
Полная версия
Ertuğrul Bey’den Sultan Vahdettin’e Tarihin En Kudretli Hanedanı Üç Kıtanın Efendileri Osmanlılar
Osmanlı Üç Kıtada Savaştı
Osmanlı orduları Kafkaslar’da, Irak’ta, Filistin-Suriye’de, Sina-Mısır’da ve Arabistan’da, Çanakkale’de ve Galiçya’da müttefik düşmanlara karşı savaşmak zorunda kaldı. Türk kuvvetlerini Alman komutanlar yönlendirdi. Onların görüşleri, onların savaş hedefleri öncelik kazandı. Almanların sıkıştıkları cephelerde kuvvet takviyesini Osmanlılar yaptı. 600 yıllık imparatorluğun ordularının genelkurmay başkanlığına Friedrich Bronsart von Schellendorf ve daha sonra Hans von Seeckt getirildi. Almanların Galiçya cephesinde Ruslar karşısında rahatlamaları için Kafkaslar’da Ruslara cephe açıldı. Birinci Dünya Savaşı’nın ilk büyük felaketi on binlerce Türk askerinin tek kurşun atamadan soğuğa teslim oldukları Aralık 1914-Ocak 1915’teki Sarıkamış Harekâtı’yla oldu.
Birinci Dünya Savaşı’nın ikinci büyük hezimeti, Mısır’daki Cemal Paşa kumandasında Ocak-Şubat 1915’teki Birinci Kanal Harekâtı ve 27 Temmuz 1916’daki Süveyş Kanalı Harekâtı oldu. Osmanlı Devleti’nin çıkarlarına hizmet etmeyen, Almanları cephelerde rahatlatmak için açılmış bu cephede de Osmanlı kuvvetleri büyük kayıplar verdiler.
Çanakkale’de Destan Yazıldı
Birinci Dünya Savaş’ının büyük cephesi ise İngiliz-Fransız kuvvetleri tarafından Çanakkale Boğazı’nda açıldı. Mehmet Akif’in, “Şu boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi.” dediği bu savaş, Osmanlı Devleti’ne bitirici darbeyi vuracak şekilde planlanmıştı. İngiliz-Fransız ittifakı savaşı kazanmaları durumunda hem İstanbul’u ele geçirip Osmanlı’ya öldürücü darbeyi vuracaklar hem de Rusya’nın lojistik yollarını açarak Almanlara karşı Rusya’yı rahatlatacaklardı. Aynı zamanda Rusya’daki çarlık düzenini Bolşeviklere karşı destekleyip Komünist ihtilali önleyeceklerdi.
1915 yılının Ocak ayında başlayan deniz saldırısı 18 Mart 1915’te İngiliz ve Fransız kuvvetlerinin hezimeti ile sonuçlandı. Ardından kara savaşları başladı. Bu savaştan da Osmanlı kuvvetleri zaferle çıktı. On binlerce Türk’ün şehadeti pahasına müttefiklerin Çanakkale Boğazı’nı geçmesine izin verilmedi.
Ermeniler Tehcir Edildi
Osmanlı Devleti’nin üç kıtada yürüttüğü savaşlar, iç güvenlik endişesini de gündeme getirdi. Savaştan yenik çıkılması durumunda Ermeni reform taleplerinin hayata geçirilmesi kaçınılmazdı. Ermeniler de bu doğrultuda Rusların himayesinde içeride nüfus arındırma faaliyetlerini yoğunlaştırmışlardı. Bu nedenle Ermenilerin kritik bölgelerden daha az tehdit oluşturabilecekleri güney sınırlarında yerleştirilmeleri gündeme geldi. 27 Mayıs 1915’te kabul edilen “Tehcir Kanunu” ile altı vilayette yerleşik Ermeniler, Anadolu dışına sürgün edildiler. Günümüzde çok tartışılan bu kararın Almanların telkini ile alındığı ileri sürüldü. Alman elçisi Baron von Wangenheim’in Ermeniler için yapılan müdahaleleri geri çevirdiği ve Türk hükûmetinin aldığı tedbirleri ve bunun uygulanmasını onaylaması da bu iddiaya dayanak gösterildi.
