
Полная версия
Sherlock Holmes’un Dönüşü Bütün Maceraları 5
“Ona büyütecinle daha yakından bak, Bay Holmes.”
“Evet, öyle yapacağım.”
“Başparmak izlerinin herkeste farklı olduğunu biliyorsundur, değil mi?”
“Öyle bir şeyler duymuştum.”
“O zaman oradaki izle, bu sabah emrimle hazırlanan genç Bay McFarlane’in sağ başparmağının bal mumu izini bir zahmet karşılaştırır mısın?”
Bal mumu izi, kan lekesine yaklaştırdığında her ikisinin de kesinlikle aynı başparmak olduğunu görmek için büyütece gerek bile yoktu. Bizim talihsiz müşterimizin davayı kaybettiğini o an anlamıştım.
“Bu iş bitti.” dedi Lestrade.
“Evet, bu iş bitti.” diye tekrarladım isteksizce.
“Bitti.” dedi Holmes.
Ses tonu dikkatimi çekmişti ve hemen ona dönüp baktım. Yüzünde çok ilginç bir ifade sezinledim. İçten içe keyiften kıvranıyordu.
Her iki gözü de yıldızlar kadar parlaktı. Bana öyle geliyordu ki gülme krizine kapılmamak için umutsuzca bir çaba harcıyordu.
“Tanrı’m! Tanrı’m!” diyebildi sonunda, “Bunu niye düşünemedik? Dış görünüşler kesinlikle çok aldatıcı olabiliyor! Ne kadar da yakışıklı bir delikanlıydı! Kendi yargılarımıza güvenmemek gerektiğini gösteren bir ders aldık, değil mi Lestrade?”
“Evet, bazılarımız kendilerine biraz fazla güveniyor, Bay Holmes.” dedi Lestrade. Bu adamın aşağılaması sinir bozucuydu; ama yine de katlanmak zorundaydık.
“Bu genç adamın şapkasını raftan almak için sağ başparmağını duvara bastırmış olması ne kadar büyük bir şans! Ayrıca düşünecek olursan çok da doğal bir davranış.” Holmes çok sakin görünüyordu ama konuşurken bütün vücudu, heyecanını bastırmak için kıpırdayıp duruyordu. “Bu arada, Lestrade, bu müthiş buluşu kim yaptı?”
“Kâhya Bayan Lexington gece nöbette olan polis memuruna haber vermiş.”
“Nöbetçi memur neredeydi?”
“Hiçbir şeye dokunulmaması için suçun işlendiği yatak odasında nöbet tutuyordu.”
“Peki polis bu izi neden dün görmedi?”
“Aslında holde dikkatli bir inceleme yapmak için belirli bir sebebimiz yoktu. Zaten gördüğün gibi pek göze çarpan bir yerde değil.”
“Hayır, hayır, tabii ki değil. Herhâlde bu iz dün de oradaydı, değil mi?”
Lestrade, Holmes’a çıldıracakmış gibi göz attı. Neşeli tavrı ve tuhaf gözlemleri beni de oldukça şaşırtmıştı.
“Herhâlde McFarlane’in gecenin bir yarısında hapisten çıkıp kendisine karşı olan delilleri güçlendirmek için buralara geldiğini düşünmüyorsundur!” dedi Lestrade, “Dünyanın her yerindeki uzmanların bu parmak izinin ona ait olduğu kanaatine varacağına eminim.”
“Onun başparmağının izi olduğu şüphe götürmez.”
“İşte bu da yeterli.” dedi Lestrade, “Ben pratik bir adamım Bay Holmes ve delilleri elde edince hemen sonuçlara bakarım. Eğer söylemek istediğin bir şey varsa ben oturma odasında raporumu yazıyor olacağım.”
Holmes sakinliğini geri kazanmıştı; ama yüz ifadesindeki muzipliğin parıltılarını hâlâ görebiliyordum.
“Tanrı’m, bu çok üzücü bir gelişme, değil mi Watson?” dedi, “Ama çok ilginç noktalar müşterimiz için hâlâ bir ümit kaynağı olabilir.”
“Bunu duyduğuma çok memnun oldum.” dedim içtenlikle, “Onun için her şeyin bittiğini düşünmeye başlamıştım.”
