her çalışma zararlıdır.22
Böylece düzenbazlar ve ahlaksızlar tarafından sömürülmeye açık birçok zarar verici işi bertaraf ederiz: Kötü meslek işçileri; dilencilik, fuhuş ve alkolizm işçileri, yazma ya da konuşma kolaylıkları sayesinde gerçek çalışmadan daha çabuk bir şekilde başarıya ulaşmak isteyen pornografik ya da polisiye roman yazarları, yandaş gazeteciler, popüler tutkuların dalkavukları, politikacılar…
Ancak bu kötü işler toplumsal sorunun sadece bir parçasıdır ve bizler bu karanlık uçurumun dipsizliğine yanından geçerken yalnızca şöyle bir göz atabiliriz.
Kendimizi yanıltıcı olan sözde çalışmayı saptamak ve onu gerçek çalışmadan ayırt etmek için zorlayalım.
Daha önce ceza korkusu ve hazzın çekiciliğiyle elde edilen çalışmadan bahsetmiştik; tembellik, ikiyüzlü ve düzenbaz bir tutkudur. Çalışıyormuş gibi yapmak kurnazcadır. Gerçekte çabadan kaçan ve görünüşten ibaret olan çokça çalışma vardır.
Çocuk, çalışıyormuş gibi yapmakta o kadar ustadır ki öğretmenler yorgunluktan kendilerine sunulan komediye boyun eğmek zorunda kalırlar. Az çaba göstermek üzerine yapılan gizli ittifak evrenseldir. Söylediğimiz gibi toplumsal ilişkiler, kimsenin gerçeklerini fark etmek niyetinde olmadığı geleneksel yalanlara dayanır. Benzer şekilde eğitim sistemimiz de üstü kapalı bir anlaşmayla bize sahte para verildiğinin farkında gözükmememiz gerektiğini kabul eder. Saat altıya doğru sıkıcı bir akşam çalışmasına oturmak, çalışmanın aldatıcılığını tespit etmek için yeterlidir: Karmaşık haritalar, verimsiz özetler, gayret gösterilmemiş ödevler. Devamında bir sınav sözlüsünü dinlemek, konu dışı aşırma metinlerle ve öğrenciye anlamsız gelen formüllerle dolu ödev kâğıtlarını okumak yeterli olacaktır. Tıpkı tehlikedeki gemilerin etraflarına denizaltıları kör eden donuk sisler yayması gibi öğrenciler de gözetmenlerine anlaşılmayan kelimeler, soyut formüller, hakkında belli belirsiz fikirlere sahip olunan bilgiler sisinin arkasındaki tutarsız düşünceleri belli etmez; hiçbir anlamlandırma, düzenleme ve mantık çabası göstermez.
Yükseköğretimde de göstermelik işi kabul etmek için aynı gizli ittifak geçerlidir. Üniversite kütüphanelerimiz hukuk, tıp, tarih, doğa bilimleri ve daha nicesi üzerine yazılmış tezlerle doludur, yazık! Sözde çalışmalarla hazırlanmış felsefe tezleri, kişisel hiçbir fikir içermeyen ve israf olmaktan öteye gidemeyen kâğıt yığınlarıdır.
Çalışmanın Anlamsal Lekelenmesi
Çalışma kelimesinin kökeni açıklayıcı niteliktedir. Mareşallerin atları durdurmak için kullandığı ahşap çerçeveyi işaret eden trabs23 kelimesinden gelir; buradan da yorgunluk, acı, sıkıntı, güçlük anlamlarına geçilir.
Bu şekilde aşağı Latin halkından bize ulaşan dil; çalışmanın anlamını lekelendiren, kölelik damgası olan kelimeyi içine almıştır.
Devamında Doğu kökenli dinler çalışmayı bir ceza olarak görmüştür!
Antik Çağ düşünürleri çalışmanın etkilerini gözlemlemeyi asla düşünmediler. Çalışmanın vücut ve ruh sağlığını korumanın, üstün ve büyük olmanın şartı olduğunu anlamadılar.