Bu arada bağımsızlık için İngilizlerle iş birliği yapan Hicaz ve Necid emirlerinin isyan ederek silahlı eylemlere girişmeleri 1916’da Hicaz ve Mekke’nin kaybına yol açtı. Ardından Irak, Suriye ve Filistin bölgelerinin de elden çıkması kaçınılmaz hâle geldi.
Osmanlı Devleti’ni savaş sırasında rahatlatan gelişme ise Rusya’da Bolşevik İhtilali’nin gerçekleşmesi oldu. Rusya’nın Kafkas Cephesi’nden çekilmesine neden olan bu ihtilali, İttihat Terakki Cemiyeti de destekledi. Rusların boşalttıkları toprakları Rus ordusu içinde oluşturulan Ermeni kuvvetlerine terk etmeleri nedeniyle, Doğu Anadolu’da stabilitenin sağlanması, Batum, Ardahan, Kars gibi yerlerin Ermenilerden alınması mümkün oldu.
Son Padişah Vahdettin Oldu
Birinci Dünya Savaşı’nın bitimi Osmanlı Devleti’nin de tarih sayfalarındaki yerini almasıyla sonuçlandı. 600 yıllık devletin son padişahı ise 3 Temmuz 1918’de Sultan Mehmet Reşat’ın ölümü üzerine tahta geçen VI. Mehmet (Vahdettin) oldu.
Vahdettin tahta çıktığında Osmanlı Devleti’nin güneydeki toprakları İngiliz ve Fransızların eline geçmişti. 11 Mart 1917’de Bağdat, 11 Aralık 1917’de Kudüs, 1 Ekim 1918’de Şam, 27 Ekim 1918’de Halep İngilizlerin egemenliği altına girmişti. Aynı şekilde 6 Ekim 1917’de Beyrut, 14 Ekim 1917’de Trablusşam ve İskenderun da Fransızların egemenliği altına girmişti.
Osmanlı Devleti için son derece ümitsiz bir hâl alan savaşta, Bulgarların savaştan çekildiklerini ilan etmeleri çöküntüyü daha da hızlandırdı. Almanya ve dağılan Avusturya-Macaristan da 3-4 Kasım 1918’de savaşı bıraktığını duyurdu. İngiltere-Fransa liderliğindeki Avrupa devletlerinin galip geldiği savaşın sonunda Sadrazam Talat Paşa, 8 Ekim 1918’de istifa etti. Onun yerine 14 Ekim 1918’de Ahmet İzzet Paşa’nın başbakanlığında yeni bir hükûmet kuruldu. Kısa bir süre sonra da 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi imzalandı. Osmanlı Devleti’nin savunmasını çökerterek Anadolu’nun parçalanmasını kolaylaştırmayı amaçlayan mütareke hükümleri, Osmanlı Devleti’nin bağımsız bir devlet olarak varlığını sürdüremeyeceğinin belgesi oldu.
Son Kurtuluş Ümidi Millî Direniş Oldu
Mondros Mütarekesi ile Osmanlı Devleti’nin elinin kolunun bağlanması ve arkasından imzalanan Sevr Antlaşması ile Anadolu’nun taksim edilmesi, Türk milletinin tarih sahnesinde varlığını korumak için Anadolu’da yeniden örgütlenmeyi zorunlu kıldı. 19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a gidişiyle başlayan millî direniş çalışmaları, üç yıl sonra meyvelerini verdi. 9 Eylül 1922’de Yunan ordusunun İzmir’den denize dökülmesiyle Anadolu’da yeniden bağımsız bir devletin doğduğunun da müjdesi verildi. Edirne’den Kars’a, İzmir’den Hakkâri’ye kadar Anadolu’nun bütününün hukukuna ilişkin anlaşma Lozan’da imzalandı. Mudanya Mütarekesi’nin ardından 24 Temmuz 1923’te Lozan’da atılan imzalarla Osmanlı Devleti’nin tarih sahnesindeki yerini aldığının işareti verildi.