“Bunu söyleyecek kadar ileri gitmezdim, sevgili Watson. Arkadaşımızın çok önem verdiği bu delilde aslında çok ciddi bir kusur olduğu gerçeği ile karşı karşıyayız.”
“Gerçekten mi Holmes? Nedir o?”
“Sadece dün, o holü incelerken o izin orada olmadığından çok eminim. Şimdi Watson, biraz çıkıp güneşte dolaşalım.”
Kafam karışmıştı; ama kalbim yavaş yavaş umut kırıntılarıyla doluyorken arkadaşıma bahçedeki yürüyüşünde eşlik ettim. Holmes evin her karışını büyük bir ilgiyle inceledi. Sonra içeri girerek bodrum katından çatıya kadar bütün binayı tetkik etti. Odaların çoğu eşyasız olmasına rağmen onları da inceden inceye kontrol etti. En sonunda, üç odası bomboş olan en üst kattaki koridora geldiğinde tekrar gülme krizine tutuldu.
“Bu davanın gerçekten olağanüstü özellikleri var Watson.” dedi, “Artık Lestrade’e sırrımızı açıklama zamanının geldiğini düşünüyorum. Önce sevinen o olmuştu ama eğer bu problemi doğru çözmüşsem biz de onun karşısında biraz eğlenebiliriz. Evet, evet, bu duruma nasıl yaklaşacağımızı çok iyi biliyorum.”
Holmes içeri girdiğinde Scotland Yard’ın müfettişi hâlâ oturma odasında raporunu hazırlıyordu.
“Bu davanın raporunu hazırlıyorsun sanıyorum.” dedi.
“Evet öyle.”
“Biraz fazla aceleci davrandığını düşünmüyor musun? Delillerin yeterli olduğunu sanmıyorum.”
Lestrade sözlerini hiçe saymayacak kadar iyi tanıyordu arkadaşımı. Kalemini bırakıp ona merakla baktı.
“Ne demek istiyorsun, Bay Holmes?”
“Sadece henüz görüşmediğin önemli bir tanığın olduğunu söylemek istiyorum.”
“Onu bulabilir misin?”
“Galiba.”
“O zaman bul.”
“Elimden geleni yapacağım. Kaç tane polis memuru var yanında?”
“Çağırdığımda en az üç tanesi gelir.”
“Mükemmel!” dedi Holmes, “Hepsi iri yarı, güçlü kuvvetli ve yüksek sesle bağırabilecek durumdalar mı?”
“Şüphesiz öyledirler ama yüksek sesle bağırabilmelerinin bu işle ne ilgisi var?”
“Biraz sonra onun nedenini, hatta başka şeyleri de anlayacaksın.” dedi Holmes, “Lütfen adamlarını çağırabilir misin? Ben de gerekeni yapmaya çalışacağım.”
Beş dakika sonra üç tane polis memuru holde toplanmıştı.
“Ek binada oldukça yüklü miktarda saman bulacaksınız.” dedi Holmes, “İki yığını içeri getirmenizi isteyeceğim. İhtiyacım olan tanığı çağırmak için bunun çok faydası olacak. Çok teşekkür ederim.
Senin cebinde kibrit olduğunu sanıyorum Watson. Evet, Bay Lestrade, hepinizden bana en üst kata kadar eşlik etmenizi isteyeceğim.”
Dediğim gibi çok geniş bir koridordu ve üç tane boş yatak odası vardı. Koridorun sonuna geldiğimizde Sherlock Holmes hepimizi sıraya dizdi, polis memurları gülümsüyor ve Lestrade, arkadaşıma, peş peşe şaşkınlık, beklenti ve küçümseme dolu ifadelerle gözünü dikmiş bakıyordu. Holmes önümüzde numara yapmak üzere olan bir sihirbaz havasıyla dikiliyordu.
“Zahmet olmazsa memurlarından birini, iki kova su getirmesi için gönderebilir misin? Samanı duvarlara değdirmeden şuradaki zemine bırakın. Sanıyorum artık hepimiz hazırız.”