İnsani düşünceye asırlar boyunca şeklini veren Sokrates, Platon ve Stoalılar çalışmayı kibirli bir şekilde hor görerek büyük bir kötülük yaptılar.
Modern çağlarda, Proudhon hariç, fabrikada çalışmanın can sıkıcı tekdüzeliğinden gözleri kör olmuş sosyalist yazarlar, çabayı bir lanet ve boşunalık olarak algılamaya devam ettiler. Bu kanıya duyulan zavallı bağlılık, gerçeği yeniden tesis edebilecek zekâların yolunu şaşırmasına sebep oldu. Bağımsızlık ve sınıfsallık simgesi olan tembelliğin, zekâ ve ahlak üzerindeki yıkıcı sonuçları incelenince onu reddetmenin zorunluluğu ortaya çıktı. O hâlde çalışmaya duyulan ön yargı asla eleştiri kabul etmeyen geleneksel alışkanlığın bir sonucudur. Bunun yanında sağlıklı çocukların rahatlıkla koşup zıpladığı, tırmandığı, yorucu yürüyüşler yaptığı, çaba harcamakta sıkıntı duymadığı gözlemlenebilir bir durumdur. Eğer çalışmak onlara ağır gelirse bu durum eğilimlerini nasıl ortaya çıkaracaklarını bilmemelerinden ve sahip oldukları enerjiyi düzenlemeyi ihmal etmelerinden kaynaklıdır.
Her sağlıklı insanda hareket ihtiyacı çok temel bir ihtiyaçtır. Oyunlar ve sporlar onu memnun etmenin çocukça yollarıdır.
Çalışmanın Taklitleri
Taklitlerinden kaynaklanan kötü ürünlerle itham etmemek için çalışmayı aslında olmadığı şeyden iyi ayırt etmek gerekir. Bize fikir çağrışımlarıyla ve olumsuz duygularla yüklü bir kelime haznesi nakleden dil sebebiyle taklitçiliği tanımlayacak hiçbir terime sahip değiliz: Pek de eğitici olmayan bir öğretim yöntemi altında kendilerini baskılanmış hisseden matematik öğrencileri, isteksiz çabalarını anlatmak için “kazmak”24 terimini türetmişler. Görevi, zihinsel çalışma kavramını yüksek ve aydınlık bir noktada tutmak olan yükseköğretim, sözde çalışmalar istilasını geri püskürtebilecek güçte olamadı. Verimsiz bir zihin işçisinin “kazarak” elde ettiği yığınları gerçek bir çalışmaya denk tutan gizli ittifak yüzünden nice kürsüler, vasat insanlar tarafından işgal edildi. “Istakozların beşinci çiftteki göğüsten bacaklarını inceleyin. X… dördüncü çiftler için güzel bir çalışma yaptı. İşe koyuluruz ve araştırma konusu üzerine yapılan yayınları inceleriz. (Buna konu bibliyografyası yapmak denir.) Yaklaşık iki yılın sonunda bir tez için gerekli temel bilgilere sahip oluruz ve oldukça maliyetli güzel görsellerle renklendirilen iki yüz sayfalık büyük bir kitap kaleme alırız. Saygıdeğer bir doktor oluruz.”25 Yaşam mücadelesinde insan için yararlı ve zararlı olan hayvanları incelemenin söz konusu olduğu nadir durumlar dışında zooloji çalışmalarının türlerin kökeni ya da akrabalıklarıyla ilgili sadece felsefi bir alakaya sahip olabileceğini de yazarımız ekler. Bu eser, kullanılmayan muazzam kitaplıklar birikiminden ileri gelen sözde bilimsel çalışmaların ürünüdür.
Tarihte kâğıt birikintisi olmaktan öteye gidememiş kitaplar, incelemeler, makaleler altında boğulmadık mı? Büyük ve iddialı hikâyeler, zihin dünyasında da tükenmek bilmeyen bir boşboğazlık seviyesinin ilerisine gidemez.
