bannerbanner
Paris’te Bir Türk
Paris’te Bir Türk

Полная версия

Paris’te Bir Türk

Язык: tr
Год издания: 2023
Добавлена:
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
10 из 11

Paris’in Champs-Elysees gibi, Rue de Rivoli Caddesi gibi daha muteber yerleri varken Nasuh Efendi’nin gelip bu ilim tahsil eden talebelerin mahallesinde ikameti seçmesine bir mana veremeyecek olur iseniz size şunu ihtar edelim ki koyun gibi kendi cinsinin arkası sıra gitmeyip yani halk böyle yapıyor diye muhakemesiz halkın yaptığını yapmayıp da insan gibi kendi akıl ve vicdanının delaletine tabi olanlar, Paris’te muteber yerlere rağbet etmeye ve muteber olmayanlarından kaçınmaya hiç lüzum görmezler. Paris bir büyük şehirdir ki kâmil insan nazarında her tarafının itibarı birdir. Zira hangi tarafında bulunsanız arzu ettiğiniz taraflara sizi derhâl götürmek için faytonlar gibi, omnibüsler gibi, trenler gibi, nehir vapurları gibi binlerce nakliye aracı emrinize, yani beş on paranıza muntazırdırlar. Hangi tarafta olsanız gecenizi geçirebilirsiniz. Öyle İstanbul’da olduğu gibi Allah korusun, geceyi Fatih’te geçirmeye mecburiyet elverip de bir ahbap hanesi dahi bulunmaz ise bakkal dükkânında zeytin, ekmek yiyerek kahvehane peykesinde (O da kahveci razı olursa. Çünkü sizi kabule hiç mecburiyeti yoktur.) gecelemeye muhtaç kalmazsınız.

Bununla beraber Nasuh Efendi’nin seçmiş olduğu yer aslına bakılırsa beğenmeye değmez mahallerden değildi. En büyük mektepler oraya komşu oldukları gibi yanı başında koca Luxembourg Sarayı ve bahçesi ve yine onun yanı başında olmak üzere Odeon Tiyatrosu ve civarda Pantheon ibadethanesi ve defin yeriyle bunun meydanı vardır ki Paris’in yalnız bu parçası medenileşmiş ve gelişmiş bir devlet için başkent olmaya şayandır.

Bu mahallede oturan bir adamın pek de canı sıkılır ise Monsieur le Prince Sokağı’nı kuzeye doğru geçerek ve Mazarine Caddesi’ni dahi geçerek Enstitü Meydanı’na varabilir ki bu meydan, Seine Nehri kenarında olup oradan Louvre Sarayı ve daha alt tarafından büyük Tuileries Sarayı temaşa edilebilir. Karşı tarafa varmak için dahi ayaklarınız önüne Sanayi Köprüsü serilmiştir.

Sözü daha ziyade uzatmaya ne hacet! Gardiyanski Paris’e bir iki defa gelmiş ve oldukça her tarafını gezmiş, öğrenmiş olduğu hâlde Nasuh’un bu seçimine itiraz etmeyip “Zorla para harcamak isteyenlerden başka herkesin her arzusunu tamamlayabilecek yer burası olabilir.” diye seçme işinde Nasuh’a tabi olmuştu.

Turist rehberinin Nasuh’un ezberinde olduğunu bundan önce haber vermiştik. O hâlde Paris’in heyet-i umumiyesiyle Nasuh’un ezberinde olduğunu teslim etmelidir. Gardiyanski bu teslimiyette bulunduğu için Nasuh’un lokanta seçimine dahi itiraz etmedi. Dauphin Sokağı’nda on altı numarada “Provence’lı İki Kardeşler” levhasıyla meşhur olan lokanta seçildi ki orada bir adamı doyurduktan sonra artabilecek kadar biftek altmış santimedir (yaklaşık üç kuruş). Paris’e gidenlere malumdur ki orada lokantaların fiyatını takdir etmek için biftek fiyatı mukayese ve mikyas unsuru makamında olup böyle bifteği altmış santime olan bir lokantada iki adam yarımşar biftek yemek ve yiyecek ve diğer içecekleri de ona tatbik eylemek üzere hatta uşağın şarap parası da dâhil olduğu hâlde, iki frankla akşam yemeğini edebilirler. Adam başına birer frank yani beşer kuruş ile edilen akşam yemeğini İstanbul’da onar kuruşa ancak edebilirsiniz.