Lestrade’in yüzü kıpkırmızı kesilmişti ve sinirlenmeye başlamıştı. “Bizimle oyun oynayıp oynamadığınızı bilemiyorum Bay Sherlock Holmes.” dedi, “Eğer bir şey biliyorsanız tüm bu maskaralığa gerek kalmadan anlatabileceğinize inanıyorum.”
“Yaptığım her şey için çok iyi bir nedenim olduğuna seni temin ederim sevgili Lestrade. Birkaç saat önce güneş senin tarafında olduğunda bana takılmadan edemediğini hatırlayacaksın, bu nedenle benden biraz şatafatı ve merasimi esirgemeyeceğini umuyorum. Senden rica etsem Watson, oradaki pencereyi açıp samanın ucuna bir kibrit çakabilir misin?”
Dediğini yapınca, içeri giren havayla birlikte, çıtırdayıp yanmaya başlayan samanlardan gri bir duman yükselip koridora yayıldı.
“Bakalım bu şahidi senin için ortaya çıkartabilecek miyiz Lestrade. Hep beraber ‘Yangın var!’ diye bağırmanızı rica etsem. Haydi bakalım, bir iki üç…”
“Yangın var!” diye bağırdık hep birlikte.
“Teşekkür ederim. Bir kere daha.”
“Yangın var!”
“Bir daha beyler. Hep birlikte!”
“Yangın var!” Bağırışımız bütün Norwood’u çınlatmış olmalıydı.
Sesimiz yavaş yavaş kesilmek üzereyken çok şaşırtıcı bir şey oldu. Koridorun sonundaki çok sağlam gibi duran duvarda aniden bir kapı açıldı; ufak tefek, yaşlı bir adam sığınağından çıkan bir tavşan gibi dışarı fırlayıverdi.
“Mükemmel!” dedi Holmes sakince, “Watson, samanın üzerine bir kova su atabilir misin? Bu kadarı yeterli! Lestrade, seni en önemli kayıp tanığımızla tanıştırayım, Bay Jonas Oldacre!”
Dedektif tam bir şaşkınlık içinde adama gözlerini dikip bakakaldı. Adam koridorun parlak ışığında gözlerini kırpıştırıyor ve bir bize bir de için için yanan ateşe bakıyordu. İğrenç bir yüzü vardı; kurnaz, zalim, kötü niyetli… Beyaz kirpikleri ve açık gri renk gözleriyle pişkin pişkin bize bakıyordu.
“Neler oluyor?” dedi Lestrade en sonunda, “Bunca zamandır neyin peşindeydiniz?”
Oldacre yüzü kıpkırmızı olmuş müfettişin öfkeli bakışlarından kurtulmak için zorlama bir kahkaha attı.
“Kimseye zararım dokunmadı benim.”
“Zararınız dokunmadı mı? Masum bir adamın asılması için elinizden geleni yaptınız, daha ne olsun? Buradaki beyler olmasaydı eminim başarılı olurdunuz.”
Sefil adam sızlanmaya başladı.
“Eminim öyledir, efendim ama sadece bir eşek şakası yapmıştım.”
“Ah! Bir şakaydı, öyle mi? Sizi temin ederim ki buna pek fazla gülemeyeceksiniz. Onu aşağı götürüp ben gelene kadar oturma odasında tutun!”
“Bay Holmes…” dedi herkes dışarı çıktığında, “Polis memurlarının yanında konuşamazdım ama Dr. Watson’ın yanında şunu söylemekten çekinmiyorum: Yaptıkların her ne kadar benim için muamma olarak kalsa da şimdiye kadar giriştiğin vakalar arasında en iyisini çıkardın. Masum bir genç adamın hayatını kurtardın ve bizim merkezde benim şanımın mahvolmasına sebep olabilecek büyük bir skandala engel oldun.”
“Mahvolmuşluğun aksine sevgili bayım, şanının daha da artmış olacağını göreceksin. Hazırladığın raporda bir iki düzenleme yaptıktan sonra Müfettiş Lestrade’e çamur atmanın ne kadar zor olduğunu görecekler.”
“Adından söz edilmesini istemiyor musun?”