Esasında İngiliz-Fransız ittifakının Lozan görüşmelerine İstanbul hükûmetini de davet etmeleri saltanatın kaldırılmasını hızlandırdı. Tevfik Paşa’nın Ankara’daki Millî Meclisi İstanbul’un emrine girmeye çağırması saltanat tartışmalarını yoğunlaştırdı. TBMM’de yapılan görüşmeler neticesinde 1-2 Kasım 1922’de saltanat kaldırıldı. Bunun üzerine İstanbul’daki Tevfik Paşa hükûmeti 4 Kasım 1922’de istifa etti. Vahdettin yeni bir hükûmet kurma girişiminde bulunmayarak saltanatın kaldırılması kararına uyduğunu gösterdi. 16 Kasım 1922’de İngilizlere sığınarak İstanbul’dan ayrılıp Malta Adası’na gitti. Vahdettin aynı zamanda halifelik unvanına sahip olduğu için Büyük Millet Meclisi, onu hal ederek, yerine 19 Kasım 1922’de Abdülmecit Efendi’yi seçti. 29 Ekim 1923’te cumhuriyetin ilan edilmesi ve Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın cumhurbaşkanı seçilmesiyle kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti Ankara oldu. 1,5 yıl kadar halife unvanıyla İstanbul’da görev yapan Abdülmecit Efendi’nin görevine de 3 Mart 1924’te halifeliğin ilgası kanunu ile son verildi. Kabul edilen bu kanun ile aynı zamanda Osmanlı Hanedan mensupları ile birlikte Abdülmecit Efendi de Anadolu dışında yaşamaya mecbur edildi. Böylece 620 yıllık Osmanlı Hanedanı ve 1292 yıllık hilafet müessesesi tarihe karışmış oldu.
OSMANLI PADİŞAHLARI


ERTUĞRUL GAZİ (? / 1281-1282)
Kimliği ve hayatı hakkındaki bilinenler kısıtlıdır. Ertuğrul Gazi’ye ilişkin ilk bilgiler, 15. yüzyıl başında yazılmaya başlanan ilk Osmanlı kroniklerinde yer alır. Bu kaynakların birçoğunda Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey’in babasının adının Ertuğrul olduğu ve Oğuzlar’ın Kayı Boyu’na mensup bulunduğu belirtilmiştir.
Ertuğrul Gazi’nin soyu Oğuz Han’a ve hatta oradan Nuh Peygamber’e kadar götürülür. Osmanlı Devleti’nin ilk yılları hakkındaki bilgilerin pek çoğu menkıbe niteliğindedir. İlk Osmanlı tarihçilerinden Ahmetî, Enverî ve Karamani Mehmet Paşa, Ertuğrul Gazi’nin babasının adının Gündüz Alp olduğunu yazmışlardır. Nitekim kazılarda ortaya çıkartılan, Osman Bey’e ait bir sikkede “Osman b. Ertuğrul b. Gündüz Alp” ibaresinin bulunması bu tarihçileri doğrulamıştır.
Türk tarihinde hükümdar çıkartan Oğuz boylarından biri de Kayı Boyu’dur. Ertuğrul Gazi’nin dedeleri, Anadolu’nun fethi sırasında Sultan Tuğrul Bey ve Alparslan’ın emirlerinin maiyetinde olarak önce Ahlat bölgesine gelmişler ve buradan Anadolu’ya yapılan gaza ve fütuhat hareketlerine katılmışlar, daha sonra Ahlat emirlerine bağlanıp onların maiyetinde Gürcülere ve Trabzon Rum İmparatorluğu’na karşı savaşmışlardı.
13. yüzyıl başlarında Ahlat’ın Eyyûbîler’in eline geçmesi ve ardından Moğolların Ahlat bölgesini istila etmeleri üzerine Ertuğrul Gazi’nin dedeleri, Mardin’e gelerek kendileri gibi Kayı Boyu’na mensup bulunan Artukoğulları’na bağlandılar.
Gündüz Alp ve beraberindeki Türkmenleri, Anadolu’nun içlerine gitmeye zorlayan ise Mardin ve çevresini Moğolların yağmalaması oldu. Gündüz Alp’e bağlı Kayı Boyu’na mensup Türkler, Mardin’den önce Erzurum yakınlarındaki Pasinler Ovası’na ve Sürmeliçukur’a yerleştiler. Ancak Gündüz Alp’in ömrü vefa etmediği için kısa bir süre sonra Pasinler’de vefat etti. Bunun üzerine yerine oğlu Ertuğrul Gazi geçti.