Kendi ikametgâhlarına daha yakın yerde lokantalar bulunduğu hâlde Nasuh’un birkaç yüz adım mesafede bir yeri seçmesindeki hikmeti sorar iseniz şudur ki bu kadar mesafenin insanı korkutacak kadar uzak olmamasından kat-ı nazar Odeon Meydanı ve yine bu nama mensup olan ve çoğu gencin maksimi bulunan dört yol ağzı dahi bu yolun üzerinde bulunmak cihetiyle akşam gerek yemeğe gidiyor ve gerek dönüyorken tenezzüh69 ve teferruc70 imkânı dahi eldedir.

İkinci Bölüm

Monsieur le Prince Sokağı’ndaki dokuz numaralı mefruşhane zemin katından başka üç kattan ibaret koca bir konak olup katların hepsi birbirinin aynı olduğu cihetle, yalnız birisinin mimari taksimatını kısaca haber versek hepsi için bu haber yeterli olur.

Merdivenden çıkıldığı zaman kare şeklinde bir divanhaneye çıkılır ise de buna divanhane demekten ziyade bir “maksim” demek yakışık alır. Zira bu mahallin üç kenarı üzerinde yalnız oda kapılarından başka hiçbir şey görünmeyip genişliği ise merdivenden çıkanların birkaç adımda odalarına girmelerine ancak müsait olabilir. İşbu kare üzerine açılan kapılar üç nevi miskinlerin kapısıdır. Birinci nevine “bekâr” odası ıtlak olunur71 ki kapı açıldığında tütün kutusu kadar bir medhale72 girilip ondan dahi gemi kabinelerinden biraz daha farklıca olan odaya bir kapı açılır. İkinci nevi “ikilik oda”lar olup bunlar yalnız iki adamın gecelemesine kifayet etmek üzere birinci neviden biraz daha genişçe yapılmış ve fakat şekli onun aynı olmak üzere tarh edilmiştir. Üçüncü nevi mebeyyitler “daire” dedikleri yerlerdir ki kapıdan girildiği zaman yine ufak bir kare içine girilir ise de bu kareye sağdan soldan ve karşıdan üç kapı açılır. Sağ taraftaki kapı küçücük bir Frenk mutfağıdır.

Sol taraftaki ise yine mutfak kadar küçük bir odacıktır ki ekseriya hizmetçi kalır. Karşıya gelen kapı açıldığında bir salona girilir ki yedi sekiz kişinin toplanmasına ve oturmasına müsaittir. Salonun sağında solunda dahi birer kapı bulunup içleri ikişer yatağı barındıran birer yatak odasıdır

Merdiven başında olan karenin merdiven cihetindeki kenarı üzerinde dahi dört bölüm istirahat yeri bulunup ikisinin üzerinde “hanımlar için” ve ikisinin üzerinde dahi “erkekler için” kelimeleri okunur.

İşte evin her katı bunun aynıdır. Nasuh Efendi değeri beş frank kadar farka bakmayarak ikinci katta, ikinci nevi bekâr odalarından iki oda kiraladı. Bunun birisi kendi, diğeri Gardiyanski için olacağı malumdur.

Bunların iki adama kifayet edecek olan bir daire tedarik etmemeleri ise herkesin kendi keyfinde hür olması düşüncesinden neşet eder. Hem daire kiralamaya ise mahal de yoktur. Zira daireler mutfaklarını kendileri idare edecek ailelere mahsus yerlerdir.

Nasuh Efendi ve arkadaşının ikamet için seçtikleri işbu ikinci kata, birinci neviden dört ve ikinci neviden yine dört ve dairelerden dahi iki bölüm mesken vardı ki bunların her birisini dörder oda hesap edersek tam yirmi dört oda demekti. Söz konusu mahalden ikincilerin bizimkiler tarafından kiralanan ikisinden başka birisi boş olup birisi bir Moskoflu talebe tarafından tutulmuş ve birer adamlık bekâr odalarından birisi boş olup ikisi iki Alman kardeş ve diğeri dahi yalnız bir Moskof tarafından alınmıştı. Dairelerin ise ikisi dahi dolu olup birisinde ailesiyle beraber Parisli bir genel tarih hocası ve diğerinde dahi talebeye borç para vermekle geçimini sağlayan yine Parisli bir aile halkı kalıyordu.

