
Полная версия
İrade Terbiyesi II Zihinsel Çalışma ve İrade
İlaveten çaba gösterdiği takdirde ona bir eğlence sözü vermek, onun moralini bozmak demektir. Bu, yapılacak işin sıkıcı bir angarya ya da şimdi çalışmanın gelecekte çalışmamanın tek şartı olduğu konusunda ona hak vermektir. Minimum oranda çalışmayla sonuçlanan vasat yöntemlerin varlığı bu tür zihin eğilimlerinde o kadar çoktur ki, birbirlerinin kopyası niteliğinde girdikleri bakalorya sınavlarında âdeta bir kafasızlar yığınıyla karşı karşıya kalırız. Bu yeteneksizler düşük kalitede bir çalışmayla tıp doktorasına, hukuk eğitimine kabul edilir ve sınavların yükümlülüğünden kurtulmuş bir şekilde hiçbir zihinsel çaba girişiminde bulunmaz. Hatta yüksek öğretmenlik sınavını geçmiş birçok öğretmen de buna dâhildir! Ödül sözü verilerek çocukta ilgi uyandırmayı deneme hatası, psikoloji bilmemenin bir sonucudur. Hazzın doğasının sinirleri zayıf ve değişime açık olmayan uzmanlarca hazırlanmış, tamamıyla çarpıtılan öğretisi eğitim sistemimizin bir parçasıdır. Onlara göre haz sadece dışarıdan gelebilir; yalnızca acı çeken iç organlar bilince üzüntüyü tetikleyen hisler gönderir.
Organizmalara uyarlanmış bir beslenme çeşidinin ve açık havada yaşam alışkanlıklarının yokluğunda, kas gücü gerektiren bir çalışma esnasında hareketsizlikten ve kapalı havadan zayıf düşen vücutlar başkaldırıya geçer. Kalp hızlı atar, nefes kesilir, beden terler ve geriye vücut ağrısı kalır. Devamında gelen istirahat süreci rahatsız edici ve acı vericidir. Bu hareketsiz topluluklar fiziksel aktivitenin hazzını nasıl keşfedebilir? Verimsiz ve hareketsiz bir eğitim sürecinin sonunda öğrencilerimizden sağlıksız bürokratlar ortaya çıkaranlar çocuklara bunu dayatmaktan nasıl vazgeçerler?
Hazzın Hakiki Doğası
Sağlıklı bir insanda haz ve acı, zorunlu olmak ve güç sahibi olmak arasındaki ilişkinin bilincine varılmasıdır. Acı, yalnızca yaşamsal görevler için gerekli olan enerji kaynağından harcama yapıldığında ortaya çıkar. Bundandır ki sabahın temiz havası sağlıklı bir insana hoş gelirken bir hastaya acı çektirebilir.
Haz, vücudun zafer şarkısı gibidir. Yüksek basınçla çalışan makinenin iyi işleyişini gösterir. Gücün aşırı bolluğunun bilincine varmaktır ve Descartes’ın dediği gibi biraz mükemmellik duygusudur. Organizma, tükettiğinden daha fazla güç ürettiğinde bir bolluk olur: Sinir sistemi güçlenir; tutkulu, enerjik ve sevinçli hissederiz. Nefesimiz ne kadar bol olursa kalbimiz o kadar hafifler. Claude Bernard’ın tecrübeleri, sevincin mide öz suyu üretimini artırdığını kanıtlar. Hareketler enerjik ve canlıysa yüz de gülümser. Fikir çağrışımları hareketli ve çoktur.
Modern âlimlerimiz gibi münzevi olmayan ve yaşamını dış dünyada uygulamalı şekilde sürdürmeyi tercih eden Aristo, hazzın doğasına yakından şahit olmuştur. Refah duygusu ve mutluluğu uygulama içinde görmüştür. Haz, çiçeğe verilen can suyu gibi eylemselliği hareketlendirecek bir tamamlayıcıdır. Her eylem kendine özgü hazza sahiptir ve hazzın etkisi, bağlı olduğu eylemin şiddetini artırmasındadır.