Moğol İstilası Batıya Göçe Zorladı
Moğol istilasının Erzurum ve çevresini tehdit etmesi üzerine Ertuğrul Gazi’nin abileri Sungur Tekin ve Gündoğdu, Anadolu’da ilk yerleştikleri bölge olan Ahlat’a geri döndüler. Ertuğrul Gazi ise kardeşi Dündar Bey ile birlikte batıya doğru göç ederek Sivas yakınlarında konakladı. Bu konaklama esnasında Selçuklu ordusu ile büyük bir Moğol birliğinin savaştığını ve Moğolların Selçuklu ordusunu bozmak üzere olduğunu gördü. Ertuğrul Gazi, Selçuklu ordusuna yardım edince savaşın seyri değişti ve savaşı Selçuklular kazandı. Neşrî’nin Cihannüma adlı eserinde tarihte Yassı Çemen Savaşı olarak geçen bu savaşın 1230 yılında Selçuklu Sultanı I. Alâeddin Keykubad ile Harezmşahlar arasında yapılan savaş olduğu kaydedilmiştir. Savaştan sonra Alâeddin Keykubad, Ertuğrul Gazi’ye yardımlarından dolayı iltifatlarda bulunarak hilat giydirdi ve Selçuklu ülkesinde yaşamak için göç ettiklerini öğrenince Ankara yakınlarındaki Karacadağ ve çevresini ona verdi. Böylece Ertuğrul Gazi, aşireti ile birlikte 1230 yılında bir süre Karacadağ bölgesine yerleşti. Ardından da oğlu Savcı Bey’i Sultan Alâeddin Keykubad’a göndererek yeni yurt istedi. Osmanlı kaynaklarına göre sultandan gerekli izni aldıktan sonra, belki de daha verimli topraklar elde etmek üzere batıya doğru hareketle Bizans sınırlarına kadar gelerek Söğüt dolaylarına, Aşağı Sakarya Havzası’na yerleşti. Burada Bizans sınırlarındaki kasaba ve köylere karşı akınlar düzenlemeye başladı. Bu sırada I. Alâeddin Keykubad, ülkesinin batı sınırlarını itaat altına almak amacıyla Bizans topraklarına bir sefer düzenledi. Konya’dan 1231 yılında hareket eden ordu, Sultanöyüğü’ne (Eskişehir) geldiğinde Ertuğrul Bey de maiyetiyle birlikte buraya gelerek sultana katıldı. Selçuklu ordusuyla, İznik Rum İmparatoru Teodoros Laskaris’e bağlı birlikler arasında bugünkü Pazaryeri ile Bozüyük arasındaki Ermeni Derbendi denilen yerde yapılan savaşı, Ertuğrul Bey’in emrindeki akıncı süvarilerinin başarılı mücadelesi sonucunda Selçuklu ordusu kazandı. Bu haber Sultanöyüğü’nde bulunan Alâeddin Keykubad’a ulaştığında sultan çok sevindi ve Ertuğrul Gazi’yi taltif ederek Eskişehir ve çevresini kendisine verdi. Böylece Ertuğrul Gazi, aşireti için daimî bir yaşam alanı elde etmiş oldu.
Bizans Tekfurlarıyla Savaşarak Faaliyetini Artırdı
Selçuklu Devleti, doğudan gelen Moğol istilasına karşı, Batı’da Bizans’a karşı savaşı devam ettiriyordu. I. Alâeddin Keykubad 1231 yılındaki zaferden sonra bölgenin önemli merkezlerinden olan Karacahisar’ı kuşattı ancak bu sırada Moğolların Anadolu’ya girdikleri haberini alınca şehrin işgalini Ertuğrul Gazi’ye bırakarak geri dönmek zorunda kaldı. Ertuğrul Gazi ve beraberindeki Türkmen beyleri uzun süren bir mücadele sonucunda aynı yıl Karacahisar’ı ele geçirdiler. Elde edilen ganimetin beşte birini Konya’ya gönderdiler. Ardından Söğüt üzerine yürüyerek Osmanlı Beyliği’nin ilk başkentini ele geçirdiler. Ertuğrul Gazi, kazandığı zaferlerden sonra Konya’nın da icazetiyle Söğüt ve çevresini yurt edindi.
Ertuğrul Gazi, aşiretine yurtluk edindikten sonra sınır boylarındaki Bizans tekfurlarıyla yakın ilişki kurdu. Özellikle Bilecik ve Osmaneli tekfurları ile geçinme yoluna gitti.