“Kesinlikle hayır. Bu işin bu şekilde bitmesi zaten benim için yeterli bir ödül. Belki ileride, bu şevkli tarihçimin olanları kâğıda dökmesine izin verdiğim gün gereken övgüyü alırım, değil mi Watson? Hadi o zaman bu farenin nerede pusuya yattığına bir bakalım.”
Bağdadi kaplamalı ince bir duvar, koridorun sonunda altı fit kadar uzanıyordu ve içinde bayağı kurnazca hazırlanmış gizli bir kapı vardı. Odacık, saçağa açılmış küçük delikler vasıtasıyla dışarıdan aydınlatılıyordu. Birkaç parça eşya, yiyecek ve su dışında kitaplar ile gazeteler vardı.
“İnşaatçı olmanın avantajlarını görebiliriz.” dedi Holmes dışarı çıkarken, “Kimseden yardım almadan gizli yerini kolayca hazırlamış. Yalnız o değerli hizmetçisi ona yardım etti ve onu da suçlular kervanına katarsan iyi edersin Lestrade.”
“Tavsiyelerine uyacağım ama bu yerin varlığından nasıl haberdar oldun Holmes?”
“Bu adamın evin bir yerinde saklandığından emindim. Üst koridorda yürürken oranın, alt koridordan altı adım daha kısa olduğunu anlayınca adamımızın nerede olduğunu anladım. Bir yangın alarmı verilirse sessiz kalabilecek kadar sinirlerine hâkim biri olmadığını düşündüm. Elbette içeri girip onu yakalayabilirdik ama kendi kendini ele vermesi fikri hoşuma gitmişti. Ayrıca senin bu sabahki sohbetinden sonra sana biraz gizem borcum olduğunu düşündüm, Lestrade.”
“Eh, o konuda gerçekten berabere kaldık. Ama evin içinde olduğunu nereden anladın?”
“Başparmağının izinden Lestrade. Bu işin bittiğini söylemiştin, aslında evet bitmişti ama başka bir açıdan. Bir önceki gün duvarda o izin olmadığını çok iyi biliyordum. Fark ettiysen ayrıntılara çok dikkat ederim ve oradaki holü incelediğimde duvarda hiçbir şeyin olmadığını çok iyi hatırlıyorum. Bu nedenle bu iz, gece yapılmış olmalıydı.”
“Ama nasıl?”
“Çok basit. Kâğıt paketleri mühürlenirken Jonas Oldacre, McFarlane’in, parmağıyla yumuşak bal mumuna bastırmasını sağladı. Bu o kadar çabuk ve doğal gerçekleşmiştir ki genç adamın bile hatırladığından şüpheliyim. Olanlar normaldi ve Oldacre’nın bunu hangi amaçla kullanacağını o an düşündüğünü sanmıyorum. Sığınağındayken bu dava hakkında düşüncelere daldığında McFarlane’in başparmağının izini kullanarak ona karşı çok ezici bir delil elde edebileceği geldi aklına birdenbire. Bundan sonra mühürden bal mumu bir kalıp çıkarıp bu kalıbı iğneyle deldiği parmağından gelen biraz kanla ıslatmak ve gece yarısında da izi, kendisi ya da hizmetçisinin yardımıyla duvara çıkarmak zor değildi. İnzivaya çekildiğinde yanına aldığı evrakları incelersen bahse girerim ki üzerinde başparmak izi olan mührü bulabilirsin.”
“Harika!” dedi Lestrade, “Harika! Senin anlatmanla her şey açığa çıktı. Ama herkesi böyle kandırmaktaki amacı neydi, Bay Holmes?”
Dedektifin otoriter tavırlarının, birdenbire küçük bir çocuğun öğretmenine soru soruyormuş gibi değişmesi beni oldukça eğlendirmişti doğrusu.