Enerjinin Derin Hazzı
Bundan dolayı bir çocuğa hazzın çekim gücü vadedildiğinde sadece tembellik ve oburluk gibi pasif ve sıradan hazlar söz konusu olabilir. Oysa onun içindeki gerçek hazzı bulması sağlandığında tek başına harekete geçmenin ilk şartını gerçekleştirmiş olur.
O hâlde daha zengin ve daha derin bir hazza doğru yola çıkalım: Hareketliliğin hazzı. İçimizde kendiliğinden açığa çıkan bu enerjinin samimi hazzına doğru inmediğimiz, onun doyurucu ve hoş hissinin tadına varmadığımız sürece başarılı sayılmayız.
Alp Dağları’na tırmanmayı birkaç facia yüzünden saçmalık olarak değerlendiren acemileri dinleyin. Kapalı şehir hayatımızın ve körelmiş entelektüel eğitimimizin, dikkatleri enerjinin yoğun sevinçlerinden başka yere çevirdiğini anlayacaksınız. Turistler genelde gösteriş yapma ve marifetlerini ortaya koyma hevesiyle harekete geçerek dağ tırmanışı yaparlar. Ancak başkalarını kandırdığı gibi kendisini de kandıran gülünç roman kahramanı Tartarin misali, eğlenceli bültenlere konu olmaktan öteye geçemeyeceklerdir.
Tan vaktinin dondurucu havasında zorlu tırmanışına devam eden dağcı, zor, dayanıklı ama derin bir haz duyar: Kendi kendinin efendisi olma hazzı. Ruhu besleyen bu güç duygusu kaynağını, dondurucu kış soğuğuna direnen tenin ve zorlanmış kasların sessizce kendini hor görmesinden alır. Kalp ritminin ve solunumun düzene girmesiyle birlikte çeviklik, güçlülük ve fiziksel bir baş döndürücülük hissine kapılır. Bu zevk duygusunda büyük sarp kayalıkların, geniş ufuk çizgisinin yol açtığı mükemmellik hissi ortaya çıkar. Güçlü bir coşku alevlenir ve nasıl ki bir çan aldığı son darbeden uzun zaman sonra bile titremeye devam eder, ruh da artan enerjisini haftalarca korur.
Zihinsel çalışma da kendi coşku anlarında buna benzer bir sevinç hissi yaratır. Yalnızca bir mükâfat ya da sınav başarısı amacıyla çalışan zihin, bu ödülün değerinden kuşku bile duymaz. Ama gerekli çabayı tüm kalbiyle gösterip, içindeki isteksiz “canavarın”, vücudunun ve alışkanlıklarının ayak diremelerini görmezden gelerek bir dağcı gibi cesaretini ortaya koyarsa karşılığını kesin bir memnuniyet duygusuyla alır. Bu duygu, tıpkı çiçeğe verilen can suyunun onu gençleştirmesi gibi hareketliliği artırıcı güçte bir tamamlayıcıdır.
İradenin Olağan Uyarıcısı
Sağlam karakterlerdeki özverili çalışma dürtüsü, zihinsel yetilerin kusursuz işleyişinden ileri gelir. Zayıf iradeye sahip öğrenciler keyifli çalışma duygusuna erişemez çünkü bu duyguyu hak etmek için göreve güvenle yaklaşmak ve karşılaşılan zorlukları coşkuyla aşmak gerekir. İradenin gerçek uyarıcısı ise kuvvetli bir çabadır.
Harekete geçme arzusunun kaynağı içimizde derinlerdedir: Hayat, harcanmaya ihtiyaç duyar ve bu ihtiyaç, enerjinin niceliği ve niteliğiyle büyür. Hareketsizlik acıların en kötüsüdür. Sağlıklı bir çocuğu gözlemlediğimizde gününü oyun oynarken olağanüstü bir güç harcayarak geçirdiğini görürüz çünkü hareket etmek onu tatmin eden neşe veren bir zorunluluktur. Aynı şekilde, öğrenciler kendi deneyimleri gereği, içsel enerjinin mutlak sevincine eriştiklerinde dış kaynaklı uyarıcılara ihtiyaçları kalmayacaktır. Ancak öğrenciyi zorunlu tuttuğumuz çalışmalar, doğal davranış eğilimlerinin uzantısı olmalıdır. Bu koşulu sağlamak için çocuğun ihtiyaçlarını, isteklerini, eğilimlerini, potansiyel enerjisini inceleme zahmetine girmek gerekir. İncelemenin sonuçlarını gizli kalmış güçlere uyarlayabilmek içinse gelişime açık olunmalıdır.