Belki de 1870’ten beri Fransa’da hüküm süren sözde gerçekçi edebiyat, Alman eğitiminin istilasından ötürü yükseköğretimin bozulması ve değer kaybetmesinden sorumludur. Vasat insanlar iyi aydınlatılmış bir gerçeğin bilimsel bir değere sahip olduğunu düşünürler. Gerçek, mimarın inşaatta kullanacağı yontma taşa benzerdir.
Bilimsel bir değeri yoktur. Gerçeklerin büyük çoğunluğu hiçbir bilimsel değere sahip değildir. Sadece açığa çıkarıcı olan gerçeklerin bir değeri vardır. Ötekiler zihni tıkar, dikkati dağıtır. Öte yandan bir gerçek sadece düşünen ve kendi kendine soru sorabilen her zihin için açığa çıkarıcı niteliktedir. Her keşif başlangıçta içimizde gizlenmiş bir önsezi dalgasıdır. Genellikle alışkın olduğumuz bir gerçek sonrasında aniden kesin bir önem kazanır: O vakte kadar durağan olan bileşenleri harekete geçiren bir kıvılcım patlak verir. Newton için elmanın düşüşü, Galileo için Pisa Katedrali lambasının salınımı da bu niteliktedir. Claude Bernard hayranlık uyandıran Introduction eserinde tüm bilimsel gözlemlerin herhangi bir soruya verilen cevap olduğunu bize anlatır. Kendine soru sormayı beceremeyen yöntemler yalnızca kullanışsız gerçekler yığınını, diğer bir deyişle düzensizliği artırırlar.
Yükseköğretim kurumları, kürsülerini var olan değerli zihinler sayısının üzerinde çoğaltarak ve çizdikleri yolu takip etmeyen yeteneklere kapılarını kapatarak düzenleyici konumunda olma ihtimalini kaybetti. Yapılan sınavlarda adayların iyi bir zihnin temel niteliklerine sahip olup olmadıklarını ölçmek nasıl olurdu? Onları nasıl seçeceğimizi bilmemiz, sabır ve hafıza oyunundan ibaret sınavlara tabi tutmamamız gerekirdi.
Bu konuda yalnızca bir örnek vereceğim. Doktorada Latince tezi olarak “Malebranche Platonculuğunu” seçmiştim çünkü Düşünüşler, Ahlak Üstüne İnceleme ve Araştırma isimli eserlerin yazarı olan bu muhteşem zihne karşı zaafım vardı. Hocalarımdan biri Alman bibliyografyasının Platon’un 17.yy felsefesi üzerindeki etkileri hakkında çalışmalar bulundurduğunu biliyordu. Platonculuk araştırmasına yapılan bu katkıyı sonuna kadar “tüketmek” gerektiğini söylüyordu. Ren Nehri’nin ötesinden bir filozofun bu konu üzerine en iyiler arasında gösterdiği iki Alman tezini ödünç aldım. Ancak bunlar değeri olmayan ve anlaşılmaz derlemelerdi. Bu tür bibliyografik bir çalışmanın her şeye rağmen gerekli olduğunu söyleyen tez başkanımı konuyla ilgili bilgilendirdim. Zaman kaybından ürkmüş olan ve Almancaya pek aşina olmayan ben, üzerinde çalıştığım konudan vazgeçerek hiçbir bibliyografyanın gerekli olmadığı daha modern bir konuya geçiş yaptım.26
Üniversiteler, adaylar pahasına tez değiştirir. Birkaç yıl içinde üniversite kütüphanelerimiz ülkenin zihinsel sermayesine hiçbir katkıda bulunmayan vasat üretimler dalgası ile boğulacaktır. Özgün olmayan bu derleme eserlerle yitirilen vakit, tarihsel olarak iyi aydınlatılmış değerli çalışmalar olan İngilizce, Almanca, İtalyanca birkaç eserin çevirisine ayrılmış bir zaman olsa daha iyi olur ve ortak çalışma fonu zenginleşirdi. Böyle bir çalışma, kötü düşünülmüş ve kötü yazılmış kişisel hiçbir çaba bulundurmayan bir tezden daha iyidir.