“Ah, bunun açıklaması hiç de zor değil. Aşağıda bizi bekleyen adam kötü niyetli ve kindar bir insandır. Bir zamanlar McFarlane’in annesi tarafından reddedildiğini biliyor muydunuz? Bilmiyor muydunuz? Size önce Blackheath’e sonra da Norwood’a gitmenizi söylemiştim. Her neyse, kalbi kırılmıştı bir kere ve bu içine dert olmuştu. O kötü, entrika çevirmeye müsait beyni, hayatı boyunca intikam almak için çalışmış ama o şansı hiç yakalayamamış. Son birkaç yıldır işleri pek yolunda gitmemiş ve zor duruma düşmüş. Borçlularını atlatmak için Bay Cornelius adında birine -ki bunun da aslında farklı isim altında yine kendisi olduğunu tahmin ediyorum- yüklü ödemeler yapmış. Bu ödemelerin izini sürmedim ama Oldacre’nın ara sıra farklı bir kişiliğe bürünerek gittiği bir bankaya yatırıldığına dair hiç şüphem yok. İsmini hepten değiştirip bu parayı çekerek ortadan kaybolmayı ve hayata başka bir yerde yeniden başlamayı planlıyor olmalıydı.”
“Evet, bu oldukça mantıklı bir açıklama.”
“Ortadan kaybolarak alacaklılarının takibinden kurtulacaktı ve ayrıca eski sevgilisinin tek çocuğu tarafından öldürüldüğü intibasını vererek aynı zamanda ondan çok büyük ve ezici bir intikam almış olacaktı. Alçaklığın en büyük mimarı oldu ve bunu büyük bir ustalıkla başardı! Vasiyet fikri -ki bu da suçu işlemek için onu harekete geçirmeye yeterli bir nedendi- ailesinin bile bilmediği gizli buluşmaları, bastonu alıkoyması, kan izleri, hayvan ölüleriyle düğmelerini odun yığınına yerleştirmesi, hepsi takdire şayandı. Birkaç saat öncesine kadar kurtuluşun mümkün olmadığını düşündüğüm bir ağ kurmuştu. Ama onda sanatçıların o üstün sezgisi, nerede duracağını bilme yetisi yoktu. Zaten mükemmel olan bir planı daha da iyileştirmek, talihsiz kurbanının boynundaki ilmeği daha da sıkmak istiyordu; ama gördüğünüz gibi sonunda her şeyi berbat etti. Hadi inelim, Lestrade. Ona bir iki soru sormak istiyorum.”
Zalim yaratık her iki yanında birer polis ile kendi oturma odasında oturuyordu.
“Şaka yapmıştım, sevgili bayım. Sadece bir eşek şakasıydı.” diyerek devamlı vızıldayıp duruyordu, “Sizi temin ederim bayım, ortadan kaybolarak nasıl bir etki yaratacağımı görmek istedim. Zavallı genç Bay McFarlene’e zarar gelmesine izin vereceğimi düşünmüş olacağınızı kesinlikle tahmin etmiyorum.”
“Buna jüri karar verecek.” dedi Lestrade, “Her neyse sizi cinayete teşebbüsten olmasa bile komplo kurmakla itham edeceğiz.”
“Alacaklılarınızın Bay Cornelius’un banka hesabına kanuni yollardan el koyacaklarını da bilmenizde fayda var.” dedi Holmes.
Küçük adam aniden sıçrayarak uğursuz gözlerini arkadaşıma dikip baktı.
“Size teşekkür etmemi gerektiren birçok şey yaptınız.” dedi. “Belki bir gün borçlarımı öderim.”
Holmes keyifle gülümsedi.
“Sanıyorum önümüzdeki birkaç yıl oldukça meşgul olacaksınız.” dedi, “Bu arada eski pantolonlarınızın yanı sıra odun yığınına başka ne koymuştunuz? Ölü bir köpek… Bir tavşan… Neydi peki? Söylemeyecek misiniz? Ah, ne kadar da kötü niyetlisiniz! Her neyse sanıyorum bir iki tane tavşan hem kanı hem de kömürleşmiş külleri açıklayacaktır. Eğer bir gün bu meseleyi yazarsan, Watson, kayıtlarına tavşan olarak geçebilirsin.”
Dans Eden Adamlar
Holmes hiç konuşmadan kimya köşesinde, kötü kokulu bir malzemeyle uğraşıp saatlerce durmuştu. Başı göğsüne düşmüş, ince ve uzun gövdesiyle yaptığı işe kaptırmıştı kendini. Bu hâliyle, soluk gri tüyleri ve ibiği olan tuhaf bir kuşa benziyordu.