İlk Moskoflunun ismi Petroviç ve diğerinin İvanof ve Alman kardeşlerden birisinin ismi Friedrich ve diğerinin Guillaume ve muallim ailesinin adı Hyrienne ve sarraf ailesinin ismi dahi Savemond olduğu burada kaydı lazım gelen malumattandır.

Petroviç, Moskova şehrinin merkezinden, oldukça zengin, iri yapılı, sarı saçlı, mavi gözlü fakat bir dereceye kadar güzel bir adam olup İvanof ise Tiflis halkından yine zengince, orta boylu, nahif endamlı, kara yağız ve mamafih güzelce bir delikanlıdır. Alman kardeşlerin ikisi de bir kalıptan dökme gibi birbirine benzer, yani ikisi de hem enli hem uzun, kumral tüylü, ne güzel ne çirkin çocuklar olup bunlar Bavyeralı yani bira hemşehrisi asıl Alman oğlu Alman’dır. Hyrienne ailesinin pederi olan Monsieur Hyrienne ellisini geçmiş fakat bu ömrü içinde tarihten başka hiçbir şeye heves etmeyerek tarihi ise güya bugünkü bir mesele imiş gibi tamamıyla ezberine almış, sakalı, bıyığı tıraşlı, orta boylu, şişman, mavice gözlü, iri burunlu bir Fransız’dır. Zevcesi Madame Hyrienne, yaşça kocasıyla eşit, uzun boylu, zayıfça ve esmer yağız, oldukça nazik bir kadın olup kız kardeşi yani Monsieur Hyrienne’in baldızı Madame Garnold, henüz otuz yaşında ve oldukça beyaz ve güzelce bir kadın olduğu hâlde kocası Monsieur Garnold’un pek uygunsuz bir adam çıkmasından dolayı ayrılmış ve eniştesi yanında âdeta çocuk dadılığı ifa etmekle yiyecek bir lokma ekmek bulabilmekte bulunmuştur.

Zira Paris’te kardeş kardeşe yardım etmek gayreti değil fakat iktidarı azdır. Hyrienne’in, Poliny isminde bir kızı vardır ki on sekiz yaşına varmış olduğundan pederine, kolaylıkla çaresi bulunmaz bir baş belası olmuştu. Zira biçare Monsieur Hyrienne zengin olan bahtiyarlardan bulunmadığı cihetle kızına verecek çeyizi olmadığından ve çeyiz bulunmadıktan sonra dahi kızına müşteri çıkmayacağı ortada olduğundan bunun için ne kadar kasavetlense yeri vardı. Poliny’den başka evladı ise on iki yaşında Jean ismindeki oğluydu. Bu kadar kalabalık bir ailenin üç oda ve bir saloncuktan ibaret daireye sıkışmaları dahi servetçe olan iktidarlarını hesap etmeye yeterli olur. Savemond ailesine gelince, Madame Savemond isminde kırk yaşında şişman bir kadın ile Alfred Savemond isminde on sekiz yaşında çirkin ve sevimsiz bir oğuldan ve bir de Rose isminde Savoie’li bir işçi kadından ibaret ve gerek azlık ve gerek servet cihetiyle ikinci katın en mesutlarından sayılırlardı.

İstanbul’da bir mahalleden bir mahalleye göç ettiğiniz zaman, mahallenin kadınları hareminize gelip hoş geldin vazifesine girişirler. Vakıa bunların şu ilk ziyaretleri hareminizin alay edilmeye layık ahvali var ise onu görmek asli emeline dayandığı şüphesiz ise de böyle olmakla beraber bu hâl tanışmanın süratine yardım edeceği cihetle her hâlde makbul olması lazım gelir. Paris’te ise böyle konu komşu ile tanışma pek çabuk ve pek kolay hasıl olmaz.