Öncekiler
Adli ve idari alanda daha önceden verilmiş örneklere abartılı bir biçimde değer yükleyen ve çaba göstermekten kaçınan bir tutum söz konusudur. Koyun ırkından olan insan, sıradan bir girişimde bulunmaktan duyduğu dehşetle incelediği konuyu sadece yer aldığı çerçevede ele alır. Zamanını önceden alınmış bir kararı aramakla harcamayı tercih eder. Bu karar ister dürtüsel ister bilinçsiz insanlar tarafından alınmış olsun, hiç fark etmez, düşünmeyi bir kenara koyar ve bize sadece ona ayak uydurmak kalır. Alp Dağları’nda rehberlik edecek kişi ilerlenecek yolu araştırır, düşünür ve karar verir; arkadan gelenlerse önden gidenin kardaki ayak izini itiraz etmeden takip ederler. Görevleri kar üzerinde iz bırakmaya dayanan rehberlerin işi yüksek rakımlarda sürekli bir dikkat gerektirdiğinden oldukça yorucudur. Diğerleriyse sadece fiziksel bir yorgunluk duyar ve beynin razı gelinmiş uyuşukluğuyla yükseltileri aşarlar.
Farklı yönetimlerde tüm çalışmalar alınacak kararlarla sonuçlanır. Seçilene ve alınan karara karşı çıkmaktansa çoğunluğu teşkil eden güçsüz zihinler öncekilerin kazdığı yer altı çukurlarında saklanır ve yerlerinden çıkmaları da oldukça zordur. Felsefede, hatta dinde de birtakım sistemlere sığınırız ve o andan itibaren vekâleten düşünür, böylelikle de seçim yapma çabasından kurtulmuş oluruz. Her kim sistemi reddederse durgunluğun şahsi düşmanı hâline gelir; bu noktada da zahmet, sabır ve zaman gerektiren şeyi anlamaya koyulmak gerekecektir! İçimizdeki bu oyunbozan, karşımızda duranı sorgulamaya bizi zorlama niyetindedir. Duygularımızı ve gizli eğilimlerimizi pohpohlayan, bizi onaylayan hatalardan vazgeçeceğimizi mi sanıyor yoksa? Gerçekten aptalca!
Kişisel çelişkilerinden yara alan kibirli insanlardan sonra en tehlikeli olanlar, inançlarının sakin güvenliği içinde rahatsız edilmekten öfke duyan, limana vardıklarını zanneden ama açık denizin kuvvetli esintilerine tekrardan meydan okumak zorunda kalan zayıf fanatiklerdir.
Değeri olmayan bir gerçek, büyük bir şiddetle ortalığı kırıp geçirmeye tıp alanında da devam eder. Öğrenciler aceleyle ansiklopedik ve şişirme bir inceleme hazırlayarak araştırma yöntemlerine sırt çevirirler. Yoğun hafıza çabalarıyla yola devam ederler. Klinik Doktor Trousseau bilimsel kaynaklar çoğaldıkça zihnin daha tembel hâle dönüştüğünü kabul etmekteydi. Tembellik, kabul etmekten ve keyif almaktan memnuniyet duyan zihnin detaylandırmak ve üretmek konusundaki kaygısından kaynaklanır. Sıra dışı bir yeteneğe sahip olanlar kolay elde etme işine koyulurlar: Hiçbir şey üretmemeye alışırlar ve bir tür ruhsal durgunluğun içine düşerler. Bilgi açısından daha az zengin olan ve kendinden önce gelenler ise üretim üzerine aralıksız çalışmaktaydılar. Bir atletin kaslarını geliştirmesi gibi onlar da zihinsel güçlerini geliştirirlerdi. Bu şekilde verimlilik ve önem arz eden görüşler de çoğalırdı. İmkânları bol olan, karnı tok, şımarık ve asabi sizler ise sadece alıp yok etmeyi bilirsiniz. Tembel zihniniz ise şişmanlıktan boğulmak ve ölmek üzeredir.