“Watson…” diye seslendi birden, “Demek Güney Afrika hisselerine yatırım yapmaya niyetin yok ha, öyle mi?”
Şok olmuştum. Holmes’un ilginç yeteneklerine her ne kadar alışık olsam da bu, düşüncelerimi okuyabilmiş olmasının bir açıklaması olamazdı.
“Bunu nasıl bildin?” diye sordum.
Buharı tüten bir tüpü elinde tutarken taburesinde döndüğünde derinlere dalmış gözlerinde neşeli bir pırıltı gördüm.
“Şimdi Watson, tamamen afalladığını itiraf et!” dedi.
“Öyle oldu.”
“Ama şimdi sana bununla ilgili bir kâğıt imzalatmam gerekir.”
“Neden?”
“Çünkü beş dakika sonra ne kadar da basitmiş diyeceksin de ondan.”
“Öyle bir şey demeyeceğime eminim.”
“Bak, sevgili Watson…” diyerek deney tüpünü rafa dayadı ve sınıfına hitap eden bir profesör gibi ders vermeye başladı: “Her biri diğerini takip eden ve her biri kendi içinde son derece basit olan bir dizi akıl yürütmede bulunmak aslında hiç de zor değil. Tabii eğer sonunda, ortadaki süreci atlayıp insanlara sadece başlangıç ve bitiş noktalarını anlatırsan, gereksiz yere abartılı bir tepkiyle karşılaşman da doğaldır. Bu durumda sol işaret parmağınla başparmağın arasındaki aralığa bakıp, birikimlerini altın madenlerine yatırım için kullanmamaya karar vermiş olduğunu anlamamak çok zor olur.”
“Ben hâlâ bir bağlantı kuramıyorum.”
“Kuramazsın zaten. Ama sana aralarındaki ufak bağlantıyı hemen anlatabilirim. Öncelikle bu basit zincirin kayıp halkalarından bahsedeyim: 1. Dün gece kulüpten eve döndüğünde sol işaret parmağınla başparmağın arasında tebeşir izi vardı. 2. Bilardo oynarken sopayı düzgün tutabilmek için tebeşiri tam oraya sürersin. 3. Thurston’dan başka kimseyle bilardo oynamazsın. 4. Dört hafta önce, Thurston’ın Güney Afrika’daki madenlerin hisselerine sahip olduğunu ve bunu seninle de paylaşmak istediğini söylemiştin. 5. Çek karnen çekmecemde kilitli ve benden anahtarı istemedin. 6. Demek ki paranı yatırmak istemiyorsun.”
“Ne kadar basitmiş!” diye bağırdım.
“Aynen öyle!” dedi biraz imalı bir şekilde, “Bir kere anlatılınca nedense bütün problemler sana çocuk oyuncağı gibi geliyor. Sana açıklamasını henüz yapmadığım bir problem daha var elimde. Bundan ne anlam çıkartacaksın bakalım Watson?” Masanın üzerinde duran bir kâğıt parçasını bana doğru uzatarak tekrar kimyasal analizine döndü.
Kâğıttaki anlamsız şekillere şaşkınlık içinde baktım.
“Ah, Holmes, bunlar çocuk çizimleri gibi!” diye bağırdım.
“Sen öyle san!”
“Başka ne olabilir ki?”
“Norfolk’taki Riding Thorpe Malikânesi’nden Bay Hilton Cubitt de bunu öğrenmeye çok hevesli. Bu ufak bilmece ilk posta servisiyle geldi ve o da bir sonraki tren ile gelecek. Zil çalıyor, Watson. Eğer gelen Bay Hilton değilse çok şaşırırım.”
Merdivenlerde ayak sesleri duyuldu ve hemen arkasından uzun boylu, al yanaklı, sinekkaydı tıraşlı bir beyefendi göründü. Berrak gözleriyle sağlıklı yanakları onun, Baker Caddesi’nin sisli havasından çok uzaklarda yaşadığını gösteriyordu. İçeri girerken doğu sahillerinin güçlü, taze, temiz ve sağlıklı havasını da yanında getirmişti sanki. Her ikimizle de tokalaştıktan sonra tam oturacaktı ki benim inceleyip masaya bıraktığım o tuhaf işaretlerle dolu olan kâğıda gözü ilişti.