Örneğin, çocuk, istediği bir kutu ya da abajuru kolaylıkla üretebilmenin; odasının hava hacmini, bahçenin ya da havuzun alan kapasitesini; bir ağacın, evin ya da tepenin yüksekliğini hatta bir gezegenin uzaklığını basitçe ölçebilmenin geometri bilmekle olacağını anlarsa geometri ilgisini çeker.
Genç kız, günlük hayatının her alanında yasalarını uyguladığının farkına varırsa fiziğe merak duymaya başlar: Su testisini doldurmak için musluğu açması aslında birleşik kaplar yasasının sonucudur.6 Buhardan kapağı inip kalkan tencereye bakarken orada yakalanması gereken bir kuvvet olduğunu aniden fark eden Papin değil midir?7
Öğretilerinin günlük yaşama indirgenmesine şaşıran nice profesör gördüm. Madencilerin lambasını incelediğimiz bir sınıfta, öğrencinin öğretmeninin kontrolü altında Davy’nin lamba prensibini anlamadığını kanıtladığını düşünmeden nasıl ızgara yardımıyla küçük odun parçalarını yakmayı boş yere denediğini anlatmıştım.
Bir öğrenci, kendini ifade edebilmesi için önce mantıklı cümleler kurabilmeyi, daha sonra da paragraf oluşturmayı öğrenmesi gerektiğini anladığında söz sanatı derslerini tüm kalbiyle takip edecektir.
Çocuğun, ona verilen görevin istediği eylemleri yerine getirebilmesine izin veren bir araç olduğunu anlaması gerekir. Bu araç aynı zamanda eğilimlerinin görev aracılığıyla tatmin edilmesi içindir. Edinilen deneyim kişisel, hissedilen duygu da doğrudan olmalıdır.
Çocuğu kendinde gerçekleşenleri analiz etmeye yönlendirmek mümkündür. Bu durum, ona içsel sevinçlerini ayırt etmesi ve bu sevinçleri dikkat eşliğinde büyütmesi için gereklidir çünkü dikkat ışığında özen gösterdiğimiz sürece her duygu enerji kazanır ve daha da netleşir.
Bilincin yarı kapalı olması hâlinde neler olacağı konusu üzerinde daha sonra duracağız çünkü birçok öğrenci farkında olmadan kabul ettiği gerçek dışı önerilerin kurbanı oluyor. Kendi bilincinden nasıl kuşku duyulur? Yine de her öneri zihni ele geçirmeye ve dikkatleri üzerine çekmeye çalışır.
Esasen üzerinde durulduğunda bunaltıcı hâle gelen bir duygu vardır ki o da yorgunluk duygusudur. Bu duygu tehlikeli ve şeytani bir duygudur! Kendini gösterdiğinde onu devre dışı bırakmak gerekir. Eğer onu dinlersek bunalırız ve çalışma yarıda kesilir.
Zorlu bir çalışma esnasında bu duygu çoğu kez dayanılmaz ağırlığıyla ortaya çıkmadı mı? Yine de onu görmezden gelmeyi başarabilirsek benliğimizde saklı güce hayret ederiz. Bu duygu, içimizdeki çabayı sevmeyen “canavarın” yerinde durmayan bir hilekâr olmasından kaynaklanır: Bilincin kapısını durmaksızın çalar ve buna tahammül edemeyen zihin haykırmaya başlar.
Oysaki bu canavar bir yalancıdır ve yalanlarını dinlemeyi reddettiğimizde sahip olduğu ve rezervinde gizlediği güçlerini ortaya çıkarmak zorunda kalır.