Bir hastane kliniğinde on iki on beş civarı hastanın başında koşuşturup duran öğrencileri izlemek, dikkat dağınıklığının saçmalığını anlamak için yeterli olacaktır. Sözde çalışma alışkanlığı yıkıcı sonuçlara sahiptir. 1914 yılında, zihinleri önceden tasarlanmış fikirlerle doldurulan cerrahlarımız gerekli teçhizata sahip değillerdi:27 Sterilizasyon araçları yetersizdi ve baş ya da baş çevresinde aseptik bir operasyon yapılamamaktaydı. Pasteurcü fikirler, ön yargıları bariz bir şekilde ortadan kaldıramamıştı. Gençlerimizden kaçı bu gerçekleri fark edememelerinin karşılığını hayatıyla ödemiştir!
Aynı şekilde çok sayıda subayımız Rus-Japon savaşı ve Transvaal savaşının sonuçlarını görmezden gelerek modası geçmiş bir düşünceyle taarruza geçmişti.28
Gözden Geçirmemiz Gereken Yöntemler
Savaştan sonra, yöntemlerimizde devrim yapmak ve temelde sahip olduklarımız konusunda zihni yetiştirmek zorunda kalacağız. Yeni yetme çocuklara özgürlük duygusunu aşılamak için otorite fanatiği düzenbazlar tarafından türetilmiş ve 1. Napolyon tarafından vahimleştirilmiş bir eğitim sistemine sahibiz. Çocuğun ruhunda kendiliğinden çiçek açmasını beklemek yerine ona dışarıdan fikirler kabul ettirmeye devam ederiz.
Programların aşırılığı yüzünden saygı ve zaman isteyen bu çiçek açmayı çocuğun kişiliğinde imkânsız kılarız. Bağımsız enerjiyi ortaya çıkarmak için zamanımız yoktur. Gerçekte özgürlüğe de inanmayız ve onu, taklidi olan anarşiyle karıştırırız. Kapsamlı her zekâ eğitimi bizi ebedî akıl yasalarının mevcudiyetine götürür. Anarşistler, şeylerin yerine büyük kelimeler koyan ve toplumsal mucizeye inanan batıl söz sanatçılarıdır: Bakışlarını insan doğasının hazin gerçeklerine indirmeyi reddederler. Kendilerini samimiyetle incelemeye ve günlük davranışlarını tarafsız bir şekilde sorgulamaya razı olurlarsa mükemmel bir toplumun hepimiz gibi kusurlu insanlarla mümkün olmadığını göreceklerdir. Çünkü birçok insan Bolşevikler örneğinde olduğu gibi ilkel hayvan seviyesinde kalmıştır. Gözlerimizi gerçekleştirilemez bir ideale sabitlemek yerine gerçekleştirilebilir olandan yana çevirmeyi bilmek ve sözde zekâ üretiminden farklı olan zihinsel eğitimi değiştirmek gerekir. Gerçekte birçok öğrencimiz olağanüstü bir söz söyleme yeteneğine sahip olmasına rağmen bizler gerçek zekânın bir taklidini üretiriz. Bu taklitler günde defalarca kostüm değiştiren süslüler gibi çok az bir fikir kalabalığını giydirmek için sayısız değişik kıyafete sahiptir. Üstelik fikir yani parıltılı söz sanatı, kumaşların üzerinde dikildiği bir manken gibidir. Sadece izin verdiği dokunuşlar tarafından değerli hâle gelir. Fransa’nın çoğu ise iyi konuştukları zaman değer kazanmış olduklarına inanan insanlardan oluşur.