Zira tanışmanın hasıl olması yani iki komşunun birbiriyle merhabalaşması için ya daireleri kapısından girer veya çıkar iken veyahut merdiven üzerinde tesadüfle boyun eğmekten başlaması lazım gelir. Nasuh bu meseleyi bilir idiyse de tanışma peydası için ayların geçmesine katlanamadığı ve bir haneye yabancı girer gibi girip çıkmayı dahi sevmediği cihetle, daha gelişinin ertesi günü komşularının birer birer kapısını çalıp girerek ve “Hanımlar! Efendiler! Kendimi size yeni komşunuz olmak üzere takdim ederim ve sizi taciz edecek hiçbir hâl ve hareketim vukuya gelmeyeceğini vaatle hakkımda teveccühünüzü rica ederim.” tarzında girişler yaparak derhâl tanışma münasebeti bağına muvaffak olmuştu. Moskoflar Nasuh’un bu hareketinden memnun kaldılar. Zira Avrupa’nın en kibar milleti Moskoflar addedilse şayandır. Zira insanoğluna derhâl temayül73 ederek ana, baba, kardeş gibi ısınmakta Türklerden bile ileridirler. Almanlar, Nasuh’un bu laubalice hareketine şaşırmışlardı. Çünkü onlar İngilizler kadar da sıcak değildirler. Hele Fransız ailelerince Nasuh’un bu hareketi yabancılığına yoruldu. Zira Paris’te ya şehvani bir menfaat veyahut nakdî bir fayda icap etmez ise birbirini bilmeyen iki adam arasındaki münasebet pek bayağı bir hâlde kalır gider.

Nasuh Efendi’nin komşularıyla tanışma akdini ettikten sonra o gün için göreceği iş, gidip Cartrisse ile Catherine’e birer ziyarette bulunmak olduğundan bunun için Gardiyanski’ye dahi refakat teklif ettiyse de Gardiyanski o gün göreceği bazı hemşehrileri olduğundan bahisle refakati kabul etmedi. Zira bunlar Paris’te yekdiğerini kâmil bir hürriyet içinde bırakmak şartıyla refakat akdi etmişler ve beraber ikameti dahi bu suretle kararlaştırmışlardı. Binaenaleyh Nasuh kendi başına evinden çıktı ve Odeon Meydanı’ndan bir araba tutarak “Rivoli Sokağı’nda Hotel Brighton, numara iki yüz on sekiz.” emrini vererek Sanayi Köprüsü’ne doğru yola revan oldu.

Buraya kadar defalarca haber vermiş olduğumuz üzere Nasuh, Paris planını o kadar ezberlemiş ve o büyük başkentin panoramasını ve büyük tarihî binalarının resimlerini o kadar incelemişti ki bu kere Rivoli Sokağı’na doğru seyahat eder iken güya kırk yıldan beri ikamet etmekte bulunduğu bir memlekette seyahat ediyormuş gibi yolculuk esnasında tesadüf ettiği Enstitü Sarayı, Louvre ve Grand Hotel de Louvre, Tuileries Sarayı ve Palais Royale gibi büyük binaları hep kendi kendisine tanır, temaşa ederdi. Nihayet Brighton Hotel’ine vardı ve Cartrisse ile Catherine’in kaldıkları yerlerinin numarasını öğrenerek evvela Cartrisse’in yanına girdi.

Cartrisse: “Vay bonjur Monsieur Nasuh! Pek geç kaldınız ya!”

Nasuh: “Bonjur madame! İşlerim ancak bitebildi. Lakin sizi Paris’te arayanlar Londra’da bulacaklar demek.”

Cartrisse: “Niçin?”

Nasuh: “Vakıa Paris’in en şerefli bir yerinde ikameti seçmiş iseniz de büsbütün İngilizlerin ikametgâhı olan mahallini tercih etmişsiniz.”

Cartrisse: “Hakkınız vardır. Bizim merdümgiriz74 Catherine’i insan içine sokmak mümkün müdür? İngilizler dahi kendisi gibi insandan kaçar adamlar oldukları için burasını tercih etti.”

Vakıa Rivoli Sokağı’nın bu semti, Tuileries Sarayı ile karşı karşıya ve Palais Royale ve Concorde meydanları gibi umumi meydanlar vesair muteber yerler ile aynı civarda olduğundan Paris’in en şerefli yeri addolunur ise de bir sırada bulunan Hotel Maurice ve Hotel Windsor, Hotel Brighton ve Hotel Wagram ile Hotel Rivoli gibi büyük misafirhaneler hep İngilizlerin karargâhı olmasıyla âdeta Londra demek gibi bir şeydir.