Ertuğrul Gazi, aynı zamanda Selçuklular’ın Kastamonu uç beyi olan Hüsamettin Çoban’ın oğulları ile de dostluğunu ilerletti. Böylece kışları Söğüt’te, yazları da Domaniç yaylalarında geçirmeye başladı. Bu esnada zaman zaman da Bizans sınırlarına akınlar düzenledi. Bu akınlar sırasında Anadolu’ya akın akın gelen Türk boylarının beylerinden Akça Koca, Samsa Çavuş, Kara Tegin, Aykut Alp ve Konur Alp gibi tecrübeli uç beyleri de etrafında toplandı. Böylece Ertuğrul Gazi’nin aşiretinin etkinliği Söğüt sınırlarının dışına taştı. Osmanlı kaynaklarındaki rivayetlere göre Batı Anadolu’da Anadolu Selçukluları’na bağlı bir uç beyi olarak faaliyetlerini sürdüren Ertuğrul Gazi, 13. yüzyılın son çeyreğine kadar hayatını devam ettirdi. Bu dönemde Moğol istilasından uzakta aşiretini güven içinde yöneten Ertuğrul Gazi, hayatının son günlerinde aşiretin yönetimini oğlu Osman Gazi’ye bıraktı. Ölüm tarihi konusunda ihtilaf söz konusudur. Bazı kayıtlarda 1281-1282 yılları verilirken, bazı kayıtlarda da 1288-1289 yılları verilmiştir. Kabri Söğüt ilçesindedir.
I. OSMAN (OSMAN BEY) (1299-1324)
Ertuğrul Gazi’nin üç oğlundan biri olan Osman Bey, 1258 yılında Söğüt’te doğdu. Osman Bey’in diğer kardeşleri Saru Yatı ve Gündüz’dür.
Osman Bey, gençliğini babası Ertuğrul ile Söğüt’te geçirdi. Osman Gazi’nin gençliğinde Eskişehir ve çevresinde gelişmiş bir yerleşik hayat vardı. O dönemde Eskişehir, Eskihisar, İnönü ve Söğüt’te oturan beyler birbirleriyle rekabet hâlindeydi.
Osman Bey’in mensup olduğu Kayı Boyu, 11. yüzyılda diğer Oğuz boyları gibi büyük kitleler hâlinde Anadolu’ya gelmiş ve küçük gruplar hâlinde ülkenin çeşitli bölgelerine yerleşmişti. Diğer Türk boyları gibi Osmanlılar da mensup oldukları Kayı damgasını bir egemenlik sembolü olarak sikkelerinde ve önemli eşyalarında kullanmışlardır. Fuat Köprülü, Osmanlı Devleti’nin ilk etnik çekirdeğini Kayıların oluşturduğunu belirtmiştir. “Oğuzname”ye göre Oğuz Han yirmi dört boy arasında egemenlik kavgası olmaması için töre koymuş, her birinin mansıbını, nişan ve damgasını tayin etmiştir. Oğuz’un öncelik verdiği oğlu Gün Han’dır. Ona bağlı boylar başta Kayı olmak üzere Bayat, Alkaevli, Karaevli’dir. Kayı’nın damgası “IYI”dır. Oğuz Han’ın kendisinden sonra töre gereği Kayı, hanlar hanı olmuştur. Âşıkpaşazade Tarihi’nde de Osman’ın soy kütüğü Oğuz Han’a kadar götürülmüştür. Osmanlı sultanları bundan sonra bu teoriyi hararetle benimsemiş ve bir Oğuzculuk geleneği yerleşmiştir.
Osman da babası gibi, uçta Türkmenleri ve yerini yurdunu terk etmiş garipleri gaza savaşları için örgütleyen subaşılardan bir alp gazi idi.
Osman Gazi’nin gazalardaki yoldaşları Turgut, Aykut, Saltuk, Hasan gibi alplerdi. Alpler, Selçuk uç toplumunda Türkmen savaşçılarını sefere götüren deneyimli, iyi silahlanmış komutanlardı. Alp gaziler göçebe Türkmenleri gaza için örgütlüyorlardı. Osman Gazi’nin kuvvetleri çoğunlukla uzaklardan, Kastamonu yöresinden gelen garip Türkmenlerdi. Bunlar kızıl börk giyip savaşçı olarak ayrıcalık kazanıyor, böylece göçebe topluluğunda farklılaşıyorlardı.