Gerçek Bir Zekâ, Hakikati Olduğu Gibi Görmektir
Sözlü yetenek zekânın sadece bir taklididir. Gerçek zekâ ise hakikati net bir şekilde anlamaya ve ondaki saf altını bulmaya izin veren bir mihenk taşıdır. Zekânın teşkil ettiği şey hususunda sıklıkla yanılırız. Örneğin XIV. Louis’nin sözcüsü Saint-Simon,29 kralın büyüme ve güç arzusunun yalnızca vasat bir zihin tarafından desteklendiğini söyler ve yine de kendini yetiştirebilen bir zihin olduğunu ekler. Bu kendini yetiştirme yani tecrübelerden yararlanabilme kapasitesi tam olarak gerçek zekânın tanımıdır. Saint-Simon’un kral hakkında çizdiği portrenin geri kalanı söylediklerimizi doğrular çünkü ona makul bir zihin ve birçok incelik yani tam bir hakikat duyusu atfeder. Hakikat duyusu gerçek zekânın özüdür. Zeki olmak, olanı ve olmayanı birbirinden ayırt etmek demektir; yapılabilir olanı ve olmayanı, gerçekle bağdaşanı ve bağdaşmayanı ayırt etmektir. Zeki olmak, var olan durumu temiz bir suyun dibindeki ayrıntıları görür gibi açık bir şekilde anlamaktır. Zekânın bu görüş netliği tutkuların dinginliğini ve zihnin özgürlüğünü gerekli kılar. Bu yüzden coşkun davranışlarda bulunanlar, samimiyetsizler ve güçsüzler tarafından bu bakış açısı reddedilir. Çünkü ruhun yüzeyini kırıştıran en ufak bir duygu, hakikatin görüntüsünü allak bullak ederken düşünce eyleminde amaçların ve dürtülerin hassas bir şekilde tartılmasını engeller.
Birinci Napolyon Örneği
Hakikati ayırt etmenin kırılgan ve karmaşık mekanizmasını bozan tutkuya en öğretici örneğini bize 19. yüzyılın en güçlü beyinlerinden biri vermiştir. 1809’dan itibaren Napolyon, görüş netliğini kaybetti. Kibri büyüdü ve bu kibir var olanı algılama yetisine ket vurdu. Napolyon kendi kuvvetlerini çok büyük görürken düşmanlarınınkini küçümsedi. Hizmetkârlarından biri olan Dècres 1809 yılının sonunda “İmparator delirdi, tamamen delirdi. Hepimizi başından atacak ve her şey korkunç bir felaketle sonlanacak.” diye sesleniyordu. 1812 Savaşı çılgınca bir hareket oldu çünkü imparator zorluklarla nasıl başa çıkacağını bilemedi. Bu coşkun ve güçlü zekâda hakikat duyusunun yozlaşmaya başladığı an hakkında yapılacak derin bir çalışma vardır. Aynı çalışma, daha az zeki fakat uzun zamanlı gerçekçi bir zihne sahip olan 1914 Savaşı’nın cani yaratıcısı 2. Guillaume’un hakikat duyusunun tıkanması üzerine de uygulanabilir. Bize savaş ilan etti ancak kesinlikle yanılmaktaydı çünkü Fransa’yı birkaç hafta içinde yok etmeyi planlıyordu. 2. Guillaume, Belçika’nın ve bilhassa İngiltere’nin direniş gücünü çok yanlış hesaplamıştı. Öyle ki sözde zekâsı gerçeği kavrama konusunda yeterli değildi.
Aynı şekilde görevi ülkeyi gözlemlemek ve bilgilendirmek olan tarihçilerimiz ve politikacılarımız, gerçek Almanya’yı ulusal tembelliği pohpohlayan ve yöneticilerini sarsılmaz kararların rahatsız edici vazifesine mecbur etmeyen sahte bir imajla yansıtmışlardı.
Sözde zekâlar hakikatleri görme konusunda isteksizdirler çünkü hakikatler her zaman bir adaptasyon çabası gerektirir. Hakikatten söz ederken yalnızca kendilerini, öz saygılarını, keyiflerini ve tutkularını düşünürler. Doğru olanın doğru olmasını istemezler.
Bu temel noktada başka bir örnek vereceğim. Bir lisenin öğrencilerinin başından geçen tehlikenin ardından kurum müdürüyle gaz lambasına giden ve yatakhanenin ortasından geçen yirmi metrelik bir boruyla ilgili görüştüm: Bu boru, öğrenciler için süreklilik arz eden bir ölüm tehlikesiydi. Müdür olayı kendi içinde değerlendirmek yerine kendini savunmaya geçti: Bu durum ondan önce de böyleymiş, yeterli bütçesi yokmuş… Kendimi hesaba katmayışımın ve olaylara tarafsız bir şekilde bakmanın elverişsizliğiyle şaşkına döndüm.