Zihinsel çalışmada da aynı durum söz konusudur. Yapabileceklerimize kıyasla yaptıklarımız ne kadar da azdır! Sinsi yorgunluk hissi bilincimize doğru akar ve çalışmayı yarıda bırakmak için bahane aradığımızdan bizi evimizden kovan bu yalancıya kapılarımızı açarız.
Bunun aksine bu duyguyu kabul etmeyi kararlılıkla reddettiğimizde içimizde gittikçe zenginleşen enerji kaynaklarını keşfettiğimizi göreceğiz.
Bazı topraklarda suyun fışkırması için artezyen kuyularını derince kazmak gerekir. Aynı şekilde bazen de hareketli enerji kaynaklarına ulaşabilmek için yorgunluğun kendini hissettiren duygusuyla çukurları kazmak zorunda kalırız. Enerji ancak o zaman açığa çıkar. Karar vermekten aciz irade hastaları, ani bir duygunun etkisiyle kendilerini bile şaşırtan kahramanlıklar gösterebilirler.
Fakat derin enerji kaynaklarını fışkırtmayı başaran apansız duygular, sadece anlık bir etkiye sahiptir: Kısa süre sonra sinirler, yalancı duygulardan yorgun düşmüş bir şekilde hastalığa yenilir.
İçimizdeki hareketli enerji kaynaklarına kadar inmeye karar vermek önemlidir. Ne kalıcılığı olmayan duygulara güvenelim ne de dış uyarıcılara; bilelim ki irade, sürekliliği olan tek uyarıcıdır. Kötü alışkanlıklar nedeniyle içimizde var olan enerjinin berisinde kalırız. Kararlı olduğumuz anlarda deyim yerindeyse sahip olduğumuz gerçek enerjinin seviyesini belirlemeli ve bu enerjinin seviyenin çok altına düşmesini engellemeliyiz. Çoğunlukla yorgunluk hissiyle başladığımızda ortaya harika bir iş çıkarırız. Bunun nedeni, bu hissin yalancı bir telkin olup olmadığını doğrulamak için elimizde tek bir araç olmasıdır. O araç da eylemde bulunmaktır. Çünkü sadece eylem, bize bilincimizin gerçek kapsamı hakkında bilgi verebilir.
Bir işle karşı karşıya kaldığımızda o işe kesin bir başarı kazanacağımız duygusuyla başlayalım. Bir an bile başarısızlık ihtimalini düşünmeyelim ve azimle ilerleyelim. O esnada bozguncu fikirlerin ve duyguların birlikteliğiyle arsız bir yorgunluk hissini reddedeceğiz. Eğer işe saldırırken kararlılık ve güvenle engellerin üzerine gidilirse bu birliktelik kendini gösterebilecektir.
Öte yandan çaba asla iş sırasında acı vermezken bu acı, çalışmanın öncesi ve sonrasında ortaya çıkar. Sonrasında ortaya çıkar çünkü gerçek bir yorgunluk söz konusu olabilir; öncesinde ortaya çıkar çünkü kendimizi çalışmaya hazırlamak için gayret göstermek durumundayızdır. Zor olan bu ön dikkat çabasıdır. Fakat çalışmaya başlar başlamaz kendimizi işe kaptırırız.
Çünkü iş, her savaşta olduğu gibi heyecan verici bir mücadeledir ve kahramanlıkla arasında birtakım benzerlikler vardır. Proudhon çalışmayı savaşa benzetir. Ölüme teğet geçilen tehlikeli işler için bu doğru bir benzetmedir ancak zihinsel çalışmada ölüm söz konusu değildir. Tehlikeli olması bir yana gerçek savaş acıya, yokluklara ve engellere dayanıklılıkla, sabırla yapılır. Bunlar bilinçli zihinsel çalışanın da erdemleridir: Yalnızlık, sessizlik, kendini küçük düşüren bedenin direnmelerine karşı yerinde bir hor görme, dikkat çekmeye çalışan düşünce çağrışımlarının ve eğilimlerin sayısız girişimlerine karşı sakin bir reddediş. Birçok genç öğrenci için yoksulluk ve minimum konforu da bu reddedişlerin arasına ekleyin.