Nüfuzunu Gazalarla Genişletti
Bizans topraklarına düzenlenen gazaların amacı, egemenlik alanını genişletmekti. Osman Gazi, ele geçirdiği topraklardaki Hristiyan halka nasıl davranılması gerektiğini din âlimlerine danışır ve uygulamayı onların gösterdiği yönde yapardı. Fıkıh okumuş Şeyh Edebali ve Dursun Fakih, Osman’ın danışmanları idi.
Osman Bey’in seferlerinde alpler “yarar yoldaş” ve “nöker”leri idi. 13. yüzyıl Moğol toplumunda nöker “soylu kişilerin, bahadırların evinde ve seferde yanından ayrılmayan hizmetkârı ve silah arkadaşı” olarak tanımlanır. Esirlikten gelen nöker kendine tabi olanlarla birlikte şefin hizmetine girer. Çoğu esir edilip ant içmekle başbuğa hayat boyu bağlı silah arkadaşıdır. Osman Bey zamanında Köse Mihal bu tip bir nökerdir. Osman, 1299 yılında topraklarını Eskişehir’den Bilecik ve Yenişehir’e kadar genişletti. Osmanlı Devleti’nin kuruluş tarihi olarak kabul edilen bu tarihte İnönü’yü oğlu Orhan Bey’e, Yarhisar’ı Hasan Alp’e, İnegöl’ü Turgut Alp’e verdi.
Osman Bey ile gazalara çıkan Saltuk, Hasan ve Konur da önde gelen alplerdi. Bu alp ve nökerlerin çocuk ve torunları sonraları devlet idaresinde önemli makamlara gelerek daha sonraki yıllarda Osmanlı aristokrasisini oluşturdular.
Selçuklular’da ve Osmanlı klasik döneminde yurt veya yurtluk, “bir göçer ev grubunun reisine özerklikle verilen bir arazi birimi” olarak tanımlanmaktadır. Diğer bir ifadeyle yurt soylu bir bahadıra ait toprak parçasıdır. Osman Bey de alınan vilayetleri gazilere paylaştırıyordu. Bu yurtlandırma sistemi daha sonra Rumeli’de gaza yapan uç beyleri Evrenosoğulları, Mihaloğulları, Paşayiğitoğulları için de uygulandı.
Şeyh Edebali, Nüfuzunu Güçlendirdi
Osman Bey, bölgede Bizans topraklarına karşı akın yapanlar arasında en atılgan önder idi. Uç boylarında gaziler-alpler gaza ve ganimet seferlerinde en başarılı önderin bayrağı altına girerlerdi. Osman Bey’i diğer alplerden üstün duruma getiren bir başka özellik, rivayete göre bir Vefai-Babai tarikat halifesi olarak uç beyliğine gelen Edebali’nin manevi desteği olmuştur.
Osman Bey’in 1304’te düzenlediği Sakarya Seferi’nde Osmaneli ve Çadırlı tekfurları kendisine itaat ettiler ve Osman Gazi’ye has nöker oldular. Nökerlik sistemi, Osmanlı Devleti’nin gelişme çağında kul sistemine dönüştü. Padişahın yeniçerileri, gulam-ı mir denilen bey kulları, tımarlı sipahilerin hizmetkârı kullar, hep nöker durumunda idi.
Osman Bey, bir bölgeyi ele geçirdikten sonra, o bölgeyi nasıl örgütleyeceğini fakihlere sorardı. Örgütleme konusundaki en önemli yardımcıları ise ahiler ve fakihlerdi. Fakihler İslam hukukunu, Sünni akaidini ve İslam kurumlarını bilen insanlar olarak beye yönlendirici bilgi verirler, daha küçük yerleşim yerlerinde imamlık hizmeti yürütürlerdi. Osman Bey döneminde bu fakihlerin en meşhuru Dursun Fakih idi.
1285-1291 yılları arasında Türkmenler, Konya’daki Selçuklu sultanına ve Moğollara karşı isyan ettiler. Ortaya çıkan karışıklıktan yararlanan Osman Bey de 1288 yılında Karacahisar’ı ele geçirdi.