“Eh, Bay Holmes, bunlara ne diyorsunuz?” diye sordu, “Sizin ilginç, gizemli olaylarla uğraşmayı sevdiğinizi söylemişlerdi ve sanırım bundan daha tuhafına rastlamanız mümkün değil. Ben gelmeden önce inceleme fırsatınız olsun diye kâğıdı önceden postaya vermiştim.”
“Gerçekten çok ilgimi çekti.” dedi Holmes, “İlk bakışta bir çocuğun elinden çıkmış gibi görünüyor. Çizildikleri sayfa boyunca dans eden bir dizi garip adamdan oluşuyor. Neden böyle gülünç bir şeye bu kadar çok önem veriyorsunuz?”
“Normalde önem vermezdim, Bay Holmes ama eşimi çok etkilemiş durumda. Bu olay onu ölesiye korkutuyor. Hiçbir şey söylemiyor ama gözlerindeki dehşeti okuyabiliyorum. Onun için bu meselede sonuna kadar gidilmesini istiyorum.”
Holmes daha yakından inceleyebilmek için kâğıdı güneşe doğru tuttu. Bir defterden koparılmış bir sayfaydı. Üzerindeki işaretler kurşun kalemle çizilmişti ve şuna benziyordu:

Holmes şekli bir süre inceledikten sonra kâğıdı dikkatle katlayarak cep defterinin arasına yerleştirdi.
“Bu durum oldukça ilginç bir davayla karşı karşıya kaldığımızı gösteriyor.” dedi, “Mektubunuzda birkaç ayrıntıdan söz etmiştiniz zaten Bay Cubitt ama olanları bir kez de arkadaşım Dr. Watson için anlatırsanız size minnettar kalacağım.”
“Ben pek hikâye anlatmayı beceremem.” dedi ziyaretçimiz büyük, güçlü ellerini heyecandan bir kenetleyip bir açarak, “Benim atladığım noktaları siz bana sorabilirsiniz. Anlatmaya, geçen sene evlenmeye karar verdiğim günden başlayacağım. Ancak her şeyden önce şunu belirtmeden geçemeyeceğim: Zengin bir adam olmasam da atalarım beş asırdır Riding Thorpe’ta yaşıyor ve Norfolk’ta onlardan daha iyi tanınan ikinci bir aile yoktur. Geçen sene yıl dönümü kutlamaları için Londra’ya gelmiştim ve Russell Meydanı’nda bir misafirhanede kalmaya başladım; çünkü bizim kilisenin papazı Bay Parker da aynı yerde kalıyordu. Orada Amerikalı bir genç kız vardı, adı Patrick, Elsie Patrick. Bir şekilde arkadaşlığımız başladı ve bir ayın sonunda ona, hiç kimsenin âşık olamayacağı kadar âşık olmuştum. Bir nikâh dairesinde sessizce evlendik ve Norfolk’a evli bir çift olarak döndük. Bunun çılgınca olduğunu düşünmüşsünüzdür, Bay Holmes. Yani iyi bir aileden gelen bir adamın kızın geçmişiyle ya da ailesiyle ilgili hiçbir bilgisi olmadan gidip bu şekilde evlenmesini yadırgamışsınızdır. Ama onu tanısaydınız neden böyle davrandığımı daha iyi anlardınız.
Bu konuda Elsie açık davranmayı tercih etti. Eğer vazgeçmek istersem bana gereken her türlü imkânı tanımıştı. ‘Hayatımda çok kötü arkadaşlıklarım oldu.’ demişti, ‘Hepsini unutmak istiyorum. Geçmişimden bahsetmek istemiyorum; çünkü bana çok acı veriyor. Eğer benimle evlenirsen Hilton, kişisel olarak kendinden hiçbir şekilde utanç duymayan bir kadın alacaksın. Ama sözüme güvenmelisin ve senin eşin olduğum zamandan önceki yaşantım hakkımda beni konuşturmaya çalışmayacağına dair söz vermelisin. Eğer bu şartlar sana çok ağır geliyorsa o zaman Norfolk’a geri dön ve beni içinde bulduğun yalnız hayatımla tekrar baş başa bırak.’ Bu sözleri evlenmemizden bir gün önce sarf etmişti. Şartlarına razı olduğumu söyledim ve o günden beri sözümü hiç bozmadım.