Gerek Cartrisse’in teklifi ve gerek Nasuh’un arzusu üzerine Catherine’i ziyarete gittiler. Catherine’in Hotel Brighton’un ikinci katında gayet mükellef bir dairenin yine gayet mükellef salonu içinde bulunduğu zaman gösterdiği tavır, Messagerie Imperiale vapurundaki tavrına dahi kıyas edilebilir değildi. Güya kendisi Fransa İmparatoriçesi Eugenie imiş de Devlet-i Aliye elçisini huzuruna kabul ediyormuşçasına vakarlı bir tavır ile karşılayarak Nasuh’un öpmesi için elini uzatmaya hemen ramak dahi kalmamıştı.

Kadının bu tavrına âdeta alaylı bir gülüşle güleceği gelen Nasuh, içinden galeyan edip gelen kahkahayı yine içinde sarf ederek görünüşte kadının muamelesine gerekli mukabelede bulunarak gayet ağır ve vakur bir muamele gösterdi ki Cartrisse şaşkınlığından Nasuh’un yüzüne bakakaldı.

Bu muamelede bulunan bir kadın ile ne söz bulunur da söylenir? Hâlbuki Nasuh arzu etmiş olsaydı söyleyecek ve kadına dahi söyletecek söz bulabilirdi. Ancak Catherine’in Fransa’yı beğenip beğenmediğine dair gayet kısa bir yolda sorduğu şeylere o dahi gayet kestirme bir yoldan cevap vererek beş on dakika vakit geçirdikten sonra kalktı, yine geldiği gibi, bir resmî veda icra olunarak oradan çıktı.

Gitti zannetmeyiniz. Cartrisse salıverir mi? Zaten salıverecek olsa da Nasuh gider mi? Bu kere Cartrisse’in odasında genişliğine ve derinliğine söze koyuldular.

Söylenen sözlerin başlangıcı Nasuh’un Fransa ve özellikle Paris hakkındaki fikrinden ibaret olup Nasuh Fransa’ya dair hariçten aldığı malumatı henüz hakikate tatbik etmemiş olduğunu cevaben arz ederdi. Derken söz yine o ela gözlü Catherine cenaplarına intikal etti:

Cartrisse: “Ey Monsieur Nasuh! Bizim kraliçe Catherine’i nasıl buldunuz? Rusya İmparatoriçesi Catherine ile bunun arasında ne fark görüyorsunuz?”

Nasuh: “Hemen hiçbir fark kalmamış! Kendisinin iltifatlı tavırlarına hayran olanlar, zat-ı hükümdarîlerini vapurda tesadüf ettirmeyi dua etmelidirler.”

Cartrisse: “Evet! Vapurda can sıkıntısından sizin gibi adamlara iltifat derecesine tenezzül ederdi.”

Nasuh: “Ey, burada canı sıkılmaz mı?”

Cartrisse: “Bana kalsa pek sıkılır. Lakin sıkıldığını bir türlü itiraf etmiyor.”

Nasuh: “Ne ile vakit geçirir?”

Cartrisse: “Bütün gün piyano başında.”

Nasuh: “Gezmeye filan?”

Cartrisse: “Zaten şimdi havalar kış. Nereye gitsin? Pek sevdiği bir müzik var ise de bazı kere operaya gider.”

Nasuh: “Fakat kimse ile görüşmez öyle değil mi?”

Cartrisse: “Ona ne şüphe? En başta scena üzerindeki locaya abone olmuştur. Çünkü o locanın özel olarak tanzim olunan perdeleri gerek ışığı ve gerek hariçten bakışların şuasını menederek içindeki zevatı umumun dürbin-i imtihanından muhafaza eyler.”

Nasuh: “Locasına da kimse girmez ha?”

Cartrisse: “Benden başka kimse girmez.”

Nasuh: (tebessümle) “Vay gidi merdümgiriz vay!”