Anadolu’daki İç Kargaşa Osmanlı Devleti’ni Doğurdu
Osman Bey’in, komşu tekfurlara ve Bizans topraklarına karşı gaza hareketine başlaması, Anadolu’daki Türkmenlerin Moğollara karşı isyan hareketlerini artırmasıyla hızlandı. Anadolu’daki Moğol işgalinin sona ermesi için, Mısır Memlûkleri de Türkmenlere yardım gönderdi. Bu dönemde Osman Bey, Moğol müdahalesinden çekinmeden gaza hareketlerini artırdı. Özellikle Sülemiş’in İlhanlılar’a karşı isyanı uç Türkmenlerinden destek gördü. Memlûk Devleti’nin desteğinden dolayı, Osman Bey oğullarından birinin adını Melik Nasır koydu.
Bizans, Moğol, İlhanlı, Selçuklu ve Memlûk çekişmesi sırasında Anadolu’da iyice bozulan siyasi istikrar, Osman Bey’in 1299’da Bilecik’i fethetmesine fırsat verdi. Bu fetih de Osmanlı Devleti’nin resmî kuruluş tarihi olarak kayıtlara geçti.
Osman Bey, ilk zamanlarda Bilecik tekfuruna “mudârâ”1 gösteriyordu. Osman Bey, 1284 yılında, Söğüt-Domaniç arasında göç ederken Bilecik tekfurunun himayesine muhtaçtı. İnegöl Ovası’nda sürüler tarım topraklarını çiğnediği için İnegöl tekfuruyla aralarında başından beri düşmanlık vardı. Osman’dan armağan alan Bilecik tekfuru onu koruyordu. Osman bu bölgede göç yolunu engelleyen İnegöl tekfuru ile çatışma hâlindeydi. Söğüt-Domaniç yolu üzerindeki Ermenibeli çatışması yerel önemsiz bir karşılaşma idi.
Bilecik’i Alarak Bağımsızlığını İlan Etti
Ermenibeli’nden elde edilen zaferden sonra, Osman Bey, Edebali eliyle gaza kılıcı kuşandı ve bölge tekfurlarına karşı aktif gazaya başladı. İnegöl Rumlarına karşı bir gece baskını yaparak 1284 yılında İnegöl yakınında Küçük Kulaca Hisarı’nı yağmalayıp ateşe verdi. Onun bu saldırısı, İnegöl ve Karacahisar tekfurlarının ittifak ederek karşı saldırıya girişmelerine neden oldu. Osman Bey, gazileriyle İnegöl ve Karacahisar tekfurunun ordusuna karşı İkizce’ye yakın Domaniç belini aştıkları yerde 1286 yılında büyük bir savaş yaptı. Bu savaş, Osman Bey’in gerçek anlamda ilk savaşı oldu. Osman Bey, kardeşi Saru Yatı’yı bu savaşta kaybetti. Osman Bey, Kulaca akınından iki yıl sonra da Karacahisar’ı alarak beylik merkezi yaptı. Rivayete göre Osman Bey, bu önemli fetih sonucu uçta sancak beyliğine erişti. Karacahisar, Anadolu’dan İznik-İstanbul’a giden ana yolların kesiştiği bir noktada stratejik konumu son derece önemli, çıkılması güç bir kale idi. Osman Bey, Karacahisar’ın fethiyle bütün Eskişehir ve Bilecik bölgesine hâkim olarak bu bölgedeki Selçuklu-İlhanlı naiplerinin yerine geçti. Karacahisar’ı aldıktan sonra bağımsızlık ilanı anlamına gelen kendi adına hutbe okuttu. Karacahisar’ı aldıktan sonra da han unvanı alan Osman Bey, kanun koydu. Kaleye bölgeden ve Germi-yan gibi uzak yerlerden halkın gelip yerleşmesi sonucu, Karacahisar kısa sürede Müslüman nüfuslu bir şehir oldu. Aşağıda Ilıca yanında pazar da Osman Bey’in kontrolü altına girdi. Fetihle birlikte Osman Bey, bölgede fiilen bir gazi bey durumuna yükseldi. Böylece Osman Bey, Kastamonu emiri Çobanoğulları gibi Selçuklu sultanının sancak sahibi bir emiri2 mertebesine ulaşmış oldu.