Her neyse bir yıldır evliyiz ve bu süre zarfında çok mutlu olduk. Ancak yaklaşık bir ay önce, haziranın sonlarında, ilk defa sorunlar yaşamaya başladık. Bir gün eşim Amerika’dan bir mektup aldı. Amerikan pulunu zarfın üzerinde görmüştüm. Bembeyaz kesildi, sonra mektubu okudu ve şöminenin içine fırlattı. Daha sonra bu konudan hiç bahsetmedi ve ben de o bahsi hiç açmadım; çünkü ne de olsa söz vermiştim. Fakat o günden beri asla eski huzuruna kavuşamadı. Yüzünde sürekli bir korku ifadesiyle dolaşıyordu, sanki bir şeyler olacakmış gibi beklenti içindeydi. Bana güvenseydi daha iyi olurdu. Benim onun en yakın arkadaşı olduğumu görecekti. Ama o konuşmaya karar verene kadar ben bir şey yapamazdım. Bu arada Bay Holmes, benim eşim çok açık yürekli bir kadındır. Geçmişinde ne gibi sorunlar yaşamışsa yaşasın eminim onun suçu yoktur. Ben sıradan bir Norfolk’luyum ama İngiltere’de ailesinin onuruna benim kadar önem veren bir başka adam daha yoktur. Bunu hem şimdi hem de benimle evlenmeden önce gayet iyi biliyordu. Asla şerefime leke sürecek bir şey yapmaz, bundan çok eminim.
Her neyse, hikâyemin ilginç yanına geldim nihayet. Yaklaşık bir hafta önce; aslında geçen hafta salı günüydü, o kâğıttaki gibi, tuhaf, ufak, dans eden adam figürlerini pencere kenarında gördüm. Tebeşir ile çizmişlerdi. Onları seyis yamağının çizdiğini düşündüm ama çocuk bu konuda bir şey bilmediğine dair yemin etti. Bir şekilde gecenin bir vakti oraya çizilmişlerdi. Hemen temizlettirdim ve sonra da olanları eşime anlattım. Çok ciddiye aldığını görünce şaşırdım; eğer bir daha öyle bir şey görürsem ona da göstermem için yalvardı. Yaklaşık bir hafta kadar hiç ses seda çıkmadı. Ama dün sabah bu kâğıdı bahçedeki güneş saatinin altında buldum. Bunu Elsie’ye gösterir göstermez hemen bayılıverdi. O andan itibaren sanki yarı uyanıkmış gibi dolaşıyordu. Gözlerinde gizlenmiş korkuyu çok iyi görebiliyorum. İşte bunun üzerine size mektup yazıp o kâğıdı gönderdim Bay Holmes. Bu durumu polise bildiremezdim çünkü bana gülerlerdi. Ama siz benim ne yapabileceğimi söyleyebilirsiniz. Ben zengin bir adam değilim; ancak herhangi bir şey eşimi tehdit ediyorsa bu işi çözmek için son kuruşuna kadar her şeyimi harcamaya hazırım.”
İyi niyetli bir insandı, karşımızda oturan bu köklü İngiliz beyefendisi. Samimi mavi gözleri ve geniş, sağlıklı yüzüyle; basit, dürüst ve kibar bir adamdı. Eşine olan aşkı ve güveni hemen göze çarpıyordu. Holmes onun hikâyesini pürdikkat dinlemişti ve şimdi de oturup sessizce düşüncelere dalmıştı.
“Sizce Bay Cubitt…” dedi en sonunda, “Eşinizi karşınıza alıp ondan sırrını paylaşmasını istemeniz en iyi çıkar yol değil midir?”
Hilton Cubitt koca kafasını salladı.
“Söz sözdür, Bay Holmes. Eğer Elsie bana söylemek isteseydi çoktan söylerdi. Eğer istemiyorsa ben onun güvenini sarsmak niyetinde değilim. Ancak ben, istediğim şekilde bu meseleye yaklaşmakta özgürüm ve gerekeni yapmakta kararlıyım.”