Sonrasında üstünlük kendini gösterdiğinde arkadaşların kıskançlığı ve kötü niyeti ama hepsinden kötüsü zarar vermek isteyen bir liderin kıskançlığı ve kötü niyeti ortaya çıkar! Ancak zorluklar ve haksızlıklar bize hücum ettiği vakit enerjimizin farkına varırız. Böyle bir durumda cesaretle görevimize devam etmeliyiz. “Beni incitmeye çalışanlara acı, yalnızlık, hastalık, kötü muamele, utanç diliyorum; derin bir aşağılık hissini, kendinden kuşku duymanın işkencesini, başarısızlığın sıkıntısını tatmalarını diliyorum. Onlar için merhamet duymuyorum; onlara yalnızca herhangi bir değere sahip olup olmadıklarını gösterecek şeyi diliyorum: Direnmeyi.”8
Kristof Kolomb Örneği
Cesaretsizlik anlarında bizi yüreklendiren kahraman bir arkadaşa sahip olmak faydalıdır. Kristof Kolomb’u düşünelim: Bilinmez bir okyanusta kaybolmuş, fırtınalarla, kötü beslenme koşullarıyla zorlanmış Kolomb’u. Sadece mürettebatındakilerin inançsızlıklarına ve yılgınlıklarına, yardımındaki reislerin sessiz vazgeçişlerine karşı mücadele etmek zorunda değildi. Aynı zamanda uykusuz gecelerde içindeki kuşkuya ve kriz anlarında ruhunun derinliklerinden yüzeye tırmanan korkaklık telkinlerine karşı da savaş vermek zorundaydı.
Her şeye rağmen iradesinin keskin ucu hiç körelmedi. Ne pahasına olursa olsun mücadele edeceğine bir kez karar vermişti. Şiddetli kasırgaların, adamlarının ve içindeki fırtınanın başkaldırışının karşısında yenilmez ve sağlam durmayı başardı. Sebat etmenin tüm engelleri yeneceğini biliyordu.
Kristof Kolomb, insani enerjinin mükemmel bir örneğidir çünkü maddi ve manevi tüm engeller aynı anda ona doğru gelmekteydi. Az ya da çok herhangi bir girişimde bulunan insanların hepsi başlangıçtan itibaren içsel engeller, tembellik ve üstesinden gelinmesi gereken güvensizlik duygusuyla karşılaşmışlardır; devamında ise maddi ve sosyal engellerle. Tüm bunların sonrasında yaşanılan ruhsal yücelik ise üstesinden gelinen zorluklardan kaynaklanır.
Tembelliğin yalnızca korkaklığı ve yetersizliği ifade ettiğini şimdi anlıyor musunuz?
Tembelin Ahlaki Sefaleti
Tembel insan bir asker kaçağıdır. Başkaları tarafından ortaya koyulmuş emeğin asalağı gibi durgun, değersiz, haysiyetten ve sevinçten uzak bir yaşam sürer. Tembel kişi okula başladığından itibaren hiçbir memnuniyet duygusuna sahip değildir: Kurnaz hayat anlayışıyla, sadece cezadan kaçmaya yardım eden düzmece bir çaba içerisinde gözükmek için küçültücü ve bayağı bir mücadeleye girişir.
Tembel kişi, okul çıkışında çalışkan olanların geniş görüş alanları keşfederek heyecan bulduğu yaşta gününü can sıkıntısıyla geçiren, birahane müdavimi, yetersiz bir öğrenciye dönüşür. Bu kişi, gelecekte düzmece yöntemleri, yetenek ve bilince tercih eden yetersiz bir doktor olacaktır.
Danışanı olmayan doktorlar gibi kanunlarla kafası karışan ve geleceğin kötü avukatlarının çıkacağı öğrenciler de yine bu tembeller arasındadır.