Osman Bey’in beyliğini büyütürken en büyük müttefiki, Harmankaya-Gölpazarı bölgesi tekfuru olan Köse Mihal oldu. Onların en büyük yardımcısı da aşiretiyle bölgeye yerleşmiş bulunan Samsa Çavuş oldu. Osman Bey, 1288-1299 yıllarında, Karacahisar’dan Bilecik-Yenişehir’e kadar olan bölgeyi egemenliği ve kontrolü altına alarak birçok şehir ve kaleye hükmeden bir bey durumuna geldi. Aynı yıllarda Göynük, Gölpazarı, Bilecik, Yenişehir, İnegöl, Yarhisar tekfurlarını ortadan kaldırdı. Bulunduğu bölgenin güvenliğini sağladıktan sonra da Bizans imparatorluk topraklarına gaza faaliyetine başladı.
Amcası Dündar Bey’i Öldürdü
Babasının sağlığında aşiretin başına geçen Osman Bey, babasının ölümü üzerine, amcası Dündar Bey’in muhalefetiyle karşılaştı. Göçer ailelerden bir kısmı Dündar Bey’in, aşiretin başına geçmesini istedi. Bir araya gelinip görüşler alındığında çoğunluk Osman’ı destekledi; bunun üzerine Dündar da ona uydu. Osman, aşiretin onayıyla beyliğini bir daha ibra ettirdikten sonra fetih siyasetinde köklü bir değişikliğe gitti.
Osman Bey, başlangıçta çevresindeki Bizans tekfurlarıyla yürüttüğü yumuşak diplomasiyi bırakarak genişlemeci bir siyaset izlemeye başladı. Ancak onun bu yaklaşımı amcası Dündar Bey ile aralarında soruna neden oldu. Amcası Dündar Bey, yumuşak siyasetin devam ettirilmesinden yanaydı. Osman, amcasının bu yaklaşımını kendi egemenliğine engel olarak gördü ve onu okla vurup öldürdü. Ardından Karacahisar-Söğüt bölgesinden batıda Bilecik-Yenişehir bölgesine yönelerek başkenti Bilecik’e taşıdı. Daha sonra 1302 yılında İznik’e yöneldi. İznik’i işgal etmeden önce Bizans kuvvetleriyle girdiği Koyunhisar Savaşı’nı kazanarak çevre yerleşim yerlerinde yağmaya girişti. Edremit’e kadar bütün bölge Türkler tarafından yağma edildi. Yağmalar Bursa ve İznik kapılarına kadar uzandı. Osman Bey, İznik’i ele geçirmek için bütün Türkmen beylerinin uyguladığı taktiğe başvurup şehri abluka altına aldı ve açlıkla teslim almaya çalıştı. Ancak İzniklilerin direnişi kuşatmayı başarısız kıldı. Bu nedenle İznik ancak Orhan Bey zamanında, 1331 yılında ele geçirilebildi. Buna rağmen Bizans imparatorluk ordusuna karşı kazanılan zafer Osman Bey’in bölgedeki karizmasını yükseltti.
Koyunhisar Savaşı, Osman Bey’e hanedan kurucusu bey ünü kazandırdı. Kendisinden sonra gelen oğlu Orhan, rakipsiz beylik tahtına oturdu. Böylece 27 Temmuz 1302 tarihi Osmanlı hanedanının, dolayısıyla Osmanlı Devleti’nin kuruluş tarihi olarak kabul edilir.
Bizans İmparatoru Tedirgin Oldu
Osman Bey’in bölgede güçlenmesi, Bizans imparatorunu da tedirgin etti. Zira gaza ve ganimet için uç bölgesine koşup gelen Türkler, İstanbul Boğazı’na kadar yayılmışlardı. Alp gaziler emrinde küçük gruplar hâlinde hareket eden Türkler, 1304 yılı başlarında İstanbul Boğazı’na kadar her yerde göründüler. Bir gemi bulunca Boğaz’ı geçen Türkler, İstanbul önlerine kadar geliyorlardı. Şile ve Anadolukavağı’ndaki kalelere saldırıyorlardı. Panik hâlinde kaçan Rum halkı İstanbul’a sığınıyor, sokaklar açlık ve hastalık çeken insanlarla doluyordu. Bizans imparatoru, Osman Bey’i durdurmak için İran’da Gazan Han’a, onun ölümünün ardından Olcaytu Han’a bir Bizanslı prensesi eş olarak önermiş ve bir Moğol ordusunu tahrik etme girişiminde bulunmuştur.