Cartrisse: “Ya ne zannettiniz idi? Siz o mahut zafer öpücüğüne kolay kolay nail olurum hülyasında mı idiniz?”

Nasuh: “Ben size kolay kolay nail olacağıma söz vermedim. Mutlaka nail olacağıma söz verdim.”

Cartrisse: “Bana kalır ise…”

Nasuh: “Size kalmaz. Korkmayınız! Ey, operadan başka hiçbir salona gitmez mi? Buraya da ahbabını kabul etmez mi?”

Cartrisse: “Pek nadir!”

Nasuh: “Geceleri erken mi yatar geç mi?”

Cartrisse: “Amma sorgulama ha!”

Nasuh: “Yok ama verdiğim sözü yerine getirmek için işi böyle inceden inceye sormama müsaade buyurunuz.”

Cartrisse: “Doğrusunu ister iseniz operaya ve bir salona gitmediği geceler hemen erkenden yatar.”

Nasuh: “Sabahleyin?”

Cartrisse: “Sabahleyin pek erken uyanır imişse de kendisini bekleyen hiçbir işi olmadığı için kapısını açmaz imiş.”

Nasuh: “Kendi kendisini hapsedermiş ha?”

Cartrisse: “Onun gibi bir şey… Lakin ona sorsanız öyle değil. Hülyalarıyla eğlenirmiş.”

Nasuh: (biraz düşündükten sonra) “Baloya meyli var mıdır?”

Cartrisse: “Asla!”

Nasuh: “Balodan mı nefret eder, yoksa mutlaka oyundan mı?”

Cartrisse: “Ben onun hızlıca adım attığını dahi bilemem.”

Söz burada bir hayli müddet kesildi. Nasuh düşünmeye vardı, o kadar ki Madame Cartrisse Nasuh’u ikaza mecbur olarak:

Cartrisse: “Ey ama ben bu zafer öpücüğü makulesinden75 dahi vazgeçtim. O sözü bıraksak da bari biraz söz teati etsek.”

Bu söz üzerine Nasuh vakıa düşüncelerinden kendisini kurtarıp Cartrisse ile başka cihetten sohbete başladı. Cartrisse kendisini Paris’in aileleri içine sokacağı hakkında vaatler verdikçe Nasuh’un memnuniyeti artıyordu. Gardiyanski hakkında dahi sözler söylendi. Neticesinden anlaşıldığına göre Cartrisse’in Nasuh hakkındaki teveccühü kadar Gardiyanski hakkında da teveccühü olup bundan böyle kendilerini ziyarete geldikçe onu da getirmesini özel olarak ve defaatla rica etti.

İşte bu ikinci defasında Cartrisse’in odasında edilen toplantı ve sohbet, şüphesiz bir buçuk saatten ziyade uzadıktan sonra Nasuh resmî vedasını ifa ederek çıktı.

Yine gitti zannetmeyiniz. Hiç Nasuh Catherine ile ilgili Cartrisse’ten hakikatini anladığı garip hâlleri üzerine bir emare aramadan hoteli terk eder gider mi? “Böyle insan olmaz! Özellikle de böyle bir kadın olamaz!.. Mutlaka bunda bir iş vardır ki ben o sırra vâkıf olamaz ve Cartrisse’ten zafer öpücüğü alamaz isem kahrolurum!..” demişti.

Bu söz hâlâ zihninde olduğu hâlde hotelin concierge’i (yani kapıcısı demek olan dizdarı) yanına inip genç zamparaların bu adamlardan malumat almak üzere yanlarına girdikleri zaman gösterdikleri sahte mahcup tavır ile söze başlama olan beş franklık bir altını takdim etti. Böyle bir “pourboire” (şarap parası) verildiği zaman kapıcıların “Votre serviteur Monsieur!” (“Hizmetkârınızım, bendenizim efendi!”) cevabıyla muntazır kalmaları usuldendir. Bu intizarı görünce şu suretle meramını ifadeye başladı:

Nasuh: “Gece hotelin kapısı kapandıktan sonra içeriden dışarıya çıkanlar veyahut dışarıdan içeriye girenler var mıdır?”

Kapıcı: “Hotel büyük! Eksik değildir efendim!”