Tembel insanlar; işini başarıyla tamamlamış arkadaşlarına “şanslısın!” cümlesini kuran, kaybedenler ve kıskançlar topluluğunu oluştururlar.
Duygusuz, hayatın en kalıcı sevinçlerine dair hiçbir tat ve verim alınamayan çalışmalar, tembel insanlara tahammül edilmesi zor angarya bir iş gibi gelir.
Varlığın başlangıcında insana iki seçenek sunulur: Ya çalışmanın kurallarını kabul edeceksindir ya da işsiz güçsüz gezinen asalakların, insanların masumiyetini kötüye kullananların arasında yer alacaksındır. Bu tür sosyal parazitler, korkaklarla aynı soydandır; öyle ki azimli bir çabadan ödleri patlar. Bayle, tembelliğin, aylak insanları kabul etmeyen Tanrı’yı öfkelendirdiğini söyler.
Ancak tembelliğin mutlak olmadığını ve dereceleri olduğunu da fark etmek gerekir. Hiç kimse tembelliğin sınırlarını kendini açlıktan öldürecek kadar zorlamaz. Bundan dolayı her tembel insanda çimlendirebileceği bir istek tohumu vardır. Yine de tembeller onu kurumaya ve ölüme terk eder çünkü reddetmenin kolay olacağı kanısı, zihin tarafından anında meşru kılınmanın yollarını arar. Böylelikle her türlü çaba girişimini felç ederler.
“Telafi edilemez!”, “Yeterince vaktimiz yok!”, “Küçük bir şehirde çalışmak imkânsız!” gibi bahaneleri daha önce incelemiştik.9
Hiçbir şey yapamayacağını kabullenmek oldukça budalaca bir düşüncedir çünkü kimse hiçbir şey yapmadan duramaz. Oysa zihinsel enerji seviyesini düşüşe terk eden tembel kişi, yaşamın var ettiği ve enerjik bir insanın farkına bile varmadan üstesinden geldiği sayısız küçük işten acı çekmektedir. Gidilecek bir ziyaret, hazır bulunulacak bir akşam toplantısı, yazılacak hoş bir mektup, girişilecek bir iş irade hastası biri için oldukça yorucudur. Çalışmayı bilmeyen biri için şeytanın her şeyi zahmetli bir iş hâline dönüştürdüğü o kadar doğrudur ki.
Çalışma Yoksa Ruh Sağlığı da Yok
Demiştik ki Alpler’e zorlu bir tırmanıştan geriye nasıl ki zinde bir güç ve irade sağlamlığı kalırsa enerjik bir çalışma da aynı şekilde bizi dinç tutar. Çaba sarf eden kişi gittikçe daha kararlı, azimli, sebatkâr olur ve kendi dikkatinin yöneticisi hâline gelir.
Bu önemli bir kazançtır; üstelik tek kazanç bu da değildir. Çünkü kişinin mutluluğa dair kazandığı değer tükenmez ve halkın saygısıyla ödüllendirilir. Tecrübeli bir doktor, akılcı bir avukat, işinin ehli bir öğretmen, gerçekleri anlayan ve geçmişin etkisi altında kalmayan bir yönetici en sonunda toplumun sempatisini kazanır. Erkenden enerjilerini kaybeden ve yaşamları genellikle kıskançlar tarafından kötülükle zehirlenenler ise bu gerçek ödülden mahrum kalabilir. Yalnızca sonuna kadar dayandığımızda kıskançlığa karşı zafer kazanmayı neredeyse garantilemiş oluruz. Yine de gerçek değere sahip ruhlar için toplumsal ödüllere umut bağlamamak daha iyidir çünkü bu ödüller genellikle kimseden bir şey beklemeyen maharetli ustalara gider. Artan enerjiden kaynağını alan ve kötü talihe üstün gelen güven duygusunda ödül aramamak için sıradan bir ruh hâlinde olmak gerekir. Toplumsal ödül, çalışmanın yalnızca “yan ürünüdür”.