İşte sözde zekâya sahip bir başka müdürün portresi:
“Emrindekilerin eylemlerini onların anlık davranışlarıyla yargılar. Kendisine kişisel olarak dokunan şeyi görmezden gelemez. Aynı hatalar, hatayı yapan kişinin onu memnun edip etmemesine göre önemsiz ya da ciddi olarak değerlendirilir. Bir görevli tarafından verilen hizmetler o anın derecelendirmesine bağlı olarak önemli ya da önemsizdir.”
Zekâ Güçlü Bir Manevi Eğitim Gerektirir
Zeki olmayanlar sorunu kendi içinde görememekle tanınırlar. Büyümeyen toplumlar duygusal toplumlardır. Tek mantıkları duyguların mantığıdır yani akıl yokluğu ve tarafsız gerçeği kabulü reddedişin mantığı. Hemen hemen tüm Asya bu durumdadır. Akıl yürüten ve kendilerini saflıktan ilk kurtaranlar Yunanlılardı. Pancermenistlerin kibrinden gözleri kör olmuş Almanya, günümüzde tekrar korkunç bir tutku tarafından yönetilen duygusal bir ulus hâline geldi. Güçlü bir manevi eğitim olmadığı için eksiksiz bir zekâ da söz konusu değildir. Ben özverili olmalıyım; bana getirisi, önüme çıkarttığı engeller, bana sağlayacağı yarar ya da benden sağlayacağı menfaat ne olursa olsun gerçeği kabul etmeliyim. Zaten zayıf olanlar gerçeklikten kaçarlar. Kendi kendilerini kandırmak isterler ve korkaklıkları, hakikati ruhlarını okşayan bir yalanla değiş tokuş etmeyi tercih eder. Bu, hayatın her koşulunda geçerlidir. Tembel biriyle evlenen kör birinin, yük hayvanına dönüştürülmekten şikâyet ettiğinde gülmeye razı olması gibi. Çocuğuna sahip olmadığı nitelikleri atfeden ve çocuğun gittiği yolu değiştirmeye çalışan bir annenin gerçekle olduğu gibi yüzleşmeyi reddederek yanlış yapması gibi. Çoğu zaman olanı olduğu gibi görmek rahatsız edicidir. Kendini bize zorla kabul ettiren, sevsek de sevmesek de var olmakta ısrarcı olan; eğilimlerimize, tercihlerimize, duygularımıza karşı dingin bir kayıtsızlıkta olan bu gerçeklik dayanılmazdır! Ona karşı taraftan bakmamaya gayret edelim; belki de mucizevi ve öngörülemeyen bir olay sayesinde zorluklar ortadan kalkmaya ya da dönüşmeye razı olacaktır.
Yazık ki hakikat ne değişir ne de ortadan kaybolur! Kafasını kuma gömen deve kuşu gibi gözümüzü ya çok kapattık ya da tehlikeyle aramıza formüllerden ve kelimelerden oluşan bir sis bulutu yerleştirdik ama gerçeklik inatçıdır ve ortadan kaybolmaz.
Şimdi gerçek zekânın ne olduğunu öğrenmeye çok yakınız. Zeki olmak için aynı şeyi on farklı tarzda söyleyebilmenin faydalı olup olmadığını düşünüyoruz. Hakikatle gözümüz arasına giren ve gerçeği bize beyazken sarı, yeşilken kırmızı gösteren her duygu zekâmızı küçültür ya da yok eder. Zeki olmak için Spinoza’nın öğütlediği özgürlükten azade olmak gerekir yani gerçeği kalpten bir tevazuyla, sevgiyle olmasa da en azından dingin bir cesaretle, olduğu gibi kabul etmek gerekir. Sadece bu kabul ediş, olaylara tarafsız bakmamıza ve onları iyi ayırt edebilmemize izin verir.