Nasuh: “Hayır! Sualimi anlamadınız. Eğer istediğim malumatı sizden alabilir isem siz de benden istediğiniz kadar mükâfat alacağınızı elbet anlamışsınızdır.”

Kapıcı: (yılışarak) “Canım orası öyle ya!”

Nasuh: “Dairesine girmek için gecikmiş veyahut bir mühim işi için rastgele dışarı çıkmaya mecburiyet görmüş olanları sormuyorum. Hani ya şu görünüşte dışarıya çıkacak lüzumlu bir işi olmadığı hâlde…”

Kapıcı: (hâlâ yılışık olduğu hâlde) “Anlıyorum efendim, anlıyorum. Kocasını uyuttuktan sonra baloya kaçan karıların çıktıkları gibi! Değil mi?”

Nasuh: “Tam öyle!”

Kapıcı: “Burasının İngilizlerin karargâhı olduğunu bilmiyor musunuz?”

Nasuh: “Bu hotelde İngiliz’den başka kimse de yok değil a?”

Kapıcı: “Durunuz bakayım biraz düşüneyim!.. Siz kadın soruyorsunuz. Öyle değil mi?”

Nasuh: “Öyle olacağı derhâl anlaşılabilir.”

Kapıcı: “Hayır efendim! Öyle bir kadın burada yoktur. Yalnız bir erkek vardır ki bazı kere gece yarısından bir saat evvel çıkar ve sabah açılırken döner. Bu delikanlıya merhamet ettiğim için gece kendisine kapıyı açmakta asla zorluk göstermem. O da kendisine layık olanı icradan geri durmaz ya! Allah için itiraf edelim! On franktan aşağı bahşiş vermez. Hani ya on frank da insanı gece yatağından kaldırtabilecek bir paradır.”

Nasuh: “Ey, bu delikanlı kimdir? Kimin nesidir?”

Kapıcı: “Ha bakınız size şunu da itiraf edeyim ki ben onun kim olduğuna dikkat bile etmedim. Etmedim değil edemedim! Bir İngiliz ama her zaman çıkar iken şapkasını burnu üzerine kadar indirir. Mendilini de ağzına tutar. O saat anlaşılır ki kendisini göstermek istemiyor. Benim de neme lazım? Ben yalnız on frangı görmek isterim. O bana on frangı göstersin de varsın yüzünü göstermesin!”

Nasuh: “Bu delikanlının çıktığı geceler malum mudur? Belli midir?”

Kapıcı: “Hayır pek de belli değildir. Yalnız ekseriya pazar akşamlarını geçirmez.”

Nasuh: “Ey, bundan başka böyle gizlice kimse çıkmaz ha? Özellikle kadınlardan?”

Kapıcı: “Hayır efendim hayır! Kadınlardan kimse çıkmaz.”

Nasuh: (biraz inceden inceye düşündükten sonra) “Teessüf ederim ki benden bir napolyon daha bahşiş alamadınız.”

Kapıcı: (yılışarak) “Sizin alışverişiniz bu hotel içinde olacaksa napolyonu bir defada alamaz isem bile birkaç defada olsun alabilirim.”

Nasuh: “İnşallah! Adiyö!”

Kapıcı: “Bonjur monsieur!”

Üçüncü Bölüm

Nasuh Efendi Brighton Hotel’inden çıkıp Champs-Elysees tarafına doğru büküldü ve yürümeye başladı ise de zihni gayet meşgul olduğu henüz ilk defa olarak gördüğü memleketin en meşhur bir sokağı içinde iki tarafına bakmaya dahi meydan bulamamasından anlaşılırdı.

Nelerle zihni meşgul idi?

Onu kim bilir? Fakat altı yüz adım kadar gittikten sonra kendi kendisine “Rivoli Sokağı numara *** ha? İşte şu büyük konak olacaktır.” diye bir büyük konağın kapısına yöneldi.

Biz Rivoli Sokağı’nda üç yıldız adresini tanırız. Bu adres Madame Mapercine namıyla Lyon’dan Paris’e gelirler iken trende tesadüf ettikleri kadının ikamet mahallini gösterir. Nasuh hazır Rivoli Sokağı’na kadar gelmişken bir de Madame Mapercine’in hatırını sormayı uygun gördüğünden kapının çıngırak düğmesini çekti ve kapı açılıp içeriye girdi ise de burası Hotel Brighton olmadığı ve bir hususi konak olduğu görünüşteki hâlinden anlaşılırdı.