Keşfetmenin Mutluluğu
Keşfetmenin yoğun mutluluğu artan enerji duygusuna komşudur. Zorlu bir tırmanıştan sonra engin bir görüş açısına kavuşan dağcı misali çalışan kişi de karışık hâlde bir bilgi yığınının zihni aydınlatan hipotezler sayesinde düzene girdiğini birdenbire keşfeder. Nesnelerin ve düşüncelerin zorlayıcı karışıklığı yakından bakılan bir tablonun renk yoğunluğu kadar kaba gözükür. Bu noktada ise her şey basit ve güzel bir görünümle uyumlanır. Daha sonra olguların, güçlü bir meşe gibi aylar boyu yavaşça gelişen teoride, nasıl uysal bir şekilde yer aldığına tanık oluruz.
Bu şekilde ele geçirilen ve hayata tat katmaya yeten bazı mutluluklar yaşadım. Sainte Anne’daki Magnan servisinde bir hastanın baş ucundayken beni saran duyguyu hatırlıyorum. Bize öğretilen özgür irade teorilerinin saçmalığını birden fark etmiştim. İradesizliğin ya da isteme yeteneksizliğinin ne olduğunu o gün anlamıştım. İradenin yalnızca bir kelime olduğunu da. Bu kelimenin altında kendini gerçekleştirmek, kaslarımızdan oluşan 368 görevliye komut veren gücü ele geçirmek için mücadele eden duygulardan ve düşüncelerden oluşan bir uğultu vardır. Hastalarımızda isteme yetersizliği ya heyecanlanamamaktan ya da anında tetiklenen duyguların aşırılığından geliyordu. O anda ustaca bir taktik ve ileri görüşlü bir stratejiyle özgürlüğümüzü ele geçirebileceğimizi anlamıştım. Otuz sene boyunca bu keşfi olgunlaştırdım ve bu keşif de bir yandan İrade Terbiyesi diğer yandan İnanç isimli kitaplarıma dönüştü.
Sainte Anne’da zahmete değer duygulara meyletmeyen, bu duygulara önem vermeyen irade hastalarını incelediğimi söylemiştim. Bu hastaları zavallı kılan bir sebep var ki aynı sebepten ötürü çoğu genç insan hayatını kaçırır. O sebep de dikkat dağınıklığıdır.
Yirmi yıllık gözlem sürecinden sonra bu keşif benim bir kesinliğe varmamı sağladı: Dikkat dağınıklığını kural olarak kabul eden eğitim sistemimiz, zekânın ve enerjinin akılalmaz bir şekilde yok oluşuna neden olmaktadır.
Başka bir keşfe daha ulaştım çünkü keşfetmek, keşfin sonuçlarının zenginliğiyle somutta yürümektir: Bir köyde doğduğum için bazı ailelerde dört nesil (bir asır) boyunca süregelmiş duygunun etkileri hakkında fikir sahibi oldum. İyi birer analist olduklarından habersiz neredeyse yüz yaşındaki yaşlılara sorular sordum ve anladım ki tek korkunç yazgı, zorunluluklarımızı ve sahip olduklarımızı dakika dakika beynimize kaydeden, aşağıda bahsedeceğimiz Dürüst Muhasebeci’dir.
Evrenin sorunlarının Tanrı tarafından çözüleceğine artık inanmayan çok sayıda zihnin maneviyatsızlığından şaşkın bir hâlde, iyi niyetli küçük bir kitabın getireceği sesten şüphe duymadan Ahlak İlmi Dersi kitabımı yazıyordum… Aylarca hafızama yığılmış felsefi sistemlerin yarattığı karışıklıkta çırpındım ve defalarca bu sistemleri takip etmekten vazgeçtim fakat aniden, yüksek dinlerin ve büyük filozofların ortak gerçekliğinin içinden bir ışık belirdi. Şöyle ki, maneviyata yönelik gittikçe bilgeleşen bir gayreti olmasaydı insan hayatını hayvanların hayatından üstün kılan hiçbir şey olmayacaktı. Bundandır ki insan hayatı, tek bir mutlak değerin içinde yer alır: Aklın değeri. Eğer bu gerçeği kabul etmezsek ne sosyal görevleri ne de yazma ve düşünme özgürlüğünü yapılandırmak imkânsızdır. Düşünceler sadece dinginlik içinde gelişebilir ve sürekli bir dinginlik yalnızca adalette mevcuttur. İnsan toplumu yalnızca bu yüksek amaç sayesinde arılardan, karıncalardan ya da kunduzlardan oluşan bir topluluktan daha yüksek bir değere sahiptir. Materyalist toplum anlayışının neye dönüştüğünü görmek için Durkheim’ın sosyolojisinin dayanıksız payandalarını incelemek yeterli olacaktır.