Kendisini karşılayan üstü başı gayet temiz bir uşağa “Madame Mapercine” ismini verdiği zaman uşak şaşkın bir tavırla Nasuh’un yüzüne bakıp “Efendi! Yanlış gelmiş olmalısınız! Burası Madame Mapercine’in konağı değildir.” deyince Nasuh pek fena surette bozulmuştu. Öte tarafta bu sual ve cevabı işitmiş olan yine üstü başı temiz ve fakat ihtiyar bir uşak telaşla geldi ve “Hayır efendim hayır! Yanlış söyledi Madame Mapercine’in konağı burasıdır! O bilmez, hata etti.” yollu izahatla her ne kadar olsa Paris’in acemisi olan Nasuh’u müteselli edebilmişti. Evvelki uşak “Canım burası nasıl Madame Mapercine’in konağı olabilir ki o ismi hiç bile işitmemişiz.” diyedursun, ihtiyar uşak “Sizi kim diye haber verelim efendim?” sorusuna “Dünkü gün Lyon’dan gelir iken trende tesadüf şerefine nail olan iki yolcudan birisi deseniz kifayet eder.” cevabını alıp da bu haberi yerine ulaştırmaya gittiği zaman evvelki uşak “Çıldırmak işten bile değil! Bizim hanımın altı aydan beri Paris’ten dışarıya çıktığı yoktur. Bu herif çıldırmamış ise onun yerine ben çıldırayım!” diye mırıldanmakta kalmıştı.

Bu hitap ve cevap ihtilafı Nasuh’u dahi merakta bırakmış olsa yeridir. Ancak ihtiyar uşak dönüp de “Buyurunuz efendim! Teşrifinize muntazırdırlar!” cevabını getirdiği ve Nasuh’u alıp Madame Mapercine’in huzuruna götürdüğü zaman Nasuh trende tesadüf ettiği kadından başka bir kadın görmemişti.

Evet! Gördüğü kadın Madame Mapercine’in hem de ta kendisiydi. Lakin hâl yolda gördüğü hâl değil. Vagondaki Madame Mapercine’in hâl ve şanından kendisinin pek bayağı bir şey olmadığı anlaşıldığı hâlde salondaki Madame Mapercine’in pek büyük bir aileden olduğu anlaşılırdı. Yolda imtihan ettikleri ahvali üzerine bu kadın için “Ne ağır başlı ne hafif meşrepli ne filozof ne dindar ne Fransız ne İngiliz ne Alman!..” diye her hükmü çeker bir hüküm vermiş idiyseler de bu kere Madame Mapercine’in gayet iltifatlı, gayet zarif, şen şetaretli! Nazik!..” bir kadın olduğu görüldü. Zira bu suretle kabul etmişti ki gösterdiği herkesin beğenebileceği tavır ile Nasuh, vücudunun her kılı dibinden ve her gözeneğinden birtakım acayip ve garip hisler sızıyor zannetmişti.

Hâl ve hatır soruştuktan ve Gardiyanski’ye dair birkaç çift laf teati ettikten sonra Madame Mapercine Nasuh’un nereli olduğunu ve Paris’e ne iş için gelmiş bulunduğunu suale başladı. Ama öyle olur olmaz sual değil. Sorgulama! Binaenaleyh Nasuh dahi yolda Gardiyanski’ye hikâye etmiş olduğu ahvalin hemen hepsini Madame Mapercine’e takdirle ondan sonra kadının fikir ve mütalaa ve imtihan hevesine dair derin perdeden yanaştırdığı suallere pek zarifane ve hâlden anlar bir şekilde verdiği cevaplarla da bayağı hüsn-i teveccühünü76 celbetti. Zira bir saatten ziyade sohbetten sonra veda ederek çıktığı zaman “Monsieur Nasuh Efendi! Her salı akşamı konağımızda dost toplantısı vardır. Eğer arkadaşınız Gardiyanski ile beraber teşrife rağbet buyurur iseniz yalnız beni değil ahbap topluluğunu bile memnun edersiniz.” demiştir.

На страницу:
10 из 11