Bir şimşek çakmasıyla, o vakte kadar hafızaya istiflenmiş düşünceler ve olaylar birikiminin aniden düzene girdiğini gördüğümüz zaman zihin üzerindeki ağır baskı ortadan kaybolur, yerini bir hafiflik ve sevinç duygusuna bırakır. Karışıklık büyük kitleler hâlinde düzene girer. Bu, kesin bir zaferden sonraki günün neşesidir. Canlandırıcı sağlamlık ve düzen duygusu yok olmaz çünkü keşfin sonuçlarının uygulanması bu duyguyu tazeler ve diyebiliriz ki emekçisi tarafından böylesi sevinç bolluğuyla ödüllendirilen zihin, daimi bir kutlama yaşar. Çalışmanın devamıyla daha büyük ödüller arka arkaya gelir.
Çalışma, Özgürlüğün Gücü
Bu olağanüstü savaştan sonra antik köleliğin yok olmadığını ama etkisini hafiflettiğini ve sinsi bir şekle büründüğünü tespit ederiz çünkü ezici bir kölelik anlayışı doğuştan zengin ve ayrıcalıklı olmayanlar üzerinde ağırlığını hissettirmeye devam etmektedir. Bu kişiler varlıklarını sürdürmek için gücü ve parayı elinde bulunduranlara bağımlıdırlar. Kölelik, çoğunlukla yorucudur ve bağımsızlığa duyulan susuzluğu ya da her insanda bulunan haysiyet duygusunu genellikle acımasızca bastırır.
Hakkını elde etmenin tek bir yolu vardır: Değerini büyütmek ve mesleğinde kimsenin yeteneklerine başvurmaktan çekince duymayacağı kaçınılmaz bir insan olmak. Değerini büyütmenin yolu ise çalışmaktan geçer. O hâlde genç insanlar şunu bilmeliler ki, bağımsızlık sadece gayret göstererek ve emek vererek kazanılır.
Ancak çalışmakla elde edilen sadece maddi kölelikten kurtulmak değildir. Cehalet de bunun kadar katı bir köleliktir:10 Eğitilmemiş zekâların kısıtlı bir hayatı vardır ve bu hayat bilgi eksikliğiyle, ön yargılarla, çevrenin bayağı duygularıyla baskılanmış gibidir. Enerjik bir insan ise vadinin dibini kaplayan bu sis bulutundan bir kanat darbesiyle sıyrılır. İnceleme yapmadan kabul etmeyi reddetmek onu özgür kılar. Düşünceleri için aklın yasalarından başka hiçbir yasayı tanımaz. En asil ve en seçkin zeki insanlar topluluğunda yer alırlar. Tüm zamanların sanatçıları, filozofları, önemli yazarları ve şairleriyle samimi arkadaşlık ilişkileri vardır. Bu ilişkiler bir milyonerin bile kıskanabileceği türdendir çünkü milyonerin masasında bir Rodin, Puvis de Chavannes, Ravaisson otursa da yalnızca çalışkan ve sabırlı bir öğrenci bu büyük insanların samimiyetini kazanabilir. Büyük insanları tanımak için zaman ve kesintisiz bir çaba gereklidir çünkü bu insanlar kendilerini sadece onlarla birlikte en azından yolun yarısına kadar gelenlere açarlar. Kendilerini yabancı ve kayıtsız kişilere açmamaya dikkat ettiklerinden büyük insanların sohbeti diğerlerine oldukça basmakalıp gözükür.